Analitik Psikoloji

Analitik Psikoloji Analitik Psikoloji, 'un öğretilerini temel alan ruhsal akım. üç büyük psikoloji akımından biridir. Ötekiler...


Analitik Psikoloji






Analitik Psikoloji, 'un öğretilerini temel alan ruhsal akım. üç büyük psikoloji akımından biridir. Ötekileri: , .

Temelleri
Jung, hemen hemen talebe olduğu yıllarda (meslek seçiminde kararsız olduğu dönem) mahalledeki evlatların daveti üstüne bir ruh çağırma seansına katılır. Burada on beş yaşlarında bir kızın transa geçtikten sonrasında ana dili İsviçre Almanca'sı olmasına karşın, düzgüsel araştırmasına girişir. Jung haricinde kimse bu olayın içyüzüyle ilgilenmez. Jung, tüm bu olanlara kulakasarak, , ve konuşmaya başladığını görür. Genel olarak utangaç ve çekingen olan bu kız, olgun bir havaya girmiştir. Jung, kızı oldukça iyi tanımış olduğu halde bu hususi durumunu daha evvel farketmediği için çok şaşırmıştır. Jung tüm bu olanların alt kısmındaki sebebi öğrenmek istiyerek iştirak ettiği seanslarda her transdan sonrasında sistemli, belirli kurallara uyan olarak notlar tutmaya başlar. Transdan sonraki geçişin sebeplerini araştırırken geniş bir oluşan "psikopatik aşağılık duygusu" ile ilgili araştırmalara devam eder. Araştırmalar sonunda sonrasında, bitirme tezinin dayanağını oluşturur. Bu sav, 1902 senesinde "Sözde Gizemli Fenomenlerin Psikolojisi ve Patolojisi üzerine" ismiyle yer alır. Böylelikle Jung psikolojiye giriş yaparak ileride kuracağı Analitik Psikolojinin temellerini atmış olur.


Jung, 'de tıp öğrencilerine yönelik bir psikaytri ders kitabının yazarı olan Richard von Krafft-Ebing'i okuduktan sonrasında "ifade bozuklukları" ifadesine ilgi duymuştu. Bu kitabı okuduktan sonrasında "Aniden sezgisel bir anlayış hazıl oldu bana. O zamanlar buna net bir isim koymam mümkün değildi, ama bir süre sonra mühim bir noktaya parmak bastığımı fark ettim. Ve hemen psikiyatrist olmaya karar verdim... O an, tıp psikoloğu olmamı sağlayacak kariyerimin gerçek başlangıcı oldu." sözleriyle kafasında psikolojiye olan ilgisini karara bağlamış oldu.

Kelime çağrışım testi

İlk kez 'in kuzeni Sir Francis Galton tarafınca kullanılan ve deneğe (kontrol meydana getirilen kişiye) yüksek sesle bir takım kelime söylenerek kelimenin söylendiği anda aklına gelen ilk kelimeyi belirtmesi istenerek yanıtlanmasını elde eden kontrol şeklidir.
Jung, bu testi uygularken kendine nazaran bir farklılık yapmış oldu. Rahat ama mühim olan bu farklılık; kelimenin söylenmesinden sonrasında geciken tepki süresinin sebebinin testin uygulanmış olduğu kişiye sorulmasıydı.

Karmaşa

His tonu kompleksi ya da özetlemek gerekirse karmaşık, bir grup düşünceye karşılık gelen ve kelime çağrışım testinde geciken tepki süresi yardımıyla, acayip ve kimi zaman ıstırap veren hislerin bütününü temsil ediyordu. Buna nazaran Jung, kuramının temelini komplekse ayırdı. O dönemde kuramının ismi olarak anıldı.
Bu terim ve tarafınca da benimsenmişti. Konuşma diline girmesiyle beraber Kısaltılmış Oxford İngilizce Sözlüğü'nde "Jung'un ortaya koyduğu, belirgin bir mevzuyla ilintili bir grup düşünceye karşılık gelen terim." şeklinde yer aldı.

Jung'a nazaran karmaşık, ayrı bir kişilik olarak ortaya çıkar; kendi kendine işler ve genellikle şuur isteklerimizle taban tabana zıt bir yönde gider. Bu kompleksi hastanın uydurduğunu düşünenler için Jung şu şekilde der: "Komplekslerin, mühim seviyede özerkliğe haiz olduğu, 'düşsel' olduğu fikredilen acıların da, meşruları kadar ıstırap verdiği hastalık korkusunun, hastanın kendisi, doktoru ve cemiyet geneli tek bir ağızdan bunun 'hayal ürünü' bulunduğunu iddia etse dahi en küçük bir yok olma eğilimi göstermediği kesinlikle ortaya çıkmıştır."






