Çarpık kentleşme, şehirlerin herhangi bir kontrol gücü olmadan ve plansız olarak rastgele ve her türlü planlamadan uzak bir şekilde büyümesi...
Çarpık kentleşme, şehirlerin herhangi bir kontrol gücü olmadan ve plansız olarak rastgele ve her türlü planlamadan uzak bir şekilde büyümesidir. Herhangi bir güzel duyu kaygı gözetilmeden, insanların tabii gereksinimleri dikkate alınmadan ve mevcut zamanı dokunun korunması düşünülmeden gerçekleşen bu kentleşme türü mevcut yerleşim birimlerinin tarihsel, kültürel ve tabii kaynaklarının tahrip olmasına ya da yol açmasına sebebiyet vermektedir. Mesela: Gecekondular.Çarpık Kentleşme Nedir
Çarpık kentleşme, kentlerin, nüfus patlaması sonucunda, plansız ve denetimsiz olarak, gelişigüzel, altyapısız, her türlü güzel duyu kaygıdan uzak bir biçimde merkezden dışa doğru sanki bir ur şeklinde büyümesidir. Bu vaziyet çevrede, insanca yaşamaya olanak vermeyen ilkel yerleşmelerin kenti kuşatmasına, merkezde ise mevcut dokunun tahribine, tarihsel, kültürel ve tabii değerlerin yok olmasına yol açmaktadır.
Netice, kentlerin ölümü, insanların mutsuzluğu ve fakirliği, toplumun düzensizliğidir.
Avrupada 19. yüzyılda, endüstrileşme ile başlamış olan kentlere göç vakası Türkiye'de 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşandı. Şehirlerimiz son kırk yılda, daha önceki nüfuslarının beş on misli nüfus artışları ile karşıkarşıya kaldılar.
Bir ihtimal, epey varlıklı ülkelerde dahi böylesine büyük bir artışı kısa zamanda sıhhatli modern metropoller inşa ederek barındırmak mümkün değildi. Fakat Türkiye'deki çarpık kentleşme, hiçbir mazeretin affettiremeyeceği kadar, insan onuruna yakışmayan ilkellikte olmuştur.Çarpık Kentleşmenin Sebepleri
Süratli kentleşme, acaba niçin hızla çarpık kentleşmeye dönüştü?
Sebepleri özetlemek gerekirse özetleyelim:
Şehre göç Türkiye'de her türlü tahminin üstünde bir hızla gerçekleşmiştir ve devam etmektedir. Hükümetler, Türkiye çapında doğru ve gerçekçi yerleşme kararları almamış ve uygulamamıştır. Göç zorlaştırılacağına özendirilmiştir. İmar
afları, arsa dağıtıp tapu vermeler hep özendirici olmuştur.
Bundan sonra kente bir tek iş ve aş için değildir, şehir toprağının yağmalanması için de gelinmektedir.
Planlar yapılmıştır; ama bu planlar anormal büyüyen nüfusun ve ihtiyaçların peşinde kalmış, kentleşme planlamayı izleyeceğine, planlama kentleşmeyi izlemiştir. pek çok kez de planlama, kaçak yapılaşmayı yasallaştırmak için kullanılmıştır.
Siyasal irade derhal hiçbir süre planlamayı yeterince ciddiye almamıştır. Ana kararları Devlet politikasıyla saptanmamış planlar, yönetimlerin kendi politik görüşleri çerçevesinde, otorite boşluğundan yararlanan hazzı uygulamalara dönüşmüştür.
Farklılık gösteren yönetim kadroları, daha önceki bilgi ve tecrübe birikiminden yararlanmak yerine, tekrardan düşünce üretmeye çalışmışlardır.
Bu şekilde, kentleşme-planlama mevzularında da ülkenin derhal tüm mevzularında olduğu şeklinde süreklilik sağlanamamış, bir başka deyişle ortak şuur oluşmamıştır.
Planlama ile hedefinize ulaşamayıp metropoller yaşanmaz hale erişince siyasal iradenin günlük, hazzı, operasyonel müdahalelerine başvurulmuştur: Menderes ve Dalan bayındır hareketleri şeklinde. Fakat bu hareketler, benimsenmiş planlara dayanmadığı için inandırıcı olamamış, benimsenmemiş, sonuçta toplumsal muhalefetle karşılanmıştır.Çarpık Kentleşmenin Topluma Maaliyeti
Kentlerin büyümesi bundan böyle bir tek o kentte yaşayanların problemi olmaktan çıkmıştır. Çarpık kentleşmenin yarattığı problemler, tüm ülke ekonomisini ve toplumsal barışı negatif etkilemektedir.
