Destansı (Epik) Ifade : Destansı ifade, zamanı vaka ve kişilerin olağanüstülükler temelinde, heyeÂcan ve coşku uyandıracak şekilde anlatıl...
Destansı (Epik) Ifade : Destansı ifade, zamanı vaka ve kişilerin olağanüstülükler temelinde, heyeÂcan ve coşku uyandıracak şekilde anlatılmasıdır. Destansı anlatımın çıkış noktası, tabii destanlardır. Destansı anÂlatım, en belirgin şekilde yapma destanlarda ve yapma destanlarla benzerlik gösteren tarihsel ve edebi metinlerÂde kullanılır. Destansı (Epik) Anlatımın Özellikleri
1.Muhteşem vakalar ve kişiler anlatılır.
2.Destan türünün yiğitçe havası vardır.
3.Yapmış olup etmeler doğrusu fiiller ön plandadır.
4.Zamanı mevzular ve kahramanlıklar işlenir.
5.Etkisi altına alan bir özellik taşır.
6.Devamlı hareket vardır.
7.Kelimeler mecaz ve yan anlamlarda kullanılabilirler.
8 Şiir, destan roman, hikâye, tiyatro, destansı anlatımın kullanıldığı türlerdir.
9.Anlatımda abartıya yer verilebilir.
10.Sanatlı bir dil kullanılır.
Örnek metin: s.124 Çanakkale Şehitlerine, s. 125Sivastopol,Osmancık, Kanije Kalesi'nin Kurtarılışı, Genç OsmanDestansı (Epik) Ifade Örnekleri
SİVASTOPOL : Derken, tabur komutanı gene işaret verdi. Gene subaylar fısıltıyla konuşarak emri birbirlerine ilettiler ve kara bir duvar şeklinde duran 1. bölük çöktü. Onlara "Yere yat!" emri verilmişti. 2. bölük de yere yattı ve Pest, eline sivri bir şeyin battığını duydu. Yalnız, 2. bölüğün komutanı ayakta kalmıştı. Kılıcını sağa sola savurup asla durmadan konuştukça tıknaz silueti bir öne bir arkaya gidip geliyordu.
"Pekâlâ, adamlarım! Haydi, şimdi, aslanlarım! Kurşunlarımızı israf etmeyip bu süprüntülen süngümüzle temizleyeceğiz. "Hurra!" diye bağırdığımda hepinizin arkamdan geldiğini görmek isterim. Kimse geride oyalanmasın. Birbirinizden ayrılmamalısınız, bu en önemlisi... Onlara kim olduğumuzu gösterelim ve yüzümüzü kara çıkarmayalım, tamam mı dostlar?
TOLSTOY
KANİJE KALESİ'NİN FETHİ: Sadrazam İbrahim Paşa 1600 yılı baharında yine sefere çıkıp Kanije üstüne yürüdü. Ayrıca Bobofça Kalesi de istirdat edilmişti. Ordu Kanije'yi kırk günden fazla muhasara etti. Kalenin barut mahzeninin infilakı üstüne müdafiter teslim olmak zorunda kaldılar. Kanije, beylerbeyilik hâline getirilip Tiryaki Hasan Paşa'ya verildi. Sadrazam İbrahim Paşa, Temmuz 1601'de yeni bir sefere çıkmak üzereyken serhatta öldü. Yerine, sadaret kaymakamı bulunan Yemişçi Hasan Paşa atama olundu. Yeni sadrazam derhal Belgrat'a hareket etti. Ordu daha Belgrat'a ulaşmadan Belgrat'ın düşman eline geçmiş olduğu haberi geldi. Buraya gidildiyse de asker yenik düştü. Tam bu sırada Erdel ve Boğdan'ı da ele geçirerek Romanya'da bir yönetim oluşturmayı planlayan fakat vazgeçip Osmanlı merkezine elçi gönderip itaatini bildiren Mihal'in Avusturya hükümetinin düzenlemiş olduğu suikasta kurban gittiği haberleri geldi. Böylelikle Avusturya hükümeti siyasal bir katliam işlemiş oluyordu. Bu haber üstüne Osmanlı Devleti mıntıkaya hızlıca bir ordu sevk edip güvenliği sağlamış oldu. Erdel, Eflak, Boğdan'da Osmanlı Devleti'ne bağlı, kuvvetli bir seviye tesis edildi. Sonuçta Avusturya'nın işlediği bir siyasal katliam Osmanlı Devleti'nin işine yaramıştı. Avusturya'nın yeni bir saldırı haberi geldi. Arşidük Ferdinand kumandasında bir ordunun Kanije'yi kuşatmakta olduğu, müdafilerin zor durumda bulunmuş olduğu öğrenilmişti.
Genel Türk Zamanı Ansiklopedisi
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Var ise gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, tüm akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum şeklinde, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla birlikte bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler müsavi.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmiyorum ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i soylu,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bizlere âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonrasında mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyleki müdhiş ki: Eder her birisi bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem şeklinde binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, beden, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat inanç?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılmış olur, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O bana ait sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı kıymet.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları fakat, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni fakat ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonrasında gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem tüm ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın şeklinde tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Gene bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan şeklinde iclâline ettin fanatik...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla birlikte gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
YORUMLAR