cenaze Ar. cenÂ¥ze a. (cena:ze) 1. Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmış insan ölüsü. 2. Ölü, ölmüş kimse: “Evden iki...
cenaze Ar. cen¥ze
a. (cena:ze)
1. Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmış insan ölüsü.
2. Ölü, ölmüş kimse: “Evden iki sene içinde üç cenaze çıkmıştı.†-P. Safa.
3. Cenaze töreni.
cenâze
1. Ölüm töreni, 2. Ölen kişi.
a. (cena:ze)
1. Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmış insan ölüsü.
3. Cenaze töreni.
cenâze
1. Ölüm töreni, 2. Ölen kişi.
Cenazenin Yıkanması Cenazenin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve defnedilmesi müstehaptır. Yıkama işini yapmak için cenaze önce, teneşir denilen tahta bir sedir üzerine, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Teneşirin çevresi güzel kokulu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir. Göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve elbiseleri tamamen çıkarılır. Cenaze yıkayan erkek veya kadın, farz olan yıkama görevini yerine getirmeye niyet etmeli ve besmele ile başlamalıdır. Yıkama bitinceye kadar da Gufrâneke yâ rahmân (Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey rahmân olan Allah) demelidir.
Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altından ölünün avret yerlerini temizler. Sonra abdest aldırmaya başlayarak, önce yüzünü yıkar. Ağız ve burna su verilmez. Sadece dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün mertebe siler. Ondan sonra ellerini, kollarını yıkar. Sahih olan görüşe göre başını da meshedip, ayaklarını geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece ölüye abdest verilmiş olur. Namazın ne olduğunu anlamayacak yaşta ölen çocuğa abdest verilmesine gerek yoktur. Cenazenin abdest işi tamamlanınca üzerine ılık su dökülür. Varsa hatmî denilen güzel kokulu bir ot ile, yoksa sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu kaldırışta cenaze, yıkayan kişinin göğsüne veya eline veya dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest verilmesine ve baştan yıkanmasına gerek yoktur. Şişip dağılmak üzere olan ölünün üzerine sadece su dökmekle yetinilir; abdest verdirmeye ve üç defa yıkamaya gerek yoktur.
Ölünün saçı sakalı taranmaz; saçları ve tırnakları kesilmez; sünnet olmamışsa sünnet edilmez. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz. Yıkandıktan sonra havlu ve benzeri bir şey ile kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği giydirilir ve geri kalan kefenleri yayılır. Başına ve sakalına hânît denilen kâfur veya benzeri güzel kokulu bir şey konur. Secde yeri olan alın, burun, eller, dizler ve ayaklara da kâfur konur.
Ölü kapalı bir mekânda yıkanmalı, yıkayan ve yardım edenden başka kimse görmemelidir. Bir ölüyü ona en yakın olan biri veya takvâ sahibi güvenilir bir kimse yıkamalıdır. Yıkama karşılığında para alınmasa iyi olur.
Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkamalıdır. Yıkayan kişiler abdestli olmalıdır. Yıkayıcının gayri müslim olması mekruh olmakla birlikte müslüman bir ölüyü yıkayacak müslüman kimse yoksa bu takdirde gayri müslim yıkasa da olur.
Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam ediyor sayılır. Fakat koca, ölmüş karısını yıkayamaz. Çünkü erkeğin iddet beklemesi gerekmez, karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca karısına teyemmüm verir. Diğer üç imama göre koca karısını yıkayabilir.
Erkekler arasında ölmüş bulunan bir kadının orada bir mahremi varsa, mahremi kendisine teyemmüm verdirir. Mahremi yoksa yabancı bir erkek eline bir bez alarak bakmadan kadına teyemmüm ettirir.
Su bulunmadığı zaman yine teyemmüm ile yetinilir. Bir cenaze için teyemmüm yaptırılıp cenaze namazı kılındıktan sonra su bulunacak olursa, yeniden yıkanır. Cenaze namazını yeniden kılmaya gerek olup olmadığı konusunda Ebû Yûsuf'tan, biri kılınacağı, diğeri kılınmasına gerek olmadığı şeklinde iki görüş rivayet edilmektedir.
Henüz bulûğ çağına yaklaşmamış küçük kız çocuğunu gerektiğinde erkek yıkayabileceği gibi, aynı durumdaki erkek çocuğunu gerektiğinde bir kadın yıkayabilir. Cinsel organı kesilmiş veya yumurtaları alınmış erkek de erkek yıkayıcı tarafından yıkanır.
Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine hünsâ-i müşkil denilen kimse ölünce yıkanmaz, sadece teyemmüm ettirilir. Kefenleme hususunda kadın sayılır ve ona göre kefenlenir.
Suda boğulmuş olan bir kimse, yıkamak niyetiyle üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yalnız su içinde kalmış olması, hayattaki müslümanları cenazeyi yıkama farzını yerine getirmekten kurtarmaz.
Bir müslümanın akrabası veya karısı olan bir gayri müslim öldüğü zaman onun dindaşlarına verilir. Eğer bunlara verilmezse sünnete uygunluk şartına dikkat edilmeksizin yıkanır ve kefenlenerek gömülür.
Ölen müslümanın gayri müslimden başka akrabasından bir velisi bulunmasa bile cenaze gayri müslimlere verilmez. Çünkü bunun teçhiz ve tekfini müslümanların borcudur.
Düşük neticesinde ölü doğan çocuk, bir bez parçasına sarılarak gömülür, yıkanması gerekmez.
Ölmüş bir müslümanın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuşsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.
Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz, öylece gömülür.
Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altından ölünün avret yerlerini temizler. Sonra abdest aldırmaya başlayarak, önce yüzünü yıkar. Ağız ve burna su verilmez. Sadece dudaklarının içini ve dışlarını, burun deliklerini, göbek çukurunu parmakla veya parmağına sardığı bezle mümkün mertebe siler. Ondan sonra ellerini, kollarını yıkar. Sahih olan görüşe göre başını da meshedip, ayaklarını geciktirmeksizin hemen yıkar. Böylece ölüye abdest verilmiş olur. Namazın ne olduğunu anlamayacak yaşta ölen çocuğa abdest verilmesine gerek yoktur. Cenazenin abdest işi tamamlanınca üzerine ılık su dökülür. Varsa hatmî denilen güzel kokulu bir ot ile, yoksa sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu kaldırışta cenaze, yıkayan kişinin göğsüne veya eline veya dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest verilmesine ve baştan yıkanmasına gerek yoktur. Şişip dağılmak üzere olan ölünün üzerine sadece su dökmekle yetinilir; abdest verdirmeye ve üç defa yıkamaya gerek yoktur.
Ölünün saçı sakalı taranmaz; saçları ve tırnakları kesilmez; sünnet olmamışsa sünnet edilmez. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz. Yıkandıktan sonra havlu ve benzeri bir şey ile kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği giydirilir ve geri kalan kefenleri yayılır. Başına ve sakalına hânît denilen kâfur veya benzeri güzel kokulu bir şey konur. Secde yeri olan alın, burun, eller, dizler ve ayaklara da kâfur konur.
Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkamalıdır. Yıkayan kişiler abdestli olmalıdır. Yıkayıcının gayri müslim olması mekruh olmakla birlikte müslüman bir ölüyü yıkayacak müslüman kimse yoksa bu takdirde gayri müslim yıkasa da olur.
Bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Bu iddet çıkmadıkça evlilik devam ediyor sayılır. Fakat koca, ölmüş karısını yıkayamaz. Çünkü erkeğin iddet beklemesi gerekmez, karısı ölünce aralarındaki evlilik bağı kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca karısına teyemmüm verir. Diğer üç imama göre koca karısını yıkayabilir.
Erkekler arasında ölmüş bulunan bir kadının orada bir mahremi varsa, mahremi kendisine teyemmüm verdirir. Mahremi yoksa yabancı bir erkek eline bir bez alarak bakmadan kadına teyemmüm ettirir.
Su bulunmadığı zaman yine teyemmüm ile yetinilir. Bir cenaze için teyemmüm yaptırılıp cenaze namazı kılındıktan sonra su bulunacak olursa, yeniden yıkanır. Cenaze namazını yeniden kılmaya gerek olup olmadığı konusunda Ebû Yûsuf'tan, biri kılınacağı, diğeri kılınmasına gerek olmadığı şeklinde iki görüş rivayet edilmektedir.
Henüz bulûğ çağına yaklaşmamış küçük kız çocuğunu gerektiğinde erkek yıkayabileceği gibi, aynı durumdaki erkek çocuğunu gerektiğinde bir kadın yıkayabilir. Cinsel organı kesilmiş veya yumurtaları alınmış erkek de erkek yıkayıcı tarafından yıkanır.
Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine hünsâ-i müşkil denilen kimse ölünce yıkanmaz, sadece teyemmüm ettirilir. Kefenleme hususunda kadın sayılır ve ona göre kefenlenir.
Suda boğulmuş olan bir kimse, yıkamak niyetiyle üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. Yalnız su içinde kalmış olması, hayattaki müslümanları cenazeyi yıkama farzını yerine getirmekten kurtarmaz.
Bir müslümanın akrabası veya karısı olan bir gayri müslim öldüğü zaman onun dindaşlarına verilir. Eğer bunlara verilmezse sünnete uygunluk şartına dikkat edilmeksizin yıkanır ve kefenlenerek gömülür.
Ölen müslümanın gayri müslimden başka akrabasından bir velisi bulunmasa bile cenaze gayri müslimlere verilmez. Çünkü bunun teçhiz ve tekfini müslümanların borcudur.
Düşük neticesinde ölü doğan çocuk, bir bez parçasına sarılarak gömülür, yıkanması gerekmez.
Ölmüş bir müslümanın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuşsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.
Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler artık yıkanmaz, öylece gömülür.
Diyanet
Muhtazar: Son nefesine yaklaşmış ve ölmek üzere olan kişi.
Meyyit: Son nefesini vererek ruhunu teslim etÂmiş kişi. Meyyit kelimesinin kadınlar için kullanıÂmı meyyite, çoğulu da emvât'tır.
Teçhiz:Ölen kişi için genel olarak yapılması gereken hazırlıklar.
Uygun bir yıkama yerinin bulunması, yıkama esnasında kullanılacak malzemelerin temin edilÂmesi, kabrin kazılması, nakil ve benzeri hazırlıkÂlar teçhiz olarak adlandırılabilir.
Gasil: Sözlükte yıkama anlamına gelen gasil kelimesi, dini terminolojide daha çok cenazenin yıkanması anlamında kullanılmaktadır. Ölen bir Müslümanı yıkamak, diğer Müslümanlar için farz-ı kifayedir.
Tekfin: Ölünün yıkandıktan sonra kefenlenmesi.
Teşyi: Cenaze yıkandıktan sonra tabuta koÂnulup namazının kılınacağı yere ve daha sonÂra kabrine taşınması.
Defin: Ölünün kabre gömülmesi.
Telkin: Son nefesine yaklaşmış, ölmek üzeÂre olan kişinin yanında kelime-i tevhid ve ke lime-i şehâdet okunması.
Cenaze kabre konulup bütün işlemler tamamlandıktan ve cenaze merasimine katılanÂların mezarın başından ayrıldıktan sonra, bir kimse tarafından kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben yapılan ve iman esaslarının hatırlatılmasından ibaret olan faaliyet de telÂkin olarak bilinmektedir.
Taziye: Cenaze merasiminden sonra ölüÂnün yakınlarına teselli ve başsağlığında buÂlunma taziye olarak isimlendirilmektedir.
DİB
Meyyit: Son nefesini vererek ruhunu teslim etÂmiş kişi. Meyyit kelimesinin kadınlar için kullanıÂmı meyyite, çoğulu da emvât'tır.
Teçhiz:Ölen kişi için genel olarak yapılması gereken hazırlıklar.
Uygun bir yıkama yerinin bulunması, yıkama esnasında kullanılacak malzemelerin temin edilÂmesi, kabrin kazılması, nakil ve benzeri hazırlıkÂlar teçhiz olarak adlandırılabilir.
Gasil: Sözlükte yıkama anlamına gelen gasil kelimesi, dini terminolojide daha çok cenazenin yıkanması anlamında kullanılmaktadır. Ölen bir Müslümanı yıkamak, diğer Müslümanlar için farz-ı kifayedir.
Tekfin: Ölünün yıkandıktan sonra kefenlenmesi.
Teşyi: Cenaze yıkandıktan sonra tabuta koÂnulup namazının kılınacağı yere ve daha sonÂra kabrine taşınması.
Defin: Ölünün kabre gömülmesi.
Telkin: Son nefesine yaklaşmış, ölmek üzeÂre olan kişinin yanında kelime-i tevhid ve ke lime-i şehâdet okunması.
