Ortaçağ Avrupası'nın büyük bir bölümünde, kaynağını kralla vassalleri ya da vassallerle öteki mahalli güç odakları arasındaki sözleşmele...
Ortaçağ Avrupası'nın büyük bir bölümünde, kaynağını kralla vassalleri ya da vassallerle öteki mahalli güç odakları arasındaki sözleşmelerden alan feodal ilişkiler egemendi. Bunun yanısıra, çeşitli derecelerde bağımsız olan şehirler, köy birlikleri, federasyonlar, ortak yönetim alanları vb. mevcuttu. Ek olarak bazı yönleriyle krala bağlı, bazı yönlerden tamamen bağımsız olan Kilise de mühim bir siyasal güçtü.
Çağdaş krallıkların ortaya çıkmasıyla beraber, devleti devlet meydana getiren temel hak ve yetkilerin tanımlanması problemi ortaya çıktı. Fransız hukukçu Jean Bodin (1530-1596) çağdaş egemenlik kuramının kurucusu sayılır. 1576'da yayımladığı Les six livres de la république (Devlet'e Dair Altı Kitap) adlı eserde Bodin egemenliği "Devlet'in mutlak ve kalıcı gücü" olarak tanımladı. "Mutlak", egemenliğin bölünemeyeceği ve paylaşılamayacağı anlamındaydı (sadece bu mutlaklık yalnız kamu hakları alanındaydı ve kişinin hususi haklarına saldırı edemiyordu). "Kalıcı" olması ise bu gücün hükümdarın ölümü ile sona ermediği ve bireylerden bağımsız bulunduğunu gösteriyordu. Egemenlik belirtilerinin bir bölümünü hükümdar şahsen kullanabilir, bir bölümünü memurlarına ve kurumlara kullandırabilirdi. Sadece egemenliğin kendisi devredilemezdi.
17. yüzyılda Holandalı hukukçu Hugo Grotius (1583-1645) çağdaş devletler hukukunun ilkelerini egemenlik kavramıyla temellendirdi. 1648 Westfalya Barışı ile, egemen devletlerin hukuki eşitliği ilkesi çağdaş Avrupa devletler sisteminin temeli olarak benimsendi. 17. ve 18. yüzyıllarda Hobbes, Locke, Montesquieu, Rousseau şeklinde düşünürler egemenlik hakkının felsefi ve analitik temelleri üstünde günümüze dek etkili olan düşünceler ürettiler.
Charles de Montesquieu (1689-1755), 1745'te yayımladığı Esprit des Lois (Kanunların Ruhu) adlı eserinde, egemenliğin üç uygulama alanını birbirinden ayırarak, yasama, yürütme ve yargı erklerinin dengelenmesinin önemine değindi. 1789'da kabul edilen ABD Anayasası, Montesquieu'nün görüşlerinin etkisiyle, yasama, yürütme ve yargının muhteşem denge içinde olacağı bir Devlet düzeni tasarladı.
YORUMLAR