Niçin yalnız dünyada canlılar yaşar? İnsanoğlunun “Evrende yalnız biz mi varız?†sorusu yeni değildir. Sadece ne var ki, tekn...
Niçin yalnız dünyada canlılar yaşar?
İnsanoğlunun “Evrende yalnız biz mi varız?†sorusu yeni değildir. Sadece ne var ki, teknolojiyle beraber artan gözlemsel ve laboratuvar bilgilerimiz, bizi bu tür bir probleminin yanıtını şimdilerde daha iyi verebilir duruma getirmiştir. 1920'lerde dış galaktik sistemlerden bîhaberdik. Şimdiyse 10-15 milyar yılı uzaklıklardan bahsediyoruz. Evrenin çok uzaklarında o şekilde bir cisim düşünün ki, bu cisimden çıkan ışınlar bizlere ışık hızıyla (saniyede 300.000 km) 10 milyar yılda geliyor.
Bu o şekilde çok önemli bir uzaklıktır ki, kilometre biriminde rakamla ifade etmeye çalışsak bir rakamının yanına 23 tane sıfır koymamız gerekiyor. (100 000 000 000 000 000 000 000 km). Bu büyüklükte küresel bir yapının içinde milyarlarca galaksi ve her bir galakside de ortalama 100 milyar yıldız vardır. Güneşimiz, bu milyarlarca galaksiden önde gelen Samanyolu galaksisinin ortalama 200 milyar yıldızından yalnız biridir. Onu öteki yıldızlardan ayıran en mühim özelliği, bizlere çok yakın ve Dünya için yaşam membaı olmasıdır. Güneşimiz 9 gezegeni, asteroit kuşağı, kuyruklu yıldızları ve meteorlarıyla beraber bir sistem oluşturmaktadır. Bizse bu sistemin Güneş'ten itibaren 3. gezegeni olan Dünya üstünde yaşamaktayız. Dünya'mız Güneş Sistemi yaşı mertebesinde, ortalama 4.5 milyar yıl yaşındadır. Meydana getirilen araştırmalara bakılırsa Dünya'nın oluşumundan ortalama ilk 600 milyon yıl sonrasında canlı yaşam adım atmıştır. Bu canlılık günümüzde tüm ihtişamıyla sürmektedir. Şu anda Dünya üstünde 10 milyonu aşkın tür yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Her ne kadar ortalama üç dakikada bir tür yok oluyorsa da yerine yeni türler yaşam bulmaktadır. Yaşamın başrolünü Güneş oynar. O'nun Dünya üstüne gönderilmiş olduğu ışık miktarı çok önemlidir. Güneş'in ışıma gücünde olabilecek mühim değişimler Dünya iklimini direkt ilgilendirir. Her ne kadar Güneş'in ışımagücü tam durağan(durgun) değilse de, günümüz dönemindeki değişimleri, iklimi mühim seviyede değiştirecek düzeyde değildir.
Şimdi evrene bakalım. Bizi evrende canlı yaşamın olup olmadığı araştırmasına iten güç nedir? Bu yalnız merakımızdan mı lanmaktadır, yoksa Dünya'yı koruyamadığımızdan mı? Bizce her ikisinden. İnsanoğlu artık Dünya'ya verdiği zararın farkındadır, -Son yıllarda O'nu koruma gereğinin farkına varmıştır- ve bigün O'nu terk etmek zorunda kalacağını düşünmektedir. Bunun için alternatif evrenler aramaktadır. Bunların örneklerini Ay'da yaşam, Mars'ta yaşam, uzayda yaşam üstüne geliştirilen projelerde görmekteyiz. Teknolojide ileri ülkeler bu tür ciddi projeler üretmektedirler.
Tabiî bunlara geçmeden ilkin, önceki sayılarda belirtilen üç soruya çözüm aramak için verilen “Amaçâ€ların neler bulunduğunu gözden geçirmeliyiz.
Amaç 3: “Hayatın moleküler düzeyden organizmaya ve ekolojik sistemler seviyesine iyi mi evrimleştiğinin araştırılması.â€
Yaşam moleküler seviyeden ekolojik sistemlere tüm seviyeden toplulukların biraraya gelip etkileşmesiyle oluşan enerji ve bileşimdeki değişmelerin dinamik bir sürecidir. Evrim üstüne bir çok geleneksel araştırmalar fosil kayıtlarında korunduğu şekliyle, organizmalar ve onların biraraya getirdikleri topluluklar üstüne odaklanmıştır. Bununla birlikte organizmalar içinde genetik bilginin değişimi şeklinde süreçler DNA ve RNA içindeki değişimler evrimsel yeniliğin anahtar sürücüleridir. Yeni geliştirilen laboratuvarları kullanan çağıl genetik analizler ve hesaplama metodları tüm seviyeden yaşamın farklılaşmasına ve her bir seviyedeki evrime yeni bakış açıları getirir. Bağımsız birçok tür ihtiva eden ekolojik sistemlerin evrimi, bilhassa mikrobiyolojik toplulukların incelenmesi bu tür çalışmaların tamamlayıcı araştırmalarıdır.
Moleküler biyolojinin ve moleküler genetik tarihinin kuvvetli teknikleri yardımıyla yaşamın çeşitliliği ve organizmalar arasındaki ilişkileri anlamamız tamamen değişmektedir. RNA ve öteki korunmuş gen serilerinin incelenmesi, herhangi bir canlının yaşaması beklenmeyen ortamlarda daha ilkin bilinmeyen organizmalar âlemi ortaya çıkması ve yaşamın orijininin çevresel şartları hakkında bizi yeni hipotezlere götürmüştür. Sadece türlerin evriminin anlaşılması için genetik seviyede çok daha detaylı emekler gerekmektedir. Hakkaten ilk emekler, evrimin erken dönemlerinde organizmalar arasındaki genetik transferlerin ortak olabileceğini göstermektedir. Gen kopyalanması ve genin tekrardan düzenlenmesi şeklinde mekanizmalar üstüne meydana getirilen emekler, bu süreçlerin rahat bir mutasyon (değişme) ve seçim tesirinin evrimi yönetim eden unsurlar olmadığını göstermektedir. Bağımsız gen ailelerinin incelenmesi daha ilkin tanımlanmamış mikrobiyolojik türlere kadar genişletilmelidir. Yeni araştırma ekiplerinin ve metodolojilerinin geliştirilmesi ihtiyacı vardır. Eğer gen transferi çok eski çağlardan beri devam eden bir işlemse, anahtar fonksiyonların ne vakit ve iyi mi ortaya çıkmış olduğu ve genomik birlikteliğe iyi mi yayıldığının atama edilmesi mühim olacaktır. Bu çaba, genomik karmaşanın gelişiminin yeniden yapılanmasını elde edecektir. Mikrobiyolojik çeşitlilik ve mikrobiyolojiksel topluluklardaki değişimler üstüne meydana getirilen çalışmaların koordinasyonlu bir halde yürütülmesi, genetik çevresel faktörleri belirlemek için gereklidir. Bu genetik çevresel faktörleri biyolojik çeşitliliğin yayılımını ve biyosfer üstündeki değişimsel tesirleri de bununla beraber getireceklerinden incelenmesi ek olarak zaruridir. Meselâ, organizmaların birbirlerini iyi mi etkilediklerini, ekolojik sistemlerin Dünya üstündeki kimyanın tedricî değişiminden, okyanus ve atmosferin bileşiminden iyi mi etkilendiklerinin anlaşılması gerekmektedir. Dünya'nın global ekolojisinin incelenmesi yeni teknolojilere geçirme edilmelidir (uzaktan idrak etme ve coğrafik bilgi sistemleri şeklinde). Süreçlerin yönlendirilmesi, etkileşimli sistemlerin modellenmesi ve keza global sistemler hakkında kabul edilen yeni örnekler de bu teknolojilere bırakılmalıdır. Felâket sayılabilecek dış orijinli çevresel değişikliklerin, asteroit ve kuyruklu yıldız çarpmalarının ve yakın çevremizde oluşacak bir yıldız patlamasının sonuçlarının da gözönüne alınması, evrim anlayışımızı değiştirebilecektir. Bu tür bir araştırma yaşam ve gezegenin evriminin beraber incelenmesiyle (Amaç: 4), muhteşem şartlarda yaşamın devam ettirilebilmesi kabiliyetiyle (Amaç: 5) ve uzak gezegenlerde yaşamın iyi mi başladığının araştırılmasıyla (Amaç: 7) ilişkilidir.
