Özellikle Tanzimat Dönemi eserleri ile bilinen şairlerimizden olan Abdülhak Hamit Tarhan hayatı ile ilgili bilgiler. Abdülhak Hamit Tarhan k...
Özellikle Tanzimat Dönemi eserleri ile bilinen şairlerimizden olan Abdülhak Hamit Tarhan hayatı ile ilgili bilgiler. Abdülhak Hamit Tarhan kimdir?
Abdülhak Hamit Tarhan (1851 – 1937) Türk edebiyatının en ünlü şairlerinden biridir. İstanbul’da, Bebek’te doğdu. Soyca bilginler, fikir adamları yetiştirmiş bir ailedendir. Büyükbabası Abdülhak Molla, hekim ve filozof olarak, çağının tanınmış kişilerinden biriydi; bir süre II. Mahmut’un hekimbaşılığında bulunmuştu. Onun oğlu, Abdülhak Hâmit’in babası Hayrullah Efendi de XIX. yüzyılın ileri gelen aydınlarındandı. Devlet adamı ve tarih yazarı olarak şöhreti bulunan Hayrullah Efendi, Mustafa Reşit Paşa’nın kurduğu bir bilim kurumunda (Encümen-i Daniş’te) ikinci başkanlığa kadar yükselmişti.
Abdülhak Hâmit, 5 yaşında okula başladı. Babası Hayrullah Efendi, zeki ve çalışkan oğlunun yalnız okul dersleriyle yetinmesini istememiş; ona ayrıca hocalar tutmuştu. 8 yaşında, evlerine yakın bulunan Amerikan Koleji’ne başladı. Bu okulda iki yıl kadar okudu; ağabeysi Abdülhak Nasuhi Bey’in görevle Paris’e gitmesi üzerine, ona katıldı. Öğreniminin en düzenli devresini orada tamamladı.
14 yaşlarında, Tahran elçiliğine tayin olunan babası ile birlikte, İran’a gitti. Şiir ve edebiyata karşı duyduğu ilgi İran’da kuvvetlendi. Firdevsi, Şeyh Sadi, Hafız gibi büyük İran şairlerini okumaya başladı. Babasının ölümü üzerine İstanbul’a dönerek devlet hizmetine girdi. Bu ilk resmî görevi Şûray-ı Devlet (Danıştay) kâtipliğidir. Gene o yıllarda, genç yaşındaki ölümü ile edebiyatımızın en ünlü eserlerinden biri olan «Makber»in yazılışını hazırlayan Fatma Hanım’la evlendi.
Bu sırada yavaş yavaş kalem denemelerine de başlamıştı. «Macera-yı Aşk», «Sabr-u Sebat», «İçli Kız» adlı tiyatroları bu ilk deneme çağının eserleridir.
Abdülhak Hâmit, 25 yaşındayken, elçilik ikinci katipliği göreviyle, Paris’e gönderildi. İki, üç yıl süren bu görevinden ayrılmasına «Nesteren» adındaki tiyatrosu sebep olmuştur. Şairin, müstebit bir hükümdara karşı halkın ayaklanışını anlatan bu eseri Abdülhamid’i kızdırmıştı; görevine son verildi.
İki yıl kadar boşta kalan Abdülhak Hamit, bu sürenin sonunda önce Yunanistan’daki Golos, sonra Kafkasya’daki Poti şehirlerine konsolos oldu, sonra Bombay başkonsolosluğuna tayin olundu. Bu sefer eşi Fatma Hanım’ı da beraberinde götürdü. Ancak, Hindistan’ın ağır, rutubetli havası zayıf yapılı olan Fatma Hanım’a iyi gelmemişti. Şair, vereme yakalanmış olan eşini yurda getirmeye karar verdi. Uzun deniz yolculuğunda hastalığı büsbütün artan Fatma Hanım, İstanbul’a ulaşamadan Beyrut’ta öldü. Bu ölümün yarattığı büyük sarsıntı yüzünden bir daha Bombay’a dönmek istemeyen Hâmit, gene bir süre boşta kaldı, sonra Londra büyük elçiliği başkâtipliğine tâyin edildi, daha sonra elçilik müsteşarlığına yükseldi.
İkinci Meşrutiyet’ten sonra, Brüksel elçiliğinde bulunduktan sonra emekliye ayrılarak İstanbul’a döndü. Kendisine Maarif Nazırlığı teklif edildiyse de kabul etmedi, Ayan (Senato) üyesi oldu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Mütareke yıllarında Viyana’ da yaşadı. 1923’te İstanbul’a döndü. Devlet, artık yaşlı bir Hariciye emeklisi olan şaire, vatana hizmet tertibinden maaş bağlamış, İstanbul Belediyesi tarafından da kendisine Maçka’da dayalı-döşeli bir apartman dairesi ayrılmıştı. Ayrıca, İstanbul milletvekiliğine de seçildi. Son yıllarını Belçikalı eşi Lüsyen Hanım’la huzur ve sükûn içinde geçiren Abdülhak Hâmit, 13 nisan 1937’de Maçka’daki evinde öldü.
Zincirlikuyu’daki «asrî mezarlığa» gömüldü. Mezar taşının üzerinde, kendi eseri olan şu beyit yazılıdır:
Bu taş cebinime benzer ki tıpkı makberdir
Dışı sükûn ile zâhir, derunu mahşerdir.
YORUMLAR