  • Analitik Felsefe (Çözümleyici)


  • Doğrunun Analitik İncelemesi


  • Analitik Kimya




Analitik Psikoloji Temel İlke ve Kavramlar



Eşzamanlılık -Jung'un Gerçekliğe Yanıtı




Ilim Çağının prensi olarak malum ünlü düşünür Carl Gustav Jung, çalışmalarıyla entellektüel dünyanın devi haline gelmiştir. Jung, analitik psikanalizin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Freud'un yakın bir çabalama dostu olan Jung 1914'te ondan bağımsız olarak kendi analitik psikoloji ekolünü oluşturmuştur. Jung'un kurum testleri, ESP, öngörü, nedensel astrolojik kesişimlerin bağladığı “anlamlı rastlantılar†üstündeki çalışmalarından elde etmiş olduğu bilgiden almış olduğu esin, umut verici ama tamamlanmamış istatistiki verilerden güç alan ipuçlarıyla birleşince bu, bir kollektif bilinçaltı teorisinin gelişmesini sağlamakla kalmamış bununla beraber kültürel araştırmalar, bilhassa mitoloji ve din üstüne meydana getirilen emek harcamalar üstünde mühim etkisinde bırakır doğurmuştur.

Jung her ne kadar bilimselliğin gücüne inanıyor ve gerçeği bulma yolunda uygulamacı methodları hepimiz kadar kullanıyorduysa da, bilimsel anlayışın tabii ve toplumsal dünyaların insan-dışılaştırılmasına yol açtığını söylemiştir. “Doğal fenomenleri daha evvelinde olduğu benzer biçimde bilgisizce kabulleniş kaybolduâ€. Probleminin temeli ontolojik iddiaların standart karmaşık kümesinde yatar. Jung, ısrarla zihnin öğelerinin minimum dış bütün ülkelerce gördüklerimiz kadar gerçek bulunduğunu vurgulamıştır; kastettiği şey açıkça ortadadır ve kimse reddedemez.

1951'de İsviçre'deki Eranos Konferansında verdiği bir derste, Jung klasik eşzamanlılık olarak görmüş olduğu vakalara örnekler vermiş ve bu tarz şeyleri zihinsel olayların hem rüyalarda hem de uyanıklık halinde kollektif bilinçaltını simgesel ve fizyolojik varlık eş düzlemlerinde etkilemekle kalmayıp ondan etkilendiklerine ve büyük bölümü bazen, uzay ve istatistiki olasılık kavramlarını aştıklarına bir kanıt olarak göstermiştir.

TEORİ

Jung'un teorisi, insan zihnini 3 kısma ayırır. Ekranda görülen pencereden ilki Jung'un şuurlu akıl olarak tanımladığı ego'dur. Bununla yakından bağlantılı ikinci bölüm ise şahsi bilinçaltıdır ve o an için şuur düzeyinde olmayan ama şuur düzeyine gelebilecek herşeyi ihtiva eder. Şahsi bilinçaltı bir çok kişinin algıladığı bilinçaltı şekline benzer; akla kolayca getirilebilecek olan anıları ve bastırılmış olan diğerlerini kapsar. Ama içgüdüler, Freud teorisinin aksine, bunun dışındadır.


Jung'un insan zihni hakkında teorisine eklediği üçüncü bölüm aynı zamanda teorisini ötekilerden çarpıcı bir şekilde ayırır; kollektif bilinçaltı. Bu durumu ruhsal kalıtım olarak da adlandırabiliriz. Burası bir tür olarak edindiğimiz tüm deneyimlerin depolandığı yerdir; tamamımız bu bilgiyle doğarız. Gene de hiçbir vakit direkt bunun bilincinde olamayız. Burası tüm deneyimlerimizi ve davranışlarımızı etkisinde bırakır, en o kadar da duygusal olanları. Fakat bizler bu konuyu ama dolaylı olarak, etkilerini görerek anlayabiliriz.


