Bireysel Psikoloji

Bireysel Psikoloji Bireysel Psikoloji, Alfred Adler tarafınca geliştirilen, psikanalizden ayrı olarak daha çok toplumsallık ve...



Bireysel Psikoloji





Bireysel Psikoloji, Alfred Adler tarafınca geliştirilen, psikanalizden ayrı olarak daha çok toplumsallık ve bütünlüğe ehemmiyet veren ruhsal kuram. Yaşamın önünde saklı yatıp gelişme, uğraş harcama, iş görme eğilimiyle kendini açığa vuran gizemsel yaratıcı gücü kavrama arzusu, bununla birlikte belirgin bir alandaki yenilgiyi bir başka alanda sağlayacak başarıyla dengeleme isteğinden doğup çıkmıştır.
Adler, başlangıçta Sigmund Freud'un izleyicilerindenken, bir süre sonra düşünce ayrılığına düşerek kendini bireysel psikolojiyi geliştirmeye adamıştır. Bununla birlikte Aşağılık kompleksi, üstünlük kompleksi şeklinde karmaşalar öne sürmüştür. Pek çok bakımdan Freud'un kuramına karşı geliştirdiği kavramlar vardır. 'Ego' karşısında 'kişilik' şeklinde.

Bir takım İlkeleri

  • Mantık, yaşam istemi, sevgi insan sevgisi, ortaklık ve dil, toplumsal yaşamın gereksinimleridir. Nevrozu açığa çıkarmak için çabalayan nevrotik; toplumsal yaşama karşı yöneltilmiştir.
  • Mantık dahi karşı zorlanım egemenliği altında kalır. Psikozda olduğu şeklinde, bu süreç sonunda mantığın etkisizleşmesine kadar gidebilir.
  • Bir nevrozu ve psikozu tedavi etmek için hastanın tüm yaşam şekillerini değiştirip, hiçbir şart öne sürmeksizin toplumun içine döndürülmelidir.

Bireysel Psikoloji Yöntemi
Adler, nevroz ve psikozun temel bir özelliği olarak ele almış olduğu "Mesafe Problemi"nunda, bireysel psikolojinin ergonomik öneminden şu şekilde bahseder:

"Ferdin yaşam planı ve yaşam çizgilerinin yaşama karşı, topluma karşı, toplumdan prestij kazanmak için planlarından ve grup bilincinin doğasından saptanabilen kesinlik derecesinde aranmalıdır."

Adler, bireysel psikolojide daha çok üç öğe üstünde durur; eski anılar (bilhassa çocuklukları), ailedeki yeri (kaçıncı çocuk olduğu, tek mi, ikiz mi, kalabalık bir aile mi olduğu), rüya yorumları. Bunun yanı sıra insan, toplumdan bağımsız olarak bir insan değildir. Toplumla birlikte ele alınarak değerlendirilmelidir. İnsan devamlı üstünlük kurma, aşağılık duruma düşürme şeklinde davranışların izini sürer.
Kendi öne sürdüğü kurala gore;

"Ruhsal bir eylemin ya da onun yaşam planının gayesi tanınınca, o vakit onu oluşturan parçaların tüm hareketlerinin hem gaye hem de planıyla çakışacağını var sayılmaz."

Ruhsal Hermafrodizm
Çocuğun gelişim evrelerinde kalıtımsal noksan organlara, organik sistemlere ve iç salgılamak bezelerine haiz olmanın yarattığı durumun; düzgüsel bir zayıflık ve çaresizlik duygusu çok fazla seviyede şiddetlenmiş ve derinden hissedilen bir aşağılık duygusuna dönüşmesidir. Zayıflık, hastalıklı olma, sakarlık, beceriksizlik, kekemelik, konuşma bozukluğu, yatağa işeme bozuklukları görülebilir. Ekranda görülen pencereden dolayı ceza gören, aşağılanan ya da dışlanan çocuk cemiyet içinde uyumsuz hale gelir.
Yalnız bu kenara itilme duygusu fazla uzun sürmez, aşırlı duyarlılık gelişir, ruh dengesi bozulur. Bu şekilde çocuklarda üstünlük kurma, haiz olma, ele geçirme, her şeyi bilme arzusu önplandadır. Asil bir kökten geldiklerine, kahraman olduklarına, benzersizliklerine inanırlar. Hep bu ve bunun şeklinde çabaların peşindedirler. Ele geçiremedikleri, karşılayamadıkları her istek için daha da hırslanırlar.
Bunlara gore Adler şunu dile getirir:

"Etken ve edilgen niteliklerin bir karışımının daima bulunmasına rağmen, kızsı bir boyun eğme eğiliminin oğlansı bir meydan okuma türüne dönüşmesi de söz mevzusudur."

Erkeksi Protesto
Adler'e gore adam; kişi olarak doğuştan gelen bir üstünlüğe haizdir. Buna bir eşitlik ilkesi değildir de, toplumun ataerkil bir yapıya haiz oluşundan dolayı inanır. Buna gore bulunmuş olduğu çevre, ailesel faktörlerden dolayı kız çocuğun aşağılık duruma düşmesi, adam olma isteği, cinsel kalite yönünden yanlış anlayarak tercih değişikliğine niçin olur. Bunun sebebini eksiklik duygusu olarak görür.
Adam tarafınca bu eksiklik duygusu yaşandığında, şahıs gelecekte çok fazla duyarlı, alıngan, şiddete dayanan bir yaşam sürer. Geçmiş anılar, ruhsal şartları, kadınsı olmaya başlamasına niçin olabilir. Bunun sebebi olaraksa hanımlar tarafınca aşağılanmak, çocukluğunda kızsı bir yaşam sürmek ya da olağandışı durumları gösterir.

Bireysel Psikolojide 'Nevroz'
Adler'in nevrozla ilgili şu formül dikkat çekicidir:

Fert + tecrübe + çevre + yaşamın talepleri = Bir nevroz
Çözümlenmesiyle ilgi olarak da şu formülü ortaya atar:
Değerlendirme + Tanzim etme (Deneyimler + Karakter + Duygusallık + Semptomlar) = Kişilik ideali

Ve şu şekilde ekler:

"Tasarlanmış olan tek kati ve durağan nokta kişilik idealidir. Nevrotik, tanrısallığa daha çok yaklaşmak amacıyla, bireyselliğini, deneyimlerini ve çevresini yan tutucu bir şekilde değerlendirir."

Adler, 1913 senesinde açıklamış olduğu "Bireysel Psikolojinin Uygulanması İçin Yeni Yol Gösterici İlkeler"de, şunlardan bahseder:

  • Her nevrozu bir üstünlük duygusu kazanmak amacıyla kişinin kendisini aşağılık duygusundan kurtarmaya emek harcaması olarak tanımlayabiliriz.
  • Nevrozun yolu ne toplumsal vazife yapma yönüne gider, ne de yaşam sorunlarını çözmeye yöneliktir; o, minik aile çevresinden kendisine bir çıkış yolu bularak, hastanın soyutlanmasını sağlar.

Nevrozun bilinçdışı önermeleri

  • Her türlü şart altında insan ilişkileri bir mücadeleyi temsil eder.
  • Kadının seksi aşağı konumdadır ve tepkisiyle adam gücünün ölçümü olarak vazife yapar.

Zorlanım nevrozu
Zorlanım nevrozu, gıda alınımında sinirsel reddetme, açlık zorlanımı, mastürbasyon şeklinde geniş sorunlardır.
Kişinin yapmak zorunda olmasına rağmen yapmamakta direndiği, başka taraftan yapmaması gerekenleri yapmış olduğu nevroz çeşitidir.

Aşağılık Kompleksi
Aşağılık kompleksi, kişinin bir takım yönlerde kendini öbürlerinden aşağı hissetmesi anlamında kullanılır.
Bu komplekse haiz kişilerde çoğu zaman kendini kanıtlama etme uğraşı görülür. Çoğunlukla farkına varılmaz ve telafi etme düşüncesi, kişileri eziyet içine götürür, şaşırtıcı bir kazanım ya da çok fazla bir antisosyal davranışla sonuçlanır.

üstünlük Kompleksi
üstünlük komleksi kişinin doğuştan mevcud aşağılık kompleksine dayanarak kendini başka insanlardan daha üstün görme, yüceltme karmaşasıdır. Şahıs hep üstün duruma geçme, haiz olma, kendini kahraman şeklinde görme davranışları gösterir.
Adler, bu şeklinde insanların aile, geçmiş anılar şeklinde faktörlerden dolayı toplumun haricinde kaldığını, soyutlandığını ifade eder.
Tedavi şeklininse dostane ve güleryüz etrafında, içinde bulundukları şartları hoşgörü etrafında anlatarak onları bu durumdan kurtarmamız icap ettiğini savunur. Onun için bundan başka çıkar yol yoktur.

Sinirsel Uykusuzluk
Sinirsel uykusuzluk, özetlemek gerekirse uykusuzluk, bireysel psikolojide de olduğundan değişik işlenmemiştir. Genel olarak, bilhassa ağır uykusuzluk türlerini psikozun habercisi olarak görmüştür.
Tedavi yöntemi olaraksa hastaya; hastalığın pozitif yönde bir biçimde tedavi edilebilecek olduğuna inandırıp, uyumasını engellemiş olan fikirlerin öğrenilerek onun için önemsiz olduğuna şartlandırılmasıdır.
Adler, bu mevzuda şunları sezinleyerek dile getirmiştir:

"Başka türlü ya ulaşılamayacak ya da ama kişinin tüm benliğin dikkatli sorumluluğunun kullanılmasıyla ulaşılabilecek bir benliğin dikkatli sorumluluğunun kullanılmasıyla ulaşılabilecek bir şeyi hiçbir sorumluluğuna atına girmeden elde etme."

Bununla birlikte Adler, uykuda alınan pozisyonlar üstüne de değerlendirmeler yapmıştır. Alınan pozisyonlarla ruhsal durumun, sinirsel uykusuzluğun, çok uyumanın ya da sorunların kîsmi olarak anlaşılabileceğini ileri sürmüş; "Bireysel Psikoloji" adlı eserinde ek olarak yer vermiştir.

