Edebiyatta Doğacılık akımı nedir? Doğacılık akımının özellikleri, tarihçesi, öncüleri hakkında bilgi. NATÜRALİZM Doğacılık, realizmin gözl...
Edebiyatta Doğacılık akımı nedir? Doğacılık akımının özellikleri, tarihçesi, öncüleri hakkında bilgi.
NATÜRALİZM
Doğacılık, realizmin gözlemciliğinin yanma tecrübe ilkesini getiren, determinizm anlayışını romana sokan bir edebi akımdır.
Doğacılık, realizmin, çevrenin insan üstünde büyük tesiri olduğu yolundaki görüşünü ve başka türlü ilkelerini kabul etmekle beraber, deneyime büyük bir ehemmiyet vermiş, realizmin belgeciliğiyle yetinmemiştir.
Determinizm, insanoğlunun yarattığı olayların, daha önceki sebeplerin sonucu olduklarını ve bunların da daha sonraki vakalara niçin olacaklarını ileriye devam eden bir fikir dizgesi (sistemi) dir.
Determinizme gore, tabiatta meydana gelen vakalar bir takım kaçınılması olanaksız (imkânsız) sebeplerin etkisiyle ortaya çıkarlar. İlimde rastlantının ve olağanın yeri yoktur. Aynı koşullar altında aynı nedenler, aynı neticeleri doğururlar. Fizik ilminde büyük ve mühim yeri olan bu determinizm ilkesi, toplumsal vakalar üstünde de kendini göstermektedir.
Doğacılık, realizmden ince ayrımlarla ayrılır. Fakat birbirleriyle de çok sıkı ilişkileri vardır. Bu yakınlıklarından dolayı bir takım sanatçıların natüralist ya da gerçekçi oldukları münakaşa mevzusu olmuştur. Mesela Sola, gerçekçi bir yazar olarak o akımın içine sokulduğu halde, natüralizmi tek başına temsil eden bir sanatçıdır. Alphonse Daudet de öyleki. Eğer Alphonse Dudet, Sapho adındaki romanını yazmasaydı, gerçekçi sayılacaktı. Fakat bu eserle Daudet, natüralistlerin arasına girmiştir. Bu karışmalara karşın natüralizmi realizmden ayrıştıran temel ayrımlar vardır. Şimdi bu ayrımların neler olduklarını sırasıyla görelim :
a) Dış çevrenin insan ruhu üstündeki tesirinin yanında katılımın (irsiyetin) iş oranı (görevi) :
Natüralistler, insanların davranışlarında çevrenin tesirini temel kabul etmekle birlikte kalıtımın, doğrusu ana ve babadan getirilenlerin de iş oranı bulunduğunu ileri sürüyorlar. İnsan eylemleri, bu etkilere bağlıdır. İnsanların eylemlerini kavrayabilmek için, insanoğlunun geliş kaynağını, fizyolojik yapısını, tesirinde kalmış olduğu eğitimi ve içinde yaşamış olduğu çevreyi iyice bilmek gerektir. Bu tür durumlar bilinmedikçe, insanların eylemlerinin iyi mi bir nedene bağlanacağı kestirilemez. Kestirilse dahi noksan ve kusurlu olur.
Fakat bu etmen (unsur) ler iyice bilinmiş olduğu takdirde, vaka, roman yazarının kendi talep ve iradesinin haricinde, koşullu sonucuna doğru yol alır. Eğer yazar, olayın mecburi sonucuna tesir meydana getirecek bir karışmada bulunursa, şart bozulur ve nedenle netice arasındaki bağ kopar.
Bu görüş altında natüralistler, insan olaylarının meydana gelişinde, kalıtımın minimum çevre kadar iş oranı bulunduğunu ileri sürüyorlar. Çünkü insanların huyları (mizaçları), kendi fizyolojik devinmelerine bağlı olmakla birlikte, anne ve babalarımn huylarıyla da ilişkilidir. Şu demek oluyor ki doğuştan onların huylarının motiflerini getirirler. Bir insanı, anne ve babasından hiçbir şey getirmemiş bir varlık olarak fikretmek, yanlıştır. Eğer insan anne ve babasından hiçbir şey getirmemiş olsaydı çehre benzeyişi de olmazdı. Çehre benzerliği, yürüyüş ve oturuş benzerlikleri benzer biçimde davranış ve davramş benzerlikleri de katılımla geçebilir. Bunun yokumsaması (inkârı) olanaksızdır. Vaziyet bu şekilde olunca, eylemin sahibi olan insanoğlunun aile bireylerini hattâ bu ailenin diğeri kollarını tanıyıp incelemek gerekir. Bu yoldan olayın temel nedenlerine ulaşılabilir.