Kollektif bilinçaltının etkilerini ötekilerden epey açık bir biçimde gösteren bir takım deneyimler vardır: İlk görüşte sevgi, deja vu (o hatıra daha evvel yaşamışsınız hissi) ve bazı sembolleri ve bir takım mitlerin anlamını derhal farketme benzer biçimde deneyimlerin tümü dış gerçekliğimizin kollektif bilinçaltıyla birdenbire kesişimi olarak fikir edilebilir. Daha geniş mealde düşündüğümüzde, tüm yeryüzündeki ve tüm zamanlardaki sanatçı ve müzisyenlerin paylaşmış olduğu yaratıcı deneyimler, tüm dinlerdeki mistiklerin ruhsal deneyimleri ya da rüyalardaki, fantazilerdeki, mitolojilerdeki, peri masallarındaki ve edebiyattaki parallellikler kollektif bilinçaltına birer örnektir.

Buna güzel ve son zamanlarda oldukça tartışılan bir örnek de ölüme yaklaşma deneyimleridir. Ölüme oldukça yaklaştıktan sonrasında hayata döndürülen bir çok değişik kültürel altyapıya haiz bir sürü insan birbirine oldukça çok benzeyen deneyimlerden söz etmiştir; bedenlerini terk ettiklerinden, bedenlerini ve onları çevreleyen vakaları net olarak gördüklerinden, ucunda parlak bir ışık olan uzun bir tünele itildiklerinden ve kaybettikleri yakınlarının ya da dinsel figürlerin onları beklediğinden ve bu mutlu hatıra yaşarken bedenlerine geri dönmekten duydukları rüya kırıklığından bahsetmişlerdir. -Kim bilir tamamımız ölümü bu şekilde deneyimlemek suretiyle yapıldık-


Arketipler


Kollektif bilinçaltını oluşturan öğelere arketipler -modeller- ismi verilir. Jung onları dominantlar, mitolojik ya da ilkel figürler olarak da adlandırmıştır. Bir arketip, bir şeyi belli başlı bir yolla deneyimlemeye yönelik öğretilmemiş bir eğilimdir. Arketipin kendine özgü bir şekli yoktur, ama gördüğümüz ya da yaptığımız şeyler üstünde “düzenleyici bir ilke†rolünü üstlenir. İşleyişi Freud'un teorisindeki içgüdülerin işleyişiyle aynıdır: Bir bebek ilk başlarda yalnız yiyecek bir şeyler ister, istediğinin ne işe yaradığını bilmez. Gene de içinde belirgin şeylerle doygunluk edilip bazılarıyla edilemeyecek belirgin belirsiz bir istek vardır. Büyüyen çocuk ise tecrübeyle beraber açken epey belirgin bir şey istemeye başlar; bir şişe, bir kurabiye, ya da mantarlı pizza benzer biçimde..

Bir arketip uzaydaki bir kara deliğe benzer; orada bulunduğunu yalnızca içine çekmiş olduğu madde ve ışık yardımıyla anlayabilirsiniz.

Anne Arketipi

Atalarımızın hepsininin anneleri vardı. İçinde ya bir anne ya da anne yerine geçen bir figürün yer almış olduğu bir ortamda yetiştik. Kuvvetsiz bebeklerken bizi besleyen şahıs ile bağımız olmaksızın yaşayamazdık. Bu da bizim bu evrimsel ortamı yansıtacak şekilde “tasarlandığımız†sonucunu doğuruyor: bir anne istemeye, onu aramaya, tanımaya, onunla ilgilenmeye hazır olarak dünyaya geldik.

Bu yüzden anne arketipi belirgin bir tür ilişkiyi, “annelik†ilişkisini tanımamızı elde eden doğuştan gelen bir kabiliyetimiz. Jung , bu mevzunun belli bir miktar soyut bulunduğunu ve bu arketipi bütün ülkelerce, belli başlı bir şahıs üstünde -çoğunlukla kendi annelerimiz- yansıtma eğiliminde olduğumuzu söyler. Çevrede bu arketipi yansıtacak belirgin bir şahıs bulunmadığında dahi, bu arketipi kişiselleştirerek bir mitolojik “roman†karakteri haline dönüştürmeye çalışırız. Bu karakter, arketipi sembolize etmektedir.

Anne arketipi ilkel ana ya da mitolojideki toprak ana ile sembolize edilir; garp inanışlarında Havva ve Meryemle, ve kilise, millet, ya da bir orman ya da okyanus benzer biçimde daha şahsi sembollerle. Jung'a nazaran, zihnindeki anne arketipinin gereksinimleri gerçek anası tarafınca karşılanamayan bir şahıs ileriki yaşamında kilisede refah aramaya ya da kendini anavatanıyla özdeşleştirmeye, Meryem ana figürünü imgelemeye ya da denizde yaşamı seçmeye eğilim duyacaktır.