Amaç-4: “Biosferin yerle beraber iyi mi evrimleştiğinin belirlenmesi. Moleküler biyoloji, mevcut ve tarihsel çevre çalışmalarından, ekoloji ve organizma biyolojisindeki araştırmalardan sağlanan delillerin toplanarak yaşamın ve gezegenin birleşik evrimini izlenmesi.â€
Yaşam, değişen çevresel şartların sorumluluğunda tepki olarak evrimleşirken, değişen ekolojik sistemler Dünya'nın çehresini değiştirir. Bilim adamları yaşamın ve gezegenimizin beraber evrimini şu anda yapılmakta olan mevcut ve tarihsel çevre çalışmalarından, ekoloji ve organizma biyolojisindeki araştırmalardan sağlanan delilleri biriktirerek izleyebilirler. İlkel organizmanın çeşitlenme ve dağılımını kayalar ve biomoleküllerde kalmış yaşam kayıtlarını okumak için yüksek duyarlıklı teknolojiler arasındaki hususi kimyasal etkileşimleri belirlemeye ve yerin dış -idare edici- güçlere ve biyolojik modifikasyonlara tepki olarak değişen şartlarının zamanı izlenmeye çalışılmaktadır.
Tarihleri ve çevresel içerikleri biomoleküler, paleoenviromental ve paleobiyolojik delillere dayandırılmış evrimsel vakalarla ilişkilendirebilmek için jeolojik kayıtlar kullanılmalıdır. Ek olarak çevresel bir içerikteki yaşamın tarihini sınayarak ve korunabilir kayıtlar (biomineraller, trace elementlerin toplanması, organik moleküller, emin izotopların karakteristik oranları, vs.) elde eden biokimyasal yolların evrimini emek harcayarak, çevresel ve biyolojik değişimleri birbiriyle ilişkilendiren mekanizmaların inşa edilmesine başlanabilir. Bu biokimyasal yollar hakkında araştırmalar bununla birlikte, yerdeki ve öteki gezegenlerdeki ilkel kayalarda görülebilecek bio-gösterge envanteri de oluşturabilir. Biosfer ve onu barındıran gezegen arasındaki özgül kimyasal etkileşimler ve bunların evrimsel sürücüler olarak rolleri, biogeokimyasal çevrimlerin ve mühim biolojik yan ürünlerin (moleküler oksijen şeklinde) çalışmasıyla ortaya çıkartılabilir. Böylece yer atmosferinin gelişimi, oksijen ve karbondioksit düzeylerini denetim eden faktörlere yeni ve daha temel bir bakışla, daha detaylı bir halde anlaşılacaktır. Öteki bir kazanım, yer biosferinin evriminin daha iyi anlaşılması olacaktır. Organizmaların yeni ve sıradışı türlerinin ilk görünüşleri (ortaya çıkışları) için paleontolojik deliller, fosil kayıtlarına ve duyarlı geokronolojiye nicel yaklaşımlar kullanan moleküler phylogenies ile toplanacaktır. Evrimleşen biosferimizin tam çeşitlenmesini idrak etmek, sıradışı şartların fosil kayıtlarının keşfi ve kaydedilmesini gerektirir ki bu bununla birlikte öteki gezegenlerde yaşam araştırmak için de geçerliği olan bir alıştırmadır. Bu araştırmaların tümü, evrimsel mekanizmaların moleküller, organizmalar ve ekosistemler düzeyinde daha derin bir halde anlaşılmasını gerektirir. (Amaç-3'te tartışıldığı şeklinde). Sonuçlar, yaşamı başlatanların (biomaker) teşhis edilmesine direkt katkı elde edecektir.
Amaç-5: “Diğer Dünya'lardaki şartlara benzeyen şartlarda yaşam için sınırların belirlenmesi. Kendi gezegenimizde geçmişte ve bugün habitat (yaşam alanı) şartlarının tam aralığının doğrusu adaptasyonun araştırılması ve bunu Güneş Sistemi'ndeki öteki cisimlerde (Mars ve Europa şeklinde) bulunan şartlarla benzerlik kurulmasında kullanılması.â€
Yaşam, Yeryüzü'nde sıvı suyun bulunmuş olduğu her yerde bulunur. Bu bölgeler nükleer reaktörlerin iç kısımları, buzla kaplı Antaretic gölleri, okyanusaltı hidrotermal lar ve derin yüzeyaltı kayalardaki sıradışı şartlar da dahildir. Öteki Dünya'lardaki yaşamın olası şartlarını idrak etmek için kendi gezegenimizin bugünü ve geçmişinde barınılabilir şartlarını araştırmak zorundayız. Bu sıradışı şartları yalnız gezegen üstündeki yaşamın uyarlama kabiliyeti hakkında neler söyleyebileceğimizi öğrenmek için değil, bununla birlikte Güneş Sistemi'ndeki öteki cisimler (Mars ve Europa) üstündeki şartlara benzerlikler bulmak için de yapacağız.
Öteki gezegenlerdeki yaşam potansiyelini anlamaya, kendi gezegenimizdeki yaşamın sınırlarını araştırmakla başlamalıyız. Yeryüzü'ndeki yaşam tarafınca gösterilen sıradışı şartlar için hoşgörü, evvelce düşünüldüğünden çok daha geniştir. Yeryüzü'nün en ufak yerleşimcilerinin bazıları hakkında meydana getirilen son araştırmalar, bunların yaşam tarzlarını dikkate kıymet derecede değiştirebileceklerini göstermiştir: Nükleer reaktörler, senelerce buzla kaplı kalan Antarctic gölleri, kayaların içleri, hidrotermal lar şeklinde sıradışı şartlarda hayatta kalan mikroorganizma toplulukları şeklinde. Deniz altındaki hidrotermal lar civarında olduğu şeklinde bazı sıradışı bölgeler, Yeryüzü'nde yaşamın membaı için olası bölgeler olarak önerilmiştir. Extremophile organizmaların ve onların yaşam ortamlarının araştırılması, bunların kendileri ve Mars ve Europa bulgu gezileri için benzer çevresel şartlar hakkında birincil önemde bilgi sağlar. Yaşamı desteklemeyen çevresel yeryüzü şartlarının tespiti ve yaşamın enerjitik olarak uygun tüm çevresel boşlukları doldurmak suretiyle niçin adapte olmadığı sorusunu da sormak gerekir. Bu şekilde emekler bununla birlikte yaşamın Yeryüzü genelindekinden mühim oranda değişik şartlardaki kimyasal ve morfolojik izlerinin tespitine de destek sunar.
