Günlük Örnekleri Nedir

Günlükler içinde bir süre yolculuğu CEMAL SÜREYA’DAN 543. Gün Milliyet Sanat’a uğradım. Fetih edilmesi Naci Eleştiri Günlüğü’nü yollamış. TV...

Günlükler içinde bir süre yolculuğu
CEMAL SÜREYA’DAN
543. Gün
Milliyet Sanat’a uğradım. Fetih edilmesi Naci Eleştiri Günlüğü’nü yollamış. TV’de, sekiz otuz haberlerinde, aniden, Edip Cansever’in ölüm haberi verildi. Bu
haber inanılmaz seviyede sarstı beni. Rastlanmadık bir şekilde ve yüksek sesle ağlamaya başladım. Oğlum fazla kaygılanmış, gelip avutucu şeyler söylemiş oldu.
Turgut’ta bunca sarsılmamıştım. Üst üste gelişte bir şey var olurya. Otuz senelik arkadaşımdı. Yalnız sanat serüvenimizi değildir, haya serüvenimiz de iç içe durumlar yaşamıştır.
544. Gün
Sabah altıda evden çıktım. Bomboş sokakları dolaştım durdum. Başımda bir uğultu. Garip da bir coşku. Rıhtımda yürüdüm. 1 Haziran 1986” (Günler)
***


FERİT EDGÜ’DEN
Degerndorf, aralık, 58
… Duygusuz. Yola çıktığımdan bu zamana kadar duygusuz, her şeyin önünde ve her yerde. Her şey yabancı; her şey ilgimin haricinde. Az ilkin balkona çıkıp ap ak çevreye bakarken tekrardan anladım bu konuyu. Kar burada her şeyi örttü. Olduğum yerden hiçbir şey görünmüyor; ne bir ağaç, ne bir ev, hiçbir şey. Her yer ap-ak. Gözyorucu bir aklık (boşluk?).
(…)
Yazmayı denemiyorum dahi. Bu boşlukta yazmak? Niçin? Kimin için? Nasıl? Ordan oraya bocalıyordum. Şžimdi küçük oranda duruldum. Yazmak diye bir sorunum yok. Giderek olurya okumak diye dahi. Yanımda getirdiğim kitapların derhal hiçbirine el sürmüyorum. Bir çukur oluşuyor çevremde, bu çukura her geçen gün daha bir gömüldüğümü duyuyorum.
… Üzüntü çekme isteği. Kendini tekrardan bulma.
(Bir Günlüğün Günlüğü-kitaplaşmamıştır)
***

TURGUT UYAR’DAN
30.01.1956
Az konuşur olmayı, suskun olmayı erdem saymıyorum geriye kalan. Kendini kaçırmak, kendini gizlemek şeklinde geliyor bana.
27.02.1956
İzinliyim. Boşum. İlgisiz dolaşıyorum sokaklarda. Bu boşluk, bu kayıtsızlık
ürküntü veriyor bana. Doğaya uygun, yapmacıksız bir yaşama özlüyorum.
Kurtuluşumuz şiirden falan gelmeyecek, yaşamamızdan gelecek gelecekse.
3.1.1956
Nigâr Hanım’ın şiirlerini okudum. Elbet ilkel şiirler büyük bir bölümü. Ama aniden
düşünüyorum. “Gücenme, aslı harâbım senin firâkında” mısrası, bir bakıma, bir şiir geleneğinin yenilenmesi döneminde, yeni bir his, yeni bir söyleyiş
sayılamaz mı?
Geçmiş ozanları, hislerinin, söyleyişlerinin cılızlığı yüzünden küçümsemek doğru mu? Hisleri yeni, şekiller, duyarlanma yeni. Bugün bu şiirleri, bundan ötürü bu duyguları, ama eski şiirler o şekilde yazıldığı için daha iyi anlıyoruz. Öyleyse, iyi fena tüm geçmiş ozanlara merhaba.
(Günlük-kitaplaşmamıştır)
***