Eşcinsellik
Adler, pek çok psikologdan ve genel düşüncelerden ayrı olarak, eşcinsellik hakkında yeni görüşler katmıştır. Kalıtımsal kadınsı ve erkeksi faktörlerin, adam eşcinseller içinde, bir kadındaki kadınsı özelliklerden daha kolay görülebilir bulunduğunu belirtmiştir.
Eşcinselin toplumsal yaşama karşı düşmanca bir tavır içinde bulunduğunu, tercihi ve içinde bulunmuş olduğu vaziyet yüzünden mesleğini değiştirdiğini, geç başlayıp erken biten bir dönem bulunduğunu gözlemlemiştir.
Başka taraftan iki, üç yaş arası gelişme çağlarından başlayarak çocuğun yalnız karşı cinsten arkadaşlarla büyümesi, cinsel niteliğini anlayamaması ve ailenin bu nedenle üzerine düşmemesi şeklinde faktörleri öne sürmüştür. Ailedeki başka bireylerin kız, çocuğun adam, ya da başka bireylerin adam, çocuğun kız olması şeklinde durumları değerlendirmiştir.
Eserlerinde bu şartları ele alırken vakaları ve eşcinsellik faktörlerini ayrı almış, esas olarak işlemiştir.

Bireysel Psikoloji Hakkında Yorumlar

"Bireysel psikoloji kuşkusuz, bireysel insanla ilgilenir ve insanoğlunun içgüdüsel dürtülerini doyum etmeye çalışmış olduğu yolları inceler. Ama, yalnızca çok nadiren ve belirtli istisnai koşullar altında, bir insanı başka bireylerle olan ilişkisinden soyutlayan bir vaziyet içinde kalma şartları söz mevzusudur. Ferdin ruhsal yaşantısında başka insanoğlu genellikle model, nesne, destek olarak ya da karşıt olarak düşünülmek zorundadır. Böyleylik, başından itibaren, bireysel psikoloji, kendiliğinden, cemiyet psikolojisidir de - genel mealde değildir, yalnız bu sınırlar içinde."
Sigmund Freud









  • Bireysel Sporlar Nedir? Bireysel Sporlar


  • Bireysel farklılıklar nedir?


  • Bireysel Nedir?





BİREYSEL PSİKOLOJİ


Adler çevresindekiler tarafınca muhteşem enerjik, insan davranışlarına gösterdiği ilgi ve çalışmalarında yorulmak bilmeyen bir şahıs olarak tanımlanmıştır. "Averaj insan"a karşı duyduğu ilgi yazılarının çoğunda belirgindir. Öğrencilik yıllarından başlayarak, yaşamı süresince toplumsal sorunlara eğilmiş ve üni-versiteden mezun olduktan sonrasında Viyana'nın yoksul bir mahallesinde emek vermeyi yeğlemişti. O dönemde Avusturya'da reformcu bir grup olan sosyal-demokratların oluşumlarına da katılan Adler, eğitimde düzeltim ve çocuk yetiştirme sistemlerinin-,metotlarının geliştirilmesi şeklinde mevzularda etkin emek harcamalar yapmış, insanoğlunun basmakalıp ölçütlerle değerlendirilmesine karşı çıkan yazılar yazmıştır.




Toplumsal sorunlara karşı geliştirdiği tepkici tutumlarına rağmen Adler, eğlenceyi ve toplulukları seven, müziğe ve yemeğe düşkün, sıcak ve candan bir insan olarak tanımlanır. Averaj in¬sana karşı duyduğu ilgi sebebiyle, geliştirdiği kavramlara halkın da kavrayabileceği bir ifade şekli aramış ve bu mevzuda gerçek-ten de hedefinize ulaşmıştı.

Adler, insan davranışlarının kişinin kendi içsel yaşantılarının çözümlenmesiyle açıklanabileceğine inanmıştı. Ona gore, davranışların ortaya çıkış sebepleri kişinin çevresindeki vakalarda aranmamalıdır. Davranışlar o anda kişinin "derisinin altında" yaşanmış olan olayların ürünü olarak ortaya çıkar. İnsanın vücutları içinde gelişen bu öznel yaşantıların başlıca belirleyicileri, o kişinin kıymet yargıları, geliştirmiş olduğu tutumlar, ilgi alanları ve fikir biçimleridir. Bu nedenle, bu insanoğlunun gerçeği yorumlama biçimini yansıtan düşünceler davranışlarının başlıca belirleyicileridir. Bir başka deyişle, davranışların oluşumunda, çevredeki ''gerçek" olaylardan çok, kişinin onları iyi mi görmüş olduğu ve yorumladığı önemlidir.

Gerçekte Adler, nesnel etmenlerin rolünü tümden reddetmemiştir. Doğuştan mevcud gizilgüçlerden, organ eksikliği karmaşasından ve çocuk yetiştirme sistemlerinden-,metotlarından söz ederken bunlara da değinmiştir. Ama, sakat bir bacak, yoksulluk, çok fazla ceza verici ana-baba tutumları şeklinde nesnel vakalar değerlendirilirken aslolan mühim olan, kişinin bu durumlara karşı hangi tepkileri geliştirmiş olduğudur.

Ferdin davranışlarına yön veren düşünceler, çevresindeki gerçek olayların simgesel temsilcileridir. Bu düşünceler onlara ilişkin vakalarla özdeş değildir, "gerçek" olmaktan çok "imgelemsel"dir; bütün ülkelerce inananların sayısı kadar inançlar vardır. Büyük bölümü inanç gerçeğe oldukça yakındır; ama inançlardaki "yanılgı" oranı nevrozun belirleyicisi olur.

Bir vakaya ilişkin düşünceler o olayın soyutlaşmış şekli olduğundan, yanılgı da olağan bir sonuçtur. Ama insan gene de bu düşünceler vasıtasıyla çevresindeki vakalarla kafa edebilir.

İnsan bu kavramları, yaşam kargaşası içinde yolunu bulabilmek için yaratır. Kendisine özgü ve imgeleminin ürünü olan bu düşünceler, yaşamının amaçlarını saptar, his ve davranışlarını da bu amaca doğru yönlendirir. Adler bundan dolayı imgclemsel gaye (fictional goal, fictional finalism) terimini kullanır. Bu kavrama gore, davranışlar insanoğlunun geleceğe yönelik maksatları tarafınca belirlenir. Terapist, kişinin amaçlarını bilirse onun hangi davranışları göstereceğini evvelde kestirebilir. Adler'in burada tanımladığı, nesnel bir gelecek olmayıp, kişinin o anda mevcud geleceğe yönelik fikir ve beklentileridir.

Adler, insanoğlunun en mühim ayırıcı niteliğinin, bütünlüğünü ve özgünlüğünü gerçekleştirme ve sürdürme eğilimi olduğu görüşünü savunmuş olan ilk araştırıcıdır. İnsan, ara sıra uygunsuz ve sapkın tepkilerde bulunsa da, davranışlarında belli başlı bir tutar-lığı sürdürmek için uğraş gösterir. Algılar, düşünceler, düşler, eylemler ve nevrotik emareler, Adler'in sonradan yaşam şekli ismini verdiği içsel bir sistemle ilişki durumundadırlar. Kişinin alışılmış davranış örüntüleri, bir başka deyişle yaşam şekli, genel bir amaca erişebilmek için geliştirilir. Yaşam şekli her insanoğlunun tek ve emsalsiz bulunduğunu açıklayan bir ilkedir. Yaşam şekli ortalama dört ya da beş yaşlarına kadar oluşur ve sonraki yaşam bu biçime uygun olarak sürdürülür (Adler, 1963). İnsan sonraki yaşamının kendine özgü yaşantı biçimlerine ifade bulabilmek amacıyla yeni yollar geliştirebilirse de, çoğu zaman, bu tür durumlar ilk yaşlarda oluşan temel biçimin uzantıları niteliğindedir.

Adler, insan davranışlarının, yaşamın ilk gününden başlayarak, toplumsal bir yapı içinde geliştiğini vurgular. Aile içinde doğan çocuğun, anne ve başka aile üyeleriyle çok yakın ilişkiler geliştirmesi kaçınılmaz bir durumdur. Çocuğun çevresindeki insanların oluşturduğu koşullar, sonradan geliştireceği davranış örüntülerinin belirlenmesinde mühim bir rol oynar. Uygar cemiyet öylesi bir düzendir ki, erişkin bir insanoğlunun davranışları çevresindeki başka kişilerin davranışlarıyla iç içe geçişmiş bir durumdadır. Kimse kendisini bu düzenden soyutlayamaz ve seviye, her insanoğlunun öğrenmesi ihtiyaç duyulan ve "hangisini oynayacağı evvelde belirlenen oyunun kuralları"na gore işler. Bu nedenle, insan davranışları ama toplumsal içeriğiyle beraber incelenebilir. Bundan dolayı Adler, Bireysel Psikoloji'yi bir toplumsal psikoloji kuramı olarak nitelendirmiştir. Bireysel Psikoloji, insanoğlunun toplumsal davranışlarını vurgular ve onun kişilerarası ilişkilerde gösterdiği tepkilere ilk olarak ehemmiyet verir.

Bireysel psikolojide veriler, araştırma mevzusu olan insanoğlunun öznel dünyasından toplanır. Bu nedenle, Adler'in davranışları araştırma yöntemi, kişiyi, algıları, fikirleri, amaçlan ve başka öznel tepkileri üstünde konuşmaya yöneltme biçimindedir. Bu yöntem, günümüzde sözü çok edilen fenomenolojik yaklaşımla özdeş niteliktedir. Adler, insanı incelerken, onun vakaları iyi mi algıladığına ve başka insanlarla ilişkilerinde kendisim iyi mi değerlendirdiğine ehemmiyet vermiştir. Bu nedenle davranışı incelemede izlenecek yöntemde asal olan, gözlemcinin kendi algıları değildir. Davranışları çözümleme durumunda olan şahıs öznel gözlemci durumunda olmalıdır. Bu ise empati kanalıyla gerçekleştirilebilir. Bir başka deyişle, gözlemci, vakaları kişinin onları görmüş olduğu gözle görmeye, kendini onun yerine koyarak düşünmeye, hissetmeye ve davranmaya çalışmalıdır. Adler bu konuyu, "onun gözleriyle görebilmeli, onun kulaklarıyla işitebilmeliyiz" sözleriyle dile getirir (Adler, 1963).