Şehir merkezleri her bakımdan tıkanmakta ve yaşanmaz duruma gelmektedir.
Ulaşımın tıkanması ve işlememesi, büyük süre, işgücü, para yitirilmesine niçin olmakta, bu da merkezden kaçışı hızlandırmaktadır. Şehirler bu yüzden de daha çok yayılmakta, merkezdeki büyük yapı stoğu atıl kalmaktadır.
Şehir işgücünün büyük bir yüzdesi, şehir sınırlarının çok dışındaki uzak mesafelerden gidip gelmek zorundadır.
Kente yeni göç eden nüfusun çevredeki düzensiz yerleşmesi, her türlü insanca yaşama koşulundan uzak, altyapısız, dizboyu balçık ya da toz içinde şehir parçaları yaratmaktadır.
Ilk başlarda masum bir barınma çözümü şeklinde görünen tek kattan oluşan gecekondular, süre içinde vurgunculuk aracı olarak yerlerini beş altı kattan oluşan apartmanlara bırakmakta, kent çevresinde şehri boğan sağlıksız, yoğun yerleşmeler oluşturmaktadır.
Bunun sonucunda yalnızca görünüş çirkinliği değildir, mutsuz, huzursuz, topluma hatta kendilerine düşman sağlıksız bir cemiyet yaratılmaktadır.
Bu şekilde bir toplumun üretken ve verimli olması beklenemeyeceği şeklinde, sıhhatli insan kaynağına dayanmayan bir kalkınmanın gerçekleştirilemeyeceği de açıktır.
Çarpık kentleşmenin sonuçta,
Toplumsal mutsuzluğa,
Çevre kirlenmesine,
Tarihsel, kültürel ve tabii değerlerin yok olmasına,
Verim yitirilmesine,
Kaynak israfına,
Hizmetlerin aksamasına,
Asayişsizliğe, güvensizliğe,
Devlet düzeninin kurulamamasına,
Büyümeyle doğan şehir rantlarının kamu haricinde yağmalanmasına,
niçin olduğu bundan böyle herkesçe bilinmelidir.Çarpık Kentleşme Önlenmezse Ne Olur
Çarpık kentleşmeye karşı ortak toplumsal şuur sağlanamayıp lüzumlu önlemler hızla alınmadığı takdirde, bugün gelinen noktanın ve tüm olumsuzlukların katlanarak bir toplumsal yıkım haline geleceği kesindir.
Ülke nüfusu 20-25 yıl sonrasında yüz milyona ulaştığında, kentlerimizin nüfusu da bugünkünün iki buçuk katına çıkacaktır. Bu durumda, mesela İstanbul büsbütün yaşanmaz bir kent olacaktır. Şehirlerde
Asayişsizlik korkulu boyutlara ulaşacak,
Ulaşım büsbütün kilitlenecek, bir yerden bir yere gidilemez olacak,
Gecekondular 5-6 kattan oluşan apartmanlar haline gelecek,
Devlet kontrolu, otoritesi büsbütün yok olacak,
Sular akmayacak, çöpler toplanmayacak, hava ve çevre kirliliği korkulu boyutlara ulaşacaktır.
Kısacası, yaşanamaz şehirlerle başbaşa kalacağız.
100 milyonluk ülke nüfusunun bir tek beslenebilmesi kafi olacak mıdır?
Bu nüfusun, mutluluk ve verimliliği, kültürü, sağlığı, eğitimi, tarihsel ve tabii değerleri ne olacaktır?
Özetle, bu şekilde giderse, modern ileri dünyanın tüm ideallerine veda etmek gerekecektir.
Gelişim yalnızca "ekonomik kalkınma" sloganıyla yürütülür, buna paralel olarak toplumsal kalkınma sağlanmazsa Türkiye kalkınamaz. Bu şekilde bir ortam içinde 100 milyonluk bir nüfus ama tabiat, tarih ve kültür değerlerini, özetlemek gerekirse varlığını ve geçmişini yok eder.
Türkiye nüfusu 100 milyona ulaştığında İstanbul 25 milyon, Ankara 11 milyon, İzmir 9 milyon olacaktır.
Gelişmiş ülkelerde şehirlerin büyümesi denetim altına alınmıştır. Dünyanın New York, Londra, Paris şeklinde metropolleri bundan böyle dünyanın en kalabalık şehirleri değildir, bundan bu şekilde gelecekte de olmayacaklardır. Bundan sonra dünyanın en kalabalık şehirleri, gelişmekte olan (azgelişmiş) ülkelerin şehirleridir. 21. yüzyılın en büyük, daha doğrusu kalabalık şehirleri Mexico, Sao Paolo, Kalküta, Bombay, Şanghay ve İstanbul olacaktır.