b) İnsan ruhunun fizyolojiye bağlılığı :
Natüralistlere gore, düşünce ve coşku, beynin ve organizmanın görünüşüdür. Düşünceyi, ruhun değildir de uzviyetin, doğrusu tüm halinde bedenin verisi sayan natüralistler, gerçek insanı, fizyolojik bir varlık olarak düşünmüşler ve ruha asla ehemmiyet vermemişlerdir. Çünkü gövde olmadıkça ruhtan söz edilemez. Ruh, organların fizyolojik ilişkilerinin toplamıdır. O halde, ruh diye bedenden ayrı bir varlık düşünülemez.
c) Karakter yerine huyun temel tutulması :
Natüralistler karaktere ehemmiyet vermiyorlar. Davranış’u esas kabul ediyorlar. Bir insanoğlunun karakteri, zihnin şekline bağlıdır. Oysa davranış, fizyolojik yapıya bağlı olmakla birlikte, katılımla da ilişkilidir. Şu demek oluyor ki huyun içinde ana ve babadan gelenler de vardır. Karakter, tutkuların ve iştahların birleşimi olmakla birlikte, akılla da bağıntılıdır. Oysa davranış, akılla bağdaşamaz. Bundan dolayı bir takım insanoğlu, belirgin bir huyun kucağında sırf hayvandırlar. Mesela bu hayvanlık kösnü düşkünlüğü şeklinde görünebilir. Kösnü düşkünlüğü bir davranış (mizaç) dur. Bu huyun ruhla hiçbir ilişkisi yoktur. Organların fizyolojik oluşumlarına bağlıdır. Tamamıyla sinir dizgesindeki gerilmenin eseridir. Bu düşüncenin doğruluğunu göstermesi bakımından, E. Zola‘nın, Terez Rakin adlı romanının ön sözündeki fikirlerine bir göz atalım :
«… Terez ile Lavren, her ikisi de insan şeklinde iki hayvandan başka bir şey değildir. Bu hayvanlarda ihtirasların gizli saklı faaliyetini, içgüdünün itişlerini, bir sinir buhranından sonrasında dimağa arız olan teşevvüşleri kademe kademe aradım. îki kahramanımın aşkları bir ihtiyacın tatminidir. İrtikâp ettikleri katliam zinalarının bir sonucudur. Nihayet vicdan azabı adını vermeye yükümlü olduğum şey, uzvî bir karışıklıktan, kopacak derecede gerilen cümle-i asabiyenin bir isyanından ibarettir.»
Görülüyorki Zola, karakter üstünde değildir, davranış (mizaç) üstünde durmuştur.
d) Gözlemin yanına deneyimin getirilmesi :
Fizyolojik ilimlerde kullanılan deneyin metodu, vakaları, tarafımızdan hazırlanan koşullara gore meydana getirmek ve sebeplerini incelemektir.
İlimde gözlem ise, nedenlerle kanunları sağlamak için vakaları tabiatta meydana geldiği benzer biçimde incelemektir.
Realistler, gözleme ihtiyaç duyulan önemi vermişlerdi. Fakat natüralistler —ki başta E. Zola— gözleme ihtiyaç duyulan önemi vermekle birlikte, romana deneyimi de getirdiler. Bu metod yardımıyla ayrı ayrı bölgelere sevkedilmiş olan aile dallarına bağlı fertlerin, ayrı meslek ve ayrı çevre içinde karşılaştıkları yaşamsal sonuçlar, bir âlim tarafsızlığıyla incelenmiş; katılımın ve çevrenin insan huyu üstündeki tesir ayrımları gösterilmeye çalışılmıştır.
Natüralist romancı, vakaları kendi tabii yapısı içinde ele aldıktan sonrasında, çevresinde ve koşullarında değişimler meydana getirerek onlara tesir yapmak, bu etkinin baskısı altında ortaya çıkacak olan kurtuluş çatkısını her insana göstermek isteyen kimsedir.
Romancı bu durumu yapabilmek ve çevresiyle katılımın etkilerinin enerjisini belirtebilmek için tasvire çok büyük ehemmiyet vermiş, sonu gelmeyen tasvirlerle anlatımına bir derinlik kazandırmıştır. Doğacılık, realizmin aşırılığından başka bir şey değildir. Onun belge ilkesini ve tasvirciliğini aşırılığa götürmüştür. E. Zola, tasvir hakkında düşüncesini şu şekilde belirtiyor :
«Bundan sonra zevk olsun diye, tasvir etmiyoruz, insanoğlunun içinde yaşamış olduğu çevreden ayrılamayacağını, elbisesi, evi, şehri, vilâyetiyle tamamladığını kabul ediyoruz. Binaenaleyh dimağının ya da kalbinin tek bir olayım, muhitte onun sebeplerini ya da tepkisini aramadan, tesbit etmeyeceğiz. Sonu gelmez tasvirlerimizin sebebi işe budur.»
e) Natüralizmde dil :
YORUMLAR