Amaç-6: “Bir gezegeni yaşanabilir kılan özelliklerin neler bulunduğunu ve bu dünyaların evrende ne kadar çoğunlukla bulunduklarını belirlemek. Gezegenlerin sıvı suyu iyi mi tuttuklarının araştırılması ve yaşamın olası yerlerini bulmak için gezegen oluşumunun kuramsal ve gözlemsel çalışmaların gözönüne alınması.â€
Yerdışı yaşam için nereye bakmalıyız? Tek örneğimiz olan Yeryüzü'ndeki yaşam temel alınırsa, sıvı su bir gerekliliktir. Bundan dolayı, hangi tür gezegenlerde sıvı su bulunabileceğini ve bunların miktarını belirlemek zorundayız. Kendi gezegenimiz ve Güneş Sistemi'nin öteki üyelerindeki suyun kaynağını idrak etmek, bir gezegen sisteminde suyun dağılımının yolları hakkında ve Güneş'in ışımagücündeki değişimin iklim üstüne etkilerinin ve bir gezegen üstündeki uzun dönemli yaşam alanlarının araştırılması yeni bakış açıları ortaya çıkaracaktır. Gezegen oluşum sürecinin incelenmesi ve gezegen sistemlerinin temsilcilerini taramak yöntemiyle, hangi gezegenlerin mevcut olduklarını ve evrende iyi mi dağıldıklarının tespiti yapılmalıdır. Aslında yaşam alanına haiz gezegenlerin çokluğu hakkında bilgi toplamalıyız.
Habitata haiz gezegenlerin çokluğu, evrende yaşamın rolünü idrak etmek için önemlidir. Gezegenlerin oluşumuna ve gezegen sistemlerini ortaya çıkan konfigürasyonuna, deneysel ve kuramsal olarak yaklaşılabilir. Gezegen oluşumu işlemini, bilhassa gezegensel habitatla ilişkisini tümüyle idrak etmek için mevcut gözlemsel veri tabanımız, gezegenöncesi disklerin daha yüksek uzaysal ve tayfsal ayırma kuvvetli çalışmalarını, Güneş Sistemi dışındaki gezegen sistemlerinin tespiti ve çalışmalarını ve Güneş Sistemi'ndeki ufak cisimlerin ve tozun dağılımı ve özelliklerini ihtiva edecek şekilde genişletilmelidir. Yaşamın malum tek örneğinden hareketle, habitat içinde genetik materyal alışverişinin mümkün olduğu sıvı suyun varlığı ve uzun dönemli kalıcılığına bağlı olduğu sonucuna varıyoruz. Bununla beraber, sistemi denge durumundan uzakta tutan bir enerji membaı olmalıdır. Tanışık olduğumuz tüm yaşam formları, en azından yaşam çevrimlerinin bazı aşamalarında sıvı suya gerekseme duyduklarından, habitatlık kriterleri sıvı suya gereksinimle başlamalıdır. Bu sınırlamayla dahi yaşamın nerede doğacağı ve sürdürüleceğini idrak etmek için sorulacak çok sual vardır. Acaba Dünya'daki su, Yeryüzü'nün oluştuğu ilk materyalden mi kaldı, yoksa asteroid ya da kuyrukluyıldız çarpışmalarıyla sonradan mı eklendi? Son 4.5 milyar yıl süresince Güneş'in parlaklığında meydana gelmiş değişimler gözönüne alındığında, Yeryüzü tarihinin büyük kısmında su iyi mi sıvı halde kaldı? Bir başlangıç noktası olarak, herhangi bir gezegen sisteminde hayatta kalınabilirlik şartı olarak, sıvı suyun bir gezegen yüzeyinde emin olduğu yer olarak alınır ki bu durum yıldızın türüne ve gezegenin yörüngesine bağlıdır; üstelik bu, başka bir gezegen etrafındaki gezegenlerin yaşam bulabilecekleri bölgelerde bulunma sıklığı, Dünya büyüklüğündeki gezegenleri içine alan gezegen sistemlerini temsil edecek bir mesela aranması ve bunların konfigürasyonlarının tespiti yöntemiyle deneysel olarak sorgulanabilir. İklimin kararlılığı Amaç-4'le ilişkilidir. Yaşamın sürdürülebilirlik sınırının tespitiyse direkt olarak Amaç-5 ve Amaç-8'le ilişkilidir.
Bu o şekilde çok önemli bir uzaklıktır ki, kilometre biriminde rakamla ifade etmeye çalışsak bir rakamının yanına 23 tane sıfır koymamız gerekiyor. (100 000 000 000 000 000 000 000 km). Bu büyüklükte küresel bir yapının içinde milyarlarca galaksi ve her bir galakside de ortalama 100 milyar yıldız vardır. Güneşimiz, bu milyarlarca galaksiden önde gelen Samanyolu galaksisinin ortalama 200 milyar yıldızından yalnız biridir. Onu öteki yıldızlardan ayıran en mühim özelliği, bizlere çok yakın ve Dünya için yaşam membaı olmasıdır. Güneşimiz 9 gezegeni, asteroit kuşağı, kuyruklu yıldızları ve meteorlarıyla beraber bir sistem oluşturmaktadır. Bizse bu sistemin Güneş'ten itibaren 3. gezegeni olan Dünya üstünde yaşamaktayız. Dünya'mız Güneş Sistemi yaşı mertebesinde, ortalama 4.5 milyar yıl yaşındadır. Meydana getirilen araştırmalara bakılırsa Dünya'nın oluşumundan ortalama ilk 600 milyon yıl sonrasında canlı yaşam adım atmıştır. Bu canlılık günümüzde tüm ihtişamıyla sürmektedir. Şu anda Dünya üstünde 10 milyonu aşkın tür yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Her ne kadar ortalama üç dakikada bir tür yok oluyorsa da yerine yeni türler yaşam bulmaktadır. Yaşamın başrolünü Güneş oynar. O'nun Dünya üstüne gönderilmiş olduğu ışık miktarı çok önemlidir. Güneş'in ışıma gücünde olabilecek mühim değişimler Dünya iklimini direkt ilgilendirir. Her ne kadar Güneş'in ışımagücü tam durağan(durgun) değilse de, günümüz dönemindeki değişimleri, iklimi mühim seviyede değiştirecek düzeyde değildir.
