Şafii mezhebinden Hanefi mezhebine iyi mi geçebilirim? Mezhep değişiklik yapmak caiz midir? İbadet Hayatımız - Mehmet Paksu'n...
Şafii mezhebinden Hanefi mezhebine iyi mi geçebilirim?
Mezhep değişiklik yapmak caiz midir?
Mezhep değişiklik yapmak caiz midir?
İbadet Hayatımız - Mehmet Paksu'nun kitabından...
Bir mezhepten öteki mezhebe geçilebilir. Geçmek için her hangi bir koşul yoktur. Bundan sonrasında Hanefi mezhebine ya da Şafii mezhebine nazaran ibadetlerimi yapacağım diye niyet etmesi yeterlidir.
Mezheplerin hepsi haktır ve hepsi de doğrudur. Bu bakımdan şu mezhep diğerinden daha üstündür şeklinde bir fikir yanlıştır.
Her mevsime nazaran değişik elbise giyilir. Her hastalığa nazaran değişik ilâç alınır. Bunun şeklinde, asırlara nazaran şeriatlar, milletlerin yaşayış ve kabiliyetlerine nazaran de hükümler değişebilir. Nitekim İslâmdan ilkin her millete ayrı ayrı şeriat ve peygamberler göndermiş olduğu olmuştur.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gelmesinden sonrasında insanoğlu birbirlerinden çok uzak, yaşayış ve kabiliyet bakımından bedeviyete yakın olduğundan, o vakit gelen şeriatlar da onların haline uygun olarak değişik değişik gelmiştir. Öyleki ki, aynı bölgede, aynı asırda, ayrı ayrı şeriat ve peygamberler göndermiş olduğu olmuştur.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gelmesinden sonrasında insanoğlu kabiliyet, yaşayış ve anlayış bakımından daha yüksek bir seviyeye çıktılar. Dinî sahada ve toplumsal hayatta birçok inkılâp ve değişimler meydana geldi. Böylece insanoğlu bir tek hocadan ders alacak, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete ulaştılar. Bunun için de ayrı ayrı şeriatlara ve peygamberlere lüzum kalmamıştır. Fakat insanlık yaşayış, örf ve âdet itibariyle aynı seviyeye gelmediklerinden mezhepler birden fazla olmuştur.
Eğer insanlığın çoğunluğu yüksek bir okulun talebeleri şeklinde, eğitim, kültür ve yaşayış bakımından aynı seviyede olsalar, o zaman mezhepler birleşebilirdi. Fakat şu andaki insanlığın durumu buna uygun değildir.
Mezheplerin birden fazla olmasının hikmetine ulaşınca, Bediüzzaman Said Nursi bu hususta şöyleki bir örnek vermektedir:
"Bir su beş çeşitli mizaçlı hastalara nazaran iyi mi beş yargı alır. Şöyleki ki:
Birisine, hastalığının mizacına nazaran su ilâçtır; tıbben vaciptir. Öteki birisine hastalığı için zehir şeklinde muzırdır; tıbben ona haramdır. Öteki birisine azca zarar verir; tıbben oma mekruhtur. Öteki birisine zararsız çıkar verir; tıbben ona sünnettir. Öteki birisine ne zarardır, ne menfaattır; afiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüt eder (çoğalır). Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: 'Su yalnız ilâçtır, yalnız vaciptir; başka hükmü yoktur."
"İşte bunun şeklinde, ahkâm-ı İlâhiye (İlâhî hükümler) mezheplere, hikmet-i İlâhiyenin sevkiyle ittiba edenlere (uyanlara) göre değişiklik gösterir. Hem hak olarak değişmiş olur ve herbirisi de hak olur, maslahat olur."1
Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Müslümanlar dört mezhepten birisine bağlıdırlar. Bir Müslüman hak mezheplerden birisine tâbi olur, yakarma ve muamelelerini o mezhebin yargı ve içtihadlarına nazaran sürdürebilir. İslâmî yaşamını bu mezheplerden birisine nazaran icra eden bir Müslümanın ölünceye kadar aynı mezhepte kalması şeklinde bir zorunluluk yoktur. Bundan dolayıdır ki, arzu ederse tamamen bir öteki hak mezhebe geçebilir. Meselâ, Şâfiî mezhebine mensup olan bir kimse, dilerse Hanefî mezhebine; Hanefi mezhebine mensup bir kimse de, isterse Şâfiî mezhebine geçebilir.