Mana


Ilk olarak şu anlaşılmalıdır ki, bu arketipler, Freud'un içgüdüleri benzer biçimde biyolojik değillerdir. Daha çok ruhsal isteklerdir. Mesela, eğer rüyanızda uzun cisimler gördüyseniz, Freud bunların phallus'u ve sonunda seksi sembolize etmiş olduğu yorumunu yapabilir. Fakat Jung'un çok daha değişik bir perspektif vardır. Ona nazaran açıkça bir penis gördüğümüz rüyalar dahi doyurulmamış bir seks ihtiyacından daha değişik şeylere işaret ediyor olabilir.

İlkel topluluklardaki phallic sembolerin direkt seksle ilgili olup olmadıkları şüphelidir. Bu tür durumlar çoğu zaman mana'yı, kısaca ruhsal gücü sembolize ederler. Bu semboller hususi zamanlarda canlandırılarak toprağı bereketlendirmek, mahsulleri ya da balıkları çoğaltmak ya da birisini iyileştirmek için çağrılmaktadırlar. Penis ve güç, semen ve tohum, gübre ve bolluk arasındaki bağlantı bir sürü kültür tarafınca anlaşılmıştır.

Gölge

Seks ve yaşam içgüdüleri Jung'un sisteminde de genel olarak temsil edilmektedir. Onlar Jung'un gölge ismini verdiği arketipin bir parçasıdır. İhtiyaçlarımızın hayatta kalma ve üreme içgüdüleriyle sınırı olan olduğu, kendimizin bilincinde olmadığımız ilkel insandan, “hayvan†geçmişimizden gelen bir parça.

Gölge, egonun karanlık yüzüdür; potansiyel kötülüğümüz genel anlamda burada saklanmaktadır. Gerçekte gölgenin bir etiği yoktur; iyi ya da fena değildir, tıpkı hayvanlardaki benzer biçimde. Bir hayvan yavrularını şefkatle sevme ve avlarını yiyecek için vahşice öldürme kabiliyetlerine haizdir. Ama ikisini de yapmayı seçmez. Ne isterse onu yapar. O “masumdur.†Fakat bizim insani nazar açımızdan, hayvanların dünyası yırtıcı ve zalim görünür, bu sebeple de gölge, kişiliğimizin itiraf edemediğimiz yanlarının saklandığı bir çöp kutusu haline gelir.

Gölgenin sembolleri, yılan, ejderha, canavarlar ve şeytanlardır. Gölge büyük bölümü vakit bir mağaranın ya da su dolu bir havuzun; kollektif bilincin girişinde bizi bekler. Tekrar rüyanızda şeytanla savaşım ettiğinizi gördüğünüzde fark edeceksinizdir ki savaşım ettiğiniz yalnızca kendinizdir.

Persona

Persona toplumsal görüntümüzü temsil eder. Persona sözcüğü person -kişi ve personality -kişilik sözcükleriyle bağlantılıdır ve Latincede maske anlamına gelen mask sözcüğünden gelmektedir. Persona kendinizi dış dünyaya göstermeden ilkin taktığınız maskedir. Her ne kadar bir arketip benzer biçimde başlasa da, onun farkına vardıktan sonrasında kollektif bilinçaltından en uzak olan yanımız bulunduğunu görürüz.

Bu en iyi haliyle, toplumun bizlerden istediği rolleri yerine getirirken hepimizin vermek istediği “iyi imajâ€dır. Fakat bu bununla beraber insanların fikirlerini ve davranışlarını yönlendirmek için kullandığımız “yanlış imaj†da olabilir. En kötüsü de bu konuyu aslolan doğamız zannedebilmemizdir. Kimi zaman iyi mi görünmek istiyorsak öyleki olduğumuza inanırız.

Anima ve animus

Hayatta oynamak zorunda olduğumuz dişi ya da erkil rol kişiliğimizin -persona'nın bir parçasını oluşturur. Bir çok insan için bu rol fizyolojik cinsiyetleriyle belirlenmektedir. Fakat Jung da Freud, Adler ve ötekileri benzer biçimde, bisexuel bir doğaya haiz olduğumuzu hissetmiştir. Yaşamımıza bir fetus olarak başladığımızda, farklılaşmamış cinsel organlara sahiptik; bu tür durumlar ama zaman içinde ve türlü hormonların etkisiyle dişi ya da adam halini almıştır. Aynı şekilde bir bebek olarak toplumsal yaşamımıza başladığımızda, toplumsal açıdan ne adam ne de dişiydik. Fakat neredeyse eşzamanlı olarak -pembe ve mavi kurdelalar benzer biçimde şeylerle - bizi yavaş yavaş adama ya da hanıma dönüştüren toplumun etkisine girmişizdir.

