Töz Alıntı TDK isim 1 . Kök, asıl, cevher. 2 . felsefe Değişenlerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavr...
Töz
Töz, değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefe kavramı. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan.
İngiliz düşünürü John Locke, Latince altta bulunan şey anlamına gelen töz (substantia) deyiminden ne anlaşılması gerektiğini şöyle açıklamaktadır:
Fransız düşünürü Rene Descartes da şöyle demektedir:
Hollandalı Yahudi düşünür Baruh Sipinoza da şöyle diyor:
Bilim doğada değişmeyen bir nesne ya da gerçeklik bulunmadığını tanıtlamıştır. Her şey sürekli, değişmektedir. Bu bakımdan ve bu anlamdaki töz, eski felsefenin bir kurgusundan başa bir şey değildir. Diyalektik felsefede töz, özdek demektir.
Töz, değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefe kavramı. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan.
İngiliz düşünürü John Locke, Latince altta bulunan şey anlamına gelen töz (substantia) deyiminden ne anlaşılması gerektiğini şöyle açıklamaktadır:
"Niteliklerin yalnız başkalarına var olmakta devam etmelerini kavrıyamıyoruz. Zorunlu olarak bunlara destek olan başka bir şeyin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Destek olan şeyin birçok nesnelerde bulunduğunu varsıyıyoruz, işte bu ortak desteğe töz adını veriyoruz."
Fransız düşünürü Rene Descartes da şöyle demektedir:
"Tözü düşündüğüm zaman var olmak için kendinden başka hiçbir şeyin varlığına muhtaç olmayan bir şeyi düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse böyle olmayan yalnız Tanrıdır."
Hollandalı Yahudi düşünür Baruh Sipinoza da şöyle diyor:
"Töz sözcüğünden, kendiliğinden ve kendisi için var olanı anlıyorum. Bu kavramın meydana gelmesi için başka bir kavrama ihtiyaç yoktur."
Bilim doğada değişmeyen bir nesne ya da gerçeklik bulunmadığını tanıtlamıştır. Her şey sürekli, değişmektedir. Bu bakımdan ve bu anlamdaki töz, eski felsefenin bir kurgusundan başa bir şey değildir. Diyalektik felsefede töz, özdek demektir.
TÖZ a Esk. Asıl, temel, cevher.
*Dilbil. Görece olarak ayrışmamış ve yapılaşmamış, biçim aracılığıyla ortaya konan fiziksel ve ruhsal gerçeklik. (Hjelmslev, anlatım tözüyle [sesler] içerik tözünü [kavramlar] birbirinden ayırır.)
*Fels. Aristoteles'de, kendisine bağlanabilecek ilinek ya da yüklemlerden bağımsız olarak kendi başına var olan. (Bk. ansikl. böl.) || Descartes'da, bir nesnenin, kendisi hakkında sahip olabileceğimiz bilgi bakımından ele aldığımız gerçekliği. (Bk. ansikl. böl.) || Spinoza'da, kendinden var olan ve kendinden kavranabilen her şey. (Bk. ansikl. böl.) || Leibniz'de, bir şeyin bireyselliği. (Bk. ansikl. böl.) || Kant'ta, bir bütüne ilişkin nedenselliğin ve bir belirlenimin sonucu olduğu düşünüldüğü ölçüde, algıladıklarımızın gerçekliğini temellendiren şey. Kant şöyle yazar: "Bütün gerçeğin dayanağı, yani şeylerin varoluşuna ait her şey föz'dür; öyle ki, tözün yapısında, varoluşa ait her şey ancak belirlenim olarak düşünülebilir" (Salt aklın eleştirisi [Kritik der reinen Vernunft], 1,1, 2), || Hegel'de, gerçekliğin hem kökeni, hem temeli olan şey. (Bk. ansikl. böl.)