Şimdi evrene bakalım. Bizi evrende canlı yaşamın olup olmadığı araştırmasına iten güç nedir? Bu yalnız merakımızdan mı lanmaktadır, yoksa Dünya'yı koruyamadığımızdan mı? Bizce her ikisinden. İnsanoğlu artık Dünya'ya verdiği zararın farkındadır, -Son yıllarda O'nu koruma gereğinin farkına varmıştır- ve bigün O'nu terk etmek zorunda kalacağını düşünmektedir. Bunun için alternatif evrenler aramaktadır. Bunların örneklerini Ay'da yaşam, Mars'ta yaşam, uzayda yaşam üstüne geliştirilen projelerde görmekteyiz. Teknolojide ileri ülkeler bu tür ciddi projeler üretmektedirler.
Tabiî bunlara geçmeden ilkin, önceki sayılarda belirtilen üç soruya çözüm aramak için verilen “Amaçâ€ların neler bulunduğunu gözden geçirmeliyiz.
Amaç 3: “Hayatın moleküler düzeyden organizmaya ve ekolojik sistemler seviyesine iyi mi evrimleştiğinin araştırılması.â€
Yaşam moleküler seviyeden ekolojik sistemlere tüm seviyeden toplulukların biraraya gelip etkileşmesiyle oluşan enerji ve bileşimdeki değişmelerin dinamik bir sürecidir. Evrim üstüne bir çok geleneksel araştırmalar fosil kayıtlarında korunduğu şekliyle, organizmalar ve onların biraraya getirdikleri topluluklar üstüne odaklanmıştır. Bununla birlikte organizmalar içinde genetik bilginin değişimi şeklinde süreçler DNA ve RNA içindeki değişimler evrimsel yeniliğin anahtar sürücüleridir. Yeni geliştirilen laboratuvarları kullanan çağıl genetik analizler ve hesaplama metodları tüm seviyeden yaşamın farklılaşmasına ve her bir seviyedeki evrime yeni bakış açıları getirir. Bağımsız birçok tür ihtiva eden ekolojik sistemlerin evrimi, bilhassa mikrobiyolojik toplulukların incelenmesi bu tür çalışmaların tamamlayıcı araştırmalarıdır.
Moleküler biyolojinin ve moleküler genetik tarihinin kuvvetli teknikleri yardımıyla yaşamın çeşitliliği ve organizmalar arasındaki ilişkileri anlamamız tamamen değişmektedir. RNA ve öteki korunmuş gen serilerinin incelenmesi, herhangi bir canlının yaşaması beklenmeyen ortamlarda daha ilkin bilinmeyen organizmalar âlemi ortaya çıkması ve yaşamın orijininin çevresel şartları hakkında bizi yeni hipotezlere götürmüştür. Sadece türlerin evriminin anlaşılması için genetik seviyede çok daha detaylı emekler gerekmektedir. Hakkaten ilk emekler, evrimin erken dönemlerinde organizmalar arasındaki genetik transferlerin ortak olabileceğini göstermektedir. Gen kopyalanması ve genin tekrardan düzenlenmesi şeklinde mekanizmalar üstüne meydana getirilen emekler, bu süreçlerin rahat bir mutasyon (değişme) ve seçim tesirinin evrimi yönetim eden unsurlar olmadığını göstermektedir. Bağımsız gen ailelerinin incelenmesi daha ilkin tanımlanmamış mikrobiyolojik türlere kadar genişletilmelidir. Yeni araştırma ekiplerinin ve metodolojilerinin geliştirilmesi ihtiyacı vardır. Eğer gen transferi çok eski çağlardan beri devam eden bir işlemse, anahtar fonksiyonların ne vakit ve iyi mi ortaya çıkmış olduğu ve genomik birlikteliğe iyi mi yayıldığının atama edilmesi mühim olacaktır. Bu çaba, genomik karmaşanın gelişiminin yeniden yapılanmasını elde edecektir. Mikrobiyolojik çeşitlilik ve mikrobiyolojiksel topluluklardaki değişimler üstüne meydana getirilen çalışmaların koordinasyonlu bir halde yürütülmesi, genetik çevresel faktörleri belirlemek için gereklidir. Bu genetik çevresel faktörleri biyolojik çeşitliliğin yayılımını ve biyosfer üstündeki değişimsel tesirleri de bununla beraber getireceklerinden incelenmesi ek olarak zaruridir. Meselâ, organizmaların birbirlerini iyi mi etkilediklerini, ekolojik sistemlerin Dünya üstündeki kimyanın tedricî değişiminden, okyanus ve atmosferin bileşiminden iyi mi etkilendiklerinin anlaşılması gerekmektedir. Dünya'nın global ekolojisinin incelenmesi yeni teknolojilere geçirme edilmelidir (uzaktan idrak etme ve coğrafik bilgi sistemleri şeklinde). Süreçlerin yönlendirilmesi, etkileşimli sistemlerin modellenmesi ve keza global sistemler hakkında kabul edilen yeni örnekler de bu teknolojilere bırakılmalıdır. Felâket sayılabilecek dış orijinli çevresel değişikliklerin, asteroit ve kuyruklu yıldız çarpmalarının ve yakın çevremizde oluşacak bir yıldız patlamasının sonuçlarının da gözönüne alınması, evrim anlayışımızı değiştirebilecektir. Bu tür bir araştırma yaşam ve gezegenin evriminin beraber incelenmesiyle (Amaç: 4), muhteşem şartlarda yaşamın devam ettirilebilmesi kabiliyetiyle (Amaç: 5) ve uzak gezegenlerde yaşamın iyi mi başladığının araştırılmasıyla (Amaç: 7) ilişkilidir.
Amaç-4: “Biosferin yerle beraber iyi mi evrimleştiğinin belirlenmesi. Moleküler biyoloji, mevcut ve tarihsel çevre çalışmalarından, ekoloji ve organizma biyolojisindeki araştırmalardan sağlanan delillerin toplanarak yaşamın ve gezegenin birleşik evrimini izlenmesi.â€
Yaşam, değişen çevresel şartların sorumluluğunda tepki olarak evrimleşirken, değişen ekolojik sistemler Dünya'nın çehresini değiştirir. Bilim adamları yaşamın ve gezegenimizin beraber evrimini şu anda yapılmakta olan mevcut ve tarihsel çevre çalışmalarından, ekoloji ve organizma biyolojisindeki araştırmalardan sağlanan delilleri biriktirerek izleyebilirler. İlkel organizmanın çeşitlenme ve dağılımını kayalar ve biomoleküllerde kalmış yaşam kayıtlarını okumak için yüksek duyarlıklı teknolojiler arasındaki hususi kimyasal etkileşimleri belirlemeye ve yerin dış -idare edici- güçlere ve biyolojik modifikasyonlara tepki olarak değişen şartlarının zamanı izlenmeye çalışılmaktadır.