Buralarda netice, asayişsizliğin kolgezdiği, cinayetlerin, soygunların arttığı, kent hayatıyla bütünleşmemiş insanlarla dolu, suyu, elektriği olmayan, trafiği tıkanmış, yaşanmaz hale gelmiş çevresiyle, adına kent dahi denmeyecek anormal büyüklükteki çarpık yerleşmelerdir. Çarpık Kentleşmeye Çareler - Tavsiyeler
Türkiye'de bayındır planları, yapıyla ilgili yasalar, bu tarz şeyleri uygulama yetkisi verilmiş kuruluşlar, bu işleri yapmakla yetkili kılınmış meslek adamları, türlü izin ve kontrol mekanizmaları vardır. Fakat tüm bu tür durumlar sıhhatli bir kentleşme için kafi midir?
İlk kez 1960'larda benimsenen "plan" fikri, 1980'lerde, bilhassa toplumsal ve fizyolojik plan faaliyetinde, tümüyle terk edilerek yerini tesadüfiliğe, keyfiliğe, "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler"e bıraktı.
Ilkin bayındır ve İskan Bakanlığı, Imar Bakanlığı içinde eritildi, sonrasında Bölge Planlama Büroları lağvedildi, Nazım Plan Büroları kapatıldı. Oysa bu kuruluşlar ülkedeki fizyolojik planlama zincirinin halkalarını oluşturmaktaydı.
Planlama yalnızca mahalli yönetimlere bırakıldı. Bu vaziyet görünüşte daha demokratikti; ama mahalli yönetimlerdeki kadro yetersizliği ve bilgi eksikliği, kararlarının bulunmayışı, başarı önündeki en büyük engeldi. Nitekim sonuçlar da bu başarısızlığı göstermekte gecikmedi ve şehirlerimiz ivmesi giderek artan bir hızla yok olma yoluna girdi.
Bugün de ülke çapında bir yerleşme planımız olmadığı şeklinde, ülke çapında alınmış yerleşme kararları da yoktur. Bu tür şeyler yapılıncaya kadar bir an ilkin
a. Ülke çapında kentleşme politikasının
saptanması gereklidir. Bu siyaset, değişim gösteren iktidar ve kişilerce değişmeyecek ulusal kararlar durumunda olmalıdır. Ve bu, ulusul dış siyaset, ulusal müdafa, sıhhat, ulusal eğitim ve iktisat politikalarından daha az mühim değildir.
Devlet mevzuya kararlı olarak haiz çıkmalı, planlama ilkelerini ve direktifleri belirlemelidir. Bu mevzunun sahibi, tekrardan yapılandırılacak bir bayındır ve İskarı Bakanlığı olmalıdır.
b. Bu siyaset üstünde yurt çapında ortak şuur sağlanabilmesi için mevzu devamlı olarak gündemde tutulmalı, mahalli ve rnerkezi yönetimler içinde uyumlu bir birlik oluşturulmalıdır.
Hükümet ve mahalli yönetimler kavgayı ve zıtlaşmayı koyup bir ortaklaşa iş düzenine girmelidir.
c. Ulusal plan direktifleri içinde nazım planlar yaptrnlrnah ve demokratik kurum ve kuruluşlarla tartışılarak kamuya
benimsetilmelidir.
Bundan ötürü de plan ilke kararları evvelinde ve kısa sürede belirlenmeli; planların yapılabilmesi için lüzumlu ciddiyet gösterilerek kafi mali kaynak ayrılmalıdır.
d. Ortak bilince ulaşmamız ihtiyaç duyulan mühim sorunlardan birisi de iyelik problemi ve bunun son anayasamızda ele alınış şeklidir. Sıhhatli kentleşmeyi gerçekleştirebilecek şekilde kamunun güçlendirilmesi şarttır. Şahıs hakları da kuşkusuz önemlidir, kutsaldır; ama şahıs yararı kamu yararından ilkin gelemez. Kamu yararı ile şahıs yararını kentleşme açısından dengeleyecek hukuk düzeninin kurulması şarttır. Bir gece, arsasına yapı yasağı konarak, yeşil alan yapılarak yurttaşın birikimi nasıl sıfırlanmamalı ise, tarlaları imara açarak bir günde kamu eliyle milyarderler yaratmak sistemleri,metotları de terk edilmelidir.
e. Kamu, kararlı çalışmalarla elde edilecek gelişme planları yönünde arsa üretmelidir.