Tüm toplumlarda adam ve hanım rollerinden beklentiler farklıdır; bu çoğu zaman üremedeki değişik rollerimizi temel alır, fakat büyük bölümü vakit tamamen geleneksel bir sürü detayı da ihtiva eder. Günümüz toplumunda, hala bu geleneksel beklentilerin izlerini taşırız. Bayanların hala daha şefkatli ve daha az agresif olmaları, adamların ise hala kuvvetli ve duygusal açıdan dayanıklı olmaları beklenir. Jung'a nazaran bu beklentiler bizim potansiyelimizin ama yarısını geliştirebildiğimizi gösterir.

Anima, adamların kollektif bilinçaltındaki dişi yanı, animus ise hanımefendilerin kollektif bilinçaltındaki erkil yanı temsil etmektedir. İkisi beraber “syzygy†olarak adlandırılır. Anima anlık ve sezgisel davranan genç bir kız, ya da bir cadı ya da toprak ana olarak kişileştirilebilir. Çoğu zaman derin duygusallık ve yaşamın gücüyle bağdaştırılır. Animus yaşlı, bilge bir adam, bir sihirbaz, ya da büyük bölümü vakit aniden çok adam olarak kişileştirilebilir ve bu figür genel anlamda mantıklı, gerçekçi ve hatta tartışmacıdır.

Anima ya da animus genel mealde kollektif bilinçaltıyla haberleşme-iletişim kurmamızı elde eden arketiptir. Bununla beraber sevgi yaşamımızın büyük bir kısmından de mesuldür. Bizler, bir antik Yunan efsanesinde söylenildiği benzer biçimde, karşı cinste başka yarımızı, Tanrıların bizlerden almış olduğu başka yarıyı, ararız. İlk görüşte aşık olduğumuzda bu, zihnimizdeki anima ya da animus arketipine oldukça uyan biriyle karşılaştık anlamına gelir.

Başka arketipler

Jung, arketiplerin basitçe listeleyip ezberleyebileceğimiz belirgin gruplara ayrılmadığını ve durağan bir sayılarının olmadığını söylemiştir. Bu tür durumlar içiçedir ve gerektiğinde birbirleri içinde rahatlıkla eriyebilirler ve mantıkları geleneksel türde değildir. Gene de Jung başka belirgin arketiplere şu örnekleri vermiştir:


Annenin yanında başka aile arketipleri de vardır. Baba, çoğu zaman bir rehber ya da bir otorite figürü olarak sembolize edilir. Bununla birlikte, aile arketipi de vardır. Bu, kan bağını ve şuurlu nedenlerden daha derinlere inen bağları temsil etmektedir.


Ve çocuk; mitoloji ve sanatta çocuklarla, bilhassa bebekler ve başka ufak yaratıklarla temsil edilmiştir. Çocuk, geleceği, oluşu, tekrardan doğuşu ve kurtuluşu sembolize eder. Batılılar kış dönümündeki Noelde İsanın doğuşunu kutlarken, bu dönem, güneşin kendilerine tekrardan dönüşünü kutlayan kuzeydeki ilkel kültürler için de geleceği ve tekrardan doğuşu temsil eder. Çocuk arketipi büyük bölümü vakit başka arketiplerle karışarak çocuk-tanrıya ya da çocuk- kahramana dönüşür

Pek çok arketip öykü karakteridir. Kahraman bunların başlıcalarındandır. O mana -güç kişiliğidir ve fena ejderhaları yenen kişidir. O, temelde -bizim öykünün kahramanı olarak sembolleştirdiğimiz- egoyu simgeler ve zamanının çoğunda ejederhalar ve canavarlar kılığına bürünen gölgelerle savaşır. Ne yazık ki kahraman, bir pozisyon olarak seçilebilmek için fazlaca saftır. Sonuçta o, kollektif bilince giden yollara dikkat vermez.

Kahraman, sık sık bakireyi kurtarmak için yola çıkar. O, saflığı, masumiyeti ve tecrübesizliği temsil etmektedir. Kahramana yolunda yaşlı, bilge adam rehberlik eder. O animusun bir biçimidir ve kahramana kollektif bilincin doğasını gösterir. Karanlık baba arketipi ise gölgeyi, gücün karanlık yüzünün hakimini simgeler. Bununla birlikte bir hayvan arketipi de vardır; insanlığın hayvan dünyasıyla ilişkilerini temsil etmektedir. Kahramanın sadık atı buna bir örnek olabilir, yılanlar da büyük bölümü vakit hayvan arketipinin sembolü olmuşlardır ve oldukça parlak zeka oldukları düşünülür. Sonuçta hayvanlar doğalarına bizlerden epey yakınlardır.