Tarihleri ve çevresel içerikleri biomoleküler, paleoenviromental ve paleobiyolojik delillere dayandırılmış evrimsel vakalarla ilişkilendirebilmek için jeolojik kayıtlar kullanılmalıdır. Ek olarak çevresel bir içerikteki yaşamın tarihini sınayarak ve korunabilir kayıtlar (biomineraller, trace elementlerin toplanması, organik moleküller, emin izotopların karakteristik oranları, vs.) elde eden biokimyasal yolların evrimini emek harcayarak, çevresel ve biyolojik değişimleri birbiriyle ilişkilendiren mekanizmaların inşa edilmesine başlanabilir. Bu biokimyasal yollar hakkında araştırmalar bununla birlikte, yerdeki ve öteki gezegenlerdeki ilkel kayalarda görülebilecek bio-gösterge envanteri de oluşturabilir. Biosfer ve onu barındıran gezegen arasındaki özgül kimyasal etkileşimler ve bunların evrimsel sürücüler olarak rolleri, biogeokimyasal çevrimlerin ve mühim biolojik yan ürünlerin (moleküler oksijen şeklinde) çalışmasıyla ortaya çıkartılabilir. Böylece yer atmosferinin gelişimi, oksijen ve karbondioksit düzeylerini denetim eden faktörlere yeni ve daha temel bir bakışla, daha detaylı bir halde anlaşılacaktır. Öteki bir kazanım, yer biosferinin evriminin daha iyi anlaşılması olacaktır. Organizmaların yeni ve sıradışı türlerinin ilk görünüşleri (ortaya çıkışları) için paleontolojik deliller, fosil kayıtlarına ve duyarlı geokronolojiye nicel yaklaşımlar kullanan moleküler phylogenies ile toplanacaktır. Evrimleşen biosferimizin tam çeşitlenmesini idrak etmek, sıradışı şartların fosil kayıtlarının keşfi ve kaydedilmesini gerektirir ki bu bununla birlikte öteki gezegenlerde yaşam araştırmak için de geçerliği olan bir alıştırmadır. Bu araştırmaların tümü, evrimsel mekanizmaların moleküller, organizmalar ve ekosistemler düzeyinde daha derin bir halde anlaşılmasını gerektirir. (Amaç-3'te tartışıldığı şeklinde). Sonuçlar, yaşamı başlatanların (biomaker) teşhis edilmesine direkt katkı elde edecektir.
Amaç-5: “Diğer Dünya'lardaki şartlara benzeyen şartlarda yaşam için sınırların belirlenmesi. Kendi gezegenimizde geçmişte ve bugün habitat (yaşam alanı) şartlarının tam aralığının doğrusu adaptasyonun araştırılması ve bunu Güneş Sistemi'ndeki öteki cisimlerde (Mars ve Europa şeklinde) bulunan şartlarla benzerlik kurulmasında kullanılması.â€
Yaşam, Yeryüzü'nde sıvı suyun bulunmuş olduğu her yerde bulunur. Bu bölgeler nükleer reaktörlerin iç kısımları, buzla kaplı Antaretic gölleri, okyanusaltı hidrotermal lar ve derin yüzeyaltı kayalardaki sıradışı şartlar da dahildir. Öteki Dünya'lardaki yaşamın olası şartlarını idrak etmek için kendi gezegenimizin bugünü ve geçmişinde barınılabilir şartlarını araştırmak zorundayız. Bu sıradışı şartları yalnız gezegen üstündeki yaşamın uyarlama kabiliyeti hakkında neler söyleyebileceğimizi öğrenmek için değil, bununla birlikte Güneş Sistemi'ndeki öteki cisimler (Mars ve Europa) üstündeki şartlara benzerlikler bulmak için de yapacağız.
Öteki gezegenlerdeki yaşam potansiyelini anlamaya, kendi gezegenimizdeki yaşamın sınırlarını araştırmakla başlamalıyız. Yeryüzü'ndeki yaşam tarafınca gösterilen sıradışı şartlar için hoşgörü, evvelce düşünüldüğünden çok daha geniştir. Yeryüzü'nün en ufak yerleşimcilerinin bazıları hakkında meydana getirilen son araştırmalar, bunların yaşam tarzlarını dikkate kıymet derecede değiştirebileceklerini göstermiştir: Nükleer reaktörler, senelerce buzla kaplı kalan Antarctic gölleri, kayaların içleri, hidrotermal lar şeklinde sıradışı şartlarda hayatta kalan mikroorganizma toplulukları şeklinde. Deniz altındaki hidrotermal lar civarında olduğu şeklinde bazı sıradışı bölgeler, Yeryüzü'nde yaşamın membaı için olası bölgeler olarak önerilmiştir. Extremophile organizmaların ve onların yaşam ortamlarının araştırılması, bunların kendileri ve Mars ve Europa bulgu gezileri için benzer çevresel şartlar hakkında birincil önemde bilgi sağlar. Yaşamı desteklemeyen çevresel yeryüzü şartlarının tespiti ve yaşamın enerjitik olarak uygun tüm çevresel boşlukları doldurmak suretiyle niçin adapte olmadığı sorusunu da sormak gerekir. Bu şekilde emekler bununla birlikte yaşamın Yeryüzü genelindekinden mühim oranda değişik şartlardaki kimyasal ve morfolojik izlerinin tespitine de destek sunar.
Amaç-6: “Bir gezegeni yaşanabilir kılan özelliklerin neler bulunduğunu ve bu dünyaların evrende ne kadar çoğunlukla bulunduklarını belirlemek. Gezegenlerin sıvı suyu iyi mi tuttuklarının araştırılması ve yaşamın olası yerlerini bulmak için gezegen oluşumunun kuramsal ve gözlemsel çalışmaların gözönüne alınması.â€
Yerdışı yaşam için nereye bakmalıyız? Tek örneğimiz olan Yeryüzü'ndeki yaşam temel alınırsa, sıvı su bir gerekliliktir. Bundan dolayı, hangi tür gezegenlerde sıvı su bulunabileceğini ve bunların miktarını belirlemek zorundayız. Kendi gezegenimiz ve Güneş Sistemi'nin öteki üyelerindeki suyun kaynağını idrak etmek, bir gezegen sisteminde suyun dağılımının yolları hakkında ve Güneş'in ışımagücündeki değişimin iklim üstüne etkilerinin ve bir gezegen üstündeki uzun dönemli yaşam alanlarının araştırılması yeni bakış açıları ortaya çıkaracaktır. Gezegen oluşum sürecinin incelenmesi ve gezegen sistemlerinin temsilcilerini taramak yöntemiyle, hangi gezegenlerin mevcut olduklarını ve evrende iyi mi dağıldıklarının tespiti yapılmalıdır. Aslında yaşam alanına haiz gezegenlerin çokluğu hakkında bilgi toplamalıyız.