Sadece bir mezhepten öteki mezhebe geçen kimsenin, yakarma ve muamelelerinin kâmil mânâda olabilmesi için girmiş olduğu mezhebin meselelerini bilmesi gerekir. Meselâ bir Şâfiî, Hanefi mezhebine geçiyorsa, en azından o mezhebe nazaran abdestin farzlarını, abdesti bozan halleri, namazın rükünlerini ve vaciplerini bilmesi gerekir. Bu tarz şeyleri bilmeden geçecek olursa, farkına varmadan ibadetini tamamlanmamış yapmış olup hataya düşebilir.
Bir mezhepten diğerine tamamen geçmek mümkün olduğu şeklinde, kendi mezhebinde çıkış yolu bulamayan bir kimse o mevzuda öteki mezhebin içtihadına, görüşüne nazaran amel edebilir. Bu caizdir. Fakat bu öykünmek hazzı ve nefisten gelen bir arzu ile olmamalıdır. Bir yoksulluk ve maslahata nazaran yapılmalıdır. Bir meselede kendi mezhebinden başka bir mezhebi öykünmek eden kimse şu hususlara dikkat etmelidir.
Birincisi: Bir yakarma ya da işlem başka bir hak mezhebe nazaran öykünmek edilecekse, o yakarma ya da muamelenin daha ilkin yapılmamış olması gerekir. Meselâ, Şâfiî mezhebine mensup olan bir kimse, namaza başlamadan ilkin hanımına eliyle dokunduğunu namazı kıldıktan sonrasında hatırlasa; sonrasında da, "Iyi mi olsa abdestim Hanefi mezhebine nazaran tamamdır" deyip o meselede Hanefiye doğal olarak olsa, namazı sahih olmaz.
İkincisi: Öykünmek eden kimse, her mezhepten kolayına geleni seçip ona nazaran amel etme şeklinde bir yola girmemelidir. Bu şekilde bir hareket, değişik mezheplere nazaran birbirine zıt meseleleri birarada yapma sayılır ki, buna "telfik" denir. Telfik ise caiz değildir. Meselâ, abdestini Hanefi mezhebine nazaran alan kimsenin, niyet etmese de abdesti tamamdır. Şundan dolayı bu mezhebe nazaran niyet abdestin farzlarından değildir. Fakat bu kişinin aynı mezhebe nazaran başının dörtte birini meshetmesi lâzım gelirken, bu hususta Şâfiî mezhebine uyarak başının dörtte birinden azını meshederse, bu abdest tamamlanmış sayılmaz. Bu şekilde bir davranış "telfik" sayılacağından caiz değildir.2
Bununla birlikte, her mezhebin azimete taalluk eden cihetlerini öykünmek etmek bir takva işidir. Meselâ, Hanefi mezhebine mensup bir insanoğlunun eli hanımına dokunacak olsa abdesti bozulmaz; fakat Şâfiîye nazaran bozulur. Bu insanoğlunun bu şekilde bir meselede Şâfiî mezhebini öykünmek ederekabdestini tazelemesi bir azimettir, bir takva işidir. Gene Şâfiî mezhebine mensup olan bir insanoğlunun vücudunun herhangi bir yerinden kan çıktığında abdestini tazelemesi de, aynı şekilde azimete girer.
Gene, Hanefi mezhebinde olmayıp öteki mezheplerde olan ve ibadetlerin başlarında ve sonlarında yapılması sünnet yakarış ve benzeri nafile ibadetlerde o mezhebin görüşünü öykünmek etmek bir azimettir, sevaplıdır ve güzel bir harekettir.
*****
1. Bediüzzaman Said Nursî. Sözler. (istanbul: Sözler Yayınevi, 1987), s. 454-455.
2. İbni Âbidîn, Reddü'l-Muhtar. (Beyrut: İhyâü't-Türâsi'l-Arabî) 1:51; es-Seyyid Ebî Bekir. İânetü't-Tâlibîn. (Beyrut: İhyâü't-Türarâsi'l-Arabî) 4:219.