ALİ CANİP YÖNTEM’DEN
Cuma, 5 Mart 1920
Bugün öğleye kadar evde uyudum. Sonrasında sokağa çıktım. Arkadaşlardan diş tabibi Şževki Bey’le Cafer, Ömer’i ziyarete gelmişlerdi. Fakülteye götürdüğümüzü söyledim. Oraya gittiler.
Cumartesi, 6 Mart 1920
Öğle üstü fakülteye gittim. Doğru Ömer’in odasına girdim. Yorgun yatıyordu.
Elini elime aldım. Ter içindeydi. Burnunun delikleri kararmış gibiydi. Nefesi de intizamsızdı. Hizmetçi hanımefendilere sormuş oldum. Gece çok sayıklamış, “Burası hastane değildir, tımarhane… Ben Canip’e gideceğim!” demiş. Dalgındı, “Ömer! Ömer!” diye seslendim. Oldukça fersiz gözlerle bana baktı: “Tanıdın mı?” dedim. Kendine mahsus acele ifadeyle kafasını sallayarak “Canip!” dedi, gene daldı. Kâğıdına baktım: hararet “39,2” şeker litrede 28. Bir süre bekledim. Sonrasında yeniden seslendim: “Ömer, danışım günü yarınmış, erkenden gelirim. Geriye kalan gideyim mi?” Kafasını
salladı “Git, git!” dedi. Yeis içinde ayrıldım. Fakat hâlâ umut ile doluydum.
Çünkü Ömer ve ölüm birbirine tamamıyla yabancı iki şeydi. Eve gelirken deniz kenarında hizmetçime rasgeldim. Bana doğru koşuyordu. “Ne var?” dedim. “Sizi Tıbbiye’den istiyorlarmış. Rıdvan Beyler’de bekliyorlar” yanıtını verdi. Nefes soluğa komşumuza gittim. Ortada bir fevkalâdelik vardı. Nihayet anlaşıldı: Ömer ölmüş!…
(Ömer’in Ölüm Hastalığına Dair Notlarım-Ömer Seyfettin, 1947)
***

ŞžAİR NİGAR HANIM’DAN
31.10.1917
İleride, bu satırlar bir kimsenin gözüne değerse, defterin güzelliğine
şaşılmasın! Onu, bugün, Mahmutpaşa’da satın aldım, ama, az kaldı canım pahasına. Aman Yarabbi! İstanbul’umuza bu şekilde ne oldu? Kalabalıktan tramvaylara girmek kabil değildir ki! Toptan gülle çıkar şeklinde zorla bir vagona attım. Bu, tramvaya girmek değildir, ezilmek, üst kafa parçalamak… Ne oldu halkımıza Yarabbi? Bu her yeri dolduran yetersiz, kaba, fena dilli insan kalabalığı nereden geldi? Evde yalnızlığıma, sokakta bu kalabalığa dayanamıyorum, ağlayacak hale geliyorum. İşte bu şekilde, avunmak için, serseri(aylak) bir kuş şeklinde çırpınıyorum. Şžu defterle de dertleşmesem çıldıracağım.
8.2.1918
Dün Naciye Sultan’a telefon edip “Pek göreceğim geldiyse de araç bulunmadığı için mehcur kaldığımı” söylemiştim. Lütfen otomobil gönderdi. Havanın şiddetine karşın pek rahat gittim. Beşe kadar beraber zaman geçirdik, çay içtik. Sultan Efendi pek ziyade iltifat etti,
-Bu harb ne süre bitecek?
diye benden sordu. Halimiz ne olacak Yarabbi? Acıklı insanlık daha ne zamana kadar bu şekilde inleyecek?
(Hayatımın Hikâyesi)
***

CAHİT ZARİFOÄžLU’NDAN
ANKARA 1978 28 KASIM
Üstad Necip Fazıl’ı Mola otelinde ziyaret ettik. Büyük Şark’yu son beş sayı
çıkarıp kapayışından sonrasında, dostlar Akif, Erdem, Rasim onunla ilk kez
karşılaşıyorlar. Alaeddin ve Mehmet de var. Üstad:
-Büyük Şark son çıkışında en parlak periyodunu yaşadı. Kapanmasında türlü
nedenler oldu. Ama en büyük amil siz oldunuz, dedi.
Otelin ilk katında, lobideyiz. Üstad sakin, yumuşak ve yalnız. Saat 18’de beni Akabeden aradığında,
-Arkadaşlara da haber ver, gelsinler, son bir görüşme yapalım, dedi. Erdemle Rasim’i görebileceğimi söyledim. Bu telefondan az ilkin, bu ikisine Üstad’ın önceki gelişinde gene kendilerini istediğini; ama kendilerine haber
veremediğimi anlatıyordum. Telefon tam o anda geldi. Büroya çıktık. Gene
Üstad’ın telefonu. Bu kez Akif’le Hasan’ı da haberdar etmemi istedi.
Lobi tenha. Üstad:
-Bana giran geldiniz, diyor. Geçen vakaları özetlemek gerekirse özetliyor. Rapor 4’te
yazdıklarını ılımlı bir üslupla yeniden ediyor bir bakıma.
(…)
Üstad’ın söylediklerini, aradan 24 saat dahi geçmediği halde nerede ise asla hatırlamıyorum. Tek tek cümleler aklıma geliyor. Örneğin,
-Yalnızım, dedi.
Ondan bu şekilde bir şeyi ilk kez duydum. Korkuyor insan.
(…)
(Yaşamak)
***

