Peygamberlerin etik özellikleri nedir? Peygamberimizin Etik Özellikleri Peygamberimizin ahlâkının en mühim özelliği, Tanrı vergi...
Peygamberlerin etik özellikleri nedir?
Peygamberimizin Etik Özellikleri Peygamberimizin ahlâkının en mühim özelliği, Tanrı vergisi oluşudur. O tüm güzel vasıfları, çalışıp, emek verip, bir çaba sonucu kazanmış değildir. Onun ahlâkı Tanrı tarafınca kayra edilmiş, ikram edilmiştir. Yüce Tanrı onu insanların örnek alacağı kusursuz, eksiksiz ve seçkin bir halde yaratmıştır.
O dünyaya gözünü açıp kapayıncaya kadar hep aynı alışkanlık ve ahlâk üstünde yaşamıştır. Ondaki güzel vasıflar yaratılışında mevcuttu. Onu eğiten, edep ve ahlâkın en üstün özellikleriyle süsleyen Yüce Rabbidir.
İşte bundan dolayı, onu kendisine örnek kabul eden insan, onu ne kadar yansılamak edebilirse, o denli istifadesi fazla olur, o nurdan almış olduğu feyiz, o nisbette çoğalır.
Peygamberimizin ahlâkının en belirgin özelliklerinden birisi de, insan yaratılışında mevcud birbirine zıt ve ters huyları en muhteşem şekilde bağdaştırıp, tüm duyguların ideal noktasını bulmasıdır. Hiçbir şekilde aşırılığa kaçmadan, orta yola, doğruya ulaşmasıdır.
Peygamberimiz, her insanın arzu edip de bir türlü ulaşamadığı en üstün değerleri ve olgunluğu muhteşem bir halde hayâtı süresince ümmetine göstermiş, tüm insanlığın gözleri önüne sermiştir.
Bazı anlamış olur olmuş, en yürekli bir fedai olarak, düşmanın kat kat üstünlüğüne asla aldırmadan, binlerce düşmana tek başına meydan öğrenim görmüştür. Fakat bu halinde bile yumuşak kalpliliğini, merhametini geri bırakmamıştır.
Meselâ bir harp sonrası, öldürülmüş olarak görmüş olduğu düşman çocuklarına o denli acımıştı ki, düşman da olsa evlatların öldürülmemesi icap ettiğini, şu sebeple onların suçsuz ve Cennetlik olduklarını haber vermişti.
O, tüm insanlığın kurtuluşu ve İslâmın dünyaya yayılması benzer biçimde yüce bir amaç için zihnini yorarken; ayrıca binleri kabul eden ve Arabistan´ın her tarafına dal budak salan ümmetinin halini ve işlerini düşünürken; çevresinde bulunan yoksul ve yoksul Müslümanları hiçbir süre unutmamış; kendi çoluk çocuğunu, onların eğitim ve gereksinimlerini da dikkatsizlik etmemiştir. Birincisini büyük görürken, öbürünü küçümsememiştir.
Bu kadar ağır ve mesuliyet isteyen bir vazife üstünde bulunmuş olduğu halde, o gene kendisini Rabbine vermiş, günün büyük bir kısmını yakarma ve zikirle geçirmiştir.
Kalbi her an Allah´a bağlıdır. Bu haliyle dünya ile ilişkisini kesmiş benzer biçimde görünse de, gene o dünyanın içindedir. Tüm işlerinde Allah´ın rızasını gözetmiştir.
Peygamber Efendimiz, dâva dostlarını gözü benzer biçimde korumuş, onlara ana-babalarından görmedikleri şefkat ve yakınlığı göstermiş, kendi şahsına meydana getirilen kötülüğü affetmiş, intikam almayı düşünmemiştir. Kendisini öldürmek için tuzak kuranları yakaladığında özgür bı-
rakmış, fakat Tanrı düşmanlarını asla bağışlamamış, onların yakasını bırakmamıştır.
İçi bozuk, dıştan Müslüman benzer biçimde görünen münafıkların kalbine sürekli Cehennem korkusunu vermiş, âhiretteki acı hallerini hatırlatmıştır.