Hakkında konuşulması daha güç bir takım arketipler de vardır. İlk adam bunlardan biride biridir ve garp dininde Adem'le sembolize edilir. Bir öbürü Tanrı arketipidir; evreni anlamaya, olanlara bir mana vermeye, herşeyi bir gayesi ve bir yönü varmış benzer biçimde görmeye olan ihtiyacımızı gösterir.

Hermafrodit, hem dişi hem adam, karşıtlıkların birleşimini temsil eder. Tüm arketiplerin en önemlisi ise benliktir. Kişilik kişiliğin nihayi birliğidir ve çember, haç ve Jung'un da bir çok kez resimlediği mandala figürleriyle sembollenmiştir. Mandala, meditasyonda, dikkati merkezde yoğunlaştırmak için kullanılan bir çizimdir; bu bir geometrik figür benzer biçimde olabileceği benzer biçimde renkli camdan bir pencere de olabilir. Benliği en iyi temsil eden kişiliklendirmeler mükemmelliğe ulaştıklarına inanılan İsa ve Buda benzer biçimde figürler olmasına karşın, Jung mükemmelliğe gerçek mealde ama ölüm hemen ulaşılabileceğini düşünmektedir.


İnsan aklının dinamikleri


Zihnin bileşenlerinden onların işleme ilkelerine gelelim. Jung, bizlere 3 temel ilke sunmuştur. Ekranda görülen pencereden ilki Karşıtlıklar İlkesi'dir. Her talep derhal bir karşıtına da işaret eder. Mesela, eğer içimde iyi bir fikir var ise, derinlerde başka bir mekanda karşıt bir fena fikir mevcuttur. Aslen temel nokta şudur: İyilik anlayışına haiz olabilmem için, bir fenalık anlayışım da olması gerekir, tıpkı yükselişlerin düşüşler olmadan, siyahın ak olmadan varolamayacağı benzer biçimde.


Jung'a nazaran, zihnin enerjisini (ya da libidosunu) yaratan karşıtlıklardır. Bu bir pilin artı ve eksi uçlarına ya da bir atomun bölünüşüne benzer. Enerjiyi yaratan zıtlıklardır; kuvvetli bir zıtlık kuvvetli enerji, zayıf bir zıtlık zayıf enerji ortaya çıkarır.


İkinci ilke, Eşitlik İlkesidir. Zıtlıktan doğan enerji her iki tarafa da eşit bir biçimde dağıtılır. Buna örnek olarak 10-11 yaşlarında başımdan geçen bir vakası anlatayım. O yıllarda bazen yaralanmış, fena durumdaki orman hayvanlarını iyileştirmeye çalışıyordum. Fakat korkarım bu konuyu yaparken sık sık onlara daha çok zarar vermiştim. Bir keresinde yavru bir kuşu iyileştirmeye çalışıyordum. Fakat onu kaldırırken bir an onu elimle ne kadar kolayca ezebileceğim düşüncesi aklımdan geçti ve sarsıldım. Bu düşünceden asla hoşlanmamıştım, ama fikir yadsınamaz şekilde oradaydı. Doğrusu o yavru kuşu elime aldığımda, ona yardım etmeye yönelik bir enerjim vardı, ama bununla beraber içimde onu ezmek için de eşit oranda bir enerji vardı. Ben kuşa yardım etmeye çalıştım ve enerji bazı davranışlara dönüşerek yardım eylemini oluşturdu. Peki ya başka enerji? Ona ne oldu?

Bu, gerçekleştirmediğiniz isteğe karşı tutumunuza bağlıdır. Eğer bu isteği kabullenir, onunla yüzleşir ve bunun bilincinde davranırsanız, bu enerji zihninizin genel mealde gelişmesini sağlar; başka bir deyişle büyürsünüz. Ama bunun yerine, bu fena isteği hiçbir vakit duymamış benzer biçimde davranırsanız, onu inkar eder ve bastırırsanız, enerji bir “kompleks†in oluşumunda kullanılacaktır. Karmaşa, bir mevzu çevresinde kümelenen bastırılmış düşünceler ve hisleri paternidir. Eğer bir an için de olsa kuşu ezme fikrinin aklınızdan geçtiğini inkar ederseniz, bu düşünceyi gölgenin (karanlık yanınızın) önerilmiş olduğu bir biçime sokabilirsiniz. Eğer birisi duygusal yanını inkar ediyorsa, duygusallığı anima -dişi yan- arketipi içinde kendine bir yer bulabilir.