ORGAN EKSİKLİĞİ, EKSİKLİK (AŞAĞILIK) DUYGUSU VE üSTüNLüK ÇABASI

Her insan belli başlı şekilde işleyen bir fizik yapıyla dünyaya gelir. Ama, insanoğlu fizyolojik donanım yönünden farklılıklar gösterirler. Adler bu farklılıkları, zekâ gerilikleri haricinde, fazla mühim bulmaz. Ona gore, her insan kendisi için lüzumlu olan her şeyi yapabilir, farklılıklara rağmen mühim olan, kişinin kendi donanımıyla neler yapabildiğidir. Adler bu görüşlerini izah ederken, bedensel eksiliği olan kişilerin durumunu çoğunlukla vurgulamış, organ eksikliği başlığı altında, doğuştan mevcud türlü sakatlıklara geliştirilen tepkileri incelemiştir.

Konjenital kalp hastalıkları, kısa boyluluk, ileri oranda görme bozuklukları, fizyonomik kusurlar, bir takım hastalıklara yapısal eğilim vb. durumlar pek çok kez kalıtsal kökenlidir ya da doğuştan vardır. Adler'e gore mühim olan, bu şekilde bir bedensel kusurun biyolojik niteliğinden çok, kişinin bu şartları iyi mi karşıladığı ve onun yaşamını iyi mi etkilediği hususudur. Organ eksikliğine karşı yapıcı tepki geliştirmiş kişiler içinde, kekemeliğini Ödünleme uğraşı sonucu ünlü bir konuşmacı olan Demosten, aksayan bacağına rağmen spor geçmişine muhteşem başarılarla geçmiş olan ünlü koşucu Nurtni sayılabilir. Buna karşılık, mesela bir takım kekeme kişiler, bu özürlerini, eksikliklerine karşı geliştirdikleri saygınlık kazanma düşlerini sürdürebilme amacıyla kullanırlar. Bu şekilde bir şahıs, eğer kekeme olmasaydı ne denli üstün bir varlık olabileceğini düşler. Bu rüya, özürünün yarattığı eksiklik duygularını ödünlemede ona destek sunar. ,

Freud ve seyircileri kekemeliği, id'den gelen içgüdüsel dürtülerin ağız bölgesinde doyum araması sonucu oluşan ruhsal bir davranış örüntüsü olarak açıklar. Adler için söz konusu bir işlevsel kusur ama, yukarıdaki örneklerde belirtildiği şeklinde, saygınlık kazanma çabasında ya da eksiklik hislerinin ödünlemesinde bir odak noktası haline geldiği vakit ehemmiyet kazanır. Odak noktası daima Demosten örneğinde olmasıyla birlikte dikkatli değildir. Bilinçdışında okula gitmekten korkan bir çocuk, sabahları kusabilir, çünkü midesi onun en zayıf organıdır. Freud'un seyircileri bu şekilde bir olguyu bir müdafa mekanizması türü olarak yorumlar. Adler ise aynı vakası ruhsal bir gerilim durumunun zayıf bir organda yansıması olarak değerlendirir.
Adler bununla birlikte, "organların dilinden" söz eder. Mesela, kusma durumları, çocuğun pek çok kez bilincinde olmadığı ve kabul etmediği korkunun bir anlatımıdır. Bu şekilde bir çocuğun mide sorununu devamlı bir emare durumuna getirmesi ya da getirmemesi, onun yaşama karşı geliştirdiği genel tutumuna bağlıdır. Burada mühim olan, çocuğun bedensel zayıflığından çok, duruma geliştirdiği tepkidir.

Çocuk, kuvvetli yetişkinler içinde yaşayan çaresiz bir varlıktır. İnsan tabiat güçlerine, hatta bir takım hayvan türlerine oranla da zayıf bir varlıktır. Bundan dolayı, her insanoğlunun varoluşunda eksiklik duygusu mevcuttur. İnsan, çocukluk dönemlerindeki şartları ve sonraki yıllarda da evrenle olan ilişkisinden dolayı yaşamına düzgüsel bir çaresizlik içinde başlar. Yaşamı süresince, kısa süre önce kendisine egemen olan insanoğlu ve tabii güçler üstünde üstünlük oluşturmak ve enerjisini kanıtlamak için uğraş gösterir. Bir başka deyişle, "kusursuz", bir varlık olmaya çalışır. Freud da yaşamının ilk dönemlerinde çocuğun kendini çaresiz hissettiğinden söz eder. Ama, Adler'e gore bu vaziyet, sonraki yaşamdaki davranışların temel belirleyicisidir. Çocukluk sürecinin çaresizliği, insanda düzgüsel olarak mevcud eksiklik duygusunun ve bu duygunun sonucu ortaya çıkan üstün ve kusursuz olma güdülerinin biyolojik kökenidir.

Adler her insanoğlunun yaşamına "yoğun eksiklik duygularıyla başladığı görüşünü savunur. Bu hisleri evrenseldir, herkeste vardır ve bundan dolayı "düzgüsel" sayılmalıdır. Bu hisleri de¬ğişmez ve kişinin ölümüne dek varlığını sürdürür.

Pek çok insan bu şekilde bir duygunun varlığını kabul etmek istemez. Çünkü, eksiklik toplumsal ölçütlere gore istek edilmeyen bir durumdur. Ne var ki, insan kendisiyle ilgili değerlendirme yapmış olduğu durumlarda eksiklik duygularıyla yüzleşmek zorunda kalır. Benzer değerlendirmeler ve bunun sonucu yaşanmış olan hisleri çocuk için de söz mevzusudur. Eksiklik, can bunaltıcı bir his olmakla beraber, pozitif yönde bir acıdır da. Boşalım arayan bir gerilim durumuna benzer. Özetle, eksiklik duygusu

(1) insanoğlunun kendisini yetersiz bir varlık olarak algılaması ya da düşünmesi ve (2) buna birlikte rol alan gerginlik ya da tedirginlik şeklinde negatif duygulardan olu-şur. Eksiklik bir takım durumlarla karşı karşıya gelindiğinde fark edilir ve davranışları güdüleyen bir güç olarak kişinin eyleme geçmesini sağlar.

Doğadaki tüm varlıklar "eksi bir vaziyet"dan "artı bir vaziyet" a geçmek için devamlı uğraş içindedirler. Adler (1964) bu du¬rumu eksiklikten kurtulma uğraşı ya da üstünlük uğraşı olarak adlandırmıştır. "üstünlük uğraşı", "eksiklik duygusu"nun tabii bir sonucudur. Eksiklik duygusu, insanlarda yarattığı hoşnutsuzluğa rağmen yaşanması kaçınılmaz bir olgudur. üstelik, insanoğlunun yaşa- mini sürdürebilmesi ve gelişebilmesi için zorunludur. İnsan soğuktan rahatsız olduğundan bedenini koruyacak kıyafet ve barınaklar yapmış, hastalık ve ölümden korkmuş olduğu için tıp bilimini geliştirmiştir. Bir taraftan kendisini tedirgin eden eksiklik duygularından kaçınması, öte taraftan toplumsal ilgi şeklinde pozitif yönde duygularına ifade araması, insanoğlunun devamlı bir gelişme içinde olmasının temelini oluşturmuştur.

YARATICI GüÇ, TOPLUMSAL İLGİ, YüREKLİLİK VE SAĞDUYU

Adler, insanoğlunun bir takım gizilgüçlere haiz olduğu ve bunların yaşam boyu giderek etkinlik kazanılmış olduğu görüşündedir. Bu gizilgüçleri sistemli, belirli kurallara uyan bir şekilde incelemiş olan Adler, bu tarz şeyleri iki ana grupla toplamıştır:

(1) Yaratıcılık, toplumsal ilgi, yüreklilik ve sağduyu şeklinde genel birimler;
(2) idrak etme, öğrenme, hafıza, dikkat, düşleme, his ve fiil şeklinde sınırı olan birimler. Adler yazılarında bilhassa birinci gruptaki kavramları incelemiştir.

İnsan, bebek ve çocuk da dahil, dış dünyadan gelen uyaranlardan edilgin bir şekilde etkilenen ya da kendi içinde oluşan dürtülerin tutsağı olan bir varlık değildir.- Adler'e gore insan, kendi algılarım, eylemlerini, fikirlerini ve görüşlerini oluşturma ve biçimlendirme mevzusunda doğuştan yeteneklidir ve yarattığı kavramlar, kendisini ve dünyasını anlamlı bir şekilde temsil ederler. Adler, insanoğlunun bu kabiliyetini yaratıcı güç olarak adlandırmıştır. Adler'in toplumsal ilgi ismini verdiği davranışlar dizisi, düzgüsel bir insanoğlunun uyum yapabilmesi için kesinlikle mecburi bir öğedir. Bu şekilde davranışların geliştirilmediği durumlarda kişilik bozukluğu söz mevzusudur. Adler'in toplumsal ilgi terimini çok iyi işlemiş olduğu söylenemezse de yazılarından derlenebilenler hemen aşağıdaki şekilde özetlenebilir.

Toplumsal ilgi doğuştan mevcud bir kabiliyettir ve toplumsal ortam içinde kendiliğinden ortaya çıkar. Toplumsal ilgi emareleri ilk kez çocuğun annesiyle ilişkisinde gözlemlenir. Ilk başlarda ol¬dukça ilkel şekilde olan bu eğilim, çocuk büyüdükçe birbirini izleyen gelişme dönemlerinden geçer ve erişkin yaşama ulaşıldığında, "yaşam felsefesi"nin de oluşmasıyla, karmaşık bir şekil alır. Toplumsal ilginin ilk emareleri, çocuğun birinci yaştan itibaren çevresindeki insanlara sevgi ve yakınlık tepkileri göstermesi, daha sonraki yıllarda oyuncaklarını başka çocuklarla paylaşması, ana-babasına destek olmaya emek harcaması şeklinde davranışlarda görülür. Adler'e gore, insan aslen arkadaş ve yardımsever bir varlıktır. Benmerkezcilik, çocuğun çevresiyle etkileşiminde "öğrenmediği" kusurlu bir davranıştır.