Cenaze kabre konulup bütün işlemler tamamlandıktan ve cenaze merasimine katılanÂların mezarın başından ayrıldıktan sonra, bir kimse tarafından kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben yapılan ve iman esaslarının hatırlatılmasından ibaret olan faaliyet de telÂkin olarak bilinmektedir.
Taziye: Cenaze merasiminden sonra ölüÂnün yakınlarına teselli ve başsağlığında buÂlunma taziye olarak isimlendirilmektedir.
DİB
ÖLüM ANI
Ölüm anı, dünya hayatının sonu ve ahiret hayatının başlangıcıdır. Bu açıdan ölüm döşeÂğindeki hastanın, ebedi yolculuğa ruhen hazırÂlanmasına yardımcı olunmalıdır. Zira hastaya gösterilen sevgi, saygı ve hoşgörü eksenli yakÂlaşım tarzı dinimizce sevap kazandırıcı eylemÂlerden sayılmaktadır. Ayrıca hastaya söyleneÂcek sözlere dikkat edilmeli, ümitsizliğe düşürüÂcü, gönül kırıcı sözlerden kesinlikle kaçınılmaÂlıdır. Allah'ın rahmetinden, affından, bağışlaÂmasından bahsedilmeli ve mümkün olduğu kadar ona dua edilmelidir. Sonuç itibariyle ölüm döşeğindeki hastanın son yolculuğunda moralinin yüksek olması sağlanmaya çalışılÂmalıdır.
ÖLüM ESNASINDA YAPILACAK İŞÂLEMLER
Ölmek üzere olan kişi, mümkünse yüzü kıbÂleye gelecek şekilde sağ yanına çevrilir. Bu mümkün değilse, başı hafifçe yükseltilip ayakları kıbleye doğru uzatılarak sırt üstü yaÂtırılır. Eğer bu şekilde de mümkün değilse sıÂkıntı verilmeyecek şekilde en uygun konumda yatırılır. insan için en zor durum olan can verme esÂnasında, ölüm döşeğindeki hastanın ağzı geÂnellikle susuzluktan kurur. Hastanın hizmetinÂde bulunanlar az miktarda suyla sık sık onun ağzını ısatmalı ve hararetini gidermelidir.
Aynı şekilde hastanın yanında onun duyacaÂğı bir ses tonuyla Kelime-i Tevhid ile Kelime-i Şehadet telaffuz edilerek hatırlatılmalıdır. Zira Peygamberimiz, "Siz ölmekte olana "Kelime-i Tevhid"i telkin edin, hatırlatın" buyurmuştur (Müslim, "Cenaiz", 1). Bu hatırlatma sırasında hasÂta asla zorlanmamalıdır. Şayet kendisi söyle- yebiliyorsa, hatırlatmaya da gerek yoktur. BiÂlindiği gibi Kelime-i Tevhid "La ilahe illallah"; Kelime-i Şehadet "Eşhedü enlâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasû- lüh" cümlelerinden oluşmaktadır.
Hastanın yanında Kur'an da okunabilir. NiÂtekim Hz. Peygamber (s.a.s.), "Ölülerinizin (ölmek üzere olan hastalarınızın yanında Yâ Sin (suresini) okuyunuz" buyurmuştur (îbn Mace, "Cenaiz", 4).
Kur'an okumak, özellikle hastanın ve etrafın- dakilerin üzüntüsünün azalmasına neden olur. Samimi bir kalp ile okunan ve huşu içinde dinleÂnen Kur'an, kalpleri Allah'a yöneltir ve İslam'ın inanç esaslarını yeniden hatırlatır. Bununla birÂlikte hasta, ölüm anı yaklaştıkça yanında bulu
nanları tanımakta zorlanabilir, hatta birtakım sıÂkıntılar da çekebilir. Ölüm anında çekilen bütün sıkıntılar, kişinin günahlarına kefaret, manevi derecesinin yükselmesine ve günahlarının affeÂdilmesine vesile olacaktır.
Ayrıca kişinin ölüm anında acı çekip çekmeÂmesi durumundan hareketle, halk arasında "faÂlanın ölümü kolay oldu, falan çok zor can verdi. Filanın yüzü nurlandı" vb. sözlerle ölünün iyi veÂya kötü insan olduğu hakkında bazı yorumlar yaÂpıldığı görülmektedir. Ölüm anında yaşananlar dikkate alınarak buna benzer yorumlar isabetli değildir. Bu sözlerle ölünün yakınları rencide edilmekte ve insanların gönüllerine kuşku düşüÂrülmektedir. Çünkü ölünün akıbeti hakkındaki doğru ve kesin bilgiyi Allah (c.c.)'tan başka hiç kimse bilemez.
Ölüm anında kişinin yüz ifadeleri değişebilir ve tam olarak anlaşılamayan sözler söyleyebilir. Bütün bunlar hastalığın etkisiyle olabileceği giÂbi, kişinin dünyada işlediği amellerle ilgili de olabilir. Bu durum, insanların kesin hükme vaÂramayacakları bir konu olduğundan, hastanın kötülüğüne yorumlanmamalıdır. Çünkü hasta psikolojik, biyolojik vb. birçok faktörden etkileÂneceğinden dolayı, ölüm anında yaşadıkları, kiÂşinin iyiliğine ve kötülüğüne kesin bir delil olaÂrak kabul edilemez.
ÖLüM HABERİ
Ölüm döşeğindeki kişinin yakın akrabalarına haber verilerek helalleşmelerine imkân verilmeÂlidir. Ayrıca hastanın yakın akrabaları ve sevdiÂği kişilerin yanında bulunmaları hastanın öz güÂvenini artırabilir ve ölüm korkusunu azaltabilir. Kişi vefat ettikten sonra ise, cenaze ile ilgili hizÂmetlerin görülmesi ve dini görevlerin yerine geÂtirilmesi için eş, dost, akraba ve arkadaşlarına uygun bir şekilde ölüm haberi ulaştırılmalıdır. Ölüm haberi, cami minaresi ve belediye hoparÂlörü vb. vasıtalarla yapılabileceği gibi gazete ve internet gibi iletişim araçlarıyla da yapılabilir.
DİB
Ölüm anı, dünya hayatının sonu ve ahiret hayatının başlangıcıdır. Bu açıdan ölüm döşeÂğindeki hastanın, ebedi yolculuğa ruhen hazırÂlanmasına yardımcı olunmalıdır. Zira hastaya gösterilen sevgi, saygı ve hoşgörü eksenli yakÂlaşım tarzı dinimizce sevap kazandırıcı eylemÂlerden sayılmaktadır. Ayrıca hastaya söyleneÂcek sözlere dikkat edilmeli, ümitsizliğe düşürüÂcü, gönül kırıcı sözlerden kesinlikle kaçınılmaÂlıdır. Allah'ın rahmetinden, affından, bağışlaÂmasından bahsedilmeli ve mümkün olduğu kadar ona dua edilmelidir. Sonuç itibariyle ölüm döşeğindeki hastanın son yolculuğunda moralinin yüksek olması sağlanmaya çalışılÂmalıdır.
ÖLüM ESNASINDA YAPILACAK İŞÂLEMLER
Ölmek üzere olan kişi, mümkünse yüzü kıbÂleye gelecek şekilde sağ yanına çevrilir. Bu mümkün değilse, başı hafifçe yükseltilip ayakları kıbleye doğru uzatılarak sırt üstü yaÂtırılır. Eğer bu şekilde de mümkün değilse sıÂkıntı verilmeyecek şekilde en uygun konumda yatırılır. insan için en zor durum olan can verme esÂnasında, ölüm döşeğindeki hastanın ağzı geÂnellikle susuzluktan kurur. Hastanın hizmetinÂde bulunanlar az miktarda suyla sık sık onun ağzını ısatmalı ve hararetini gidermelidir.
Aynı şekilde hastanın yanında onun duyacaÂğı bir ses tonuyla Kelime-i Tevhid ile Kelime-i Şehadet telaffuz edilerek hatırlatılmalıdır. Zira Peygamberimiz, "Siz ölmekte olana "Kelime-i Tevhid"i telkin edin, hatırlatın" buyurmuştur (Müslim, "Cenaiz", 1). Bu hatırlatma sırasında hasÂta asla zorlanmamalıdır. Şayet kendisi söyle- yebiliyorsa, hatırlatmaya da gerek yoktur. BiÂlindiği gibi Kelime-i Tevhid "La ilahe illallah"; Kelime-i Şehadet "Eşhedü enlâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasû- lüh" cümlelerinden oluşmaktadır.
Hastanın yanında Kur'an da okunabilir. NiÂtekim Hz. Peygamber (s.a.s.), "Ölülerinizin (ölmek üzere olan hastalarınızın yanında Yâ Sin (suresini) okuyunuz" buyurmuştur (îbn Mace, "Cenaiz", 4).
Kur'an okumak, özellikle hastanın ve etrafın- dakilerin üzüntüsünün azalmasına neden olur. Samimi bir kalp ile okunan ve huşu içinde dinleÂnen Kur'an, kalpleri Allah'a yöneltir ve İslam'ın inanç esaslarını yeniden hatırlatır. Bununla birÂlikte hasta, ölüm anı yaklaştıkça yanında bulu
nanları tanımakta zorlanabilir, hatta birtakım sıÂkıntılar da çekebilir. Ölüm anında çekilen bütün sıkıntılar, kişinin günahlarına kefaret, manevi derecesinin yükselmesine ve günahlarının affeÂdilmesine vesile olacaktır.
Ayrıca kişinin ölüm anında acı çekip çekmeÂmesi durumundan hareketle, halk arasında "faÂlanın ölümü kolay oldu, falan çok zor can verdi. Filanın yüzü nurlandı" vb. sözlerle ölünün iyi veÂya kötü insan olduğu hakkında bazı yorumlar yaÂpıldığı görülmektedir. Ölüm anında yaşananlar dikkate alınarak buna benzer yorumlar isabetli değildir. Bu sözlerle ölünün yakınları rencide edilmekte ve insanların gönüllerine kuşku düşüÂrülmektedir. Çünkü ölünün akıbeti hakkındaki doğru ve kesin bilgiyi Allah (c.c.)'tan başka hiç kimse bilemez.
Ölüm anında kişinin yüz ifadeleri değişebilir ve tam olarak anlaşılamayan sözler söyleyebilir. Bütün bunlar hastalığın etkisiyle olabileceği giÂbi, kişinin dünyada işlediği amellerle ilgili de olabilir. Bu durum, insanların kesin hükme vaÂramayacakları bir konu olduğundan, hastanın kötülüğüne yorumlanmamalıdır. Çünkü hasta psikolojik, biyolojik vb. birçok faktörden etkileÂneceğinden dolayı, ölüm anında yaşadıkları, kiÂşinin iyiliğine ve kötülüğüne kesin bir delil olaÂrak kabul edilemez.
ÖLüM HABERİ
Ölüm döşeğindeki kişinin yakın akrabalarına haber verilerek helalleşmelerine imkân verilmeÂlidir. Ayrıca hastanın yakın akrabaları ve sevdiÂği kişilerin yanında bulunmaları hastanın öz güÂvenini artırabilir ve ölüm korkusunu azaltabilir. Kişi vefat ettikten sonra ise, cenaze ile ilgili hizÂmetlerin görülmesi ve dini görevlerin yerine geÂtirilmesi için eş, dost, akraba ve arkadaşlarına uygun bir şekilde ölüm haberi ulaştırılmalıdır. Ölüm haberi, cami minaresi ve belediye hoparÂlörü vb. vasıtalarla yapılabileceği gibi gazete ve internet gibi iletişim araçlarıyla da yapılabilir.
DİB
Ölünün üzerindeki Elbise ve Ziynet EşyaÂlarının Çıkarılması: Vefat hadisesinden sonra cenaze soğumadan üzerindeki elbiseler ve varÂsa ziynet eşyaları çıkarılır.
Çenenin Bağlanması: Kişi vefat edince ağzı açıksa kapatılır. Bir bez ile çenesi başınÂdan bağlanır. Gözleri kapatılır.
Ellerin Yana Uzatılması: Cenaze soğuÂduktan sonra düzeltmek mümkün olmayacağı için cenaze düzgün bir şekilde yatırılarak eller yan tarafına uzatılır.
Ayakların Uzatılması: Aynı şekilde cenazenin düzgün şekle getirilmesi için ayaklar uzatılıp baş parmaklardan birbirine bağlanır.
Bu işlemler yapılırken şu dua okunabilir:
"Bismillâhi ve alâ milleti rasulillâh. Allahüm- me yessir aleyhi emrahu ve sehhil aleyhi mâ ba'dehû ve esid bi likâike vecal mâ harace ileyhi hayran minmâ harace anhu."
