KALINTI a. 1. Bir bütünden artakalan ve kullanım kıymeti olmayan şey; artık. -2. Eski bir kentten, yapıdan geride kalmış yıkıntı; h...
KALINTI a.
1. Bir bütünden artakalan ve kullanım kıymeti olmayan şey; artık.
-2. Eski bir kentten, yapıdan geride kalmış yıkıntı; harabe, yıkıntı, ören: Antik bir kentin kalıntıları. (Bk. ansikl. böl.)
3. Bir şeyden, bilhassa de bir toplumdan, bir kültürden, bir uygarlıktan vb. kalmış olan şey: Geçmiş kültürlerin kalıntıları.
—Istat. Bir başka nicelik çıkarıldıktan sonrasında geri kalan nicelik. (Hesaplanan değerle gözlenen kıymet arasındaki fark, bir hatanın karşılığı olan bir kalıntıdır.)
—Metalürj. Bir metalde ya da alaşımda dağılmış halde bulunan ve çoğu zaman istenmeyen metal ya da ametal maddeler. (Bunlar çoğunlukla, metalin üretimi esnasında elenemeyen silikatlar, alüminatlar, kolay oksitler ve sülfürlerdir; ek olarak döküm esnasında [kirlenme] karışan ateşe dayanıklı malzemelerden oluşabilir. Her alaşımda, mikrometreden milimetrenin onda birine kadar değişen boyutlarda kalıntılar yer alır. Kalıntıların bir kısmı yassılaşabilir ve sıcak biçimlendirmeden sonrasında enine haddelenmiş çubukların sünekliğini azaltan kalıntı çizgileri oluşturur; ek olarak haddelenmiş saclar kalınlıkları yönünde yırtılabilir.) [Eşanl. ENKLüZYON] || Gömülmüş kalıntı, .katılaşma esnasında metal içinde hapsolan izabe curufu katmanı.
—Ziraat. Çayırda ya da ahırda hayvanların yemeyip bıraktığı besinler (Çayırda, otların ya da nebat örtüsünün bir kısmı, bitkilerin iştah çekici olmaması ya da hayvan sayısının azlığı sebebiyle otlanmadan kalır. Bu kalıntılar, otların tekrardan tertipli bir halde bitmesi için biçilmelidir.)
♦ sıt. Fizyol. Kalıntı hava, sıkıntılı bir nefes verdikten sonrasında akciğerlerde kalan hava miktarı.
—Jeomorfol. Kalıntı şekil ya da engebe, bugünkü morfoklimatik koşullara denk düşmeyen engebe biçimi. (Her kalıntı engebenin iklime tekrardan uyum göstermesi gerekir; böylece nehirler, buzul tekne vadilerin dibini doldurur; arazideki yuvarlanma, döküntü ve kaymalar çeperlerini yumuşatır; seller, kendilerini kesen sürgülerde ya da asılı vadi kollarında boğazlar açar.) [Eşanl. RELİK BİÇİM.] || Kalıntı engebe, varlığını sürdürmeyi ya bir su kısmı çizgisi üstündeki konumuna ya da kendisini donatan kayaların direncine borçlu olan bir engebe biçimi. (Bir kalıntı engebe, daha sonraki aşımımla büyük seviyede parçalanmış eski bir topografyanın kalıntısıdır [örn. bir inselberg ya da bir tanık tepe])
—Mad. oc ve. Taşoc. Kalıntı topuk, ufak kesitli artık topuk.
—ürol. Kalıntı idrar, idrar tutulması olan hastalarda işemeden sonrasında idrar torbasında kalan idrar miktarı. (Kalıntı idrar, hasta elden geldiğince tam işetildikten sonrasında bir sonda takılarak ölçülür.)