*ANSİKL. Fels. Aristoteles'e göre töz (yun. usia), “birinci anlamda, maddedir, yani kendinden belirli bir şey olmayandır; ikinci anlamda, maddeyi belirli bir varlık olmaya zorlayan şekil ya da biçimdir; üçüncü anlamda da, madde ile biçimin bileşimidir" (De Anima [Ruh üzerine], 2, 1). Bu üçüncü anlam en önemlisidir, öyle ki, “sözcüğün en temel, ilk ve başlıca anlamında töz, ne bir özneye yüklenen, ne de bir öznede bulunandır: örneğin, bireysel insan ya da bireysel at gibi. Ama ilk anlamda alınan tözlerin içerildiği türlere, ikincil sözler denir; bu türlere bu türlerin cins'terini de eklemek gerekir: örneğin bireysel insan, insan türüne girer, bu türün cinsi hayvandır. Demek ki, bu tözleri, yani insanı ve hayvanı ikincil diye adlandırırız" (Kategoriler [Kategoriai], 5).
Skolastik gelenekte olduğu kadar; Descartes ya da Spinoza'nın felsefesinde de en üstün tözTanrfdır Böylece Descartes, ortaçağ filozoflarıyla birlikte şunu kabul eder: sözcüğün gerçek anlamında var olmak için, kendinden başka bir şeye gerek duymamak yalnızca Tanrı'ya özgüdür: "Doğrusunu söylemek gerekirse bu şekilde var olan yalnızca Tanrı'dır ve onun gücüyle desteklenmeden ve korunmadan, bir an için de olsa, var olabilecek hiçbir yaratılmış şey yoktur. Bu yüzden okulda, töz sözcüğünün Tanrı ve yaratılmışlar bakımından aynı anlama gelmediği belirtilir ki, bu çok yerindedir; yani bu sözcüğün hiçbir anlamı yoktur ki, Tanrı'yı ve yaratılmışları birbirinden ayırarak tasarlamamış olalım" (Felsefenin ilkeleri [Principes de la philosophıe], 1, 51).
Spinoza şöyle yazar: “Töz deyince kendinden var olan ve kendinden kavranan, yani kavramı başka bir şeyin kavramına gerek duymayan şeyi anlıyorum†(Etika 1, tanım 3). Spinoza tüm tözlerin Yaratıcısı fikrini bir yana bırakarak ('bir töz başka bir töz tarafından yaratılamaz" [Etika 1, 6]) ve her tözün zorunlu varlığı olduğunu ileri sürerek ("var olmak bir tözün doğasında vardır" [Etika 1, 7]), bütün sonuçlan, kendinden var olan diye belirlediği tözün tanımından çıkarır. Bu durumda Tanrı da hiç kuşkusuz bir tözdür (her şey demek olan varlığın, kendinden değil de, kendisinden başka bir şey sayesinde var olması ve tasarlanması ve böylelikle töz olmaması olanaksızdır), daha doğrusu sonsuz bir tözdür, yani bu tözün yaratıcı gücünü kendisine saklamayan, ama bu gücü kipleri sayesinde dışlaştıran ve geliştiren sonsuz sayıda öznitelikten oluşmuş bir tözdür.
Leibniz'de töz kavramı hem birlikle hem de teklikle tanımlanabilir:
1) bir töz ancak tek olabilir, çünkü "tek bir varlık olmayan, gerçek anlamda bir vart:k da olamaz";
2) ayırt edilmezlerin özdeşliği ilkesi gereğince, birbirine özdeş iki töz olamaz. Öyleyse tözler içsel bir ayırt etme ilkesine göre bireyleşmiş olmalıdırlar, üstelik bu durum, değişmenin nasıTolanaklı olduğunu kavrayabilmemiz için de gereklidir. Leibniz şöyle der: "Basit tözler arasında nitelik bakımından hiçbir fark bulunmasaydı, şeylerde de hiçbir değişme göremeyecektik; çünkü bileşik olanda bulunan bir şey ona ancak bileşenlerinden gelmiş olabilir; monadlar da nitelikten yoksun olsalardı, birbirlerinden ayırt edilmeyeceklerdi (nicelik bakımından da birbirlerinden farklı değillerdir); dolayısıyla, mekânda doluluk olduğu varsayılınca, herhangi bir yer, hareket sözkonusu olduğunda, daha önce içinde bulunanın eşdeğerlisinden başka bir şeyi içine alamayacak ve herhangi bir durum bir başkasından ayırt edilemez olacaktı" (Monadoloji [Monadologie], R). Leibniz böylece geleneksel töz sorununu yeni bir biçimde ortaya koyar (töz hem en çok gerçekliğe sahip olan, hem de tanınması en güç olan şeydir, çünkü dayanağı [yun. hypokeimenon] gizli kaldığı için onu ancak ilinekleri aracılığıyla bilebiliriz). Leibniz'in getirdiği çözüm şu anlama gelir: bir bakıma töz bir şey değildir, herhangi bir uzamlılığa sahip değildir ve gücüyle tanımlanabilir; töze birliğini veren de, bu güçtür.