OKTAY AKBAL’DAN
28 Aralık Çarşamba
Ocak’ın 29’unda tam on yıl olacak. Ziya Osman Saba’yı karlı bir havada Eyüp’te toprağa vermiştik. Seneler acele mu geçiyor belli başlı bir yaştan sonrasında? Çocuklukta günler, haftalar bitmezdi bir türlü. Ama yolun yarısına gelmeyegör, her şey kopuk bir film şeklinde akıveriyor… Ziya Osman’ı son görüşümde ince bir dosya çıkarmıştı çekmeceden. “Nefes Almak” yazıyordu üstünde. Yeni kitabıydı. “Ölümümden sonrasında çıkacak,” demişti. “Haydi haydi,” demiştim, “Okurları o denli bekletmeye hakkın var mı?” Gülümsemişti. hafta sonrasını mı düşünerek.
Ben düşünememiştim o günden ötesini. Diri bir insanoğlunun, hele bir dostun, bir sevilenin yok olabileceğini düşleyemiyoruz.
On yıl geçip gitmiş dahi. Şžiirlerini karıştırıyorum. Bilmeyen, Ziya Osman’ı
yaşamı süresince ölümü özleyerek bekleyen birisi sanır. Hep ölüm, hep ölüm
fikirleri. O ölümü değildir, bütün ülkelerde bulunamayacak bir tür “yaşam”ı özlüyordu.
(Anılarda Görmek)
***

HİLMİ YAVUZ’DAN
Sabah, 24 Mayıs
Bu kaldırımüstü açık hava kahvesini seviyorum. Sabahları güneş almıyor ve rüzgâr duyumsanabiliyor. İlkyaz sabahları bu kentte, bir ağaç hışırtısıyla, işte buradayım, bu kahvede çayımı içmeye hazırlanıyorken, aniden, bir kokuyla, belirsiz, geliveriyor. Kağşamış gövdemi üşütmemeye emek harcayarak ve onunla, o yaşlı, atık gövdeyle, genç ilkyaz arasındaki karşıtlığı bilincimde kavrayarak; bilincimin, işte bir ince dilim limon koyup, gövdeyle ilkyazın bileşimi bulunduğunu düşünerek, içiyorum çayımı.
Eskiden, çok eskiden bir öykü yazmıştım. Malte şeklinde söyleyeyim: Ah, öyküler yazardım ben, genç kızların mavi kurdelelerinden söz açan, düz pabuçlu ve ince ak pardösüleri olan ve yağmurlardan; o öykülerden birinde, akşamları sokağa çıktığımda yüzüme menekşelerin atıldığını yazmıştım; -ve ‘ah, cumartesiler başkadır, sokaklar başkadır’ diye yazmıştım. Şžimdi burada, bu zarif kaldırımüstü kahvesinde, İstanbul’da, ondan hiç bir zaman kopamadığım için beni izlemeyen bu kentte,
(şimdi neler çağrıştırıyor, bu şehir, ‘polis seni izliyor’lardan, polis
izliyor’a) bu cumartesi sabahı, limonlu çayımı bitirmek üzereyken ve nedense bir çay daha isteyerek, gündelik yaşamımı inceltiyorum sanki.
(…)
(Geçmiş Yaz Defterleri)
***

CEMİL MERİÇ’TEN
26.2.1963
Ağaç her gün meyve vermez. Konuşmayan ağaçlar da vardır. Ne dallarında çiçekler gülümser baharları, ne çiçeklerinde arılar dolaşır. Konuşmayan ağaçlar da var…
Zindanda söylenen şarkıyı kim dinler? Zindanda söylenen şarkı ölüm kokar, zincir kokar, küf kokar. Ölüm açacak kapısını bir sabah o zindanın, ardına kadar. Kuşlar şeklinde geçiyor günler önünden, cıvıldamıyorlar. Günler tren, günler mavi ufuklarda eriyen birer umut. Kanatlarından yakalayamıyorsun kuşları. Tren sessiz gidiyor rüya ülkelerine.
(Jurnal - Ten 1)
***

TOMRİS UYAR’DAN
26 Aralık 1975
Öykü kitabım çıkmış. Cağaloğlu’na inip alacağım birden fazla tane.
Hava yağmurlu, kirli. Köprünün tam ortasındayken yaygın, büyük bir kızıllık aldı gözümü. Şžoför de şaşırdı. Birilerine sorduk, Gürün Han’da yangın çıkmış. Diğeri hanlara da sıçramış.
Halk o şekilde alışık ki bu şekilde vakalara, kılı dahi kıpırdamıyor. Sıkışan trafiği
yarıp güvercinlere yem atanlar var, kimse başını çevirip yangına bakmıyor. Oysa gök ürkütücü, kara dumanlarla kaplı.
İlk kitabımı basacak birisi çıktığında aşağılık sevinmiştim. Çünkü büyük çoğunluğun çarçabuk benimseyeceği bir iş yaptığımı sanmıyorum, bu konuyu anlamam epey zaman aldı; ama geriye kalan kimlere seslendiğimi biliyorum. Bana dar, ufak gelen hiçbir şeyi kullanamayacağımı da.
Üç-beş kitap alıp eve döndüm. Kapağı elledim, sevdim. Tüm nesneleri,
varlıkları ama dokunarak tanıyabiliyorum. Bir kadının saçlarının parlaklığını, inceliğini, bir adamın omuzlarını ama değince anlayabiliyorum. Kitabım da geriye kalan bana ait sayılamayacağına bakılırsa, onu da dokunarak kavramaya çalıştım.
(Gündökümü)
***