—ANSİKL. GüZ. sant. Rönesans ustaları, manzaraların pitoresk öğelerini oluşturan ve hem pagan dünyasının sonunu hem de bu dünyanın anısının sürekliliğini simgeleyen kalıntıların şiirsel yönünü hissettiler; kalıntı öğesini ilk kullanan sanatçılardan biri de Mantegna'ydı (Aziz Sebastia- nus, Louvre); Çobanların ya da Müneccim kralların tapınması konusunu işleyen XV. yy. flaman ressamlar da bu öğeyi kullandılar. XVII. yy.'da kalıntı görünümleri görünüm resimlerinde ya da günlük yaşam sahnelerinde daha da yaygınlaştı. Sadece resimde kalıntı unsuru bilhassa XVIII. yy.'da Winckelmann, R. Adam, Cochin ve Caylus'ün Herculanum, Pompei, Paestum, Segesta, Agrigento üstüne yaptıkları çalışmaların etkisiyle büyük ehemmiyet kazanmıştır. 1743'ten başlayarak Pira- nesi'nin gravürleri bu arkeolojik romantizmin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuş oldu, ıtalyan Bibbiena ve Pannini'nin sanatını en iyi sürdüren transız Hubert Robert oldu. Mimarlık alanında, kalıntı zevkinin en yetkin uygulamaları İngiliz bahçelerini süsleyen yapılardır: gerçek (Möröville parkı) ya da yapma (Betz'deki çatlak duvarlı kule) gotik kalıntılar ya da Antikçağ klasik kalıntıları (Monceau parkı).
1. Bir bütünden artakalan ve kullanım kıymeti olmayan şey; artık.
-2. Eski bir kentten, yapıdan geride kalmış yıkıntı; harabe, yıkıntı, ören: Antik bir kentin kalıntıları. (Bk. ansikl. böl.)
3. Bir şeyden, bilhassa de bir toplumdan, bir kültürden, bir uygarlıktan vb. kalmış olan şey: Geçmiş kültürlerin kalıntıları.
—Istat. Bir başka nicelik çıkarıldıktan sonrasında geri kalan nicelik. (Hesaplanan değerle gözlenen kıymet arasındaki fark, bir hatanın karşılığı olan bir kalıntıdır.)
—Metalürj. Bir metalde ya da alaşımda dağılmış halde bulunan ve çoğu zaman istenmeyen metal ya da ametal maddeler. (Bunlar çoğunlukla, metalin üretimi esnasında elenemeyen silikatlar, alüminatlar, kolay oksitler ve sülfürlerdir; ek olarak döküm esnasında [kirlenme] karışan ateşe dayanıklı malzemelerden oluşabilir. Her alaşımda, mikrometreden milimetrenin onda birine kadar değişen boyutlarda kalıntılar yer alır. Kalıntıların bir kısmı yassılaşabilir ve sıcak biçimlendirmeden sonrasında enine haddelenmiş çubukların sünekliğini azaltan kalıntı çizgileri oluşturur; ek olarak haddelenmiş saclar kalınlıkları yönünde yırtılabilir.) [Eşanl. ENKLüZYON] || Gömülmüş kalıntı, .katılaşma esnasında metal içinde hapsolan izabe curufu katmanı.
—Ziraat. Çayırda ya da ahırda hayvanların yemeyip bıraktığı besinler (Çayırda, otların ya da nebat örtüsünün bir kısmı, bitkilerin iştah çekici olmaması ya da hayvan sayısının azlığı sebebiyle otlanmadan kalır. Bu kalıntılar, otların tekrardan tertipli bir halde bitmesi için biçilmelidir.)
♦ sıt. Fizyol. Kalıntı hava, sıkıntılı bir nefes verdikten sonrasında akciğerlerde kalan hava miktarı.