Manası: "Allah'ın ismiyle ve Rasûlullah'ın diÂni üzerinde olsun. Allah'ım, onun işini kolaylaştır, bundan sonrasını ona kolay eyle, onu seni görmekle mutlu eyle. Gitmiş olduğu yeri çıktığı yerden hayırlı eyle."
Sonra ölünün üstüne bir örtü çekilir. Ölü yı kanıncaya kadar yanında Kur'an okumak mekÂruhtur. Kaza ve afet sonucu ölenler için sözü edilen işlemlerin hepsinin yapılması mümkün olmayabilir. Bu durumda mevcut imkanlar kulÂlanılmalıdır.
Cenazenin defni geciktirilmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), "Ölülerinizi defnetmede acele ediniz" (Tirmizî, "Cenâiz", 30) buyurmaktaÂdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu emri, ceseÂdin günlerce bekletilmemesi içindir. CenazeÂnin bozulmasından endişe duyulmuyorsa veya cenazenin bozulmadan morglarda korunması sağlanabiliyorsa, velisi veyahut akraba ve dostlarının cenaze merasimine katılımlarının sağlanması için cenaze birkaç gün bekletileÂbilir.
DİB
Çenenin Bağlanması: Kişi vefat edince ağzı açıksa kapatılır. Bir bez ile çenesi başınÂdan bağlanır. Gözleri kapatılır.
Ellerin Yana Uzatılması: Cenaze soğuÂduktan sonra düzeltmek mümkün olmayacağı için cenaze düzgün bir şekilde yatırılarak eller yan tarafına uzatılır.
Ayakların Uzatılması: Aynı şekilde cenazenin düzgün şekle getirilmesi için ayaklar uzatılıp baş parmaklardan birbirine bağlanır.
Bu işlemler yapılırken şu dua okunabilir:
"Bismillâhi ve alâ milleti rasulillâh. Allahüm- me yessir aleyhi emrahu ve sehhil aleyhi mâ ba'dehû ve esid bi likâike vecal mâ harace ileyhi hayran minmâ harace anhu."
Manası: "Allah'ın ismiyle ve Rasûlullah'ın diÂni üzerinde olsun. Allah'ım, onun işini kolaylaştır, bundan sonrasını ona kolay eyle, onu seni görmekle mutlu eyle. Gitmiş olduğu yeri çıktığı yerden hayırlı eyle."
Sonra ölünün üstüne bir örtü çekilir. Ölü yı kanıncaya kadar yanında Kur'an okumak mekÂruhtur. Kaza ve afet sonucu ölenler için sözü edilen işlemlerin hepsinin yapılması mümkün olmayabilir. Bu durumda mevcut imkanlar kulÂlanılmalıdır.
Cenazenin defni geciktirilmemelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), "Ölülerinizi defnetmede acele ediniz" (Tirmizî, "Cenâiz", 30) buyurmaktaÂdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu emri, ceseÂdin günlerce bekletilmemesi içindir. CenazeÂnin bozulmasından endişe duyulmuyorsa veya cenazenin bozulmadan morglarda korunması sağlanabiliyorsa, velisi veyahut akraba ve dostlarının cenaze merasimine katılımlarının sağlanması için cenaze birkaç gün bekletileÂbilir.
DİB
Ölünün Yıkanması
Cenazenin yıkanması farz-ı kifayedir. Bu koÂnuda ölen kişinin çocuk veya yetişkin olmasınÂda bir farklılık söz konusu değildir. Yalnız savaşÂta şehit düşenlerin yıkanması mecburiyeti buÂlunmamaktadır.
Yanan veya suda boğulan kişilerin yıkandıklaÂrı takdirde vücutlarının parçalanması söz konuÂsu ise yıkanmayıp, üzerlerine sadece su döküÂlür. Su kullanılamadığı takdirde uygun görülürÂse teyemmüm ettirilir.
Islam kültüründe, hangi cenazenin kim taraÂfından yıkanacağı konusunda da bir genel kaÂbul oluşmuştur. Buna göre, erkek ölüyü erÂkek, kadın ölüyü de kadın yıkamalıdır. Genel ilke böyle olmasına rağmen, bunun istisnaları da olabilmektedir. Şöyle ki; bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Söz konusu iddet müddeti, bitÂmedikçe evliliğin devam ettiğine hükmedilir. Ancak koca, ölmüş hanımını yıkayamaz. ÇünÂkü erkekler için iddet bekleme gibi bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla hanımı vefat eden bir erkeğin evlilik ve nikah bağı tamaÂmen ortadan kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca hanımına teyemmüm verebilir. Yine erkekler arasında ölmüş bulunan bir kadının orada bir mahremi varsa, mahremi kendisine teyemmüm verdire- bilir. Vefat eden kadının mahremi bulunmaÂması durumunda, yabancı bir erkek eline bir bez alarak vücuduna bakmadan kadına teÂyemmüm ettirebilir.
Henüz bulûğ çağına yaklaşmamış küçük kız çocuğunu gerektiğinde erkek yıkayabilir. Aynı durumdaki erkek çocuğunu da bir kadın yıkaÂyabilir. Cinsel organı kesilmiş veya yumurtalaÂrı alınmış erkek de erkek yıkayıcı tarafından yıkanır.
Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine hünsâ-i müşkil denilen kimÂse ölünce yıkanmaz, sadece teyemmüm ettirilir. Kefenleme hususunda kadın statüsünde değerÂlendirilir ve kadın gibi kefenlenir.
Suda boğulmuş olan bir kimse, yıkamak niyeÂtiyle üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. YalÂnız su içinde kalmış olmasıyla yıkama farzı yeriÂne gelmiş olmaz.
Düşük neticesinde ölü doğan çocuk, bir bez parçasına sarılarak defnedilir, yıkanması geÂrekmez.
Ölmüş bir Müslümanın başı ile beraber vüÂcudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuşsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzeÂrine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak defÂnedilir.
Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler tekrar yıkamayı gerekÂtirmez ve o haliyle defnedilir.
Cenazenin yıkanacağı yerin kapalı olması ve cenazeyi yıkayan ile yardımcılarından başÂkasının bulunmaması tavsiye edilmektedir. Cenazeyi en yakın akrabası veya onun görevÂlendireceği ehil bir kişinin yıkaması uygun göÂrülmektedir. Ancak büyük ilçe ve şehirler ile köyden kente veya ülkeler arası göçlerin yaÂşandığı günümüzde cenaze genelde mahalli idarelerin oluşturduğu özel birimler tarafından yıkanarak defne hazır hâle getirilmektedir.
Cenazenin yıkanması, kefenlenip hazırlanÂması ve defnedilmesi hususunda mümkün olÂduğu kadar acele edilmesi müstehaptır. CenaÂzeyi yıkamak için önce teneşir denilen yüksekÂçe bir yere, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Teneşirin çevresi güzel kokuÂlu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir. Göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve daha önce çıkarılmamış- sa elbisesi çıkarılır. Cenaze yıkayan erkek veÂya kadın, farz olan yıkama görevini yerine geÂtirmeye niyet etmeli ve besmele ile başlamalıÂdır. Yıkama bitinceye kadar da "Gufrâneke yâ rahmân" (Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey Rahmân olan AlÂlah'ım!) demelidir.
Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altınÂdan ölünün avret yerlerini temizler. Sonra ab- dest aldırmaya başlar. Abdest aldırma işleminÂde, önce cenazenin yüzü yıkanır. Ağza ve burÂna su verilmez. Sadece dudakların içi ve dışı, burun delikleri, göbek çukuru parmakla veya parmağa sarılan bir bezle mümkün mertebe silinir. Daha sonra elleri, kolları yıkanır. Sahih olan görüşe göre başına da mesh edilir ve ayaklar geciktirilmeksizin bir an önce yıkanır. Böylece ölüye abdest aldırılma işlemi tamamÂlanmış olur. Namaz ile mükellef olmadan, küÂçük yaşta ölen çocuğa abdest aldırılmasına geÂrek yoktur.
Abdest aldırma işlemi tamamlandıktan sonÂra, cenazenin üzerine ılık su dökülür. Varsa hatmî denilen güzel kokulu bir ot ile yoksa saÂbun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmamalıdır. Ölü yıkandıktan sonra bir bezle kurulanmalıdır. Yıkama esnaÂsında gereksiz yere su israf edilmemelidir. Sonra ölü oturur duruma getirilerek karnına hafifçe bastırılır. Eğer ölüden bir şey çıkarsa yıkanıp giderilir, yeniden yıkanması ve abdest aldırılması gerekmez. Ölünün saçı ve sakalı taÂranmaz. Saçları ve tırnakları kesilmez. Sün- netsiz bir şekilde vefat etmişse, sünnet edilÂmez.
Ölünün temizlenmesinin farklı bir anlamı vardır. Yukarıda anlatıldığı gibi ölü belli usulÂlerle yıkanıp abdest aldırılır. Bu işlem cenazeÂnin sadece maddi kirlerden arındırılması anlaÂmına gelmez. Aynı zamanda bu temizleme işÂlemi ile ölü, adeta yeni doğmuş gibi yıkanmış olur. Temizleme işlemi, bir yönüyle yeniden doğuşu sembolize etmektedir. Başka bir açıÂdan, fani yolculuk olan dünya hayatının ölü üzerinde bıraktığı manevi kirlerin temizlenmeÂsini temsil etmektedir.
Ölünün Kefenlenmesi
Ölünün kefenlenmesi farz-ı kifayedir. BuluÂnamaması gibi bir zaruret olmadıkça, kefen için beyaz renkli kumaş tercih edilir. islam'da israfın hoş görülmemesi nedeniyle, kefenin çok pahalı kumaştan seçilmesi uygun değildir.
Bu nedenle kefen, cenazenin sosyal ve ekoÂnomik durumuna göre uygun bir değerde olÂmalıdır.
Kefen; sünnet, kifâyet ve zarûret miktarlaÂrında olmak üzere üçe ayrılır.
Sünnet miktarı kefen: Erkek için; izâr (vücuÂdu tepeden tırnağa saran parça), kamîs (gömÂlek) ve lifafe (sargı)den ibarettir. Kadın için ise; izâr, başörtüsü, sargı ve göğüsleriyle karÂnını bağlamak için kullanılan bir bağ ve gömÂlek olmak üzere beş parçadan oluşmaktadır.
Kifayet miktarı kefen: Erkek için kefenin yeÂtecek en az miktarı, izâr ve sargı olmak üzere iki parçadır. Çünkü erkeğin sağlığında giydiği asgari ölçüdeki elbise izar ve sargıya karşılık gelir. Tek parça elbise ile namaz kılmanın mekruh olduğuna kıyasla, tek parçalı kefenin de mekruh olduğuna hükmedilmiştir. Kadının kefeni ise iki elbise ile bir başörtüsüdür.
Zarûret miktarı kefen: Erkek ve kadın için zarûret halinde kefenin en az ölçüsü, bütün bedeni örtecek kadar olmasıdır. "Ancak zaruÂretler kendi miktarlarınca takdir olunur" kaÂidesi gereğince, özellikle kıtlık, savaş ve yayÂgın bulaşıcı hastalık gibi sebeplerle ortaya çıÂkan toplu ölümlerde, bütün bedeni örtecek miktarda kefen bulunamayabilir. Bu durumlarÂda söz konusu prensip dikkate alınarak, kefenin zaruret miktarı eldeki mevcut imkanlara göre belirlenebilir.
Erkekler İçin Kefenleme Şekli
Müslümanlar arasındaki yaygın uygulamaya göre kefenler, cenazeye sarılmadan önce birÂkaç defa güzel kokulu maddelerle tütsülenir. Önce lifâfe tabut içine veya hasır ya da kilim gibi bir şey üzerine en dışta olacak şekilde yaÂyılır, onun üzerine izâr serilir, sonra da ölü, kefen gömleği giydirilmiş olarak izârın üstüne konur.
Ölü erkeklerin, izâr önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır, sonra lifâfe de aynı şekilde sarılır. Açılması ihtimaline karşılık, keÂfen bir kuşak ile de bağlanabilir.
Kadınlar İçin Kefenleme Şekli
Aynı şekilde kefen güzel kokulu maddelerle tütsülenir. Önce lifâfe en alta yayılır, onun üzeÂrine izâr serilir, sonra da ölü, kefen gömleği içinde izârın üstüne konur.
Ölü kadınların, saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği üzerinden göğsü üzerine konulur ve üstüne, yüzünü de örtecek şekilde başörtüsü konur. Sonra üzerine izâr sarılır ve izârın üzeÂrinden göğüs örtüsü bağlanır. Daha sonra lifâÂfe sarılır. Göğüs örtüsü lifâfeden sonra da bağÂlanabilir. Kefen konusunda buluğ çağına yaklaşmış çoÂcuklar, büyükler hükmündedir. Buluğ yaşına ulaşmamış çocukların kefenleri sadece izâr ve lifâfeden oluşmaktadır.
