Immanuel Kant ( 22 Nisan, 1724-12 Şubat, 1803) tarihleri içinde yaşamış olan Prusya'lı felsefeci, çoğu zaman aydınlanma periyodunun son...
Immanuel Kant ( 22 Nisan, 1724-12 Şubat, 1803) tarihleri içinde yaşamış olan Prusya'lı felsefeci, çoğu zaman aydınlanma periyodunun son mühim felsefecisi olarak düşünülür. 19. yüzılın Duygusal ve İdealist düşünürlerini derinden etkilemiştir ve tarihteki en mühim düşünürlerden biridir.
Temel eserleri: Eleştiri der Reinen Vernunft [Saf Aklın Eleştirisi], Eleştiri der Pratischen Vernunft [Pratik Aklın Eleştirisi] ve Eleştiri der Urteilkraft [Yargı Gücünün Eleştirisi].
Temeller Çağdaş felsefenin gelişim seyÂrine uygun olarak epistemolojiyi ön plana çıkartmış olan Kant, ilk olarak Hume’dan etkilenmiştir. Kendi deyişiyle Hume onu dogÂmatik uykusundan uyandıran, spekülatif felÂsefe alanındaki araştırmalarına yeni bir yön veren felsefeci olmuştur. Öte taraftan, o DescarÂtes’ın akılcılığının da bazı pozitif yönde yönler içerdiğini saptamış ve zihnimizin, matematikÂle uğraştığı zamanki işleyiş seçimi karşısında sanki büyülenmiştir. Kant, bundan başka aslolan, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda göz kaÂmaştırıcı gelişmeler kaydeden bilimden, özelÂlikle de fizikten etkilenmiştir. Kant’ın gözünÂde ilim, öncülleri kati olan ve sistemleri,metotları, fakat Hume’unki şeklinde felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği süre, sorgulanabilen evrensel bir disiplindir. Bir ilim adamı, Kanta gore, bir taraftan kendisinden önceki ilim adamlaÂrının ulaşmış olduğu neticeleri kabul eder; gene, bu ilim adamı kabul etmiş olduğu bu sonuçlara ek olarak, yeni araştırmalara giriştiği süre, deneysel yöntemler kullanır. Ilim yansızÂdır ve nesneldir.
Öte taraftan bilimin, bilhassa de Newton tarafınca geliştirilen çağdaş fiziğin çok başarıya ulaşmış sonuçlar doğurmuş olan yöntemi, Kant’a gore, rasyonalizmi de empirizmi de aşarak gelişmiştir. Başka bir deyişle, fizik bilimi, rasyonalizmin ulaşmış olduğu neticeleri da empirizmin ulaşmış olduğu neticeleri da yanlışlayaÂrak gelişimini sürdürmektedir. Buna gore, kendisine en sağlam bilgi modeli olarak düÂşünülen matematiği örnek alan rasyonalizm, şeylerin bizatihi kendilerine yönelmeden, şeylerin kendileriyle bir temas kurmadan, yalnızca fikirleri birbirlerine bağlamakla yetinip, şeylerin kendileriyle ilgili olarak a priori sonuçlara ulaşır. Oysa fizik, mateÂmatiği de kullanarak şeylerin bizatihi kenÂdilerine yönelmekte, şeylerin kendileriyle, rasyonalizm tarafınca kurulamayan temaÂsı, başarıya ulaşmış bir şekilde kurmaktadır.
Kant’a gore, İngiliz filozofu Hume’un empirizmi, belli başlı bir nedenden daima aynı sonucun çıkacağını hiçbir süre kati olaÂrak bilemeyeceğimizi korumak için çaba sarfetmek suretiyle, nedensellikle ilgili olarak kuşkucu bir tavrı benimsemiştir. Oysa, çok başarıya ulaşmış sonuçlar elde etmiş olan fizik bilimi derhal tümüyle nedensellik ilkesine dayanmaktadır. Kant bu bağlamda, kendisine düşen işin, rasyonaÂlizm tarafınca da, tempirizm tarafınca da açıklanıp temellendirilemeyen bilimi, özelÂlikle de fizik bilimini temellendirmek, biÂlimsel bir şekilde düşündüğü süre, İnsan zihninin nasıl işlediğini sağlamak bulunduğunu düşünmüştür.
Başka bir deyişle, o felsefedeki ilk ve temel misyonunun bilimi temellendirmek, bir süre sonra da ahlâkın ve dinin rasyonelliğiÂni korumak için çaba sarfetmek olduğuna inanmıştır. Bununla beraber, bu kolay bir iş değildir, çünkü ilim ve din yüzyıllardır birbirlerine karşı amansız bir savaşım içinde olmuşlar ve ilim, dinin otoritesi karşısında mutlak bir zafer kazanma yoluna girmiştir. Bu zafer, Kant’a gore, bilimin nazar açısından iyi ve pozitif yönde olmakla beraber, ahlâk ve dinin nazar açısından tam bir felakettir.