Sevgi gösterilerine annenin ve başka aile üyelerinin karşılık vermesiyle çocukta söz konusu tepkiler giderek artar ve zenginleşir, çocukla çevresindeki insanoğlu içinde karşılıklı bir sevgi bağı oluşur. Çocuk bu yetişkinleri sevilmiş olduğu için, onların konuşmalarını dinler, davranışlarını gözler, onların fikirlerini ve eylemlerini örnek alır ve onlarla arkadaş olabilmek için uğraş gösterir. Çevresiyle ilişkileri uyum içinde gelişirse, çocuk, bir taraftan başka insanlarla sevgi alışverişini geliştirirken, başka taraftan algılamayı, düşünmeyi, davranışlarını yönelteceği amaçlan saptamayı öğrenir. Her iki davranış grubu beraber ve birbiriyle ilişki durumunda gelişir. Adler'in diliyle, eksiklik duygusundan kurtulma uğraşı ve top¬lumsal ilginin gelişimi birbirini tamamlayıcı öğelerdir. Bu şekilde çocuk, başarılar kazanır ve engelleri aşarken bu tarz şeyleri, yalnız kendisinin değildir, diğerlerinin de yararlanabileceği şekilde gerçekleştirir; amaçlarına yetişme yöntemlerini başka insanlara zarar vermeyecek bir şekilde seçer; toplumun onayını yitirmeden üstün olabil¬menin yollarını arar. Gerçek üstünlüğe, yıkıcı olmadan ve başka insanlarla sevgi ilişkisini geliştirerek ulaşılabileceğini öğrenir.

Adler'e gore, toplumsal duygunun eksikliği ya da yokluğu normaldışı davranışların temel belirleyicisidir. Çevresi tarafınca sömürülen ve itilen çocuk başka insanlara karşı sevecenlik geliştirmediği şeklinde, amaçlarını da başka insanların çıkarlarına karşıt bir şekilde tasarlar. Mesela, bir insan cemiyet problemlerine cevap getirebilme isteğiyle politikaya atılabilir, bir diğeriyse aynı atılımı insanoğlu üstünde ezici bir üstünlük oluşturmayı amaçlayarak gerçekleştirir. Adler'e gore böylesi bir bencillik, Freud'un savunduğu şeklinde, biyolojik bir gerçek olmayıp, toplumsal bir geli-şim kusurudur. Sevgi duygusunun tabii gelişiminin engellenebilmesi için çocuğun oldukça çok fazla bir baskı altında kalmış olması gerekir. Ruhsal tedavide engeller kaldırılabildiği oranda, insanda tabii olarak mevcud bu eğilim kendiliğinden ortaya çıkar.

Adler, her insanda sevgi duygusunun var bulunduğunu, ama oranının bir kişiden diğerine değişik olabileceğini savunur. Bir insanoğlunun toplumsal ilgisi yalnızca kendi aile üyeleri ve yakın dostlarıyla sınırlanabildiği şeklinde, tüm insanlığı, hatta hayvanları, bitkileri ve bir takım cansız nesneleri de kapsayabilir. İnsan doğuştan noksan bir varlık olduğundan ama elverişli koşullarda ve bilhassa başka insanların yardımıyla yaşamını sürdürebilir. Bir çocuk ana-babasız, bir erişkin cemiyet olmadan varlığını sürdüremez. Şahsi ve toplumsal, amaçlarına "başka insanlarla beraber" ulaşabileceği yolu bulabilmek, insanoğlunun tabii eksikliğine karşı geliştirebileceği en sıhhatli ödünlemedir.

Adler her düzgüsel insanda yüreklilik ve sağduyunun geliştiğini savunur. Normaldışı davranışlar gösteren şahıs, bu niteliklerden yoksundur, ama başarı göstermiş bir tedavi sürecinde bu kabiliyetler geliştirilebilir. Adler'e gore, yüreklilik, kişinin amaçlarını başka insanların çıkarlarına ve gereksinimlerine yönelik bir şekilde gerçekleştirebilmesidir. Adler sağduyu sözcüğünü, konuşma dilinde alışılagelmiş yüzeysel anlamından değişik, Freud'un "gerçeklik" teriminin karşılığı olarak kullanmıştır. Ona gore sağduyu, kişinin kendisinin ve başka insanların ortak amaçlarına uygun düşen kıymet yargıları geliştirebilmiş olmasını tanımlar. Sağduyuyla meydana gelen çözümler daima toplumun çıkarlarını da ihtiva eder. Sağ-duyudan yoksun insan, kendisini ve dünyayı yalnızca kendi nazar açısından görür, kendi çıkarlarına yönelik amaçlardan başkasını düşünemez.

Adler'in tanımına gore sıhhatli bir insan, varoluşunun getirmiş olduğu sorunlara güvenli ve gerçekçi bir şekilde yaklaşır. Yenilgiden korkmadığı için karşılaşmış olduğu durumlardan ve kendisiyle ilgili gerçeklerden kaçmaz, içsel çaresizliği ve dış güçlükler onu yapıcı çabalara yöneltir. Buna karşılık, benzer koşullar içinde olan sağlıksız bir insan ihtiyaç duyulan çabayı göstereceği yerde yanıltıcı düşlere sığınır. Güçlükleriyle yüzleşmemek için kendi zihninde kurmuş olduğu suni üstünlük dünyası ile gerçek dünya arasındaki uzaklık giderek büyür. Adler'in tedavi yaklaşımında hastanın bu açığı kapatabilmesine destek olunur, büyüklük düşlerini terk ederek problemlerine gerçekliğe uygun çözümler araması beklenir.

AİLE VE KüLTüRüN ROLü


Adler, çevrenin kişi üstündeki etkilerini tartışırken, bilhassa aile üstünde durmuştur. O da Freud şeklinde, yaşamın ilk beş yılının ve bu süredeki aile içi ilişkilerin kişilik özelliklerinin belirlenmesinde büyük ehemmiyet taşıdığına inanmıştı. Freud, çocuğun sorunlarını, onun biyolojik dürtüleriyle ailenin çocuğun karşısına çıkardığı gerçeklerin bir çatışması ve cinsel gelişim süresince çocuğun annesine (ya da babasına) karşı bir tutku geliştirmesiyle açıklamıştır. Buna karşılık Adler, kuramında, ebeveynin ve de bilhassa annenin tutumlarına ve kardeşler arasındaki ilişkilerin niteliğine ehemmiyet vermiştir.

Ebeveyn-çocuk ilişkisinde Adler, bilhassa şımartılmış çocuk ve sevilmeyen çocuk kavramları üstünde durmuştur:

Her isteği yerine getirilen şımartılmış çocuğun güçlüklerle karşılaşması iki nedenle açıklanabilir. Şımartılmış çocuk, yaşamının ilk günlerinde her türlü ihtiyacının karşılanacağı beklentisini geliştirir ve isteklerinin emir niteliği taşıdığına inanır. Adler, kabahat işleyen insanların çoğunun, çocukluklarında şımartılmış kişiler olduğuna dikkati çeker. Bu şekilde çocuklar, erişkin yaşama ulaştıklarında, kendilerinin katkısı olmadan da, toplumun kendilerine bir yaşam sağlamakla yükümlü olduğuna inanırlar. Bu nedenle, toplumun vermediği hakları kendilerine tanımaya kalkışırlar. Ana-babalarından gördükleri hayranlık sonucu kendilerini büyük görürler. Temelde bağımlı oldukları halde bir veliaht şeklinde çevrelerine buyurma eğilimindedirler.
Sevilmeyen çocuk da hatalı bir eğitim görmüştür. Çevresinde düşman kişiler görmeye alışmış olduğu için, erişkin yaşama ulaştığında, insanların kendisine daima karşı olacaklarına inanır ve haklarını savaşarak almayı yeğler. Bu şekilde bir insanla beraber yaşamak ya da çalışıyor olmak oldukça güçtür. Geçimsizliği ve düşmanca davranışları kendi çıkarlarını yitirmesine ve amaçlarına ulaşamamasına niçin olur.

Sıhhatli koşullarda ana-baba, çocuğa sevgi verir, girişim kabiliyetini ve kendine itimatını kazanabilmesi için onu destekler. Çocuğa ne çok az, ne de oldukça fazla yardım edilir. Bu şekilde bir ana-babanın sağlamış olduğu disiplin ve eğitimin tesirleri olumludur, çünkü çocuğun istemini engellemez. Çocuğun çok fazla davranışları anlayışla karşılanır ve yumuşak bir yaklaşımla düzeltilir. Bu şekilde bir ortamda çocuk, yürekli ve topluma yönelik bir insan olarak yetişir, yaşamını yapıcı çabalar üstünde oluşturmayı öğrenir.

Adler, ailedeki başka evlatların varlığına ve bunun çocuğun gelişimi üstündeki etkilerine dikkati çeken ilk kuramcıdır. Ona gore, çocuğun başka kadeşler arasındaki şartları, bilhassa dünyaya geliş sırası açısından, kendine özgü bir takım sorunları da beraber getirir. Ama, büyük, ortanca ve en minik çocuğun bu sıralanmadan doğan ihtimaller içinde sorunları, kati beklentiler olarak yorumlanmamalıdır:

En büyük çocuk, tacını yitirmiş kraldır (Munroe, 1955). Yaşamının ilk yıllarında çevresinin ilgi merkeziyken ve her türlü yardım ve yardım yalnızca kendisine sağlanırken, yeni gelen kardeş bu durumun aniden bozulmasına niçin olur. Türlü nedenlerle, çevrenin ilgisi yeni doğan bebeğe yönelir. Yaşından dolayı, ana-baba kendisinden, başka kardeşlerden beklenilenden detaylı bilgileri ister. Gücünden ve kabiliyetinden dolayı, bilhassa yaşamın ilk dönemlerinde, kardeşlerinin tabii bir lideri olur. Ebeveynin eleştirileri en fazla ona yöneltilir, kendisinden kimi zaman kardeşlerinden de görevli olması beklenir. Çocukluklarının bu örüntüsü sonradan bir yaşam şekline dönüşme eğilimi izah edebilir. En büyük çocuk erişkin yaşama ulaştığında, otoriteden ve haiz olduğu durumları başkalarına kaptırmaktan ürkebilir. kinci çocuk, kendisinden daha kuvvetli ve yetenekli büyük kardeş ile kendisinden sonrasında gelen kardeşin yarattığı ikili sorunlarla kafa etmek zorundadır. Bu yüzden, ikinci çocuk, başka kardeşleri kadar yetenekli olmadığı inancını geliştirebilir ve yaşıtlarıyla devamlı bir yarışma içine girebilir. Çocuk eğitimi mevzusunda ana-baba, pek çok kez, ikinci çocuklarına birinci çocuklarına oranla daha ılımlı davranırlar. Bundan dolayı, ikinci çocuğun otoriteyle fazla bir problemi olmaz. Ötekileri kadar yetenekli olmadığı inancı, ikinci çocuğun ileriki yaşamında tepkici, başkaldırıcı ve kendisini aşma uğraşı içinde bir insan olmasına ya da yenilgiyi kolay kabul ederek ezik ve karamsar bir kişilik geliştirmesine niçin olabilir.