Habitata haiz gezegenlerin çokluğu, evrende yaşamın rolünü idrak etmek için önemlidir. Gezegenlerin oluşumuna ve gezegen sistemlerini ortaya çıkan konfigürasyonuna, deneysel ve kuramsal olarak yaklaşılabilir. Gezegen oluşumu işlemini, bilhassa gezegensel habitatla ilişkisini tümüyle idrak etmek için mevcut gözlemsel veri tabanımız, gezegenöncesi disklerin daha yüksek uzaysal ve tayfsal ayırma kuvvetli çalışmalarını, Güneş Sistemi dışındaki gezegen sistemlerinin tespiti ve çalışmalarını ve Güneş Sistemi'ndeki ufak cisimlerin ve tozun dağılımı ve özelliklerini ihtiva edecek şekilde genişletilmelidir. Yaşamın malum tek örneğinden hareketle, habitat içinde genetik materyal alışverişinin mümkün olduğu sıvı suyun varlığı ve uzun dönemli kalıcılığına bağlı olduğu sonucuna varıyoruz. Bununla beraber, sistemi denge durumundan uzakta tutan bir enerji membaı olmalıdır. Tanışık olduğumuz tüm yaşam formları, en azından yaşam çevrimlerinin bazı aşamalarında sıvı suya gerekseme duyduklarından, habitatlık kriterleri sıvı suya gereksinimle başlamalıdır. Bu sınırlamayla dahi yaşamın nerede doğacağı ve sürdürüleceğini idrak etmek için sorulacak çok sual vardır. Acaba Dünya'daki su, Yeryüzü'nün oluştuğu ilk materyalden mi kaldı, yoksa asteroid ya da kuyrukluyıldız çarpışmalarıyla sonradan mı eklendi? Son 4.5 milyar yıl süresince Güneş'in parlaklığında meydana gelmiş değişimler gözönüne alındığında, Yeryüzü tarihinin büyük kısmında su iyi mi sıvı halde kaldı? Bir başlangıç noktası olarak, herhangi bir gezegen sisteminde hayatta kalınabilirlik şartı olarak, sıvı suyun bir gezegen yüzeyinde emin olduğu yer olarak alınır ki bu durum yıldızın türüne ve gezegenin yörüngesine bağlıdır; üstelik bu, başka bir gezegen etrafındaki gezegenlerin yaşam bulabilecekleri bölgelerde bulunma sıklığı, Dünya büyüklüğündeki gezegenleri içine alan gezegen sistemlerini temsil edecek bir mesela aranması ve bunların konfigürasyonlarının tespiti yöntemiyle deneysel olarak sorgulanabilir. İklimin kararlılığı Amaç-4'le ilişkilidir. Yaşamın sürdürülebilirlik sınırının tespitiyse direkt olarak Amaç-5 ve Amaç-8'le ilişkilidir.
Niçin yalnız dünyada yaşam vardır?
Atmosfer niçin yalnız dünyada var?
Bataklık ekosisteminde hangi canlılar yaşar?
Bu bildiri 'en iyi çözüm' seçilmiştir.
İnsanoğlunun “Evrende yalnız biz mi varız?†sorusu yeni değildir. Sadece ne var ki, teknolojiyle beraber artan gözlemsel ve laboratuvar bilgilerimiz, bizi bu tür bir probleminin yanıtını şimdilerde daha iyi verebilir duruma getirmiştir. 1920'lerde dış galaktik sistemlerden bîhaberdik. Şimdiyse 10-15 milyar yılı uzaklıklardan bahsediyoruz. Evrenin çok uzaklarında o şekilde bir cisim düşünün ki, bu cisimden çıkan ışınlar bizlere ışık hızıyla (saniyede 300.000 km) 10 milyar yılda geliyor.
Bu o şekilde çok önemli bir uzaklıktır ki, kilometre biriminde rakamla ifade etmeye çalışsak bir rakamının yanına 23 tane sıfır koymamız gerekiyor. (100 000 000 000 000 000 000 000 km). Bu büyüklükte küresel bir yapının içinde milyarlarca galaksi ve her bir galakside de ortalama 100 milyar yıldız vardır. Güneşimiz, bu milyarlarca galaksiden önde gelen Samanyolu galaksisinin ortalama 200 milyar yıldızından yalnız biridir. Onu öteki yıldızlardan ayıran en mühim özelliği, bizlere çok yakın ve Dünya için yaşam membaı olmasıdır. Güneşimiz 9 gezegeni, asteroit kuşağı, kuyruklu yıldızları ve meteorlarıyla beraber bir sistem oluşturmaktadır. Bizse bu sistemin Güneş'ten itibaren 3. gezegeni olan Dünya üstünde yaşamaktayız. Dünya'mız Güneş Sistemi yaşı mertebesinde, ortalama 4.5 milyar yıl yaşındadır. Meydana getirilen araştırmalara bakılırsa Dünya'nın oluşumundan ortalama ilk 600 milyon yıl sonrasında canlı yaşam adım atmıştır. Bu canlılık günümüzde tüm ihtişamıyla sürmektedir. Şu anda Dünya üstünde 10 milyonu aşkın tür yaşamış olduğu tahmin edilmektedir. Her ne kadar ortalama üç dakikada bir tür yok oluyorsa da yerine yeni türler yaşam bulmaktadır. Yaşamın başrolünü Güneş oynar. O'nun Dünya üstüne gönderilmiş olduğu ışık miktarı çok önemlidir. Güneş'in ışıma gücünde olabilecek mühim değişimler Dünya iklimini direkt ilgilendirir. Her ne kadar Güneş'in ışımagücü tam durağan(durgun) değilse de, günümüz dönemindeki değişimleri, iklimi mühim seviyede değiştirecek düzeyde değildir.
Şimdi evrene bakalım. Bizi evrende canlı yaşamın olup olmadığı araştırmasına iten güç nedir? Bu yalnız merakımızdan mı lanmaktadır, yoksa Dünya'yı koruyamadığımızdan mı? Bizce her ikisinden. İnsanoğlu artık Dünya'ya verdiği zararın farkındadır, -Son yıllarda O'nu koruma gereğinin farkına varmıştır- ve bigün O'nu terk etmek zorunda kalacağını düşünmektedir. Bunun için alternatif evrenler aramaktadır. Bunların örneklerini Ay'da yaşam, Mars'ta yaşam, uzayda yaşam üstüne geliştirilen projelerde görmekteyiz. Teknolojide ileri ülkeler bu tür ciddi projeler üretmektedirler.
Tabiî bunlara geçmeden ilkin, önceki sayılarda belirtilen üç soruya çözüm aramak için verilen “Amaçâ€ların neler bulunduğunu gözden geçirmeliyiz.
Amaç 3: “Hayatın moleküler düzeyden organizmaya ve ekolojik sistemler seviyesine iyi mi evrimleştiğinin araştırılması.â€
Yaşam moleküler seviyeden ekolojik sistemlere tüm seviyeden toplulukların biraraya gelip etkileşmesiyle oluşan enerji ve bileşimdeki değişmelerin dinamik bir sürecidir. Evrim üstüne bir çok geleneksel araştırmalar fosil kayıtlarında korunduğu şekliyle, organizmalar ve onların biraraya getirdikleri topluluklar üstüne odaklanmıştır. Bununla birlikte organizmalar içinde genetik bilginin değişimi şeklinde süreçler DNA ve RNA içindeki değişimler evrimsel yeniliğin anahtar sürücüleridir. Yeni geliştirilen laboratuvarları kullanan çağıl genetik analizler ve hesaplama metodları tüm seviyeden yaşamın farklılaşmasına ve her bir seviyedeki evrime yeni bakış açıları getirir. Bağımsız birçok tür ihtiva eden ekolojik sistemlerin evrimi, bilhassa mikrobiyolojik toplulukların incelenmesi bu tür çalışmaların tamamlayıcı araştırmalarıdır.