DİB
Cenazenin yıkanması farz-ı kifayedir. Bu koÂnuda ölen kişinin çocuk veya yetişkin olmasınÂda bir farklılık söz konusu değildir. Yalnız savaşÂta şehit düşenlerin yıkanması mecburiyeti buÂlunmamaktadır.
Yanan veya suda boğulan kişilerin yıkandıklaÂrı takdirde vücutlarının parçalanması söz konuÂsu ise yıkanmayıp, üzerlerine sadece su döküÂlür. Su kullanılamadığı takdirde uygun görülürÂse teyemmüm ettirilir.
Islam kültüründe, hangi cenazenin kim taraÂfından yıkanacağı konusunda da bir genel kaÂbul oluşmuştur. Buna göre, erkek ölüyü erÂkek, kadın ölüyü de kadın yıkamalıdır. Genel ilke böyle olmasına rağmen, bunun istisnaları da olabilmektedir. Şöyle ki; bir kadın vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekleyecektir. Söz konusu iddet müddeti, bitÂmedikçe evliliğin devam ettiğine hükmedilir. Ancak koca, ölmüş hanımını yıkayamaz. ÇünÂkü erkekler için iddet bekleme gibi bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla hanımı vefat eden bir erkeğin evlilik ve nikah bağı tamaÂmen ortadan kalkmış olur. Ancak yıkayacak kimse bulunmadığı takdirde, koca hanımına teyemmüm verebilir. Yine erkekler arasında ölmüş bulunan bir kadının orada bir mahremi varsa, mahremi kendisine teyemmüm verdire- bilir. Vefat eden kadının mahremi bulunmaÂması durumunda, yabancı bir erkek eline bir bez alarak vücuduna bakmadan kadına teÂyemmüm ettirebilir.
Henüz bulûğ çağına yaklaşmamış küçük kız çocuğunu gerektiğinde erkek yıkayabilir. Aynı durumdaki erkek çocuğunu da bir kadın yıkaÂyabilir. Cinsel organı kesilmiş veya yumurtalaÂrı alınmış erkek de erkek yıkayıcı tarafından yıkanır.
Erkek mi kadın mı olduğu anlaşılmayan ve bu bakımdan kendisine hünsâ-i müşkil denilen kimÂse ölünce yıkanmaz, sadece teyemmüm ettirilir. Kefenleme hususunda kadın statüsünde değerÂlendirilir ve kadın gibi kefenlenir.
Suda boğulmuş olan bir kimse, yıkamak niyeÂtiyle üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır. YalÂnız su içinde kalmış olmasıyla yıkama farzı yeriÂne gelmiş olmaz.
Düşük neticesinde ölü doğan çocuk, bir bez parçasına sarılarak defnedilir, yıkanması geÂrekmez.
Ölmüş bir Müslümanın başı ile beraber vüÂcudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır, kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuşsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzeÂrine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak defÂnedilir.
Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı veya benzeri şeyler tekrar yıkamayı gerekÂtirmez ve o haliyle defnedilir.
Cenazenin yıkanacağı yerin kapalı olması ve cenazeyi yıkayan ile yardımcılarından başÂkasının bulunmaması tavsiye edilmektedir. Cenazeyi en yakın akrabası veya onun görevÂlendireceği ehil bir kişinin yıkaması uygun göÂrülmektedir. Ancak büyük ilçe ve şehirler ile köyden kente veya ülkeler arası göçlerin yaÂşandığı günümüzde cenaze genelde mahalli idarelerin oluşturduğu özel birimler tarafından yıkanarak defne hazır hâle getirilmektedir.
Cenazenin yıkanması, kefenlenip hazırlanÂması ve defnedilmesi hususunda mümkün olÂduğu kadar acele edilmesi müstehaptır. CenaÂzeyi yıkamak için önce teneşir denilen yüksekÂçe bir yere, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Teneşirin çevresi güzel kokuÂlu bir şeyle üç, beş veya yedi defa tütsülenir. Göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve daha önce çıkarılmamış- sa elbisesi çıkarılır. Cenaze yıkayan erkek veÂya kadın, farz olan yıkama görevini yerine geÂtirmeye niyet etmeli ve besmele ile başlamalıÂdır. Yıkama bitinceye kadar da "Gufrâneke yâ rahmân" (Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey Rahmân olan AlÂlah'ım!) demelidir.
Yıkayıcı eline bir bez alarak örtünün altınÂdan ölünün avret yerlerini temizler. Sonra ab- dest aldırmaya başlar. Abdest aldırma işleminÂde, önce cenazenin yüzü yıkanır. Ağza ve burÂna su verilmez. Sadece dudakların içi ve dışı, burun delikleri, göbek çukuru parmakla veya parmağa sarılan bir bezle mümkün mertebe silinir. Daha sonra elleri, kolları yıkanır. Sahih olan görüşe göre başına da mesh edilir ve ayaklar geciktirilmeksizin bir an önce yıkanır. Böylece ölüye abdest aldırılma işlemi tamamÂlanmış olur. Namaz ile mükellef olmadan, küÂçük yaşta ölen çocuğa abdest aldırılmasına geÂrek yoktur.
Abdest aldırma işlemi tamamlandıktan sonÂra, cenazenin üzerine ılık su dökülür. Varsa hatmî denilen güzel kokulu bir ot ile yoksa saÂbun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek, sağ tarafı bir defa yıkanır. Böylece sağ ve sol tarafları üçer defa yıkanır. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmamalıdır. Ölü yıkandıktan sonra bir bezle kurulanmalıdır. Yıkama esnaÂsında gereksiz yere su israf edilmemelidir. Sonra ölü oturur duruma getirilerek karnına hafifçe bastırılır. Eğer ölüden bir şey çıkarsa yıkanıp giderilir, yeniden yıkanması ve abdest aldırılması gerekmez. Ölünün saçı ve sakalı taÂranmaz. Saçları ve tırnakları kesilmez. Sün- netsiz bir şekilde vefat etmişse, sünnet edilÂmez.
Ölünün temizlenmesinin farklı bir anlamı vardır. Yukarıda anlatıldığı gibi ölü belli usulÂlerle yıkanıp abdest aldırılır. Bu işlem cenazeÂnin sadece maddi kirlerden arındırılması anlaÂmına gelmez. Aynı zamanda bu temizleme işÂlemi ile ölü, adeta yeni doğmuş gibi yıkanmış olur. Temizleme işlemi, bir yönüyle yeniden doğuşu sembolize etmektedir. Başka bir açıÂdan, fani yolculuk olan dünya hayatının ölü üzerinde bıraktığı manevi kirlerin temizlenmeÂsini temsil etmektedir.
Ölünün Kefenlenmesi
Ölünün kefenlenmesi farz-ı kifayedir. BuluÂnamaması gibi bir zaruret olmadıkça, kefen için beyaz renkli kumaş tercih edilir. islam'da israfın hoş görülmemesi nedeniyle, kefenin çok pahalı kumaştan seçilmesi uygun değildir.
Bu nedenle kefen, cenazenin sosyal ve ekoÂnomik durumuna göre uygun bir değerde olÂmalıdır.
Kefen; sünnet, kifâyet ve zarûret miktarlaÂrında olmak üzere üçe ayrılır.
Sünnet miktarı kefen: Erkek için; izâr (vücuÂdu tepeden tırnağa saran parça), kamîs (gömÂlek) ve lifafe (sargı)den ibarettir. Kadın için ise; izâr, başörtüsü, sargı ve göğüsleriyle karÂnını bağlamak için kullanılan bir bağ ve gömÂlek olmak üzere beş parçadan oluşmaktadır.
Kifayet miktarı kefen: Erkek için kefenin yeÂtecek en az miktarı, izâr ve sargı olmak üzere iki parçadır. Çünkü erkeğin sağlığında giydiği asgari ölçüdeki elbise izar ve sargıya karşılık gelir. Tek parça elbise ile namaz kılmanın mekruh olduğuna kıyasla, tek parçalı kefenin de mekruh olduğuna hükmedilmiştir. Kadının kefeni ise iki elbise ile bir başörtüsüdür.
Zarûret miktarı kefen: Erkek ve kadın için zarûret halinde kefenin en az ölçüsü, bütün bedeni örtecek kadar olmasıdır. "Ancak zaruÂretler kendi miktarlarınca takdir olunur" kaÂidesi gereğince, özellikle kıtlık, savaş ve yayÂgın bulaşıcı hastalık gibi sebeplerle ortaya çıÂkan toplu ölümlerde, bütün bedeni örtecek miktarda kefen bulunamayabilir. Bu durumlarÂda söz konusu prensip dikkate alınarak, kefenin zaruret miktarı eldeki mevcut imkanlara göre belirlenebilir.
Erkekler İçin Kefenleme Şekli
Müslümanlar arasındaki yaygın uygulamaya göre kefenler, cenazeye sarılmadan önce birÂkaç defa güzel kokulu maddelerle tütsülenir. Önce lifâfe tabut içine veya hasır ya da kilim gibi bir şey üzerine en dışta olacak şekilde yaÂyılır, onun üzerine izâr serilir, sonra da ölü, kefen gömleği giydirilmiş olarak izârın üstüne konur.
Ölü erkeklerin, izâr önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır, sonra lifâfe de aynı şekilde sarılır. Açılması ihtimaline karşılık, keÂfen bir kuşak ile de bağlanabilir.
Kadınlar İçin Kefenleme Şekli
Aynı şekilde kefen güzel kokulu maddelerle tütsülenir. Önce lifâfe en alta yayılır, onun üzeÂrine izâr serilir, sonra da ölü, kefen gömleği içinde izârın üstüne konur.
Ölü kadınların, saçları ikiye ayrılarak kefen gömleği üzerinden göğsü üzerine konulur ve üstüne, yüzünü de örtecek şekilde başörtüsü konur. Sonra üzerine izâr sarılır ve izârın üzeÂrinden göğüs örtüsü bağlanır. Daha sonra lifâÂfe sarılır. Göğüs örtüsü lifâfeden sonra da bağÂlanabilir. Kefen konusunda buluğ çağına yaklaşmış çoÂcuklar, büyükler hükmündedir. Buluğ yaşına ulaşmamış çocukların kefenleri sadece izâr ve lifâfeden oluşmaktadır.
DİB
Doğum ve ölüm olgusu, insanlar için son derece önemlidir. Yeni doğan bir çocuğun dünyaya gelişi büyük bir mutluluğa ve heyecaÂna neden olmaktadır. Vefat eden insanın ayÂrılığı da geride bıraktığı yakınlarını ve sevdikleÂrini büyük bir acı ve kedere sevk etmektedir. Şüphesiz henüz adı bile konulmamış yepyeni bir insanın dünya hayatına katılımı, büyümesi ve olgunluk devresine ulaşması kolay olmaÂmaktadır. insan çocuk, kardeş, abi, abla, anÂne, baba, amca, dayı, hala, teyze, nine ve deÂde. olarak dünyada bir konum elde etmekteÂdir. Yine insan evliliklerle akrabalıklar, birlikte yaşadığı çevrede komşuluklar ve çalıştığı iş kollarında da güçlü arkadaşlık ve dostluk bağÂları kurmaktadır.
Bu açıdan kişinin ölümü, kendisiyle ortak noktaları olan kimseleri yakınlık derecesine göre acı ve mateme sevk etmektedir. Geride kalanlar, bu acı ve kederi için için yudumlaÂmak, ilahi yazgıya boyun eğmek ve ölümü büÂyük bir sabırla içselleştirmek zorundadır. inÂsan, bütün acı ve mutsuzluk duygularına rağÂmen, ölen yakınlarına karşı son görevini yapÂmak durumundadır. Bu görev büyük bir özen ve özveriyle yapılmalıdır. Acaba bugün bizler fert ve toplum olarak cenazelerimize yaptığıÂmız son görevde, olması gereken standardın neresindeyiz? işte bu soru bağlamında bazı noktalara açıklık getirilmesinin faydalı olacağıÂna inanıyoruz.