En minik çocuk, kendisinden sonrasında gelen bir kardeş olmadığı için, yarışmak ve annenin ilgisini paylaşmak zorunda kalmaz. En minik çocuk, kimi zaman ailenin ilgisinin başka yönlere çevrildiği "geç" bir dönemde gelebilir ve "fazlalık" olarak karşılanabilir. Ama, pek çok kez ailenin oyuncak bebeği olur ve şımartılır. Çevresi onunla "sempatik minik çocuk" olarak ilgilenir, onların gözünde daima çocuk kalır. Bu şekilde bir vaziyet, en minik çocuğun ben-merkezci tutumlar geliştirmesine, kendisinden daha kuvvetli ve yetenekli görmüş olduğu kardeşlerinin varlığından lanan bîr yetersizlik duygusu yaşamasına niçin olabilir.

Yalnız başına yetişen tek çocuk, toplumsal davranışların gelişmesi için lüzumlu olan alışveriş ortamından yoksundur. Büyük bölümü kez ebeveyni tarafınca aşın korunduğu ve şımartıldığı için ileriki yaşamında da çevresinden benzer tutumlar bekler. Tek çocuk için ağırbaşlı bir çekince de, çocuk sevmeyen ana-babanm bu hislerinin yöneldiği tek nesne olarak, istenmeyen ve sevilmeyen çocuk durumunu yaşamasıdır.

Adler, aile haricinde kalan, okul, cemiyet ve kültür şeklinde etmenlerin kişi üstündeki etkilerini bir takım yazılarında tartışmışsa da bu mevzulara gereğince eğilmiş olduğu söylenemez.

YAŞAM BİÇİMİ

Adler, çocukluk dönemlerindeki etkileşimler sonucu kişinin kendine özgü bir davranış örüntüsü geliştirdiği görüşünü savunur ve buna yaşam şekli ismini verir. Bu kavram, bir mealde, kisinin geliştirmiş olduğu yaşam tasarısıdır. Ferdin, amaçlarını, kendisine ve hayatına ilişkin görüşlerini ve amaçlarına erişebilmek için edindiği alışılmış davranışları ihtiva eder. Adler, insanoğlunun, yaşamış olduğu pek çok duruma karşı giderek tek ve genel bir tepki örüntüsü geliştirdiğinden söz eder. Yazılarında çok iyi açıklanmamış olmakla beraber, genel tepki terimi, kişilik ya da ego, kişilik, genel tutum, problem çözümünde kullanılan genel yöntem vb. kavramlarla eşanlam taşımaktadır.

İnsan, yaşam biçimini geliştirmesinin bir sonucu olarak kendini "yaratır". Yaşam şekli, ortalama olarak, çocuk beş yaşlarına vardığında yapılaşır ve sonraki yaşamda belirgin bir farklılık göstermez. Yaşam şekli bireye özgüdür ve bir başka insanda eşine rastlama olanağı yoktur. Yaşam şekli tutarlıdır; bir kez oluştuktan sonrasında tüm tepkilerin belirleyicisi olur ve kişinin her türlü davranışı onun egemenliği altındadır. Bu nedenle, davranışların bütünleşimini ve kişiliğin birleşimini elde eden da yaşam biçimidir (Ansbacher ve Ansbacher, 1956).

Adler, tüm davranışların kişinin yaşam şekline gore düzenlenmiş olduğu görüşündedir. Bir insanoğlunun kıymet yargılan, ilgileri, düşünsel kabiliyetleri, algısal tepkileri, düşleri, yeme, uyuma ve cinsel davranış alışkanlıkları, geliştirdiği amaçların ve dünyası hakkında yerleşmiş görüşlerinin egemenliği altındadır. İnsanın hangi yönü incelense kişilik bütünlüğünün etkisiyle karşılaşılır.
Mosak (1954) yaşam biçiminin yönelim dayanaklarını dört grupta toplar:

1) Kişilik terimi - kişinin kim olduğu mevzusundaki inançları.
2) Kişilik ideali - ne olması gerektiği mevzusundaki inançları.
3) Kendi dışındaki dünyanın ne olduğu ve bu dünyanın ondan ne beklediği mevzusundaki görüşleri.
4) Vicdani inançları - kişinin geliştirdiği "doğru-yanlış" yönergesi.

İnsan, yaşamını daha kolay sürdürebilmek için bu şemayı kullanır. Bu şema, yaşantısını anlayabilmesini, değerlendirebilmesini, vakaları evvelde kestirebilmesini ve kendi denetimi altına alabilmesini sağlar. Ne var ki, yaşamını sürdürebilmede lüzumlu olan bu araçları kullandığının çoğu zaman bilincinde değildir. Eğer yaşam şekli toplumun beklentileriyle uyuşma durumunda değilse ve kişilik yeterince gelişmemişse, devamlı bir gerilim yaşanır. Adler'e gore, düşmanlık, saldırganlık ve sadistlik insanoğlunun birincil eğilimleri değildir. Ama, bir insanoğlunun kişiliği ve yaşam şekli yeterince gelişmemişse ya da çok fazla zorlanma durumlarında kolayca ortaya çıkarlar.

Kimi zaman bir insanoğlunun yaşam biçimiyle toplumun beklentileri arasındaki uyuşmazlık maskelenmiş durumdadır ve ama dış dünyayla ilişkisindeki bir takım değişimler sonucu ortaya çıkar. Bir çocuk, ailesi içinde veliaht davranışlarını sürdürebildiği sürece, toplumsal yaşam için yetersiz oluşu fark edilmeyebilir. Varlıklı ve cemiyet içinde yeri olan bir ailenin "şımartılmış" üyesi, bu duru¬mu sarsılmadığı sürece, etkin, üretken ve verici bir insan imgesini sürdürebilir. Beklenmedik bir vaziyet değişikliği bu kişiler üstünde bir "şok" tesiri yaratır. Evinde daima neşeli, etkin ve uyumlu görünen şımartılmış çocuk, ilkokula başladığında aniden içine kapanabilir. Büyük bölümü kez bu vaziyet, okula gitmenin yarattığı değişikliğe, öğretmenin katı tutumuna ve öğrencilerin haşarı davranışlarına yorumlanır ve çocuğun toplumsal yaşam koşullarına yeterince hazırlıklı olmadığı gerçeği yadsınmak istenir.

Adler'e gore, değişim gösteren koşullara uyumsuzluk rastlantısal bir vaka değildir. Dış dünyadan gelen şok, toplumsal ilgi eksikliğinin ve yaşama hazırlıklı olmama gerçeğinin ortaya çıkmasına niçin olur. Bu şekilde bir kişinin çocukluk süreci incelendiğinde, uyku düzensizlikleri, gece idrar kaçırma, hiddet nöbetleri, yiyecek seçme vb. uyumsuzluk emarelerine çoğunlukla rastlanır.

Olağan yaşam koşullarına gereğince hazırlanmamış bir insan, dış dünyadan gelen bir engellenmenin yarattığı şokun etkisiyle, esasen aşın şekilde kendine dönük olan yaşam biçimini daha da katılaştırır. Gerilim ve toplumun beklentilerinin yükü altında, benmerkezciliğe eğilim de giderek artar. Bu vaziyet uyumsuzluğun artmasına, uyumsuzluğun artması ise benmerkeziciliğin yoğunlaşmasına niçin olur ve böylelikle kaçınılması mümkün olmayan bir kısır döngü oluşur.

Adler, kişiliği incelerken, yaşam öyküsünün ana çizgilerini, bi¬reyin kafa etmek zorunda kalmış olduğu çevresel koşullan ve bunlara karşı geliştirmiş olduğu tutumları vurgular. Bu tutumlar, kişinin seçtiği meslek, geçirdiği hastalıklar, dikkatli davranışları, heyecansal durumları, ailesi, dostları, çabalama arkadaşları ve karşı cinsle olan ilişkileri, yiyecek ve uyuma alışkanlıkları şeklinde dıştan gözlemlenebilen davranış örüntülerinde açıkça görülebilir. Deneyimli bir gözlemci, insanların davranışlarındaki tekrarlamaları fark edebilir ve her kişinin kendine özgü niteliklerini kestirebilir. Bir başka deyişle, bireysel psikoloji kişiliği incelerken, lüzumlu verileri, kişinin olağan ve bir oranda da olağan dışı durumlarda gösterdiği tepkilerden toplar.

Sanat yapıtları, rüyalar, düşler ve günlük yaşantı içinde ne olduğunun haricinde kalan anılar, yaşam biçiminin incelenmesinde hususi ehemmiyet taşırlar. Çünkü bu tür durumlar, gerçekliğin direkt denetimi altında değildir. Freud şeklinde Adler de rüyaların içinde ne olduğunun yorumlanabileceği görüşündedir. Rüyaların çoğu zaman kişinin içsel hayatına ilişkin anlamlar taşıdığına, ama bir takım tipik rüyaların her insan için ortak bir açıklamasının yapılabileceğine inanır. Mesela, pek çok insanoğlunun görebildiği ve yüksek bir yerden "düşüş"ü içeren rüyalar, kişinin kıymetini yitirmesine ilişkin kaygılarının anlatımıdır. Bununla beraber, bu kişinin kendisini üstün bir mekanda sanmakta bulunduğunu da yansıtır.