Mesele işte burdadır: Eğer tüm yaşamınız süresince yalnızca iyiymişsiniz benzer biçimde davranırsanız -sanki yalan anlatmaya, aldatmaya, çalmaya ve öldürmeye kapasiteniz yetmiyormuş benzer biçimde -, her iyilik yapışınızda başka yanınız gölgenin çevresinde bir karmaşık içine girer. Bu karmaşık kendine nazaran bir yaşam yaratmaya başlamış olacak ve sizi ele geçirecektir. Aniden kendinizi ufak yavru kuşların üstünde zıpladığınız karabasanlar görürken bulabilirsiniz. Eğer uzun sürerse, karmaşık sizi yenebilmekte ve size haiz olabilmektedir; bu çift kişilik gelişimine kadar varabilir.


Son ilke, Entropi İlkesidir. Bu, karşıtlıkların bir araya gelme eğilimidir, böylelikle enerji azalabilir. Jung bu fikri fizikten almıştır; entropi tüm fizyolojik sistemlerin bir sona doğru işlemeye olan eğilimine verilen addır, Böylelikle tüm enerji düzgün şekilde dağılabilecektir. Mesela odanın bir köşesinde bir ısıtıcınız var ise, sonunda tüm oda ısınacaktır.

İnsanlar gençken karşıtlıklar uç noktadadır, bu sebeple oldukça çok enerjiye sahibizdir. Yaşlandıkça, pek çoğumuz değişik yönlerimizle daha iyi başa çıkarız. Daha az saf idealistizdir, ve hepimizin iyi ve kötünün bir karışımı olduğumuzu fark ederiz. Karşı tür bizlere daha az tehlikeli görünür ve giderek androjenleşiriz. Yaşlılıkta hanım ve adam fizyolojik olarak dahi daha çok birbirine benzer. Karşıtlıklarımızın üstünde düşünebilme ve benliğimizin her iki yanını da görme sürecine, “geçişâ€ -transcendence- ismi verilir.


Kişilik


Jung'a nazaran, yaşamın gayesi benliği tanımaktır. Kişilik, tüm karşıtlıkların ötesine geçişi ve kişiliğinizin her yönünün eşit olarak sergilenmesini temsil eder. Geriye kalan ne hanım ya da adam ne ego ya da gölge, ne iyi ya da fena ne şuurlu ya da bilinçsizsinizdir, tüm bu tarz şeyleri beraber yaşarsınız. Hem bir kişi, hem de yaratılışın bütünlüğüsünüzdür, ve ikisi de değildir.

Bu durumu zihniniz için yeni bir merkez, daha dengeli bir pozisyon olarak düşünebilirsiniz. Gençken, egoya yoğunlaşır ve kişiliğin önemsiz ayrıntıları hakkında hayıflanırız. İleriki yaşlarda ise, belli bir miktar daha derine odaklanır ve her insana, tüm hayata, hatta evrene daha çok yakınlaşırız. Benliğini tanıyan bir şahıs daha az egoist olacaktır.


Eşzamanlılık


Kişilik teorisyenleri uzun seneler ruhsal süreçlerin mekanizma şeklinde mi yoksa teleoloji yöntemiyle mı işlediğini tartışmışlardır. Mekanizma düşüncesine nazaran, süreçler neden-sonuç ilişkisiyle işler. Birşey bir diğerine yolaçar ve öbürü başkasını doğurur, ve bu bu şekilde gider, böylelikle şu hatıra geçmiş belirlemiş olur. Teoloji düşüncesinde ise gelecekteki bir vaziyet hakkında fikirlerimizle yönlendiriliriz, maksatlar, anlamlar, değerler benzer biçimde şeylerle. Mekanizma determinizm ve tabiat bilimleriyle ilişkilidir. Teoloji ise özgür irade ile bağlantılıdır.

Psikoloji tarihinde, Freudyenler ve davranış bilimciler daha çok mekanizmacı olarak, neo-Freudyenler, hümanistler ve varoluşçular ise teleolojist olarak görülür. Jung, bunların her ikisinin de görevi olduğuna inanır ve bununla birlikte üçüncü bir altenatif daha ekler; eşzamanlılık.