Hanefi mezhebinde kamet iyi mi getirilir?
Şafii mezhebine nazaran namaza iyi mi niyet edilir?
Bufalo eti İslam dini ve Hanefi mezhebine nazaran yenir mi?
Bu bildiri 'en iyi yanıt' seçilmiştir.
Bir mezhepten öteki mezhebe geçilebilir. Geçmek için her hangi bir koşul yoktur. Bundan sonrasında Hanefi mezhebine ya da Şafii mezhebine nazaran ibadetlerimi yapacağım diye niyet etmesi yeterlidir.
Mezheplerin hepsi haktır ve hepsi de doğrudur. Bu bakımdan şu mezhep diğerinden daha üstündür şeklinde bir fikir yanlıştır.
Her mevsime nazaran değişik elbise giyilir. Her hastalığa nazaran değişik ilâç alınır. Bunun şeklinde, asırlara nazaran şeriatlar, milletlerin yaşayış ve kabiliyetlerine nazaran de hükümler değişebilir. Nitekim İslâmdan ilkin her millete ayrı ayrı şeriat ve peygamberler göndermiş olduğu olmuştur.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gelmesinden sonrasında insanoğlu birbirlerinden çok uzak, yaşayış ve kabiliyet bakımından bedeviyete yakın olduğundan, o vakit gelen şeriatlar da onların haline uygun olarak değişik değişik gelmiştir. Öyleki ki, aynı bölgede, aynı asırda, ayrı ayrı şeriat ve peygamberler göndermiş olduğu olmuştur.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gelmesinden sonrasında insanoğlu kabiliyet, yaşayış ve anlayış bakımından daha yüksek bir seviyeye çıktılar. Dinî sahada ve toplumsal hayatta birçok inkılâp ve değişimler meydana geldi. Böylece insanoğlu bir tek hocadan ders alacak, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete ulaştılar. Bunun için de ayrı ayrı şeriatlara ve peygamberlere lüzum kalmamıştır. Fakat insanlık yaşayış, örf ve âdet itibariyle aynı seviyeye gelmediklerinden mezhepler birden fazla olmuştur.
Eğer insanlığın çoğunluğu yüksek bir okulun talebeleri şeklinde, eğitim, kültür ve yaşayış bakımından aynı seviyede olsalar, o zaman mezhepler birleşebilirdi. Fakat şu andaki insanlığın durumu buna uygun değildir.
Mezheplerin birden fazla olmasının hikmetine ulaşınca, Bediüzzaman Said Nursi bu hususta şöyleki bir örnek vermektedir:
"Bir su beş çeşitli mizaçlı hastalara nazaran iyi mi beş yargı alır. Şöyleki ki:
Birisine, hastalığının mizacına nazaran su ilâçtır; tıbben vaciptir. Öteki birisine hastalığı için zehir şeklinde muzırdır; tıbben ona haramdır. Öteki birisine azca zarar verir; tıbben oma mekruhtur. Öteki birisine zararsız çıkar verir; tıbben ona sünnettir. Öteki birisine ne zarardır, ne menfaattır; afiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüt eder (çoğalır). Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: 'Su yalnız ilâçtır, yalnız vaciptir; başka hükmü yoktur."
"İşte bunun şeklinde, ahkâm-ı İlâhiye (İlâhî hükümler) mezheplere, hikmet-i İlâhiyenin sevkiyle ittiba edenlere (uyanlara) göre değişiklik gösterir. Hem hak olarak değişmiş olur ve herbirisi de hak olur, maslahat olur."1
Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Müslümanlar dört mezhepten birisine bağlıdırlar. Bir Müslüman hak mezheplerden birisine tâbi olur, yakarma ve muamelelerini o mezhebin yargı ve içtihadlarına nazaran sürdürebilir. İslâmî yaşamını bu mezheplerden birisine nazaran icra eden bir Müslümanın ölünceye kadar aynı mezhepte kalması şeklinde bir zorunluluk yoktur. Bundan dolayıdır ki, arzu ederse tamamen bir öteki hak mezhebe geçebilir. Meselâ, Şâfiî mezhebine mensup olan bir kimse, dilerse Hanefî mezhebine; Hanefi mezhebine mensup bir kimse de, isterse Şâfiî mezhebine geçebilir.