Değişen dünyada insanların hadiseleri algıÂlama ve yorumlamalarında farklılıklar yaşanÂmaktadır. Bu bağlamda birçok konuda olduğu gibi cenaze törenleri de bugün bazı noktalarÂdan tenkit edilebilmektedir. Ölülere saygıyı önceleyen Hz. Peygamber'in buyruk ve uyguÂlamalarını anlamada bazı olumsuzlukların yaÂşandığı müşahede edilmektedir. Vefat eden insanların ebedi mekanına en iyi şekilde yerÂleştirilmeleri, Müslümanlar üzerine bir görev olarak anlaşılmalıdır. Bu çerçevede cenazeye ilişkin bazı meselelere kısaca temas edilmesiÂnin faydalı olacağı düşünülmektedir.
a. Cenazeye Saygı Gösterilmelidir
Bilindiği gibi insan yeryüzünün en kıymetli varlığıdır. Bu açıdan da hürmet edilmeye layık bir konumdadır. insan hayatta iken değerli olÂduğu gibi ölünce de değerlidir. Nitekim, Hz. Peygamber, huzurundan geçen cenazeyi görÂdüğünde ayağa kalkarak saygı göstermiştir. Hatta Hz. Peygamber'in ayağa kalktığı cenazenin gayrı müslim bir kişiye ait olduğu kendisine hatırlatılınca; "Bu da bir insan değil
mi?" "(Müslim, "Cenaiz", 78) şeklindeki cevabı, insana sırf insan olduğu için saygı gösterilmeÂsi gerektiğinin fiili bir örneğidir.
Ölülere saygı göstermek, yaşayanlara karşı saygılı olmanın başka bir ifadesidir.
b. Cenaze Merasiminde Bazı Temel KuralÂlara Riayet Edilmelidir
Gerek dinî gerekse resmî nitelikte icra edilen törenlerde dikkat edilmesi gereken bazı kuralÂlar vardır. Bu kurallar, törenin mahiyetine uyÂgun olarak icra edilmesinde belirleyici bir öneÂme sahiptir. Söz konusu kurallara riayet edilÂmemesi, en başta ölüye karşı bir saygısızlıktır. Ayrıca dinî ve insanî görevini yerine getirmek üzere törene katılan kişileri küçük düşürücü bir davranıştır.
Bütün boyutlarıyla düşünüldüğünde merasimÂlerde uyulması gereken kuralların önemli olduÂğu anlaşılmaktadır. Allah'ın yarattıkları arasınÂda seçkin bir yeri olan insanın vefatı söz konuÂsu olunca, insanı ebedi yolculuğuna uğurlamak gerçekten üzerinde ciddi olarak durulması geÂreken bir konudur. Bu bağlamda bir cenaze merasiminde riayet edilmesi gereken temel kuÂralların neler olduğu hususunu hatırlatmak fayÂdalı olacaktır:
1- Ölülerin iyilikleri dile getirilmelidir. Hz. Peygamber, ölülerin hayırla anılmasını tavsiye etmektedir. (Tirmizi, "Cenaiz", 34) Merasim anında ve sonrasında vefat eden kişinin iyilikÂleri hatırlanmalı ve kişi hayırla anılmalıdır.
2- Cenaze merasimlerinde insanlar giyim ve kuşamlarına özen göstermelidir. Giyilen kıyaÂfetler bir bayram havasını hatırlatmamalıdır. Bu konuda öteden beri devam eden geleneğin göstergesi olarak, cenaze merasiminde giyilÂmesi gereken kıyafetler konusunda kültürel bir birikim mevcuttur.
3- Cenaze merasiminde ortalama bir maÂtem havası olmalıdır. Cenaze merasiminde Allah'a isyan anlamını içerecek şekilde dövünülmemeli, saç baş yolunmamalı ve yerÂsiz sözler söylenmemelidir. insanlar konuşmaÂlarına dikkat etmeli, sessiz ve sakin olmalı, taÂvır ve davranışlarıyla kimseyi rahatsız etmeÂmelidir.
Cenaze yakınlarının acılarını azaltacak ve onları teselli edecek konuşmalar yapılmalı, taÂvır ve davranışlarla cenaze yakınlarının acılarıÂnın paylaşıldığı hissettirilmelidir.
4- Cenaze merasimlerinin yapıldığı cami avÂluları, olabildiğince temiz ve düzenli olmalıdır. Söz konusu alanda gelenlerin, rahatlıkla giriş çıkışını sağlayan genişlikte kapılar yer almalıdır.
Gerektiğinde yağmurlu ve soğuk havalarda cemaati koruyacak kapalı mekanlar tesis edilÂmelidir.
5- Cenazelerin taşındığı araçların temizliği ve bakımı iyi yapılmalıdır. Ayrıca araçlar cenaÂze hizmetinin gerektirdiği işlevler bakımından belli bir düzeyde olmalıdır.
Bu durum, israf olarak algılanmamalı, bilaÂkis cenazelerimize gösterdiğimiz derin saygı ve hürmetin bir ifadesi olarak anlaşılmalıdır.
Cenaze îçin Faydalı Olan Aktivitelere Yer Verilmelidir
Cenaze merasimlerinde, çiçek ve çelenk giÂbi ölüye fayda sağlamayan etkinliklerde aşırıÂya kaçılmaması, hatta bu alışkanlıkların en aza indirilmesi gerekir. Bu tür aktiviteler, ölüye fayda sağlamadığı gibi, çok sayıdaki çiçek ve çelenkler değerlendirilemediği için israfa neÂden olabilmektedir. Bunların yerine ölü için faydalı olabilecek etkinliklere yer verilmesi daÂha isabetli olacaktır. Kur'an okuma ve Allah (c.c.)'ın kendisini affetmesi ve günahlarını baÂğışlanması için dua etmek başta olmak üzere, ölü adına yapılacak her türlü hayır ve yardımÂlar, onu ebedi âlemde rahatlatabilecek etkinÂliklerdir.
Alkış, Cenaze Merasiminde Bulunması Gereken Sükuneti Bozmaktadır
Bazı cenaze törenlerinde, cenazenin alkışÂlanması geleneksel ritüellerimizle bağdaşmamaktadır. Böyle bir ritüelin yaygın hâle gelÂmesi, toplumda alkışı hak eden veya etmeyen cenaze ayrımı yapma gibi bazı yanlış anlaşılÂmalara sebep olmaktadır. Bu da kimin alkışÂlanmayı hak ettiği, kimin de hak etmediği yoÂrumlarına neden olacaktır ki, böyle bir anlayış hiçbir şekilde doğru değildir.
Cenazelerin alkışlanması ve slogan atılması gibi nümayişlerin, belli tarihten itibaren meyÂdana gelen siyasi cinayetler vb. ölümlerle başÂlayan uygulamaların bir yansıması olarak günÂdeme geldiği görülmektedir. Kuşkusuz slogan, alkış, ıslık gibi nümayişler, hem cenazeye karÂşı, hem son görev olan ibadete karşı, hem de son görevin ifa edildiği mekâna karşı olumsuzÂluklar içermektedir. Söz konusu nümayişler, sessizlik atmosferini bozmaktadır.
Cenaze Namazının Kılınması Teşvik EdilÂmelidir
Müslümanın diğer Müslüman kardeşi üzeÂrindeki haklarından birisi de cenazesine iştirak etmesi ve namazını kılmasıdır. Bunun hem şahsi hem de toplumsal hayata faydaları söz konusudur. insanlar bu vesileyle ölümü hatırÂlar, nefis muhasebesi yaparak hayata ve inÂsanlara karşı daha yumuşak ve mantıklı yakÂlaşmaya başlar. Her an ölebileceği düşüncesi-
ni hafızasında canlı tutan bir Müslüman daha affedici olur. Kişinin bu olumlu tutum ve davÂranışları, toplumsal hayata da olumlu bir şekilÂde yansır ve böylece toplumsal barış ve huzuÂrun tesis edilmesine katkı sağlanmış olur.
Cenaze Namazında Tertip ve Kadınların Konumuna Dikkat Edilmelidir
Bilindiği gibi cenaze namazı farz-ı kifayedir. Cenaze namazının cemaatle kılınması şart olÂmadığı gibi ister erkek, ister kadın olsun tek bir Müslümanın kılmasıyla farz-ı kifaye yerine getirilmiş olur. Mükellefiyet ve hüküm bakıÂmından cenaze namazında kadın ile erkek arasında hiç bir fark yoktur.
Cuma, bayram, beş vakit namaz ve cenaze namazları olmak üzere cemaatle kılınan bütün namazlarda, erkeklerle birlikte namaz kıldıklaÂrı takdirde, kadınların erkeklerden ayrı, uygun bir yerde namaz için saf oluşturmaları gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz saflaÂrını önce erkekler, sonra erkek çocuklar daha sonra da kadınlar şeklinde düzenlemiştir.
"Namazda erkek saflarının en faziletlisi en önde olanı, fazileti en az olanı ise en arkada bulunanıdır. Kadın saflarının en faziletlisi, en arkada kalanı, en az faziletlisi ise en önde olaÂnıdır. " (Müslim, "Salat", 132; Ebu Davud, "Salat", 97; Tirmizi, "Mevakıt", 52) hadisi, cemaatle kılıÂnan bir namazda kadın ve erkeklerin saf düzeninin nasıl olması gerektiğine açıklık getirÂmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine uygun olan safların yukarıda ifade edildiği gibi olmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in uygulaÂmasına uyulmaması halinde bir takım mahzurÂlar ortaya çıkabilecektir.
Hanefi mezhebine göre, kadınların cemaatÂle kılınan bir namazda, erkek safları arasına karışarak imama uymaları halinde, rüku ve secdeli namazlarda kadınların arkasında ve hiÂzasında kalan erkeklerin namazları fasit olur. Bu durum, rüku ve secdesi bulunmayan cenaÂze namazında meydana gelirse, erkeklerin naÂmazı fasit olmazsa da, sünnete dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.)'in uygulamasına aykırı haÂreket edildiği için mekruh olur.
DİB
Bu açıdan kişinin ölümü, kendisiyle ortak noktaları olan kimseleri yakınlık derecesine göre acı ve mateme sevk etmektedir. Geride kalanlar, bu acı ve kederi için için yudumlaÂmak, ilahi yazgıya boyun eğmek ve ölümü büÂyük bir sabırla içselleştirmek zorundadır. inÂsan, bütün acı ve mutsuzluk duygularına rağÂmen, ölen yakınlarına karşı son görevini yapÂmak durumundadır. Bu görev büyük bir özen ve özveriyle yapılmalıdır. Acaba bugün bizler fert ve toplum olarak cenazelerimize yaptığıÂmız son görevde, olması gereken standardın neresindeyiz? işte bu soru bağlamında bazı noktalara açıklık getirilmesinin faydalı olacağıÂna inanıyoruz.
Değişen dünyada insanların hadiseleri algıÂlama ve yorumlamalarında farklılıklar yaşanÂmaktadır. Bu bağlamda birçok konuda olduğu gibi cenaze törenleri de bugün bazı noktalarÂdan tenkit edilebilmektedir. Ölülere saygıyı önceleyen Hz. Peygamber'in buyruk ve uyguÂlamalarını anlamada bazı olumsuzlukların yaÂşandığı müşahede edilmektedir. Vefat eden insanların ebedi mekanına en iyi şekilde yerÂleştirilmeleri, Müslümanlar üzerine bir görev olarak anlaşılmalıdır. Bu çerçevede cenazeye ilişkin bazı meselelere kısaca temas edilmesiÂnin faydalı olacağı düşünülmektedir.
a. Cenazeye Saygı Gösterilmelidir
Bilindiği gibi insan yeryüzünün en kıymetli varlığıdır. Bu açıdan da hürmet edilmeye layık bir konumdadır. insan hayatta iken değerli olÂduğu gibi ölünce de değerlidir. Nitekim, Hz. Peygamber, huzurundan geçen cenazeyi görÂdüğünde ayağa kalkarak saygı göstermiştir. Hatta Hz. Peygamber'in ayağa kalktığı cenazenin gayrı müslim bir kişiye ait olduğu kendisine hatırlatılınca; "Bu da bir insan değil
mi?" "(Müslim, "Cenaiz", 78) şeklindeki cevabı, insana sırf insan olduğu için saygı gösterilmeÂsi gerektiğinin fiili bir örneğidir.
Ölülere saygı göstermek, yaşayanlara karşı saygılı olmanın başka bir ifadesidir.
b. Cenaze Merasiminde Bazı Temel KuralÂlara Riayet Edilmelidir
Gerek dinî gerekse resmî nitelikte icra edilen törenlerde dikkat edilmesi gereken bazı kuralÂlar vardır. Bu kurallar, törenin mahiyetine uyÂgun olarak icra edilmesinde belirleyici bir öneÂme sahiptir. Söz konusu kurallara riayet edilÂmemesi, en başta ölüye karşı bir saygısızlıktır. Ayrıca dinî ve insanî görevini yerine getirmek üzere törene katılan kişileri küçük düşürücü bir davranıştır.