Moleküler biyolojinin ve moleküler genetik tarihinin kuvvetli teknikleri yardımıyla yaşamın çeşitliliği ve organizmalar arasındaki ilişkileri anlamamız tamamen değişmektedir. RNA ve öteki korunmuş gen serilerinin incelenmesi, herhangi bir canlının yaşaması beklenmeyen ortamlarda daha ilkin bilinmeyen organizmalar âlemi ortaya çıkması ve yaşamın orijininin çevresel şartları hakkında bizi yeni hipotezlere götürmüştür. Sadece türlerin evriminin anlaşılması için genetik seviyede çok daha detaylı emekler gerekmektedir. Hakkaten ilk emekler, evrimin erken dönemlerinde organizmalar arasındaki genetik transferlerin ortak olabileceğini göstermektedir. Gen kopyalanması ve genin tekrardan düzenlenmesi şeklinde mekanizmalar üstüne meydana getirilen emekler, bu süreçlerin rahat bir mutasyon (değişme) ve seçim tesirinin evrimi yönetim eden unsurlar olmadığını göstermektedir. Bağımsız gen ailelerinin incelenmesi daha ilkin tanımlanmamış mikrobiyolojik türlere kadar genişletilmelidir. Yeni araştırma ekiplerinin ve metodolojilerinin geliştirilmesi ihtiyacı vardır. Eğer gen transferi çok eski çağlardan beri devam eden bir işlemse, anahtar fonksiyonların ne vakit ve iyi mi ortaya çıkmış olduğu ve genomik birlikteliğe iyi mi yayıldığının atama edilmesi mühim olacaktır. Bu çaba, genomik karmaşanın gelişiminin yeniden yapılanmasını elde edecektir. Mikrobiyolojik çeşitlilik ve mikrobiyolojiksel topluluklardaki değişimler üstüne meydana getirilen çalışmaların koordinasyonlu bir halde yürütülmesi, genetik çevresel faktörleri belirlemek için gereklidir. Bu genetik çevresel faktörleri biyolojik çeşitliliğin yayılımını ve biyosfer üstündeki değişimsel tesirleri de bununla beraber getireceklerinden incelenmesi ek olarak zaruridir. Meselâ, organizmaların birbirlerini iyi mi etkilediklerini, ekolojik sistemlerin Dünya üstündeki kimyanın tedricî değişiminden, okyanus ve atmosferin bileşiminden iyi mi etkilendiklerinin anlaşılması gerekmektedir. Dünya'nın global ekolojisinin incelenmesi yeni teknolojilere geçirme edilmelidir (uzaktan idrak etme ve coğrafik bilgi sistemleri şeklinde). Süreçlerin yönlendirilmesi, etkileşimli sistemlerin modellenmesi ve keza global sistemler hakkında kabul edilen yeni örnekler de bu teknolojilere bırakılmalıdır. Felâket sayılabilecek dış orijinli çevresel değişikliklerin, asteroit ve kuyruklu yıldız çarpmalarının ve yakın çevremizde oluşacak bir yıldız patlamasının sonuçlarının da gözönüne alınması, evrim anlayışımızı değiştirebilecektir. Bu tür bir araştırma yaşam ve gezegenin evriminin beraber incelenmesiyle (Amaç: 4), muhteşem şartlarda yaşamın devam ettirilebilmesi kabiliyetiyle (Amaç: 5) ve uzak gezegenlerde yaşamın iyi mi başladığının araştırılmasıyla (Amaç: 7) ilişkilidir.
Amaç-4: “Biosferin yerle beraber iyi mi evrimleştiğinin belirlenmesi. Moleküler biyoloji, mevcut ve tarihsel çevre çalışmalarından, ekoloji ve organizma biyolojisindeki araştırmalardan sağlanan delillerin toplanarak yaşamın ve gezegenin birleşik evrimini izlenmesi.â€
Yaşam, değişen çevresel şartların sorumluluğunda tepki olarak evrimleşirken, değişen ekolojik sistemler Dünya'nın çehresini değiştirir. Bilim adamları yaşamın ve gezegenimizin beraber evrimini şu anda yapılmakta olan mevcut ve tarihsel çevre çalışmalarından, ekoloji ve organizma biyolojisindeki araştırmalardan sağlanan delilleri biriktirerek izleyebilirler. İlkel organizmanın çeşitlenme ve dağılımını kayalar ve biomoleküllerde kalmış yaşam kayıtlarını okumak için yüksek duyarlıklı teknolojiler arasındaki hususi kimyasal etkileşimleri belirlemeye ve yerin dış -idare edici- güçlere ve biyolojik modifikasyonlara tepki olarak değişen şartlarının zamanı izlenmeye çalışılmaktadır.
Tarihleri ve çevresel içerikleri biomoleküler, paleoenviromental ve paleobiyolojik delillere dayandırılmış evrimsel vakalarla ilişkilendirebilmek için jeolojik kayıtlar kullanılmalıdır. Ek olarak çevresel bir içerikteki yaşamın tarihini sınayarak ve korunabilir kayıtlar (biomineraller, trace elementlerin toplanması, organik moleküller, emin izotopların karakteristik oranları, vs.) elde eden biokimyasal yolların evrimini emek harcayarak, çevresel ve biyolojik değişimleri birbiriyle ilişkilendiren mekanizmaların inşa edilmesine başlanabilir. Bu biokimyasal yollar hakkında araştırmalar bununla birlikte, yerdeki ve öteki gezegenlerdeki ilkel kayalarda görülebilecek bio-gösterge envanteri de oluşturabilir. Biosfer ve onu barındıran gezegen arasındaki özgül kimyasal etkileşimler ve bunların evrimsel sürücüler olarak rolleri, biogeokimyasal çevrimlerin ve mühim biolojik yan ürünlerin (moleküler oksijen şeklinde) çalışmasıyla ortaya çıkartılabilir. Böylece yer atmosferinin gelişimi, oksijen ve karbondioksit düzeylerini denetim eden faktörlere yeni ve daha temel bir bakışla, daha detaylı bir halde anlaşılacaktır. Öteki bir kazanım, yer biosferinin evriminin daha iyi anlaşılması olacaktır. Organizmaların yeni ve sıradışı türlerinin ilk görünüşleri (ortaya çıkışları) için paleontolojik deliller, fosil kayıtlarına ve duyarlı geokronolojiye nicel yaklaşımlar kullanan moleküler phylogenies ile toplanacaktır. Evrimleşen biosferimizin tam çeşitlenmesini idrak etmek, sıradışı şartların fosil kayıtlarının keşfi ve kaydedilmesini gerektirir ki bu bununla birlikte öteki gezegenlerde yaşam araştırmak için de geçerliği olan bir alıştırmadır. Bu araştırmaların tümü, evrimsel mekanizmaların moleküller, organizmalar ve ekosistemler düzeyinde daha derin bir halde anlaşılmasını gerektirir. (Amaç-3'te tartışıldığı şeklinde). Sonuçlar, yaşamı başlatanların (biomaker) teşhis edilmesine direkt katkı elde edecektir.