Sadece bir mezhepten öteki mezhebe geçen kimsenin, yakarma ve muamelelerinin kâmil mânâda olabilmesi için girmiş olduğu mezhebin meselelerini bilmesi gerekir. Meselâ bir Şâfiî, Hanefi mezhebine geçiyorsa, en azından o mezhebe nazaran abdestin farzlarını, abdesti bozan halleri, namazın rükünlerini ve vaciplerini bilmesi gerekir. Bu tarz şeyleri bilmeden geçecek olursa, farkına varmadan ibadetini tamamlanmamış yapmış olup hataya düşebilir.
Bir mezhepten diğerine tamamen geçmek mümkün olduğu şeklinde, kendi mezhebinde çıkış yolu bulamayan bir kimse o mevzuda öteki mezhebin içtihadına, görüşüne nazaran amel edebilir. Bu caizdir. Fakat bu öykünmek hazzı ve nefisten gelen bir arzu ile olmamalıdır. Bir yoksulluk ve maslahata nazaran yapılmalıdır. Bir meselede kendi mezhebinden başka bir mezhebi öykünmek eden kimse şu hususlara dikkat etmelidir.
Birincisi: Bir yakarma ya da işlem başka bir hak mezhebe nazaran öykünmek edilecekse, o yakarma ya da muamelenin daha ilkin yapılmamış olması gerekir. Meselâ, Şâfiî mezhebine mensup olan bir kimse, namaza başlamadan ilkin hanımına eliyle dokunduğunu namazı kıldıktan sonrasında hatırlasa; sonrasında da, "Iyi mi olsa abdestim Hanefi mezhebine nazaran tamamdır" deyip o meselede Hanefiye doğal olarak olsa, namazı sahih olmaz.
İkincisi: Öykünmek eden kimse, her mezhepten kolayına geleni seçip ona nazaran amel etme şeklinde bir yola girmemelidir. Bu şekilde bir hareket, değişik mezheplere nazaran birbirine zıt meseleleri birarada yapma sayılır ki, buna "telfik" denir. Telfik ise caiz değildir. Meselâ, abdestini Hanefi mezhebine nazaran alan kimsenin, niyet etmese de abdesti tamamdır. Şundan dolayı bu mezhebe nazaran niyet abdestin farzlarından değildir. Fakat bu kişinin aynı mezhebe nazaran başının dörtte birini meshetmesi lâzım gelirken, bu hususta Şâfiî mezhebine uyarak başının dörtte birinden azını meshederse, bu abdest tamamlanmış sayılmaz. Bu şekilde bir davranış "telfik" sayılacağından caiz değildir.2
Bununla birlikte, her mezhebin azimete taalluk eden cihetlerini öykünmek etmek bir takva işidir. Meselâ, Hanefi mezhebine mensup bir insanoğlunun eli hanımına dokunacak olsa abdesti bozulmaz; fakat Şâfiîye nazaran bozulur. Bu insanoğlunun bu şekilde bir meselede Şâfiî mezhebini öykünmek ederekabdestini tazelemesi bir azimettir, bir takva işidir. Gene Şâfiî mezhebine mensup olan bir insanoğlunun vücudunun herhangi bir yerinden kan çıktığında abdestini tazelemesi de, aynı şekilde azimete girer.
Gene, Hanefi mezhebinde olmayıp öteki mezheplerde olan ve ibadetlerin başlarında ve sonlarında yapılması sünnet yakarış ve benzeri nafile ibadetlerde o mezhebin görüşünü öykünmek etmek bir azimettir, sevaplıdır ve güzel bir harekettir.
*****
1. Bediüzzaman Said Nursî. Sözler. (istanbul: Sözler Yayınevi, 1987), s. 454-455.
2. İbni Âbidîn, Reddü'l-Muhtar. (Beyrut: İhyâü't-Türâsi'l-Arabî) 1:51; es-Seyyid Ebî Bekir. İânetü't-Tâlibîn. (Beyrut: İhyâü't-Türarâsi'l-Arabî) 4:219.
YORUMLAR