Bilimin dinin müdahaleleri karşısında özerkliğini kazanması asla şüphe yok ki iyi bir şeydir, fakat bu, bilimsel olmayan tüm inançlarını, din ve ahlâkın temelsizleşmesi ve anlamsızlaşması anlamına geliyorsa, bilimin zaferi, İnsanlık açısından, dinin nazar açısından gerçek bir felakettir. Kant, öyleyÂse, yalnızca din, ilim ve ahlâkı temellendirÂmek durumunda kalmamış, fakat rasyonel bir varlık olmanın ne anlama geldiğini gösÂterme durumunda kalmıştır. O, işte bu gayesi gerçekleştirebilmek için, hem DesÂcartes’ın rasyonalizminden ve hem de Humeun empirizminden mühim görmüş olduğu öğeleri alıp, transendental epistemolojik idealizm diye malum kendi bilgi kuramını geliştirmiş, yükselen bilimin felsefi temelleÂrini gösterdikten sonrasında, özgürlük ve ödev düşüncesine dayanarak Hıristiyan ahlâkını müdafa uğraşı vermiştir.Bilgi GörüşleriDüşüncesinde rasyonaÂlist felsefeyle empirist felsefenin bir sentezini meydana getiren Immanuel Kant, bilgide hem deneÂyimin ve hem de aklın katkısının kaçınılmaz bulunduğunu öne sürmüştür. O, ilk olarak en rahat bir deneyimin, duyu izlenimlerinin dahi a priori bir öğeyi, deneyden türemeyen, fakat deneyi yaratan ve mümkün kılan bir öğeyi içerdiğini göstermiştir. Söz mevzusu a priori öğelere karşılık gelen süre ve mekana, deneyin transendental koşulları ismini veren Kanıt, böylelikle Hume’un mateÂmatiksel bilimlerin tümüyle analitik bir yaÂpıda olduğu görüşüne karşı, matematiğin mekan ve sayıyla ilgili yargılarının bileşik doğasını ortaya koyabilme imkanı bulabilÂmiştir.
Başka bir deyişle, zihnin bilgideki temel, ayırıcı faaliyetini deneyimden gelen ham ve işlenmemiş malzemeyi bir sentezden geçirÂmek ve bu malzemeyi birleştirip, ona bir birÂlik kazandırmak olarak tanımlayan Kant’a gore, zihin söz mevzusu sentezi, her şeyden ilkin, türlü tecrübelerimizi sezginin belli başlı kalıpları içine yerleştirerek gerçekleştirir. Sezginin söz mevzusu kalıpları ise süre ve mekandır. Buna gore, bizler şeyleri zorunluÂlukla süre ve mekan içinde olan şeyler olarak algılarız. Bununla beraber, zamanı ve mekan duyu-deneyinden türetilmiş ideler, izlenimler ya da kavramlar değildirler. Süre ve mekanla, Kant’a gore, direkt ve aracısız olarak sezgide karşılaşılır. BunÂlar sezginin a priori, doğrusu her türlü deneÂyimden ilkin gelen ve her tür deneyin onsuz olunamaz koşulları olan kalıplarıdırlar. Kısaca, bu tür durumlar duyu-deneyindeki nesneleri daima kendileri vasıtasıyla algılamakta pazarlayacağımız gözlüklerdir. O zamanı ve âmekanla ilgili bu öğretisine transendental güzel duyu ismini verdikten sonrasında, transendental analitiğe, kategoriler öğretisine geçmiş ve tıpkı, duyarlık ya da deneyimin a priori idrak formları içermesi şeklinde, doğaya ilişkin araşÂtırma ve bilginin de bağıntı, töz ve nedenÂsellik türünden a priori ilkeleri içerdiğini göstermiştir.