Bütün boyutlarıyla düşünüldüğünde merasimÂlerde uyulması gereken kuralların önemli olduÂğu anlaşılmaktadır. Allah'ın yarattıkları arasınÂda seçkin bir yeri olan insanın vefatı söz konuÂsu olunca, insanı ebedi yolculuğuna uğurlamak gerçekten üzerinde ciddi olarak durulması geÂreken bir konudur. Bu bağlamda bir cenaze merasiminde riayet edilmesi gereken temel kuÂralların neler olduğu hususunu hatırlatmak fayÂdalı olacaktır:
1- Ölülerin iyilikleri dile getirilmelidir. Hz. Peygamber, ölülerin hayırla anılmasını tavsiye etmektedir. (Tirmizi, "Cenaiz", 34) Merasim anında ve sonrasında vefat eden kişinin iyilikÂleri hatırlanmalı ve kişi hayırla anılmalıdır.
2- Cenaze merasimlerinde insanlar giyim ve kuşamlarına özen göstermelidir. Giyilen kıyaÂfetler bir bayram havasını hatırlatmamalıdır. Bu konuda öteden beri devam eden geleneğin göstergesi olarak, cenaze merasiminde giyilÂmesi gereken kıyafetler konusunda kültürel bir birikim mevcuttur.
3- Cenaze merasiminde ortalama bir maÂtem havası olmalıdır. Cenaze merasiminde Allah'a isyan anlamını içerecek şekilde dövünülmemeli, saç baş yolunmamalı ve yerÂsiz sözler söylenmemelidir. insanlar konuşmaÂlarına dikkat etmeli, sessiz ve sakin olmalı, taÂvır ve davranışlarıyla kimseyi rahatsız etmeÂmelidir.
Cenaze yakınlarının acılarını azaltacak ve onları teselli edecek konuşmalar yapılmalı, taÂvır ve davranışlarla cenaze yakınlarının acılarıÂnın paylaşıldığı hissettirilmelidir.
4- Cenaze merasimlerinin yapıldığı cami avÂluları, olabildiğince temiz ve düzenli olmalıdır. Söz konusu alanda gelenlerin, rahatlıkla giriş çıkışını sağlayan genişlikte kapılar yer almalıdır.
Gerektiğinde yağmurlu ve soğuk havalarda cemaati koruyacak kapalı mekanlar tesis edilÂmelidir.
5- Cenazelerin taşındığı araçların temizliği ve bakımı iyi yapılmalıdır. Ayrıca araçlar cenaÂze hizmetinin gerektirdiği işlevler bakımından belli bir düzeyde olmalıdır.
Bu durum, israf olarak algılanmamalı, bilaÂkis cenazelerimize gösterdiğimiz derin saygı ve hürmetin bir ifadesi olarak anlaşılmalıdır.
Cenaze îçin Faydalı Olan Aktivitelere Yer Verilmelidir
Cenaze merasimlerinde, çiçek ve çelenk giÂbi ölüye fayda sağlamayan etkinliklerde aşırıÂya kaçılmaması, hatta bu alışkanlıkların en aza indirilmesi gerekir. Bu tür aktiviteler, ölüye fayda sağlamadığı gibi, çok sayıdaki çiçek ve çelenkler değerlendirilemediği için israfa neÂden olabilmektedir. Bunların yerine ölü için faydalı olabilecek etkinliklere yer verilmesi daÂha isabetli olacaktır. Kur'an okuma ve Allah (c.c.)'ın kendisini affetmesi ve günahlarını baÂğışlanması için dua etmek başta olmak üzere, ölü adına yapılacak her türlü hayır ve yardımÂlar, onu ebedi âlemde rahatlatabilecek etkinÂliklerdir.
Alkış, Cenaze Merasiminde Bulunması Gereken Sükuneti Bozmaktadır
Bazı cenaze törenlerinde, cenazenin alkışÂlanması geleneksel ritüellerimizle bağdaşmamaktadır. Böyle bir ritüelin yaygın hâle gelÂmesi, toplumda alkışı hak eden veya etmeyen cenaze ayrımı yapma gibi bazı yanlış anlaşılÂmalara sebep olmaktadır. Bu da kimin alkışÂlanmayı hak ettiği, kimin de hak etmediği yoÂrumlarına neden olacaktır ki, böyle bir anlayış hiçbir şekilde doğru değildir.
Cenazelerin alkışlanması ve slogan atılması gibi nümayişlerin, belli tarihten itibaren meyÂdana gelen siyasi cinayetler vb. ölümlerle başÂlayan uygulamaların bir yansıması olarak günÂdeme geldiği görülmektedir. Kuşkusuz slogan, alkış, ıslık gibi nümayişler, hem cenazeye karÂşı, hem son görev olan ibadete karşı, hem de son görevin ifa edildiği mekâna karşı olumsuzÂluklar içermektedir. Söz konusu nümayişler, sessizlik atmosferini bozmaktadır.
Cenaze Namazının Kılınması Teşvik EdilÂmelidir
Müslümanın diğer Müslüman kardeşi üzeÂrindeki haklarından birisi de cenazesine iştirak etmesi ve namazını kılmasıdır. Bunun hem şahsi hem de toplumsal hayata faydaları söz konusudur. insanlar bu vesileyle ölümü hatırÂlar, nefis muhasebesi yaparak hayata ve inÂsanlara karşı daha yumuşak ve mantıklı yakÂlaşmaya başlar. Her an ölebileceği düşüncesi-
ni hafızasında canlı tutan bir Müslüman daha affedici olur. Kişinin bu olumlu tutum ve davÂranışları, toplumsal hayata da olumlu bir şekilÂde yansır ve böylece toplumsal barış ve huzuÂrun tesis edilmesine katkı sağlanmış olur.
Cenaze Namazında Tertip ve Kadınların Konumuna Dikkat Edilmelidir
Bilindiği gibi cenaze namazı farz-ı kifayedir. Cenaze namazının cemaatle kılınması şart olÂmadığı gibi ister erkek, ister kadın olsun tek bir Müslümanın kılmasıyla farz-ı kifaye yerine getirilmiş olur. Mükellefiyet ve hüküm bakıÂmından cenaze namazında kadın ile erkek arasında hiç bir fark yoktur.
Cuma, bayram, beş vakit namaz ve cenaze namazları olmak üzere cemaatle kılınan bütün namazlarda, erkeklerle birlikte namaz kıldıklaÂrı takdirde, kadınların erkeklerden ayrı, uygun bir yerde namaz için saf oluşturmaları gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), namaz saflaÂrını önce erkekler, sonra erkek çocuklar daha sonra da kadınlar şeklinde düzenlemiştir.
"Namazda erkek saflarının en faziletlisi en önde olanı, fazileti en az olanı ise en arkada bulunanıdır. Kadın saflarının en faziletlisi, en arkada kalanı, en az faziletlisi ise en önde olaÂnıdır. " (Müslim, "Salat", 132; Ebu Davud, "Salat", 97; Tirmizi, "Mevakıt", 52) hadisi, cemaatle kılıÂnan bir namazda kadın ve erkeklerin saf düzeninin nasıl olması gerektiğine açıklık getirÂmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetine uygun olan safların yukarıda ifade edildiği gibi olmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in uygulaÂmasına uyulmaması halinde bir takım mahzurÂlar ortaya çıkabilecektir.
Hanefi mezhebine göre, kadınların cemaatÂle kılınan bir namazda, erkek safları arasına karışarak imama uymaları halinde, rüku ve secdeli namazlarda kadınların arkasında ve hiÂzasında kalan erkeklerin namazları fasit olur. Bu durum, rüku ve secdesi bulunmayan cenaÂze namazında meydana gelirse, erkeklerin naÂmazı fasit olmazsa da, sünnete dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.)'in uygulamasına aykırı haÂreket edildiği için mekruh olur.
DİB
a. Cenazenin Kabre Taşınması
Defnedilmek için hazırlanan cenazenin bekÂletilmemesi gerekir. Sözgelimi, cuma günü saÂbahleyin hazırlanan cenazenin, cemaati daha çok olsun diye, cuma namazı sonrasına bekleÂtilmesi mekruhtur.
Cenazeyi teşyi etmek, yani arkasından meÂzara kadar gitmek sünnettir. Özellikle akraba veya komşulardan olup iyi haliyle bilinmiş kiÂşilerin cenazesini teşyî etmenin nafile namaz
dan daha faziletli olduğu ile ilgili bağlayıcı olÂmayan bazı değerlendirmeler yapılmıştır.
Cenazenin, dört kişinin birer taraftan tutmaÂsı şeklinde taşınması sünnete uygundur. CeÂnazenin her bir tarafından tutularak onar adım, dört taraftan toplam kırk adım taşınmaÂsı müstehaptır. Cenaze önce ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ omuza alıÂnır. Sonra yine ön taraftan bu defa sol omuÂza, sonra arka taraftan sol omuza alır. Her bir omuzlamada onar adım yürünür. Cenazenin, omuzlara alınarak kabre götürülmesi, cenazeÂye hürmet ve saygı anlamı taşımaktadır.
Bir insanı ahiret yurdunun kapısına eşya taÂşır gibi götürmek insanın şeref ve onurunu rencide eder. Bunun için de bir zaruret olmaÂdıkça cenazeyi sırtlamak, hayvan veya arabaÂya yüklemek mekruh görülmüştür. ülkemizin köy ve kasabalarında büyük oranda cenazeler insanların omuzlarıyla taşınmaktadır. Ancak büyük şehir ve metropollerde, mezarlıkların şehir dışında ve uzak yerlerde olması halinde, cenazenin arabayla taşınması mekruh olmaz. Günümüzde söz konusu yerlerde cenazeler daha çok mahalli idarelerce tahsis edilen özel araçlarla taşınmaktadır.
Cenazeyi takip edenlerin, cenazenin arkasınÂdan yürümeleri daha faziletli olmakla birlikte,
önden yürümelerinde de bir kerahet yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek binitli olarak takipten daha faziletlidir. Eğer binitli olarak taÂkip edilecekse, cemaati rahatsız etmemek için ya en önden gitmek ya da cemaatin arkasından gelmek uygundur. Cenaze ve matem havasına uygun davranılmalı, gereksiz yere konuşulmamalıdır. Yapılacak en doğru ve faydalı iş, cenaÂzeye günahlarının affı için dua etmek ve bir gün kendimizin de öleceğini hatırlamak, dünya ile irtibatımızı ve dini hayatımızı sorgulayarak teÂfekkür etmektir.
b. Defin
Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indiriÂlince, oturmaları için bir engel yoksa cemaatin cenazeye saygının bir ifadesi olarak oturması uygundur. Cenaze omuzdan inmeden oturÂmaları mekruh olduğu gibi cenaze yere indikÂten sonra ayakta durmaları da mekruhtur.
Kabrin bir insan boyu kadar derin olması yeterlidir. Kabirlerde lahit yapmak faziletlidir. Lahit, kabrin içinde kıble tarafının oyulmasıy la yapılır ve ölü, yüzü kıble tarafına gelecek şeÂkilde sağ tarafı üzere buraya yerleştirilir.Lahi tin önüne tahta, kerpiç veya kamış gibi malzeÂmeler konulur. Böylece atılan toprak ölünün üstüne değil, bu malzemelerin üstüne gelmiş olur. Bu ölüye saygının bir gereğidir. Kabrin kazıldığı yer lahit yapılamayacak derecede yuÂmuşak veya ıslak ise, bu durumda, dere gibi bir çukur kazılır ki buna şak (yarma) denir.Gerekirse bunun iki yanı kerpiç veya tuğla gibi maddelerle örülür. Sonra ölü bunların arasına konur ve ölüye dokunmayacak şekilde tahta, kerpiç vb. maddelerle üzeri örtülür. Kabrin diÂbi ıslak veya yumuşak olduğu durumlarda ceÂnaze tabut ile birlikte gömülebilir. Fakat geÂrekmedikçe tabut ile gömmek mekruh sayılÂmıştır.
Kabir temininde güçlük çekildiği takdirde, daha önce defin yapılmış bir kabre, önceki ölünün çürüyüp sadece kemiklerinin kalacağı bir sürenin geçmesinden sonra ikinci bir cenaÂze defnedilebilir. Bu süre iklim, bölge ve topÂrak özelliklerine göre değişiklik gösterebilir. ikinci defin önceki ölünün kemikleri dikkatlice bir kenara toplandıktan sonra yapılabilir. KaÂbir hazırlandıktan sonra cenaze kabre indirilir. Bundan sonraki aşama şöyle gerçekleşir:
Cenaze kıble tarafından kabre indirilir, sağ yanı üzerine kıbleye döndürülür ve kefen üzeÂrinde bağı varsa çözülür. Cenazeyi kabre koÂyan kişiler "Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh" (Allah'ın adıyla ve elçisinin dini üzere) derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiyaÂca göre değişir. Kadınları kabre koyacak kimselerin ölüye akrabalık yönünden mahrem olÂmaları daha uygundur. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar kabirleri üzerine bir perde çekilir.
Definde bulunan kişilerin kabir üzerine üç avuç toprak atarak birinci defada "Sizi bundan (topraktan) yarattık", ikincisinde "Sizi tekrar toprağa iade edeceğiz", üçüncüsünde de "Sizi bir kez daha topraktan çıkaracağız" demeleri müstehaptır.