ATAÇ’TAN
17 Nisan Cuma, 1953
Baktım çocuklar uçurtma uçuruyor. Her yıl, ilkyaz aylarında, uçurtmayı gördüm mü, bir üzünç duyarım içimde, ağlamaklı olurum. Ben uçurtma uçurmadım ki!
Çocukluğumda pek arzu ederdim, o renk renk kâğıtlardan yapılmış uçurtmaların
havalanmasına içimi çekerek bakardım. Annem bırakmazdı beni uçurtma uçurmama.
Günah mıymış neymiş, o şekilde bir şey uydurmuştu.
(…)
Çocukluğum olmadı bana ait. Çocukluğu olmayanın gençliği de olmaz. Bir şey
söyleyeyim mi ben size? İhtiyarlığı da olmuyor böylesinin. Hani güzel bir
ihtiyarlık vardır, insan çocukluğunda yaptıklarını, gençliğinde yaptıklarını
bilir, anlatır da gözlerinin içi parlar, ben kendimde değildir, başkalarında
gördüm onu. Çocukluğu, gençliği olmamış kişinin yaşlılığında da bir tatsızlık
var, yalnız ölümü düşünüyor, ölümden korkuyor, işte o denli.
(Günce: 1)
***

NECİP FAZIL’DAN
Cuma, 9 Ocak
Bugün hava yağmurlu ve puslu… Saat 2’ye 5 var… Bu âna kadar defterimi açamadım.
Halim bir tuhaf…
Bugün anladım ki, beni delikten çağırdıkları, meydancı gelip “Bir isteğin var
mı?” diye sordurulmuş olduğu, berberin tıraşa geldiği, hasılı insanlarla temas ettiğim an, üstüme şaşırtıcı ve hayret verici bir uyuşukluk, kurnaz bir donukluk, anlatılmaz bir garipseme hissi çöküyor. Şaşkınlık! Bir aylık yalnızlığın tesirine bakın! Hayırdır inşallah; nereye gidiyorum?
Perşembe, 15 Ocak
Şžiir kitabımı bitirdim; ve güya rahat bir nefes aldım. Hava suratlı…
Saat üç buçuk… Gaz sobam trampet çalıyor. Yevmiyemin 40’ıncı gününe rastlayacak olan 20 Ocak Salı gününün iple çekiyorum.
Cuma, 16 Ocak
Allah… Başka tek kelime söyleyemeyecek haldeyim.
(Kırk Günlük Hapishane Yevmiyesi-Cinnet Mustatili)
Sayı: 19
Bölüm: Kapak

YORUMLAR

Ad

Anlamı Nedir?,22,Biyoloji Konu Anlatımı,25,Cilt Bakımı,82,Coğrafya Ders Anlatımı,978,Genel,46,Güzel Sözler,16075,Music,1,Ne Nedir?,32164,Resimli Sözler,4111,Saç Sağlığı,119,Sağlık Bilgileri,1596,Soru-Cevap,10236,Sports,1,Tarih Konu Anlatımı,5,Teknoloji,36,Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımı,2,
ltr
item
Ders Kitapları Konu Anlatımı: Günlük Örnekleri Nedir
Günlük Örnekleri Nedir
Ders Kitapları Konu Anlatımı
https://ders-kitabi.blogspot.com/2017/06/gunluk-ornekleri-nedir.html
https://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/2017/06/gunluk-ornekleri-nedir.html
true
5083728687963487478
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi hiçbir mesaj bulunamadı HEPSİNİ GÖR Devamı Cevap Cevabı iptal Silmek Cevabı iptal Home SAYFALARI POST Hepsini gör SİZİN İÇİN ÖNERİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH Tüm Mesajlar İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Pazar Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şu anda... 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago İzleyiciler Takip et THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Tüm Kodunu Kopyala Tüm Kodunu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalanmıştır. Kodları / metinleri kopyalayamıyor, kopyalamak için lütfen [CTRL] + [C] tuşlarına (veya Mac ile CMD + C'ye) basınız Table of Content