Yaşam biçiminin tanımlanmasında Adler'in vurguladığı başka bir unsur de, kişinin ilk artışıdır. Adler her hastasına çocukluk gülerinden çağrıştırabildiği ilk yaşantıları sorardı. Çünkü, bu şekilde bir anının rastlantısal olmadığına inanmıştı. Ona gore, bir insana ilk anısı sorulduğunda verdiği cevap o insanoğlunun yaşam biçimini aydınlatıcı özellikte olabilir. Tıpkı bir rüya ya da sanat yapıtı şeklinde, görünüşte rastlantısal olan ilk hatıra, terapiste kişinin yaşamı şekli yönünden mühim bir ipucu verebilir. Bu şekilde bir hatıra görünürde hiçbir özellik taşımayabilir, ama mühim olan, niçin diğerlerinin değildir de, bu anının tüm canlılığıyla hatırlandığıdır. Rüyaların yorumlanmasına benzer bir yaklaşım, ilk anının seçimindeki gerçek sebepleri ortaya koyabilir (Mosak, 1965).

ERKEKSİ PROTESTO

Erkeksi protesto, Adler'in geliştirmiş olduğu mühim kavramlardan biridir. Adler, doğuştan mevcud eksiklik duyguları yönünden erkekle hanım içinde mühim bir fark olmadığı görüşünü savunur. Ama, tüm babaerkil toplumlarda olduğu şeklinde, Garp dünyası da adama ve adam rolüne öncelik tanır. Buna karşılık, hanım ve kadının yapmış olduğu işler üstü kapalı bir şekilde küçümsenir. Büyük bölümü toplumda kız çocuğa adam çocuktan daha az kıymet verilmesi, eksiklik hislerinin hanımda adama oranla daha çok yaşanmasına niçin olur. Bu vaziyet uyumlu bir aile ortamında sıhhatli bir şekilde çözümlenebilir ve kalıntıları erişkin yaşama aktarılmaz. Ama, eğer kız çocuğun kendisini ve hemcinslerini küçümsemesi çok fazla oranda olmuşsa, ileriki yaşamında kadınlığından vazgeçme yolunu seçebilir ve toplumun yeğlediği erkeksi davranışları benimseyebilir. Bu şekilde yapmakla kendisini daha çok kabul ettirebileceği sanısındadır. Bu davranışların yalnızca erkeklerde görüldüğünde toplumun beğenisini kazandığını ve bir kadının söz konusu davranışları benimsemesinin onu daha da minik düşüreceğini göremez.

Kimi hanım, cinsiyetinin yarattığı eksiklik duygularına karşı değişik bir tepki şekli geliştirir ve kadınlığını abartılmış bir şekilde yaşar. Cinselliğini kullanarak erkekleri incitme, onlardan öc alma ya da onları sömürme yolunu seçebilir. Erkeksi protesto türünde davranışlar, adam rolünün beklentilerini karşılayamamış ve bundan dolayı davranışları bir kız çocuğuna çok benzeyen adam çocuklarda da gelişebilir. Bu şekilde bir çocuk, ileriki yaşamında abartılmış ve saldırgan bir adam kimliğini benimseyebilir ya da kadınsı eğilimlerini çevresine meydan okurcasına yaşar.

Adler, erkeksi protesto niteliğindeki davranışları, kiliniğinde izlediği bir çok kişide gözlemlemiş olduğundan söz eder. Kimi zaman söz konusu tepki şekilleri, kişinin tüm varlığını egemenliğinin altına ile birlikte, yaşam biçiminin temel örüntüsü durumuna gelebilir

NORMALDIŞI DAVRANIŞLARIN OLUŞUMU

Adler, tüm davranış bozukluklarının temelinde aynı ilkeler bulunmuş olduğu görüşündedir. Bundan dolayı, normaldışı davranışların bir bölümlemesini yapmak yerine, problemli çocuklar, nevrotikler, psikotikler, intihara eğilimli kişiler, suça yönelik kişiler, fahişeler şeklinde ayrıntısız bir sıralama kullanmıştır. Adler, türlü davranış bozuklukları arasındaki farklılıkları kabul etmekle beraber, en mühim değişkenin kişinin kendisi olduğu görüşündedir.

Adler'e gore, davranış bozuklukları gösteren şahıs düzgüsel insandan değişik iki özellik taşır:

1) Normaldışı özellikte davranışlar gösteren bir insan, bilhassa yaşamının ilk dönemlerinde, düzgüsel insana oranla daha yoğun eksiklik duyguları içindedir. 2) Bu duyguları Ödünleme1 uğraşı içinde, uyumsuzluğunu artırıcı davranışlar geliştirir. Bundan dolayı, normaldışı davranışlar gerek yoğunluk, gerek kalite yönünden normalden farklılık gösterirler.
Adler'e gore, normaldışı eksiklik duyguları hemen aşağıdaki koşullarda ortaya çıkar:

1) Organ Eksikliği: Bedenlerinde yapısal kusur ve işlevsel bozuklukla doğan çocuklar, sıhhatli ufaklıklara oranla daha ağırbaşlı sorunlarla karşılaşırlar. Ama bu bir kaide olmayıp olasılık fazlalığıdır. Bir takım sakat çocuklar, durumlarını ağırbaşlı bir kusur olarak yorumlamayabilir ve eğer çevreleri de aynı tutum içinde olursa, çok fazla eksiklik duygulan ortaya çıkmayabilir. Eğer çocuğun kendisi ve çevresi söz mevzusu sakatlığa çok fazla ehemmiyet verirse, çocuk kendisini başka insanlardan noksan hissedebilir. Bu şekilde bir vaziyet, çocuğun üstünlük çabasının abartılmasına niçin olur. Adler, söz konusu tepki-lerin pek çok kez kusurlu organla direkt ilişkili olduğu görüşündedir. Mesela, kas yapısı zayıf olan bir çocuk halterci olabilmek için büyük uğraş izah edebilir. Adler bu konuyu, organın dili deyimiyle tanımlamıştır.

2) Çok fazla Korunma: Çok fazla korunan ve şımartılan çocuk, eksiklik duygularını yoğun yaşar. Çünkü bu şekilde bir çocuk, noksan bir insanmışçasına yetiştirilmiştir. Çocuğun kendi başına hiçbir şey yapamayacağını, doğru karar veremeyeceğini, caddeyi yalnız başına geçemeyeceğini korumak için çaba sarfeden anne, çocuğun bu durumlarda hakkaten korkuya kapılmasına niçin olur. Çocuk giderek yetersizliğine, hiçbir işi yardımsız yapamayacağına, zayıflığına ve kolayca hastalanabileceğine inanır. Günlük yaşamındaki değişikliklerden ürker ve devamlı olarak bir koruyucu arar. Bu şekilde bir çocuk, kendisini yaşıtlarından daha noksan görür ve bundan dolayı duygusal so-runlar geliştirir.

3) İlgisizlik: Nefret, ceza, red, ilgisizlik vb. koşullarda yetişen çocuk için Adler, istenmeyen çocuk terimini kullanır. Bu şekilde bir çocuğa devamlı olarak istenmediği, fena, aptal ya da çirkin olduğu söylenir. Bu koşullarda yetişen çocuğun durumundan etkilenme¬mesi ve eksiklik duygularına kapılmaması beklenemez.

Adler, normaldışı davranışların tanımlamasında kullanılabilecek ölçütleri üç bölümde toplar:

1) Abartılmış.üstünlük Çabaları: Nevrotik davranışların en mühim özelliklerinden birisi,, düşsel bir üstünlük düzeyine ulaşmak için çok fazla uğraş harcama şeklinde görülür. Bu yüzden şahıs, kendini tanrılaştırmak umuduyla, abartılmış maksatlar tasarlar ve bunlara ulaşmak için esneklikten yoksun yöntemler geliştirir.

2) Gelişmemiş Toplumsal İlgi: Nevrotik şahıs, çevresindeki insan¬lara gerçek mealde ilgi ve sevgi veremez. Bu vaziyet bilhassa çocukken istenmemiş kişilerde daha sık görülür. Adler, toplum¬sal ilgi noksanlığının üç ayrı niteliğinden söz eder:

A) Nevrotik kişinin, kendisi, çevresindeki insanoğlu ve dünya hakkında fikir ve algıları yanılgılarla doludur. İstenmeyen £ocuk, vakaları düzgüsel koşullarda yetişen çocuklar şeklinde göremez; başka çocuklardan ayrı tutulan bir çocuk, onlarla ortak görüşler geliştiremez. Bu şekilde, sağduyunun yerini "kendine özgü bir dünya görüşü" alır. Mesela, istenmemiş birçocuk,, dünyası hakkında karamsar, bir görüş geliştirir; insanları sevgisiz ye tehlikeli varlıklar olarak algılar.

B)Uyumsuz bir ortamda yetişen çocuk ileriki yaşamında insanlarla ilişki oluşturmayı beceremez. Meslek, dost ve cinsel ilişkilerinde ortaya gelebilecek sorunların işbirliğiyle çözümlenebileceğinin bilincinde değildir. Çok fazla korunmuş çocuk da ortaklık mevzusunda yeterince eğitilmemiştir. İstenmeyen çocuk ise başka insanlardan uzak durmayı yeğler.

C) Nevrotik kişinin seçtiği maksatlar topluma değildir, şahsi çıkarlarına yöneliktir Tasarılar egoist niteliktedir. Eksiklik duygularından kurtulup üstünlüğe ulaşmak için gösterdiği uğraş ben-merkezcilikle sonuçlanır. üstelik, şahsi üstünlüğünü sağlayabilme yolunda, başka insanlara zarar verebilecek girişimlerde de bulunabilir. Kabahat işleyen şahıs, başka insanların gereksinimleri pahasına güç ve para kazanmak ister; intihar eden şahıs geride bıraktığı ailesini-düşünmez; entelektüel üstünlüğünü kanıtlamak için çevresini devamlı eleştiren ve yanlışlarını arayan obsesif-kompulsif şahıs, onların fikir ve isteklerine saygı gösteremez, Ne var ki, başka insanlara rağmen egoist amaçlarını gerçekleştirmek isteyen nevrotik şahıs sonunda yenilir ve toplumun haricinde kalır. Saygınlık uğruna bu denli uğraş harcamış olduğu halde çevresinin saygısını kazana¬maz.

D) Etkinlik Düzeyi: Nevrotik kişinin etkinlik düzeyi düzgüsel insana oranla düşüktür. Bu vaziyet bilhassa insan ilişkilerinde belirgindir. Nevrotik şahıs ilişki oluşturmak ve yardımlaşmak için uğraş göstermez.