Kabrin topraktan bir iki karış yükseltilip, deÂve hörgücü gibi yapılması menduptur. Kabir üzerine su serpmede-gerekli olmamakla beraÂber bir sakınca yoktur.
DİB
Defnedilmek için hazırlanan cenazenin bekÂletilmemesi gerekir. Sözgelimi, cuma günü saÂbahleyin hazırlanan cenazenin, cemaati daha çok olsun diye, cuma namazı sonrasına bekleÂtilmesi mekruhtur.
Cenazeyi teşyi etmek, yani arkasından meÂzara kadar gitmek sünnettir. Özellikle akraba veya komşulardan olup iyi haliyle bilinmiş kiÂşilerin cenazesini teşyî etmenin nafile namaz
dan daha faziletli olduğu ile ilgili bağlayıcı olÂmayan bazı değerlendirmeler yapılmıştır.
Cenazenin, dört kişinin birer taraftan tutmaÂsı şeklinde taşınması sünnete uygundur. CeÂnazenin her bir tarafından tutularak onar adım, dört taraftan toplam kırk adım taşınmaÂsı müstehaptır. Cenaze önce ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ omuza alıÂnır. Sonra yine ön taraftan bu defa sol omuÂza, sonra arka taraftan sol omuza alır. Her bir omuzlamada onar adım yürünür. Cenazenin, omuzlara alınarak kabre götürülmesi, cenazeÂye hürmet ve saygı anlamı taşımaktadır.
Bir insanı ahiret yurdunun kapısına eşya taÂşır gibi götürmek insanın şeref ve onurunu rencide eder. Bunun için de bir zaruret olmaÂdıkça cenazeyi sırtlamak, hayvan veya arabaÂya yüklemek mekruh görülmüştür. ülkemizin köy ve kasabalarında büyük oranda cenazeler insanların omuzlarıyla taşınmaktadır. Ancak büyük şehir ve metropollerde, mezarlıkların şehir dışında ve uzak yerlerde olması halinde, cenazenin arabayla taşınması mekruh olmaz. Günümüzde söz konusu yerlerde cenazeler daha çok mahalli idarelerce tahsis edilen özel araçlarla taşınmaktadır.
Cenazeyi takip edenlerin, cenazenin arkasınÂdan yürümeleri daha faziletli olmakla birlikte,
önden yürümelerinde de bir kerahet yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek binitli olarak takipten daha faziletlidir. Eğer binitli olarak taÂkip edilecekse, cemaati rahatsız etmemek için ya en önden gitmek ya da cemaatin arkasından gelmek uygundur. Cenaze ve matem havasına uygun davranılmalı, gereksiz yere konuşulmamalıdır. Yapılacak en doğru ve faydalı iş, cenaÂzeye günahlarının affı için dua etmek ve bir gün kendimizin de öleceğini hatırlamak, dünya ile irtibatımızı ve dini hayatımızı sorgulayarak teÂfekkür etmektir.
b. Defin
Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indiriÂlince, oturmaları için bir engel yoksa cemaatin cenazeye saygının bir ifadesi olarak oturması uygundur. Cenaze omuzdan inmeden oturÂmaları mekruh olduğu gibi cenaze yere indikÂten sonra ayakta durmaları da mekruhtur.
Kabrin bir insan boyu kadar derin olması yeterlidir. Kabirlerde lahit yapmak faziletlidir. Lahit, kabrin içinde kıble tarafının oyulmasıy la yapılır ve ölü, yüzü kıble tarafına gelecek şeÂkilde sağ tarafı üzere buraya yerleştirilir.Lahi tin önüne tahta, kerpiç veya kamış gibi malzeÂmeler konulur. Böylece atılan toprak ölünün üstüne değil, bu malzemelerin üstüne gelmiş olur. Bu ölüye saygının bir gereğidir. Kabrin kazıldığı yer lahit yapılamayacak derecede yuÂmuşak veya ıslak ise, bu durumda, dere gibi bir çukur kazılır ki buna şak (yarma) denir.Gerekirse bunun iki yanı kerpiç veya tuğla gibi maddelerle örülür. Sonra ölü bunların arasına konur ve ölüye dokunmayacak şekilde tahta, kerpiç vb. maddelerle üzeri örtülür. Kabrin diÂbi ıslak veya yumuşak olduğu durumlarda ceÂnaze tabut ile birlikte gömülebilir. Fakat geÂrekmedikçe tabut ile gömmek mekruh sayılÂmıştır.
Kabir temininde güçlük çekildiği takdirde, daha önce defin yapılmış bir kabre, önceki ölünün çürüyüp sadece kemiklerinin kalacağı bir sürenin geçmesinden sonra ikinci bir cenaÂze defnedilebilir. Bu süre iklim, bölge ve topÂrak özelliklerine göre değişiklik gösterebilir. ikinci defin önceki ölünün kemikleri dikkatlice bir kenara toplandıktan sonra yapılabilir. KaÂbir hazırlandıktan sonra cenaze kabre indirilir. Bundan sonraki aşama şöyle gerçekleşir:
Cenaze kıble tarafından kabre indirilir, sağ yanı üzerine kıbleye döndürülür ve kefen üzeÂrinde bağı varsa çözülür. Cenazeyi kabre koÂyan kişiler "Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh" (Allah'ın adıyla ve elçisinin dini üzere) derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiyaÂca göre değişir. Kadınları kabre koyacak kimselerin ölüye akrabalık yönünden mahrem olÂmaları daha uygundur. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar kabirleri üzerine bir perde çekilir.
Definde bulunan kişilerin kabir üzerine üç avuç toprak atarak birinci defada "Sizi bundan (topraktan) yarattık", ikincisinde "Sizi tekrar toprağa iade edeceğiz", üçüncüsünde de "Sizi bir kez daha topraktan çıkaracağız" demeleri müstehaptır.
Kabrin topraktan bir iki karış yükseltilip, deÂve hörgücü gibi yapılması menduptur. Kabir üzerine su serpmede-gerekli olmamakla beraÂber bir sakınca yoktur.
DİB
a. Kur'an-ı Kerim Okuma
Cenaze defnedildikten kısa bir süre sonra, orada Kur'an okunması bir gelenek haline gelÂmiştir. Özellikle Yasin, Mülk, Vâkıa, İhlâs, Felak ve Nâs sureleri ile Fâtiha ve Bakara suresinin ilk beş ayeti okunur. Sevabı da cenazenin ve diğer müminlerin ruhlarına bağışlanır. Ölünün günahÂlarının bağışlanması için dua edildikten sonra ceÂmaat yavaş yavaş mezarın yanından ayrılır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) cenaze defneÂdildikten sonra bir müddet cenazenin mezarı baÂşında bekler ve cemaate şöyle buyururdu
"Kardeşiniz için Yüce Allah 'tan mağfiret isÂteyiniz ve kendisine sükûnet vermesini dileyiÂniz. O şimdi sorguya çekilmektedir" (Ebû Dâvud, "Cenâiz", 67-69).
Ölünün yakınları, ölünün hayrına olabilecek ve onu ölüm ötesi hayatta rahatlatacak maddi ve manevi bazı etkinliklerde bulunabilir. Bu çerçevede fakirlere sadaka verme, cami, okul yaptırma gibi toplumun istifadesine sunulabiÂlecek bazı tesisler inşa edilebilir. Çünkü bu müesseselerin vesile olduğu her türlü hayırlı iş ve hizmet, kişiye sevap olarak gidecektir.
b. Telkin
Telkin, cenaze kabre konulup Kur'an okunÂduktan sonra geride kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması işleminin adıdır. Pey- gam-beri-miz-in "Ölülerinize 'lâ ilâhe illallah' telkin ediniz." (Müslim, Cenâiz, 1) sözündeki "ölüÂleriniz" kelimesi, islam alimlerinin çoğunluğu tarafından, "ölmek üzere olanlarınız" şeklinde anlaşılmıştır. islam alimlerinin bir kısmı, telkiÂnin sadece ölüm döşeğindeki hasta için geçerÂli olduğunu, definden sonraki telkinin meşru olmadığını söylemişlerdir. Bazı Hanefi alimleÂri ise bu konuda açık bir hüküm bulunmadığıÂnı, ölü defnedildikten sonra telkin vermenin tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını da ileri sürmüşlerdir. Malikiler'e göre telkin, ölüm döşeğinde iken verilir, cenaze defnedildikten sonra telkin vermek mekruhtur. Bir kısım HaÂnefi alimlerince, sorumluluk yaşına girdikten sonra ölen kimsenin mezarı başında telkin veÂrilmesi meşru görülmüştür. Şafii ve bir kısım Hanbeli fıkıhçılara göre de telkin yapılması müstehaptır.
Hadis larında yer almayan, ancak yaygın olarak halk nezdinde tatbik edilen, cenazenin defninden sonra kabirdeki bir müs- lümana şu sözlerle telkin verilebilir:
"üzküril-'ahdellezî harecte 'aleyhi mine'd- dünyâ.Şehâdeti en-lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke lehû ve enne Muhammeden 'abduhû ve Rasûlühû. Ve enne's-sâ'ate âtiyetün lâ raybe fîhâVe enne'l-lâhe yeb-'asü men fi'l-kubûr.Kul radîtü billâhi Rabben ve bil-Islâmi dînen ve bi Muhammedin sallâllâhü aleyhi ve sell- eme nebiyyen ve bi'l-Ka'beti kıbleten ve bi'l- Kur'âni imâmen ve bi'l-Müslimîne ihvânen."Rabbiyellâhü lâ ilâhe illâ hû. Ve hüve Rabbu'l-arşi'l-azîm.
...Anlamı: "(Ey Falan oğlu falan). Dünya hayatından ayrılırken üzerinde bulunduğun 'Lâ Ilâhe illâllahu vahdehu la şerîke lehu ve enne Muhammeden abdühu ve Resûlühu (Allah'tan başka bir ilâh yoktur; yalnız O vardır, ortağı yoktur; Muhammed O'nun kuludur ve O'nun Peygamberidir)' Kıyamet gelecektir, onda şüphe yoktur. Allah, kabirÂlerde olan kimseleri diriltecektir, ahdini hatırla.
De ki; Rab olarak Allah'a, din olarak islâm'a, peygamber olarak Muhammed (s.a.s.)'e, kıble olarak Kâbe'ye, imam olarak Kur'ân'a ve kardeş olarak Müslümanlara rıza gösterdim.
Rabbim, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O, büyük Arş'ın Rabbidir. (Nevevi, el- Ezkar, 194)
"Ey Allah'ın kulu!
De ki: Allah' tan başka ilâh yoktur.
De ki Rabbim Allah'tır. Dinim islâm'dır. Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm'dır.
Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın."
DİB
Cenaze defnedildikten kısa bir süre sonra, orada Kur'an okunması bir gelenek haline gelÂmiştir. Özellikle Yasin, Mülk, Vâkıa, İhlâs, Felak ve Nâs sureleri ile Fâtiha ve Bakara suresinin ilk beş ayeti okunur. Sevabı da cenazenin ve diğer müminlerin ruhlarına bağışlanır. Ölünün günahÂlarının bağışlanması için dua edildikten sonra ceÂmaat yavaş yavaş mezarın yanından ayrılır.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) cenaze defneÂdildikten sonra bir müddet cenazenin mezarı baÂşında bekler ve cemaate şöyle buyururdu
"Kardeşiniz için Yüce Allah 'tan mağfiret isÂteyiniz ve kendisine sükûnet vermesini dileyiÂniz. O şimdi sorguya çekilmektedir" (Ebû Dâvud, "Cenâiz", 67-69).
Ölünün yakınları, ölünün hayrına olabilecek ve onu ölüm ötesi hayatta rahatlatacak maddi ve manevi bazı etkinliklerde bulunabilir. Bu çerçevede fakirlere sadaka verme, cami, okul yaptırma gibi toplumun istifadesine sunulabiÂlecek bazı tesisler inşa edilebilir. Çünkü bu müesseselerin vesile olduğu her türlü hayırlı iş ve hizmet, kişiye sevap olarak gidecektir.
b. Telkin
Telkin, cenaze kabre konulup Kur'an okunÂduktan sonra geride kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması işleminin adıdır. Pey- gam-beri-miz-in "Ölülerinize 'lâ ilâhe illallah' telkin ediniz." (Müslim, Cenâiz, 1) sözündeki "ölüÂleriniz" kelimesi, islam alimlerinin çoğunluğu tarafından, "ölmek üzere olanlarınız" şeklinde anlaşılmıştır. islam alimlerinin bir kısmı, telkiÂnin sadece ölüm döşeğindeki hasta için geçerÂli olduğunu, definden sonraki telkinin meşru olmadığını söylemişlerdir. Bazı Hanefi alimleÂri ise bu konuda açık bir hüküm bulunmadığıÂnı, ölü defnedildikten sonra telkin vermenin tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını da ileri sürmüşlerdir. Malikiler'e göre telkin, ölüm döşeğinde iken verilir, cenaze defnedildikten sonra telkin vermek mekruhtur. Bir kısım HaÂnefi alimlerince, sorumluluk yaşına girdikten sonra ölen kimsenin mezarı başında telkin veÂrilmesi meşru görülmüştür. Şafii ve bir kısım Hanbeli fıkıhçılara göre de telkin yapılması müstehaptır.