En bayağı fikirde dahi, sistemli, belirli kurallara uyan olÂmayan bir tarzda varolan bu kategoriler, matematiksel-mekanik bir tabiat biliminin temel öğeleri olarak ortaya çıkar ve rasyoÂnel bir tabiat kavrayışını mümkün hale getiÂrir. Başka bir deyişle, düşüncenin ya da İnsan zihninin duyu-deneyinden gelen malÂzemeye bir birlik kazandırması ya da söz koÂnusu malzemeyi bir sentezden geçirmesiyle ilgili olan belli başlı kategorilerin bulunduğunu ifade eden Kant’a gore, zihin söz mevzusu bireşim ya da birleştirme faaliyetini türlü yargılar ortaya koymak suretiyle gerçekleşÂtirir, öyleki ki bu yargılar bizim dünyaya ilişÂkin yorumumuzun temel bileşenlerini meyÂdana getirir. Deneyimde söz mevzusu olan çokluk, Kant’a gore, bizim tarafımızdan niÂcelik, kalite. bağıntı, töz şeklinde belli başlı değişÂmez formlar ya da kavramlar vasıtasıyla değerlendirilir ya da yargılanır. Mesela, niÂcelikle ilgili bir yargı söz mevzusu olduğunÂda, zihnimizde bir ya da çok olan vardır. Nitelikle ilgili bir yargı öne sürdüğümüz süre, ya pozitif yönde ya da negatif bir önerÂme ortaya koyarız. Bağıntıyla ilgili bir yarÂbesin bulunduğumuz süre ise, ya niçin ile sonucu ya da özne ile yüklem bağıntısını düşünürüz.
Tüm bu düşünme tarzları, Kant’a gore, zihnin duyu- deneyinden gelen malzemeyi birleştirme, bu malzemeyi sentezden geçirÂme ya da söz mevzusu malzemeye bir birlik kazandırma faaliyetinin temel bileşenleriÂdir. Ve bizler bu bireşim faaliyetiyle de duyu izÂlenimlerinin çokluğundan. doğrusu sonsuz sayıÂdaki darmadağınık izlenimden, tek bir tutarlı dünya resmi elde ederiz.
Kant’a gore, duyu deneyinin kapsamı içine giren her nesne, bu kategorilerden biÂrine ya da diğerine uymak durumundadır. Zira anlama yetisi, İnsan zihni bu kategoriÂlere uymayan bir şeyi hiçbir şekilde mevzu alamaz, alsa dahi anlayamaz. Görünüşlerin, fenomenlerin bir biçimde anlaşılabilmeleri için, onlara anlama yetisinin kategorileri vasıtasıyla bir yapı kazandırılması gerekÂmektedir. Anlama yetisinin kategorilerine uymayan bir şey İnsan zihni tarafınca bilinemez. Kant’a gore, duyu-deneyimiz belli başlı bir yapı ve bir birlik sergilemektedir. İşte duyu-deneyinin sergilediği bu yapı ve birÂlik, fakat ve fakat görünüşleri kendi kateÂgorilerine gore düzenleyen anlama yetisinin faaliyetiyle açıklanabilir.
Bununla beraber, kategoriler düşüncenin ya da bilginin öznel koşulları olduklarından, burada bunların nasıl olup da nesnel bir geÂçerliliğe haiz olabildiği, doğrusu nesnelere ilişÂkin bilgimizi mümkün kılan koşulları sağlaÂyabildikleri sorusu ortaya çıkar. Kant’a gore, a priori kavramlar olarak kategorilerin nesnel geçerliliği, İnsanın nesnelere ilişkin duyu-deneyinin yalnızca bu kategoriler saÂyesinde mümkün olabilmesi olgusuna dayaÂnır. Duyu-deneyinin bir nesnesi, yalnızca bu kategorilerle . Bir nesneyle ilÂgili bir fikir, onunla ilgili tüm yargılar ve bundan ötürü ona ilişkin bilgi, yalnızca kaÂtegorilerin sağlamış olduğu kavramsal çerçeve içinÂde olanaklıdır.
İnsan zihninin yalnızca, kategorileri araÂcılığıyla kendilerine bir yapı kazandırdığı fenomenleri bilebileceğini, bunun ötesi ne giderek şeylerin bizatihi kendilerini bilemeÂyeceğini, duyu deneyindeki nesnelerin İnsan zihninin işleyişine uyduğu için bilinebildikÂlerini söyleyen ve tüm empirik yasaları İnsan zihninin yasalarına indirgeyen Kant’ın bu bilgi anlayışının en mühim neticeleri, mutlak bir determinizm, bilginin sınırlılığı ve metafiziğin imkansızlığıyla ilgili sonuçÂlardır. Bilgimiz iki bakımdan sınırlıdır. Bilgi, her şeyden ilkin duyu-deneyinin dünÂyasıyla sınırlanmıştır. Bilgimiz ikinci olaÂrak, idrak etme ve düşünme yetilerimizin deÂneyimin ham malzemesini işleme .ve tanzim etme tarzlarıyla sınırlanmıştır. Kant normal olarak ki, bizlere görünen dünyanın nihai ve en yüksek gerçeklik olmadığından şüphe duymaz. Nitekim, o fenomenal gerçeklikle, doğrusu bizim duyular vasıtasıyla deneyim ettiÂğimiz dünya ile numenal gerçeklik, doğrusu duÂyusal olmayan ve akılla anlaşılabilir olan dünya içinde bir fark yapmıştır. Bir şey algılanmadığı süre nedir? Şeyin bizzatihi kendisi ne anlama gelir?MetafiziğiBiz algılamadığımız şeyleri normal olarak ki bilemeyiz. Bizim farkında olduğumuz şeyÂler numenler, şeylerin kendileri değildir de, feÂnomenlerdir, şeylerin görünüşleridir. Bizim farkında olduğumuz nesneler duyular vasıtasıyla algıÂlanan nesnelerdir. Bizler buna ek olarak, duyuÂsal dünyanın bizim zihnimiz tarafınca yaratılmadığını biliyoruz. Zihin, bu dünyayı yaratmak yerine, şeylerin kendilerinden türetilmiş olan ideleri ona yüklemektedir. Bu, bizlerden bağımsız olarak mevcud, fakat bizim kendisini yalnızca bizlere görünmüş olduğu ve bizim tarafımızdan düzenlenmiş olduğu şekliyle bilebildiğimiz bir dış gerçekliğin varolduğu anlamına gelir. Bu şekilde bir gerçeklik bizim bilgimizi arttırmaz, fakat bizlere bilgimizin sınırlarını gösterir.