İslâm toprakları, güneyde Yemen´e kuzeyde İran ve Suriye sınırına dayandığı sırada Peygamberimiz, Arapların sultanı, Arabistan´ın hakimi idi. Harp sonrası düşmanın bırakıp gittiği mallar ve ganimetler mescidin içini doldururken, en kıymetli mallar Müslümanların eline geçmiş olduğu halde, gene o kuru bir hasır üstünde yatacak kadar engin ruhlu; içi ot dolu bir yastığa yaslanacak kadar mütevazı; her türlü imkân mevcutken, açlık sıkıntısı çekecek kadar yetkin ve tok gönüllü idi.
Hz. Ömer´in "Bizans kralı ve İran şahı dünya nimetleri içinde yüzerken, Resulullah kuru hasır üstünde yaşıyor" diyerek ağlaması üstüne, Sahabîsinin gönlünü hoş tutan yüce Peygamberimiz:
"Yâ Ömer, varsın, Kisra ve Kayser dünya nimetlerinden zevklerini alsınlar, keyif sürsünler. Âhiret nimeti bizlere yeter" diyerek tevekkül ve rızasını dile getiriyordu.
Peygamberimizin ahlâkı bir meleke halindeydi, öz olarak mevcuttu. Güneş iyi mi ışık saçar, çiçekler iyi mi rengi ve kokusuyla ortalığı Cennete çevirip burcu burcu kokular saçarsa; ağaçlar iyi mi türlü türlü meyveler verir, yaratılışlarında var olanları ortaya çıkarırsa; Resul-i Ekrem Efendimizin ahlâkî hayâtı da o şekilde düzgüsel bir seyir içinde cereyan ediyordu.
Öyleki ki, her gören, Peygamberimizin o faziletle beraber yaratıldığı kanaatine varırdı. Asla kimse ondan o fazilete aykırı bir şeyin görüleceğine inanmazdı. O daima muhtaçlara yardım eder; zayıfları korur; tatlı sözlü, güler yüzlü bulunur; izzet ve vakarını muhafaza eder; tevazu ve hoşgörüsünü asla kimseden esirgemezdi. Güneş iyi mi ki, Allah´a inananın da, inanmayanın da üstüne doğarsa, Peygamberimizin dünyayı kaplayan şefkati de küçük-büyük, gençihtiyar, müslim-gayr-i müslim her insana aynı şekilde yayılırdı.
Hz. Muhammed'in etik özellikleri nedir?
Peygamberlerin özellikleri nedir?
Etik tutum ve davranışlar nedir, örnek verir misiniz?
Bu bildiri 'en iyi yanıt' seçilmiştir.
O dünyaya gözünü açıp kapayıncaya kadar hep aynı alışkanlık ve ahlâk üstünde yaşamıştır. Ondaki güzel vasıflar yaratılışında mevcuttu. Onu eğiten, edep ve ahlâkın en üstün özellikleriyle süsleyen Yüce Rabbidir.
İşte bundan dolayı, onu kendisine örnek kabul eden insan, onu ne kadar yansılamak edebilirse, o denli istifadesi fazla olur, o nurdan almış olduğu feyiz, o nisbette çoğalır.
Peygamberimizin ahlâkının en belirgin özelliklerinden birisi de, insan yaratılışında mevcud birbirine zıt ve ters huyları en muhteşem şekilde bağdaştırıp, tüm duyguların ideal noktasını bulmasıdır. Hiçbir şekilde aşırılığa kaçmadan, orta yola, doğruya ulaşmasıdır.
Peygamberimiz, her insanın arzu edip de bir türlü ulaşamadığı en üstün değerleri ve olgunluğu muhteşem bir halde hayâtı süresince ümmetine göstermiş, tüm insanlığın gözleri önüne sermiştir.
Bazı anlamış olur olmuş, en yürekli bir fedai olarak, düşmanın kat kat üstünlüğüne asla aldırmadan, binlerce düşmana tek başına meydan öğrenim görmüştür. Fakat bu halinde bile yumuşak kalpliliğini, merhametini geri bırakmamıştır.
Meselâ bir harp sonrası, öldürülmüş olarak görmüş olduğu düşman çocuklarına o denli acımıştı ki, düşman da olsa evlatların öldürülmemesi icap ettiğini, şu sebeple onların suçsuz ve Cennetlik olduklarını haber vermişti.