Amaç-5: “Diğer Dünya'lardaki şartlara benzeyen şartlarda yaşam için sınırların belirlenmesi. Kendi gezegenimizde geçmişte ve bugün habitat (yaşam alanı) şartlarının tam aralığının doğrusu adaptasyonun araştırılması ve bunu Güneş Sistemi'ndeki öteki cisimlerde (Mars ve Europa şeklinde) bulunan şartlarla benzerlik kurulmasında kullanılması.â€
Yaşam, Yeryüzü'nde sıvı suyun bulunmuş olduğu her yerde bulunur. Bu bölgeler nükleer reaktörlerin iç kısımları, buzla kaplı Antaretic gölleri, okyanusaltı hidrotermal lar ve derin yüzeyaltı kayalardaki sıradışı şartlar da dahildir. Öteki Dünya'lardaki yaşamın olası şartlarını idrak etmek için kendi gezegenimizin bugünü ve geçmişinde barınılabilir şartlarını araştırmak zorundayız. Bu sıradışı şartları yalnız gezegen üstündeki yaşamın uyarlama kabiliyeti hakkında neler söyleyebileceğimizi öğrenmek için değil, bununla birlikte Güneş Sistemi'ndeki öteki cisimler (Mars ve Europa) üstündeki şartlara benzerlikler bulmak için de yapacağız.
Öteki gezegenlerdeki yaşam potansiyelini anlamaya, kendi gezegenimizdeki yaşamın sınırlarını araştırmakla başlamalıyız. Yeryüzü'ndeki yaşam tarafınca gösterilen sıradışı şartlar için hoşgörü, evvelce düşünüldüğünden çok daha geniştir. Yeryüzü'nün en ufak yerleşimcilerinin bazıları hakkında meydana getirilen son araştırmalar, bunların yaşam tarzlarını dikkate kıymet derecede değiştirebileceklerini göstermiştir: Nükleer reaktörler, senelerce buzla kaplı kalan Antarctic gölleri, kayaların içleri, hidrotermal lar şeklinde sıradışı şartlarda hayatta kalan mikroorganizma toplulukları şeklinde. Deniz altındaki hidrotermal lar civarında olduğu şeklinde bazı sıradışı bölgeler, Yeryüzü'nde yaşamın membaı için olası bölgeler olarak önerilmiştir. Extremophile organizmaların ve onların yaşam ortamlarının araştırılması, bunların kendileri ve Mars ve Europa bulgu gezileri için benzer çevresel şartlar hakkında birincil önemde bilgi sağlar. Yaşamı desteklemeyen çevresel yeryüzü şartlarının tespiti ve yaşamın enerjitik olarak uygun tüm çevresel boşlukları doldurmak suretiyle niçin adapte olmadığı sorusunu da sormak gerekir. Bu şekilde emekler bununla birlikte yaşamın Yeryüzü genelindekinden mühim oranda değişik şartlardaki kimyasal ve morfolojik izlerinin tespitine de destek sunar.
Amaç-6: “Bir gezegeni yaşanabilir kılan özelliklerin neler bulunduğunu ve bu dünyaların evrende ne kadar çoğunlukla bulunduklarını belirlemek. Gezegenlerin sıvı suyu iyi mi tuttuklarının araştırılması ve yaşamın olası yerlerini bulmak için gezegen oluşumunun kuramsal ve gözlemsel çalışmaların gözönüne alınması.â€
Yerdışı yaşam için nereye bakmalıyız? Tek örneğimiz olan Yeryüzü'ndeki yaşam temel alınırsa, sıvı su bir gerekliliktir. Bundan dolayı, hangi tür gezegenlerde sıvı su bulunabileceğini ve bunların miktarını belirlemek zorundayız. Kendi gezegenimiz ve Güneş Sistemi'nin öteki üyelerindeki suyun kaynağını idrak etmek, bir gezegen sisteminde suyun dağılımının yolları hakkında ve Güneş'in ışımagücündeki değişimin iklim üstüne etkilerinin ve bir gezegen üstündeki uzun dönemli yaşam alanlarının araştırılması yeni bakış açıları ortaya çıkaracaktır. Gezegen oluşum sürecinin incelenmesi ve gezegen sistemlerinin temsilcilerini taramak yöntemiyle, hangi gezegenlerin mevcut olduklarını ve evrende iyi mi dağıldıklarının tespiti yapılmalıdır. Aslında yaşam alanına haiz gezegenlerin çokluğu hakkında bilgi toplamalıyız.
Habitata haiz gezegenlerin çokluğu, evrende yaşamın rolünü idrak etmek için önemlidir. Gezegenlerin oluşumuna ve gezegen sistemlerini ortaya çıkan konfigürasyonuna, deneysel ve kuramsal olarak yaklaşılabilir. Gezegen oluşumu işlemini, bilhassa gezegensel habitatla ilişkisini tümüyle idrak etmek için mevcut gözlemsel veri tabanımız, gezegenöncesi disklerin daha yüksek uzaysal ve tayfsal ayırma kuvvetli çalışmalarını, Güneş Sistemi dışındaki gezegen sistemlerinin tespiti ve çalışmalarını ve Güneş Sistemi'ndeki ufak cisimlerin ve tozun dağılımı ve özelliklerini ihtiva edecek şekilde genişletilmelidir. Yaşamın malum tek örneğinden hareketle, habitat içinde genetik materyal alışverişinin mümkün olduğu sıvı suyun varlığı ve uzun dönemli kalıcılığına bağlı olduğu sonucuna varıyoruz. Bununla beraber, sistemi denge durumundan uzakta tutan bir enerji membaı olmalıdır. Tanışık olduğumuz tüm yaşam formları, en azından yaşam çevrimlerinin bazı aşamalarında sıvı suya gerekseme duyduklarından, habitatlık kriterleri sıvı suya gereksinimle başlamalıdır. Bu sınırlamayla dahi yaşamın nerede doğacağı ve sürdürüleceğini idrak etmek için sorulacak çok sual vardır. Acaba Dünya'daki su, Yeryüzü'nün oluştuğu ilk materyalden mi kaldı, yoksa asteroid ya da kuyrukluyıldız çarpışmalarıyla sonradan mı eklendi? Son 4.5 milyar yıl süresince Güneş'in parlaklığında meydana gelmiş değişimler gözönüne alındığında, Yeryüzü tarihinin büyük kısmında su iyi mi sıvı halde kaldı? Bir başlangıç noktası olarak, herhangi bir gezegen sisteminde hayatta kalınabilirlik şartı olarak, sıvı suyun bir gezegen yüzeyinde emin olduğu yer olarak alınır ki bu durum yıldızın türüne ve gezegenin yörüngesine bağlıdır; üstelik bu, başka bir gezegen etrafındaki gezegenlerin yaşam bulabilecekleri bölgelerde bulunma sıklığı, Dünya büyüklüğündeki gezegenleri içine alan gezegen sistemlerini temsil edecek bir mesela aranması ve bunların konfigürasyonlarının tespiti yöntemiyle deneysel olarak sorgulanabilir. İklimin kararlılığı Amaç-4'le ilişkilidir. Yaşamın sürdürülebilirlik sınırının tespitiyse direkt olarak Amaç-5 ve Amaç-8'le ilişkilidir.
YORUMLAR