Kamu'nun böyle kararlı planlara dayalı arsa üretimi kanalıyla, gelişigüzel alanlardaki yapılaşmayı önleyecek şekilde güçlenmesi, arsa rantının, siyaset ve mafya içinde bölüşülmesini önleyecek en mühim tedbir olacaktır.
Böyle şehir sınırlarının gelişigüzel kontrolsuz ve sonsuz şekilde genişlemesi önlenebilecek, kırsal alanların, bu sebeple çevrenin korunması sağlanabilecektir.
f. Kentleşmenin mühim bir problemi da şehir merkezlerinin modern gereksinmelere uygun hale getirilmesi, mevcut yapı stoğundan yararlanma mevzusudur.
Şehir merkezlerinde bir çok yapı, ya güç ulaşım, ya maliklerinin belirgin olmaması, bakımsızlıklar şeklinde nedenlerle kullanılmadan duruyor. Bunların canlandırılabilmesi ilkin iyelik sorunlarının çözülebilmesi, yukarıda sözünü ettiğimiz yeni hukuk düzeni ile sağlanabilecektir.
Bu şekilde hem çok kıymet verdiğimiz geçmişimizi koruyacak hem de eski, fakat kıymetli, yaşanabilen şehir parçaları elde etmiş olacağız.
g. Planların kesinliği ve şeffaflığı sağlanmalıdır. Özetlemek gerekirse, planlar kesinlik kazandıktan sonrasında tüm yurttaşlara açık olmalıdır. Kente göçün özendirilmemesi yolunda alınacak kısa vadeli önlemleri de şöyleki sıralayabiliriz:
Mevcut yasaların uygulanması; gecekondu ve kaçak yapılaşmanın önlenmesi için hükümetle mahalli yönetimlerin ortaklaşa iş yapması,
Şehirlerde koruma bölgelerinin sınırlarının saptanması; buralara geçici bir süre için
yapılaşma yasağı getirilmesi, yeşil alanların kesinlikle korunması,
Mevcut planlara açıklık getirilmesi,
İşgal edilmiş kamu arsaları için tapu dağıtılmasına son verilmesi,
İmar aflarından kaçınılması,
Kamunun, altyapısı da tamamlanmış arsa
üretmesi ve toplu yapımı teşvik etmesi.
SONUÇ
Görülüyor ki Türkiye bugün, yasal ve yasal olmayan yerleşmeler ve yapılarla, gittikçe süratli bir biçimde altyapısız, kullanışsız sağlıksız, çevreyle uyumsuz, çirkin ve çarpık kentleşme ile kaplanmaktadır. Üstelik tüm bu çirkinlikler için büyük süre, emek ve para harcanmaktadır. Aslolan yıkım ise gelecek kuşaklara bırakılacak bu fena mirasın düzeltilmesinin zorluğu, hatta olanaksızlığıdır.
Tüm problem, şehir planlamasının gereğince hazırlanıp uygulanmamasından, ve bu mevzularda, kamunun ortak bilinçten yoksun olmasından meydana gelmektedir.
Şehir planlamasının yalnızca fizyolojik kurallara bakılırsa değildir, çok yönlü toplumsal, ekonomik, hukuksal, bürokratik ve politik sorunların çözümü ve koordinasyonu ile başarıya ulaşmış olabileceği bir gerçektir.
Bu bakımdan, bilhassa büyük şehirlerimizdeki planlama kargaşasının sorumluluğunu belli başlı müessese ve kişilerde aramak yanlış olur. Asla kimse çarpık kentleşme vakasından kendisini soyutlayamaz. İş işten geçti diyerek yenilgiyi kabullenmek ise gelecek kuşaklara karşı yapılabilecek en büyük sorumsuzluktur. Her şeye karşın bir şeyler yapılabilir ve yapılmalıdır.
Türkiye, coğrafi konumu, tarihsel ve tabii zenginlik ve güzellikleri ile geleceğin talihli bir ülkesidir. Fakat, çarpık kentleşme ile bu talih kaybedilebilir.
Bu şekilde, mevzunun önemini bir kez daha vurgulamış olduk. Ortak inancımız odur ki, mevzu, üstünde ülke çapında görüş birliği, ulusal şuur ve ulusal kentleşme politikası tespit edilinceye kadar, devamlı olarak gündemde tutulmalıdır.
YORUMLAR