Eşzamanlılık birbirine neden-sonuç ilişkisiyle ya da teleolojik olarak bağlı olmayan, gene de aralarında anlamlı bir bağ olan iki olayın gerçekleşmesini anlatır. Jung, birbiriyle ilgisiz benzer biçimde görünen olayların aslına bakarsak bilmediğimiz bir bütünün parçaları olduğundan eşzamanlı meydana geldiğini söylemiş ve haberci rüyaları buna örnek göstermiştir. İnsanlar bazen rüyalarında birşeyler görürler, mesela sevdikleri biriyle ilgili bir vakası ve ertesi gün gördüklerinin gerçekleşmiş bulunduğunu görürler. Kimi zaman bir arkadaşımızı aramak için telefonu kaldırırız ve arkadaşımızın aslına bakarsanız hatta bulunduğunu görürüz. Pek çok psikolog bu tarz şeyleri tesadüf olarak adlandıracak ya da gerçekleşme ihtimallerinin düşündüğümüzden epey fazla bulunduğunu göstermeye çalışacaktır. Jung ise bunların, bizim insanlarla ve genel mealde doğayla kollektif şuur yöntemiyle iyi mi bağlandığımızı gösteren işaretler bulunduğunu söyler.

Jung kendi dini inançları hakkında pek ipucu vermemiştir. Gene de eşzamanlılıkla ilgili bu olağandışı fikir Hintlilerin gerçekliğe nazar açısıyla rahatlıkla açıklanabilmektedir. Hint düşüncesine nazaran, şahsi egolarımız okyanustaki birer ada gibidir: Oradan kendi dünyamıza ve birbirimize bakarız ve birbirimizden ayrı varlıklar olduğumuzu düşünürüz. Göremediğimiz şey ise, birbirimize suların dibindeki okyanus katı ile bağlı olduğumuz gerçeğidir.
Hint inanışlarında dış dünyaya maya -ilüzyon- ismi verilir ve Tanrının rüyası ya da Tanrının dansı olarak düşünülür. Onu yaratan Tanrıdır, fakat kendi başına bir gerçekliği yoktur. Şahsi egolarımız jivatman, kısaca şahsi ruhlarımız olarak tanımlanır. Fakat onlar da ilüzyonun bir parçasıdır. Gerçekte tek ve bir olan Tanrı Atman'ın birer uzantısıyızdır; o kimliğini unutarak tamamen ayrı ve bağımsız olmuş, bizler olmuştur. Fakat hiçbir vakit tamamıyla ayrı değilizdir. Öldüğümüzde uyanır ve ilk başlarda kim olduğumuzu fark ederiz: tanrı.


Hayal kurduğumuzda ya da meditasyon yaptığımızda şahsi bilincimizin derinliklerine iner, gerçek benliğimize, kollektif bilince gittikçe daha çok yakınlaşırız. Bu ruh hali içindeyken, başka egolarla -diğerleriyle iletişime de bilhassa açığızdır. Eşzamanlılık Jung'un teorisini ender kuramlardan birisi haline getirmiştir; eşzamanlılık yalnız parapsikolojik fenomenlerin üstünde değildir, bununla beraber onları açıklamaya iş koşturmacasındadır.


Kaynak: Dr. C. George Boeree







Kaynak:msxlabs.org

YORUMLAR

Ad

Anlamı Nedir?,22,Biyoloji Konu Anlatımı,25,Cilt Bakımı,82,Coğrafya Ders Anlatımı,978,Genel,46,Güzel Sözler,16075,Music,1,Ne Nedir?,32164,Resimli Sözler,4111,Saç Sağlığı,119,Sağlık Bilgileri,1596,Soru-Cevap,10236,Sports,1,Tarih Konu Anlatımı,5,Teknoloji,36,Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımı,2,
ltr
item
Ders Kitapları Konu Anlatımı: Analitik Psikoloji
Analitik Psikoloji
Ders Kitapları Konu Anlatımı
https://ders-kitabi.blogspot.com/2017/05/analitik-psikoloji.html
https://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/2017/05/analitik-psikoloji.html
true
5083728687963487478
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi hiçbir mesaj bulunamadı HEPSİNİ GÖR Devamı Cevap Cevabı iptal Silmek Cevabı iptal Home SAYFALARI POST Hepsini gör SİZİN İÇİN ÖNERİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH Tüm Mesajlar İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Pazar Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şu anda... 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago İzleyiciler Takip et THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Tüm Kodunu Kopyala Tüm Kodunu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalanmıştır. Kodları / metinleri kopyalayamıyor, kopyalamak için lütfen [CTRL] + [C] tuşlarına (veya Mac ile CMD + C'ye) basınız Table of Content