Hadis larında yer almayan, ancak yaygın olarak halk nezdinde tatbik edilen, cenazenin defninden sonra kabirdeki bir müs- lümana şu sözlerle telkin verilebilir:
"üzküril-'ahdellezî harecte 'aleyhi mine'd- dünyâ.Şehâdeti en-lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke lehû ve enne Muhammeden 'abduhû ve Rasûlühû. Ve enne's-sâ'ate âtiyetün lâ raybe fîhâVe enne'l-lâhe yeb-'asü men fi'l-kubûr.Kul radîtü billâhi Rabben ve bil-Islâmi dînen ve bi Muhammedin sallâllâhü aleyhi ve sell- eme nebiyyen ve bi'l-Ka'beti kıbleten ve bi'l- Kur'âni imâmen ve bi'l-Müslimîne ihvânen."Rabbiyellâhü lâ ilâhe illâ hû. Ve hüve Rabbu'l-arşi'l-azîm.
...Anlamı: "(Ey Falan oğlu falan). Dünya hayatından ayrılırken üzerinde bulunduğun 'Lâ Ilâhe illâllahu vahdehu la şerîke lehu ve enne Muhammeden abdühu ve Resûlühu (Allah'tan başka bir ilâh yoktur; yalnız O vardır, ortağı yoktur; Muhammed O'nun kuludur ve O'nun Peygamberidir)' Kıyamet gelecektir, onda şüphe yoktur. Allah, kabirÂlerde olan kimseleri diriltecektir, ahdini hatırla.
De ki; Rab olarak Allah'a, din olarak islâm'a, peygamber olarak Muhammed (s.a.s.)'e, kıble olarak Kâbe'ye, imam olarak Kur'ân'a ve kardeş olarak Müslümanlara rıza gösterdim.
Rabbim, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. O, büyük Arş'ın Rabbidir. (Nevevi, el- Ezkar, 194)
"Ey Allah'ın kulu!
De ki: Allah' tan başka ilâh yoktur.
De ki Rabbim Allah'tır. Dinim islâm'dır. Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm'dır.
Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın."
DİB
Iskat; namaz, oruç, kurban, adak, kefâret giÂbi ibadet ve borçları ifa etmeden vefat eden bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için faÂkirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder. FidÂyeden maksat söz konusu ibadetlerin yerine geçmesi amacıyla yapılan nakdî veya aynî ödemelerdir.
Bu bağlamda ıskat-ı salât, bir kimsenin sağÂlığında eda veya kaza edemediği namaz borçÂlarını uhdesinden düşürebilmek için ölümünÂden sonra fidye ödenmesi işlemini, devir de bu fidye ödemek için geliştirilen bir yöntemi ifade eder.
Hz. Peygamber, sahabe, tâbiîn ve tebeu't-tâ- biîn dönemlerinde yukarıdaki anlamda ıskat söz konusu olmadığından, ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm anlayış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvalarından delillendirilmesi mümÂkün değildir.
Ibadetler ve bu nitelikteki kefaretler "Allah hakkı" grubunda yer aldığı için kural olarak ısÂkat kabul etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin niyeti ve ibadetin Allah rızası için yaÂpılması ibadetin özünü, şekil şartları ise maddi unsurunu teşkil edeceğinden, ibadetler ancak Yüce Yaratıcı'nın belirlediği sebeplere bağlı olarak ve O'nun emrettiği tarzda yerine getiriÂlirse ifa edilmiş sayılır. ibadetlerin dinin kulluğuve teslimiyeti sembolleştiren hükümlerinin en başında yer almasının da anlamı budur.Bu itibarla, ayette sadece oruç tutmaya güÂcü yetmeyen sürekli mazeret sahibi kimselerin fidye vermesinin emredildiği, bunun dışındaki ıskat-ı savmın ayette yer almadığı, ıskat-ı salâtın ve devir işleminin ise Kur'an veya Sün- net'ten herhangi bir delile veya fıkhi hüküm elde etmede kullanılan bir usule dayanmadığı açıktır. Zaten bedeni ibadetler ruhun Allah'a yükselişini sembolize ettiği, kişinin kendini geÂliştirip eğitmesine yardımcı olduğu ve tabii olarak mükellef açısından birçok manevi ve deruni yararlar taşıdığı için bunların sıradan bir borç alacak ilişkisi çerçevesinde mütalaa edilmesi ve neticede ıskat usulünün alternatif ifa olarak görülmesi bu ibadetlerin ruh ve amacına aykırıdır. Ancak vefat eden kimsenin yakınlarının, kişinin ölüm ötesi hayatta soÂrumluluklarını azaltacak bir şeyler yapabilme yönündeki iyi niyeti ve gayreti, ıskat ve devrin islam toplumunda hızla yaygınlaşmasının teÂmel nedeni olmuştur.
Mazeretsiz olarak tutulmayan ve kaza edilÂmeyen oruçlar için ıskat-ı savm'ın, bütünüyle ıskat-ı salâtın ve devrin cevazı yönünde Kur'an'da, Sünnet'te veya sahabenin ve müçtehit imamların fetvalarında hiçbir açıklaÂma yoktur. Buna rağmen ıskat ve devrin uygulamada giderek yaygınlaşması, bunun İsÂlam'ın öngördüğü veya cevaz verdiği bir usul olarak algılanmasına, insanların sağlıklarında ibadetleri ifada tembellik etmesine veya ihÂmalkâr davranmasına, İslam'ın bu adeti sebeÂbiyle yanlış anlaşılmasına ve haksız ithamlara maruz kalmasına yol açmaktadır.
Şurası kesin olarak bilinmelidir ki, belli bir miktar paranın fakire verilmesi ve onun da güÂya hamiyetli davranarak, aldığı parayı veren kişiye hibe etmesi ve ödenmesi gereken mebÂlağ tamamlanıncaya kadar bu kabul ve hibe işiÂnin devamı demek olan "devir" uygulamasının aklî ve dinî hiçbir dayanağı yoktur. Bunun Müslümanlar arasında yaygınlaşmış olması üzücüdür.
Din adına yapılan bu tür yanlış uygulamaları önlemenin belki de en etkili yolu, İslam'ın teÂmel esaslarıyla bağdaşmayan uygulamalara yer vermemek, hatta verenleri ikaz etmektir. Geride kalanlar, ölenlerin namaz ve oruç borÂcu için para ödememelidir. Bu konuda yapaÂcakları en doğru şey, kendi ibadetlerini düzenÂli şekilde yerine getirmek, dünyada iyi bir MüsÂlüman olarak yaşamak ve ölen yakınları için, sevabını onlara bağışlamak üzere hayır, eser, iyilik, ibadet ve dua yapmak olduğu bilincine ermeleridir.
Sonuç olarak, imkanlar dâhilinde fakirlere saÂdaka vermek, hayır kurumlarına yardımda buÂlunmak, geride kalanların ölüler için yapabileÂcekleri davranışlardan bazıları olarak sayılabilir. Ancak bunlar yapılırken ölenin varisleri arasınÂda fakirler, yetimler, ihtiyaç sahibi eş ve çocukÂların bulunması halinde ölenin vasiyeti dışında geride kalanların kendi mallarından harcama yapılarak mağdur edilmeleri de kesinlikle caiz değildir.
DİB
Bu bağlamda ıskat-ı salât, bir kimsenin sağÂlığında eda veya kaza edemediği namaz borçÂlarını uhdesinden düşürebilmek için ölümünÂden sonra fidye ödenmesi işlemini, devir de bu fidye ödemek için geliştirilen bir yöntemi ifade eder.
Hz. Peygamber, sahabe, tâbiîn ve tebeu't-tâ- biîn dönemlerinde yukarıdaki anlamda ıskat söz konusu olmadığından, ıskat-ı salât ve ıskat-ı savm anlayış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvalarından delillendirilmesi mümÂkün değildir.
Ibadetler ve bu nitelikteki kefaretler "Allah hakkı" grubunda yer aldığı için kural olarak ısÂkat kabul etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin niyeti ve ibadetin Allah rızası için yaÂpılması ibadetin özünü, şekil şartları ise maddi unsurunu teşkil edeceğinden, ibadetler ancak Yüce Yaratıcı'nın belirlediği sebeplere bağlı olarak ve O'nun emrettiği tarzda yerine getiriÂlirse ifa edilmiş sayılır. ibadetlerin dinin kulluğuve teslimiyeti sembolleştiren hükümlerinin en başında yer almasının da anlamı budur.Bu itibarla, ayette sadece oruç tutmaya güÂcü yetmeyen sürekli mazeret sahibi kimselerin fidye vermesinin emredildiği, bunun dışındaki ıskat-ı savmın ayette yer almadığı, ıskat-ı salâtın ve devir işleminin ise Kur'an veya Sün- net'ten herhangi bir delile veya fıkhi hüküm elde etmede kullanılan bir usule dayanmadığı açıktır. Zaten bedeni ibadetler ruhun Allah'a yükselişini sembolize ettiği, kişinin kendini geÂliştirip eğitmesine yardımcı olduğu ve tabii olarak mükellef açısından birçok manevi ve deruni yararlar taşıdığı için bunların sıradan bir borç alacak ilişkisi çerçevesinde mütalaa edilmesi ve neticede ıskat usulünün alternatif ifa olarak görülmesi bu ibadetlerin ruh ve amacına aykırıdır. Ancak vefat eden kimsenin yakınlarının, kişinin ölüm ötesi hayatta soÂrumluluklarını azaltacak bir şeyler yapabilme yönündeki iyi niyeti ve gayreti, ıskat ve devrin islam toplumunda hızla yaygınlaşmasının teÂmel nedeni olmuştur.
Mazeretsiz olarak tutulmayan ve kaza edilÂmeyen oruçlar için ıskat-ı savm'ın, bütünüyle ıskat-ı salâtın ve devrin cevazı yönünde Kur'an'da, Sünnet'te veya sahabenin ve müçtehit imamların fetvalarında hiçbir açıklaÂma yoktur. Buna rağmen ıskat ve devrin uygulamada giderek yaygınlaşması, bunun İsÂlam'ın öngördüğü veya cevaz verdiği bir usul olarak algılanmasına, insanların sağlıklarında ibadetleri ifada tembellik etmesine veya ihÂmalkâr davranmasına, İslam'ın bu adeti sebeÂbiyle yanlış anlaşılmasına ve haksız ithamlara maruz kalmasına yol açmaktadır.
Şurası kesin olarak bilinmelidir ki, belli bir miktar paranın fakire verilmesi ve onun da güÂya hamiyetli davranarak, aldığı parayı veren kişiye hibe etmesi ve ödenmesi gereken mebÂlağ tamamlanıncaya kadar bu kabul ve hibe işiÂnin devamı demek olan "devir" uygulamasının aklî ve dinî hiçbir dayanağı yoktur. Bunun Müslümanlar arasında yaygınlaşmış olması üzücüdür.
Din adına yapılan bu tür yanlış uygulamaları önlemenin belki de en etkili yolu, İslam'ın teÂmel esaslarıyla bağdaşmayan uygulamalara yer vermemek, hatta verenleri ikaz etmektir. Geride kalanlar, ölenlerin namaz ve oruç borÂcu için para ödememelidir. Bu konuda yapaÂcakları en doğru şey, kendi ibadetlerini düzenÂli şekilde yerine getirmek, dünyada iyi bir MüsÂlüman olarak yaşamak ve ölen yakınları için, sevabını onlara bağışlamak üzere hayır, eser, iyilik, ibadet ve dua yapmak olduğu bilincine ermeleridir.
Sonuç olarak, imkanlar dâhilinde fakirlere saÂdaka vermek, hayır kurumlarına yardımda buÂlunmak, geride kalanların ölüler için yapabileÂcekleri davranışlardan bazıları olarak sayılabilir. Ancak bunlar yapılırken ölenin varisleri arasınÂda fakirler, yetimler, ihtiyaç sahibi eş ve çocukÂların bulunması halinde ölenin vasiyeti dışında geride kalanların kendi mallarından harcama yapılarak mağdur edilmeleri de kesinlikle caiz değildir.
DİB
YORUMLAR