Immanuel Kant bu öğretisiyle bilimsel bilginin olanaklı bulunduğunu göstererek, Newton fiziğini temellendirir, fakat varlığın genel ilkeleri, Tanrı’nın varoluşu, ruhun ölümsüzlüğü şeklinde mevzuları ele alan geleneksel metafiziği olanaksız hale getirir. Çünkü doğa ötesi faaliyetinde, ruh, Tanrı, evren kavramlarını düşündüğümüz süre, burada duyu-deneyi tarafınca sağlanan araç-gereç bulunmaz. Bilginin iki temel öğesinden birisi olan deney, deneyim öğesi doğa ötesi faaliyetinde söz mevzusu olmadığı için, akıl burada antinomilere düşer. Öyleyse, doğa ötesi faaliyetinde bilimsel bilgi olanaklı değildir.EtiğiBununla beraber, Kanıt görünüş- gerçeklik ya da fenomen- numen ayırımını İnsan varlığına uygulayarak, ahlâk imkanını kurtarmış olur. Zira, ona gore, İnsanın bir fenomen, bir de numen tarafı vardır. Kısaca, İnsanın birisi duyusal, öbürü akılla anlaşılabilir olan iki değişik boyutu vardır. Duyusal yönüyle ele alındığında, İnsan doğadaki mekanizmanın bir parçasıdır. Başka bir deyişle, İnsan fiziki eğilimleriyle, içgüdüleriyle fenomenler dünyasının bir öğesidir.
Buna rağmen, İnsan kendisini hayvandan farklı kılan aklıyla, fenomenler dünyasının üzerine yükselir, aklı yardımıyla, nedenselliğin, tabii zorunluluğun yargı sürdüğü dünyanın ötesine geçip özgür olur. Başka bir deyişle, metafiziğin fakat ergonomik akıl faaliyetinde, ahlâki iradenin kati kanaatleriyle mümkün olabileceğini korumak için çaba sarfeden ve deneyimdeki a priori öğeyi çıkarsama yöntemini, ahlâk faaliyetinde ahlâki yargılara da tatbik eden Kanıt, ilkin ahlâki yargıları ruhsal bir açıdan değerlendirmiş ve sonrasında kategorik buyrukla, doğrusu formel olarak koşulsuz olma özelliğiyle, ahlâk alanındaki a priori öğeyi elde etmiştir.
Ona gore, kategorik buyruğun, doğrusu İnsandan İnsan olduğundan belirgin şeyleri yapması isteyen ahlâk yasasının, iyi iradenin tanınması, İnsanın yüceliğini, gerçek kişiliğini ve İnsan varlıklarını kişiler olarak birbirlerine bağlayan halkayı oluşturur. Ergonomik ve ahlâki temeller üstünde gelişen bir doğa ötesi öne devam eden Kant’ın felsefesinde, bu ikinci alan, teÂorik aklın zorunlulukla belirlenen duyusal dünyasından sonrasında, ergonomik aklın özgürlükle belirlenen akılla anlaşılabilir dünyası olarak ortaya çıkar. Akılla anlaşılabilir özgürlük dünyasının fiziki ve tabii dünyayla olan ilişÂkisinin ne olduğu sorusu ise, Kant’ı her iki dünyayı da uyumlu kılan bir tanrısal seviye postülasıyla, ölümsüzlük postülasına götürür ki, bu postülalar da ifadesini Tanrı düşünceÂsinde bulmaktadır
YORUMLAR