Nevrotik şahıs üstün olmak "zorundadır", seçtiği maksatlar ola¬ğan dışı yüksetir ve bu tarz şeyleri değiştirmeyi düşünemez. Başka in¬sanların görüşlerini paylaşmamak için onlardan uzak durur. Di¬ğer insanları kendisine yabancılaştırır ve kendisini onlardan so¬yutlar.

Nevrotik şahıs, yukarıda sözü edilen durumların ve bu durumlara karşı geliştirdiği tepkilerin bilincinde değildir. Bu eğilimleri, konuşma ve mantığın yeterince gelişmemiş olduğu ilk çocukluk dönemlerinde oluşmuştur. Bundan dolayı, kendisini güdüleyen etmenler bilinçdışmda kalmıştır. Aynı şey düzgüsel insan için de söz mevzusudur. Ama, düzgüsel insanoğlunun çocukluğunda geliştirmiş olduğu davranış örüntüleri başka insanlara yönelik olduğundan, sonraki yaşamında aynı güçlüklerle karşılaşmaz.

Kaynak:
Ruhsal Danışma Kuramları
Ersin Altıntaş
Mücahit Gültekin



ADLERYAN TERAPİ TEKNİKLERİ


1. Teröpatik İlişkinin Kurulması
2. Bireysel Dinamiklerin Araştırılması
2.1. Aile Sıralaması
2.2. Erken Hatıralar
2.3. Rüyalar
2.4. Öncelikler
2.5. Bütünleştirme ve Özetleme
2.6. Yüreklilik Verme Süreci
3. Kişilik Anlayışının Gelişmesini ( İç görüyü ) Teşvik Etme
4. Tekrardan Yönlendirme ve Eğitim
4.1. Danışma Hemen Olanlarla Hemencecik İlgilenme
4.2. Çelişkisel Niyet
4.3. “ İmiş Şeklinde “ Hareket Etme
4.4. Danışanın Çorbasına Tükürme
4.5.Danışanın Benliğini Zedeleyen ya da İrrasyonel Düşüncelerinin Farkına Varması ( Kendini Soruşturma )
4.6. Düğmeye Basma
4.7. Avoiding The Tar Baby
4.8. Vazife Alma ve Yerine Getirme
4.9. Seansı Sona Erdirme ve Özetleme


Adleryan danışma, teröpatik sürecin dört safhasına karşılık gelen dört merkezi gaye çevresinde yapılandırılır. Bu safhalar doğrusal değildir ve sırası değişiklik gösterebilir. Bu tür durumlar;

1- Uygun teröpatik birlikteliğin kurulması.
2- Danışanda etkin olan ruhsal dinamiklerin araştırılması
( çözümleme ve teşhis )
3- Kişilik anlayışının gelişmesini incelem etme ( iç görüş )
4- Danışana yeni seçimler yapmasında destek olma ( tekrardan yönlendirme ve tekrardan eğitim )


1. Teröpatik İlişkinin Kurulması : Adleryan terapist danışanlarla ortaklık içinde emek harcayarak yaşamları için mesuliyet duygularını yükseltir. Bu ilişki derin ilgi, ilgi ve arkadaşlık duygusuna dayanır. Teröpatik gelişme ama danışmanın maksatları açık bir biçimde belirlendiğinde ve terapist ile danışanın maksatları aynı hizada olduğunda mümkündür.


İşlerliği olan bir teröpatik ilişkiyi sağlamak için terapist danışanın sürekli surette pasiflikleri ve zayıf noktaları üstünde değildir,aksine kuvvetli noktaları ve yapabilecekleri şeyler üstünde yoğunlaşmalıdır. Bundan dolayı Adleryan terapist pozitif yönde boyutlar üstünde yoğunlaşır ve yüreklilik verme tekniğini kullanır. Adleryan terapistler tekniklerden daha çok danışanların öznel yaşantılarına ehemmiyet verirler. Her danışanın ihtiyacına gore tekniklerini uyarlarlar. Danışmanın bu ilk safhası süresince ana teknikleri dikkat etme, dinleme, amaçların açığa çıkarılması ve belirlenmesi ve empatidir.


2. Bireysel Dinamiklerin Araştırılması: İkinci aşamada gaye danışanın yaşam biçiminin anlaşılmasını sağlamak ve bu yaşam biçiminin şu anki yaşamını iyi mi etkilediğini görmektir. Terapist ilk olarak yaşamın değişik alanlarında danışanın iyi mi fonksiyon gösterdiğini tespit etmeye çalışır. Terapist danışanın sevgi, iş, arkadaşlık ve cemiyet alanlarında iyi mi fonksiyon gösterdiğini araştırır. Danışandan bu alanlar hakkında hitabı ve neyi değişiklik yapmak ya da geliştirmek istediğini ortaya koyması beklenir. Bu sürecin bir parçası olarak danışandan toplumsal ilişkilerdeki başarı düzeyini derecelendirmesi istenebilir. Mesela: “ başka insanlarla ilişkiye girdiğinde haz duyuyor musunuz ? “ şeklinde.

2.1. Aile Sıralaması: Adleryan terapi danışanın aile yapısının araştırılmasına oldukça ehemmiyet verir. Bu araştırma kişinin erken dönemdeki yaşam stilini ve temel varsayımlarının şekillendiği dönemde ailede yargı devam eden şartların değerlendirilmesini ihtiva eder. Mosak ve Shulman (1988) Adleryan terapide kişinin yaşamında etkili olduğu kabul edilen faktörleri araştıran bir yaşam stili-tespit ölçeği ( lifestyle-assesment questioannaire ) geliştirmişlerdir. Ölçek çocuğun ailedeki ruhsal durumunu, doğum sırasını, kardeşler ve ana baba arasındaki etkileşimleri kapsar. Sorulardan bazıları şunlardır:

-Gözde çocuk kimdi ?
-Çocuklarla babanızın ilişkisi nasıldı ? vb. şeklinde


Burada gaye danışanın kişilik algısını ve gelişimi esnasında etkilendiği yaşantıların portresini çıkartmaktır.


2.2. Erken Hatıralar: Adleryan terapide kullanılan başka bir tespit süreci de danışanlardan çocukluk dönemindeki hatıraları anlatmalarını istemeleridir. Bu şekilde spesifik hatıralar, fikir ve temel hataları gün yüzeyine çıkarır. Adleryan terapistler kişinin yaşam stilinin anlaşılmasında mühim bir ipucu olduğundan bu çocukluk hatıralarını kıymet verirler. İnsanların yalnız şu anki kendilerini görüş açılarıyla uyumlu vakaları hatırladıklarını savunurlar.


2.3. Rüyalar: Rüyalar Danışanın şu anki ilgive zihin durumunun yansımalarıdır. Danışanlar rüyalarını irdeleyerek kendi iç dinamiklerini tanımasını ve gözlemlemesini öğrenebilirler. Çocukluk rüyalarına ehemmiyet verilir. Rüyalarda durağan bir sembolizm yoktur. Rüya göreni tanımaksızın rüyalar anlaşılması imkansız.


2.4. Öncelikler: Adleryan terapistler danışanların önceliklerini tespit edilmesinin onların yaşam stilinin anlaşılması için mühim bir yol olduğuna inanırlar. İsrailli psikolog Nera Kefir (1981) Dört öncelik belirlemiştir. Bu tür durumlar:

2.4.1. üstün Kişilikler ( Superioriety ): Liderlik ya da başarı kanalıyla öne çıkmayı maksatlar. Yaşamda anlamsızlıktan kaçınmaya çalışır fakat çok fazla iş ve bitkinlikten şikayetçidir.


2.4.2. Kontrollü Kişilikler ( controlling ) : Komik duruma düşmemek için güvence ararlar. Alay mevzusu olmamak için durumun tam kontrolleri altında olmasını isterler. Toplumsal ilişkilerinde başarısızlıktan hoşlanmazlar.

2.4.3. Çekingen Kişilikler ( Avoiding ): Bu kişilikler rahatlığı istek ederler problemlerle başa çıkmayı ve karar vermeyi erteleme eğilimindedirler. Istırap ve stres doğuran her şeyden kaçarlar. Günlük rutin işler de dahi stres yapıcı görüldüğünden dolayı kaçınırlar.

2.4.4. Sempatik Kişilikler ( Pleasing ) : Sürekli kabul arayarak reddedilmekten kaçınırlar .


Terapist danışanın önceliğini oluşturmak için tipik bir gününü detaylı olarak anlatmasını ister . Neler yaptığını, iyi mi hissettiğini ve hakkında neler düşündüğünü anlatmasını ister.


2.5. Bütünleştirme ve Özetleme
Danışanın aile yapısı çocukluk hatıraları rüyaları ve öncelikleri ile ilgili bilgiler toplandığında bu tarz şeyleri her birisi için bir özetleme yapılır. Sonunda yaşam stili tespit ölçeğine dayanılarak bu özetlemeler birleştirilir ve yorumlanır. Özet danışanın yanında okunması mümkün ve danışanla bir takım noktalar üstünde tartışılır.


Özet bununla birlikte kişinin temel hatalarının bir analizini de ihtiva eder. Mosak'a gore (1989) yaşam stili şahsi bir mitoloji olarak tasarlanabilir. Mosak beş temel hata sıralamıştır.


a- Çok fazla genelleme : bütün ülkelerce doğruluk yoktur.
b- Hatalı ya da olanaksız maksatlar : sevilmek istiyorsam, herkesi memnun etmeliyim.
c- Kişinin öz kıymetini inkar etmesi : Ben aptal birisiyim. Bundan dolayı birileri benimle niye bir şey yapmak istesin ki.
d- Yaşam ve yaşamın gerekleri hakkında yanlış algılamalar : bana ait için yaşam oldukça güçtür.
e- Hatalı değerler : yolda kimi yaraladığına bakmaksızın en yükseğe çıkmalısın .