Hegel'de “töz" (alm. Substanz) terimi "somut öz"ü belirtir (Tinin görüngübilimi [Phânomenologie des Geistes], "Akıl"). Demek ki hegelcilik, kendinden önceki felsefelerin tersine, tözü değişmez bir bütünlüğe sahip bir şey olarak değil, kendine kendine hareket edebilen şeyin tinsel ilkesi olarak ele alır: "Canlı töz aslında özne olan varlıktır, ya da (...) somut bir biçimde gerçek olan varlıktır; ama ancak bu töz, kendi-kerıdisini-belirleme hareketi ya da kendi başkası-oluş'u le kendisi arasındaki dolayım olduğu ölçüde doğrudur bu" (ay. ypt., "Önsözâ€).
*Dilbil. Görece olarak ayrışmamış ve yapılaşmamış, biçim aracılığıyla ortaya konan fiziksel ve ruhsal gerçeklik. (Hjelmslev, anlatım tözüyle [sesler] içerik tözünü [kavramlar] birbirinden ayırır.)
*Fels. Aristoteles'de, kendisine bağlanabilecek ilinek ya da yüklemlerden bağımsız olarak kendi başına var olan. (Bk. ansikl. böl.) || Descartes'da, bir nesnenin, kendisi hakkında sahip olabileceğimiz bilgi bakımından ele aldığımız gerçekliği. (Bk. ansikl. böl.) || Spinoza'da, kendinden var olan ve kendinden kavranabilen her şey. (Bk. ansikl. böl.) || Leibniz'de, bir şeyin bireyselliği. (Bk. ansikl. böl.) || Kant'ta, bir bütüne ilişkin nedenselliğin ve bir belirlenimin sonucu olduğu düşünüldüğü ölçüde, algıladıklarımızın gerçekliğini temellendiren şey. Kant şöyle yazar: "Bütün gerçeğin dayanağı, yani şeylerin varoluşuna ait her şey föz'dür; öyle ki, tözün yapısında, varoluşa ait her şey ancak belirlenim olarak düşünülebilir" (Salt aklın eleştirisi [Kritik der reinen Vernunft], 1,1, 2), || Hegel'de, gerçekliğin hem kökeni, hem temeli olan şey. (Bk. ansikl. böl.)
*ANSİKL. Fels. Aristoteles'e göre töz (yun. usia), “birinci anlamda, maddedir, yani kendinden belirli bir şey olmayandır; ikinci anlamda, maddeyi belirli bir varlık olmaya zorlayan şekil ya da biçimdir; üçüncü anlamda da, madde ile biçimin bileşimidir" (De Anima [Ruh üzerine], 2, 1). Bu üçüncü anlam en önemlisidir, öyle ki, “sözcüğün en temel, ilk ve başlıca anlamında töz, ne bir özneye yüklenen, ne de bir öznede bulunandır: örneğin, bireysel insan ya da bireysel at gibi. Ama ilk anlamda alınan tözlerin içerildiği türlere, ikincil sözler denir; bu türlere bu türlerin cins'terini de eklemek gerekir: örneğin bireysel insan, insan türüne girer, bu türün cinsi hayvandır. Demek ki, bu tözleri, yani insanı ve hayvanı ikincil diye adlandırırız" (Kategoriler [Kategoriai], 5).
Skolastik gelenekte olduğu kadar; Descartes ya da Spinoza'nın felsefesinde de en üstün tözTanrfdır Böylece Descartes, ortaçağ filozoflarıyla birlikte şunu kabul eder: sözcüğün gerçek anlamında var olmak için, kendinden başka bir şeye gerek duymamak yalnızca Tanrı'ya özgüdür: "Doğrusunu söylemek gerekirse bu şekilde var olan yalnızca Tanrı'dır ve onun gücüyle desteklenmeden ve korunmadan, bir an için de olsa, var olabilecek hiçbir yaratılmış şey yoktur. Bu yüzden okulda, töz sözcüğünün Tanrı ve yaratılmışlar bakımından aynı anlama gelmediği belirtilir ki, bu çok yerindedir; yani bu sözcüğün hiçbir anlamı yoktur ki, Tanrı'yı ve yaratılmışları birbirinden ayırarak tasarlamamış olalım" (Felsefenin ilkeleri [Principes de la philosophıe], 1, 51).