—Jeomorfol. Kalıntı şekil ya da engebe, bugünkü morfoklimatik koşullara denk düşmeyen engebe biçimi. (Her kalıntı engebenin iklime tekrardan uyum göstermesi gerekir; böylece nehirler, buzul tekne vadilerin dibini doldurur; arazideki yuvarlanma, döküntü ve kaymalar çeperlerini yumuşatır; seller, kendilerini kesen sürgülerde ya da asılı vadi kollarında boğazlar açar.) [Eşanl. RELİK BİÇİM.] || Kalıntı engebe, varlığını sürdürmeyi ya bir su kısmı çizgisi üstündeki konumuna ya da kendisini donatan kayaların direncine borçlu olan bir engebe biçimi. (Bir kalıntı engebe, daha sonraki aşımımla büyük seviyede parçalanmış eski bir topografyanın kalıntısıdır [örn. bir inselberg ya da bir tanık tepe])
—Mad. oc ve. Taşoc. Kalıntı topuk, ufak kesitli artık topuk.
—ürol. Kalıntı idrar, idrar tutulması olan hastalarda işemeden sonrasında idrar torbasında kalan idrar miktarı. (Kalıntı idrar, hasta elden geldiğince tam işetildikten sonrasında bir sonda takılarak ölçülür.)
—ANSİKL. GüZ. sant. Rönesans ustaları, manzaraların pitoresk öğelerini oluşturan ve hem pagan dünyasının sonunu hem de bu dünyanın anısının sürekliliğini simgeleyen kalıntıların şiirsel yönünü hissettiler; kalıntı öğesini ilk kullanan sanatçılardan biri de Mantegna'ydı (Aziz Sebastia- nus, Louvre); Çobanların ya da Müneccim kralların tapınması konusunu işleyen XV. yy. flaman ressamlar da bu öğeyi kullandılar. XVII. yy.'da kalıntı görünümleri görünüm resimlerinde ya da günlük yaşam sahnelerinde daha da yaygınlaştı. Sadece resimde kalıntı unsuru bilhassa XVIII. yy.'da Winckelmann, R. Adam, Cochin ve Caylus'ün Herculanum, Pompei, Paestum, Segesta, Agrigento üstüne yaptıkları çalışmaların etkisiyle büyük ehemmiyet kazanmıştır. 1743'ten başlayarak Pira- nesi'nin gravürleri bu arkeolojik romantizmin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuş oldu, ıtalyan Bibbiena ve Pannini'nin sanatını en iyi sürdüren transız Hubert Robert oldu. Mimarlık alanında, kalıntı zevkinin en yetkin uygulamaları İngiliz bahçelerini süsleyen yapılardır: gerçek (Möröville parkı) ya da yapma (Betz'deki çatlak duvarlı kule) gotik kalıntılar ya da Antikçağ klasik kalıntıları (Monceau parkı).
Kaynak: Büyük Larousse
Zamanı yapıt, zamanı kalıntı, el sanatı nedir?
Kalıntı Teoremi
Matematikte kalıntı ne anlama gelir?
kalıntı
isim
1 . Artıp kalan şey, bakiye.
2 . Bir kentten ya da mimarlık kitabından artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, yıkıntı:
"Efes, Bergama'nın kalıntıları, ulaştıkları uygarlığı serer gözler önüne."- N. Cumalı.
3 . İz, işaret.
4 . mecaz Bir cemiyet, kültür, uygarlık vb.den artakalan şey:
"Bu babacan, felsefeci ve hazırcevap insanoğlu kuşağı, tükenen bir görgü devrinin son kalıntıları gibidir."- H. Taner.
isim
1 . Artıp kalan şey, bakiye.
2 . Bir kentten ya da mimarlık kitabından artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, yıkıntı:
"Efes, Bergama'nın kalıntıları, ulaştıkları uygarlığı serer gözler önüne."- N. Cumalı.
3 . İz, işaret.
4 . mecaz Bir cemiyet, kültür, uygarlık vb.den artakalan şey:
"Bu babacan, felsefeci ve hazırcevap insanoğlu kuşağı, tükenen bir görgü devrinin son kalıntıları gibidir."- H. Taner.
kalıntı ingilizcesi
- remnant, remainder, leavings; ruin, ruins; residue; mark, trace
Zamanı yapıt, zamanı kalıntı, el sanatı nedir?
Kalıntı Teoremi
Matematikte kalıntı ne anlama gelir?
YORUMLAR