2.6. Yüreklilik Verme Süreci
Yaşam stilinin tamamlanmasından sonrasında danışanlara hatalı algılamalarının bilincinde olmaları için zorluklara karşı meydan okumak için ve kuvvetli yanlarını bilincinde olması için yüreklilik verişir. Yüreklilik verme Adleryan terapinin en ayırıcı tekniğidir. Bundan dolayı teşhis ve yorumlamanın tamamı göze alındığında yalnız hatalı ve zayıf tarafları değildir danışanın pozitif yönde özelliklerinin de olması oldukça önemlidir. Yüreklilik verme süreci danışmanın her safhası için esastır. AdleryaN terapisyenler cesaretsizliğin kişileri fonksiyondan alıkoyan temel vaziyet olduğuna inanırlar: Yüreklilik verme danışma sürecine bağlı olarak değişik şekillerde olabilir.


3.Kişilik Anlayışının Gelişmesini ( İç görüyü ) Teşvik Etme : Adleryan terapi destekleyici olmasına karşın bununla birlikte yüzleştiricidir de. Terapisyenler danışanların hatalı amaçlarına ve kendilerinin dumura uğratan davranışlarının karşı iç görü geliştirmeyen davet ederler. Davranışın gizli saklı gaye ve gayelerine karşı iç görü yalnız yüreklilik verme ve meydan okuma kanalıyla ortaya çıkmaz. Bununla birlikte terapist tarafınca zamanlaması iyi ayarlanmış yorumlamalar kanalıyla da ortaya çıkabilir. Adleryan terapistler gore iç görü davranış değişikliği için kuvvetli bir parça olmasına karşın bir ön koşul olarak görülmez. Yorumlama iç görü kazanma sürecinin kolaylaştıran bir tekniktir.


4. Tekrardan Yönlendirme ve Eğitim:

Teröpatik sürecin son olarak safhası yeniden yönlendirme ve tekrardan eğitim ya da pratiğe iç görüyü yerleştirmektir. Bu safhada danışanların yeni ve daha fonksiyonel seçenekleri görmesine yardım etme vardır. Danışmanın tekrardan yönlendirme safhası süresince danışanlar kararlar alırlar ve amaçlarını şekillendirirler. danışanlardan olmak istedikleri kişiler imiş şeklinde ( as if ) hareket etmeleri teşvik edilir. Taahhüt bu safhanın mühim bir parçasıdır. Danışanlar eğer değişmek istiyorlarsa kendileri için görevler belirlemeye ve problemleri ile ilgili bir takım spesifik çözümler bulmaya istekli olmalıdırlar. Böyle danışanlar yeni iç görülerini somut fiillere çevirmiş olurlar. Adleryan terapisyenler tarafınca tekrardan yönlendirme safhası süresince ortaya koyulan ana tekniklerden bazıları şunlardır.


4.1. Danışma Hemen Olanlarla Hemencecik İlgilenme(Immediacy) : Yakınlık olarak malum bu teknik danışma hemen meydana gelenlerle ilgilenmeyi kapsar. Bu teknik danışma süresince oluşan şeylerin günlük yaşamda olanların bir örneği olabileceğini görmelerine destek olabilir.


4.2. Çelişkisel Niyet: Adler çelişkisel stratejinin bir davranış değişiklik yapma yolu olarak ortaya atmıştır. Bu teknik “ semptomu telkin etme “ ve “ antitelkin “ olarak ta adlandırılır. Bu teknikte danışanlardan kendilerini zayıflatan fikirleri ve davranışlara dikkat etmeleri ve abartmaları istenir. Bu teknik görünüşte danışmanın özüne aykırı ve kimi zaman anlam ifade etmeyen teröpatik müdahaleleri dahi kapsamaktadır. Bu tekniğin aslı danışanın direncine karşı çıkmaktansa ona katılmaktır. Gene bu teknik empatinin yüreklilik vermenin ve esprinin özelliklerini içermektedir. Bununla birlikte toplumsal ilginin yükselmesine de neden olur. Adler bu tekniğin uykusuzluk ve gerginliğin tedavisinde kullanmıştır. Depresif bireylerin tedavisinde eğer intihar olasılığı var ise bu tekniğin kullanılmasında dikkatli olunmalıdır. İntihar etme riski bulunan danışanlar için hasta hane tedavisi önerilir.


Bu teknik kimi zaman işlerini sürekli olarak erteleyen bireyler için kullanılır. Bu tekniğin mantığı danışanların belli başlı durumlarda iyi mi davrandığını ve davranışlarının neticelerinden iyi mi görevli olduklarını bilincinde olmalarını destek olmaktır. Danışanın direnciyle beraber giderek terapist, davranışı daha az çekici hale getirir.


Bu tekniğin kullanılmasında bir takım ahlaki mevzular vardır. Bu tekniği kullanana terapistler kafi olmalıdır. Çoğu zaman söz konusu teknikler daha geleneksel tekniklerin bir takım durumlarda etkili olamamasından sonrasında uygulamaya alınır.


4.3. “ İmiş Şeklinde “ Hareket Etmek : Terapist danışanın olmak istediği şey şeklinde hareket edebileceği ya da hayal edebileceği rol-oyunun ortamını kurabilir. Danışanlar “ keşke şu şekilde olabilseydim “ dediklerinde en azından 1 hafta hayallerinde o görevi yaşamaları teşvik edilir.


4.4. Danışanın Çorbasına Tükürme : Terapist bir takım davranışların gaye ve sonucunu belirledikten sonrasında, o davranışların danışanın gözünün önünde etkinliğini indirgeyerek oyunu bozar.

4.5. Kendini Soruşturma : Kendini soruşturma sürecinde danışan kendisini yıkıma uğratan davranışlarının ya da irrasyonel düşüncelerinin farkına varır. Fakat kendini suçlu yapmaya çalışmaz. Ilk başlarda danışanlar kendiler,inin çok geç yakalayabilirler. Danışanlar eski davranış kalıplarında dolaştırıldıktan sonrasında ileride deneyimle vakalar olmadan ilkin tahmin etmeyi öğrenecekler ve böylelikle davranışlarının değiştireceklerdir.


4.6. Düğmeye Basma : Bu teknik danışanlara hoş olan ve olmayan deneyimlerin ayrı ayrı portresini çıkarmayı ve bu deneyimlere birlikte rol alan duygulara dikkat etmelerini ihtiva eder. Bu tekniğin gayesi danışanlara fikirlerini kullanarak her ne duygusu yaratmak istiyorlarsa yaratabileceklerini öğretmektir. Bu tekniği kullanacak Adleryan terapist danışana düşüncesinin bir sonucu olarak depresyon seçtiğini anlamasına destek olabilir. Terapist hayal etme sürecini kullanabilir.


4.7. Avoiding the tar baby : Danışanlar danışmaya günlük yaşamda kullandığı kendini hezimete uğratan bir takım davranış kalıplarıyla gelir. Bu şekilde yanlış algılamalar bir işe yaradığından dolayı danışanlar belli başlı hatalı varsayımlara sıkıca sarılabilirler.


4.8. Vazife Alma ve Yerine Getirme : Danışanlar sorunlarını çözmek için aşama kaydederken belli başlı görevler almalı ve bunarı yerine getirmeye çalışmalıdır. Planlar kısa bir vakit dilimi için düzenlenmelidir. Bu yolla danışanlar spesifik görevlerin tamamlanmasında başarı göstermiş olabilir ve netice olarak güvenle yeni planlar geliştirebilirler. Bu şekilde görevler gerçekçi ve ulaşılabilir olmalıdır. Eğer planlar iyi işlemezse tartışılabilir ve gelecek seansta yenilenebilir. Eğer danışanlar görevleri yerine getirmede başarı göstermiş olurlarsa danışanlar daha kapsamlı maksatları yerine getirmeye uğraşabilirler.


4.9. Seansı Sona Erdirme ve Özetleme : Seanslar için sınırların çizilmesi, gelecekteki araştırma için danışanın istekliliğini söndürmeksizin seansı kapatma ve seansın anımsanacak kısımlarını özetleme terapistler için mühim becerilerdir. Seans sona ererken yeni bir mevzuya girmemek gerekir. Bunun yerine terapist danışanı öğrendikleri şeyleri tekrara etmesine destek olabilir. Bu aşamada davranışa yönelik danışanın 1 hafta süresince yürütebileceği ev ödevlerini münakaşanın zamanıdır.


Yukarıda belirtilen tekniklere ek olarak Adleryan terapistler, danışma süreci süresince değişik tekniklerden de yararlanırlar. Bu tekniklerin pek çok başka danışma yönelimlerini benimsemiş terapistler tarafınca da kullanılır. Adleryan terapistler uygun olduğu vakit başka metotları kullanmakta pragmatist davranırlar. Tavsiye, ev ödevi, komiklik ve sessizlik bu tekniklerden yalnız bir kaç tanesidir.





resim1h






  • Bireysel Sporlar Nedir? Bireysel Sporlar


  • Bireysel farklılıklar nedir?


  • Bireysel Nedir?



Kaynak:msxlabs.org

YORUMLAR

Ad

Anlamı Nedir?,22,Biyoloji Konu Anlatımı,25,Cilt Bakımı,82,Coğrafya Ders Anlatımı,978,Genel,46,Güzel Sözler,16075,Music,1,Ne Nedir?,32164,Resimli Sözler,4111,Saç Sağlığı,119,Sağlık Bilgileri,1596,Soru-Cevap,10236,Sports,1,Tarih Konu Anlatımı,5,Teknoloji,36,Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımı,2,
ltr
item
Ders Kitapları Konu Anlatımı: Bireysel Psikoloji
Bireysel Psikoloji
http://img100.imageshack.us/img100/7733/resim1h.png
Ders Kitapları Konu Anlatımı
https://ders-kitabi.blogspot.com/2017/08/bireysel-psikoloji.html
https://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/2017/08/bireysel-psikoloji.html
true
5083728687963487478
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi hiçbir mesaj bulunamadı HEPSİNİ GÖR Devamı Cevap Cevabı iptal Silmek Cevabı iptal Home SAYFALARI POST Hepsini gör SİZİN İÇİN ÖNERİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH Tüm Mesajlar İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Pazar Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şu anda... 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago İzleyiciler Takip et THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Tüm Kodunu Kopyala Tüm Kodunu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalanmıştır. Kodları / metinleri kopyalayamıyor, kopyalamak için lütfen [CTRL] + [C] tuşlarına (veya Mac ile CMD + C'ye) basınız Table of Content