Spinoza şöyle yazar: “Töz deyince kendinden var olan ve kendinden kavranan, yani kavramı başka bir şeyin kavramına gerek duymayan şeyi anlıyorum†(Etika 1, tanım 3). Spinoza tüm tözlerin Yaratıcısı fikrini bir yana bırakarak ('bir töz başka bir töz tarafından yaratılamaz" [Etika 1, 6]) ve her tözün zorunlu varlığı olduğunu ileri sürerek ("var olmak bir tözün doğasında vardır" [Etika 1, 7]), bütün sonuçlan, kendinden var olan diye belirlediği tözün tanımından çıkarır. Bu durumda Tanrı da hiç kuşkusuz bir tözdür (her şey demek olan varlığın, kendinden değil de, kendisinden başka bir şey sayesinde var olması ve tasarlanması ve böylelikle töz olmaması olanaksızdır), daha doğrusu sonsuz bir tözdür, yani bu tözün yaratıcı gücünü kendisine saklamayan, ama bu gücü kipleri sayesinde dışlaştıran ve geliştiren sonsuz sayıda öznitelikten oluşmuş bir tözdür.
Leibniz'de töz kavramı hem birlikle hem de teklikle tanımlanabilir:
1) bir töz ancak tek olabilir, çünkü "tek bir varlık olmayan, gerçek anlamda bir vart:k da olamaz";
2) ayırt edilmezlerin özdeşliği ilkesi gereğince, birbirine özdeş iki töz olamaz. Öyleyse tözler içsel bir ayırt etme ilkesine göre bireyleşmiş olmalıdırlar, üstelik bu durum, değişmenin nasıTolanaklı olduğunu kavrayabilmemiz için de gereklidir. Leibniz şöyle der: "Basit tözler arasında nitelik bakımından hiçbir fark bulunmasaydı, şeylerde de hiçbir değişme göremeyecektik; çünkü bileşik olanda bulunan bir şey ona ancak bileşenlerinden gelmiş olabilir; monadlar da nitelikten yoksun olsalardı, birbirlerinden ayırt edilmeyeceklerdi (nicelik bakımından da birbirlerinden farklı değillerdir); dolayısıyla, mekânda doluluk olduğu varsayılınca, herhangi bir yer, hareket sözkonusu olduğunda, daha önce içinde bulunanın eşdeğerlisinden başka bir şeyi içine alamayacak ve herhangi bir durum bir başkasından ayırt edilemez olacaktı" (Monadoloji [Monadologie], R). Leibniz böylece geleneksel töz sorununu yeni bir biçimde ortaya koyar (töz hem en çok gerçekliğe sahip olan, hem de tanınması en güç olan şeydir, çünkü dayanağı [yun. hypokeimenon] gizli kaldığı için onu ancak ilinekleri aracılığıyla bilebiliriz). Leibniz'in getirdiği çözüm şu anlama gelir: bir bakıma töz bir şey değildir, herhangi bir uzamlılığa sahip değildir ve gücüyle tanımlanabilir; töze birliğini veren de, bu güçtür.
Hegel'de “töz" (alm. Substanz) terimi "somut öz"ü belirtir (Tinin görüngübilimi [Phânomenologie des Geistes], "Akıl"). Demek ki hegelcilik, kendinden önceki felsefelerin tersine, tözü değişmez bir bütünlüğe sahip bir şey olarak değil, kendine kendine hareket edebilen şeyin tinsel ilkesi olarak ele alır: "Canlı töz aslında özne olan varlıktır, ya da (...) somut bir biçimde gerçek olan varlıktır; ama ancak bu töz, kendi-kerıdisini-belirleme hareketi ya da kendi başkası-oluş'u le kendisi arasındaki dolayım olduğu ölçüde doğrudur bu" (ay. ypt., "Önsözâ€).
Kaynak: Büyük Larousse
YORUMLAR