O, tüm insanlığın kurtuluşu ve İslâmın dünyaya yayılması benzer biçimde yüce bir amaç için zihnini yorarken; ayrıca binleri kabul eden ve Arabistan´ın her tarafına dal budak salan ümmetinin halini ve işlerini düşünürken; çevresinde bulunan yoksul ve yoksul Müslümanları hiçbir süre unutmamış; kendi çoluk çocuğunu, onların eğitim ve gereksinimlerini da dikkatsizlik etmemiştir. Birincisini büyük görürken, öbürünü küçümsememiştir.
Bu kadar ağır ve mesuliyet isteyen bir vazife üstünde bulunmuş olduğu halde, o gene kendisini Rabbine vermiş, günün büyük bir kısmını yakarma ve zikirle geçirmiştir.
Kalbi her an Allah´a bağlıdır. Bu haliyle dünya ile ilişkisini kesmiş benzer biçimde görünse de, gene o dünyanın içindedir. Tüm işlerinde Allah´ın rızasını gözetmiştir.
Peygamber Efendimiz, dâva dostlarını gözü benzer biçimde korumuş, onlara ana-babalarından görmedikleri şefkat ve yakınlığı göstermiş, kendi şahsına meydana getirilen kötülüğü affetmiş, intikam almayı düşünmemiştir. Kendisini öldürmek için tuzak kuranları yakaladığında özgür bı-
rakmış, fakat Tanrı düşmanlarını asla bağışlamamış, onların yakasını bırakmamıştır.
İçi bozuk, dıştan Müslüman benzer biçimde görünen münafıkların kalbine sürekli Cehennem korkusunu vermiş, âhiretteki acı hallerini hatırlatmıştır.
İslâm toprakları, güneyde Yemen´e kuzeyde İran ve Suriye sınırına dayandığı sırada Peygamberimiz, Arapların sultanı, Arabistan´ın hakimi idi. Harp sonrası düşmanın bırakıp gittiği mallar ve ganimetler mescidin içini doldururken, en kıymetli mallar Müslümanların eline geçmiş olduğu halde, gene o kuru bir hasır üstünde yatacak kadar engin ruhlu; içi ot dolu bir yastığa yaslanacak kadar mütevazı; her türlü imkân mevcutken, açlık sıkıntısı çekecek kadar yetkin ve tok gönüllü idi.
Hz. Ömer´in "Bizans kralı ve İran şahı dünya nimetleri içinde yüzerken, Resulullah kuru hasır üstünde yaşıyor" diyerek ağlaması üstüne, Sahabîsinin gönlünü hoş tutan yüce Peygamberimiz:
"Yâ Ömer, varsın, Kisra ve Kayser dünya nimetlerinden zevklerini alsınlar, keyif sürsünler. Âhiret nimeti bizlere yeter" diyerek tevekkül ve rızasını dile getiriyordu.
Peygamberimizin ahlâkı bir meleke halindeydi, öz olarak mevcuttu. Güneş iyi mi ışık saçar, çiçekler iyi mi rengi ve kokusuyla ortalığı Cennete çevirip burcu burcu kokular saçarsa; ağaçlar iyi mi türlü türlü meyveler verir, yaratılışlarında var olanları ortaya çıkarırsa; Resul-i Ekrem Efendimizin ahlâkî hayâtı da o şekilde düzgüsel bir seyir içinde cereyan ediyordu.
Öyleki ki, her gören, Peygamberimizin o faziletle beraber yaratıldığı kanaatine varırdı. Asla kimse ondan o fazilete aykırı bir şeyin görüleceğine inanmazdı. O daima muhtaçlara yardım eder; zayıfları korur; tatlı sözlü, güler yüzlü bulunur; izzet ve vakarını muhafaza eder; tevazu ve hoşgörüsünü asla kimseden esirgemezdi. Güneş iyi mi ki, Allah´a inananın da, inanmayanın da üstüne doğarsa, Peygamberimizin dünyayı kaplayan şefkati de küçük-büyük, gençihtiyar, müslim-gayr-i müslim her insana aynı şekilde yayılırdı.
YORUMLAR