Şimal Avrupa’nın Vikingler ülkesiolan Danimarka’nın mimarlık, heykel, fotoğraf, tiyatro ve beyaz perde sanatı ile ilgili genel bilgiler. Mi...
Şimal Avrupa’nın Vikingler ülkesiolan Danimarka’nın mimarlık, heykel, fotoğraf, tiyatro ve beyaz perde sanatı ile ilgili genel bilgiler.
Mimarlık. Danimarka’nın en eski mimarlık kalıntılarına İS 11. yüzyılda yapılmış oldu. Roman kiliseleri 12. yüzyılda yapılmış oldu. Roman sanatı geleneğiyle Avrupa ölçümlerinde meydana getirilen başlıca yapılar Lund, Viborg ve Ribe katedralleridir. Danimarka krallarından birçoğunun gömüldüğü Roskilde Katedraline Roman sanat akımının egemenlik döneminde (1160-dolayı) başlandıysa da bir gotik yapısı niteliği verilerek bitirildi.
Kalundburg’da meydana getirilen kale benzeri, beş kuleli kilise ergen gotik akımı örnekleri içinde sayılır. Aziz Knud Kilisesi (1300 dolayı) kemerleri açısından İngiliz gotiğine benzetildi. Lübeck Marie Kilisesi ise, Şimal Alman sanatının tesirinde tuğladan yapılmış oldu. Danimarka yüksek gotiğinin en güzel örneği ise Noestved Aziz Peder Kilisesi’dir. 1450-1500’de Elsinore’de meydana getirilen Carmelite Manastırını’nda bu devrin İngiltere manastır mimarlığı örnek alındı. 16. yüzyılda zenginliğin artmasıyla Rönesans mimarlığı akımında malikâneler ve şatolar yapılmış oldu. 1690 dolayında mimar Ernst Branderburger Jutland’da Stensballegard ve Clausholm malikânelerini yapmış oldu. Mevzusunda kafi eğitim gören ilk mimar Lambert van Haven’in (1630-1695) başlıca eserleri Vor Freisers Kilisesi (Christainshavn) ile Kopenhag’daki Kronberg Şatosu’nun Kronevaerk girişidir.
18. yüzyılda Danimarka’da Fransız mimarlığı tesirleri başgösterdi. Niels Eigtved (1701-1754) en iyi örnekleri Amalienborg Malikânesi ve Prens Sarayı’nda (bugünkü Ulusa] Müze) görülen Fransız rokokosu tesirinde çalıştı. Yeni kalisisizmin en kuvvetli temsilcileri C. F. Harsdorff (1735-1799) ile talebesi C. F. Hansen (1756 -1845) idi. 19. yüzyılda Danimarka mimarlığı, eklektizm ve manyerizmi yeğledi. Bu yüzyılın sonunda ise “ulusal romantizm akımı” ortaya çıktı. Internasyonal işlevcilik, Stockholm Ser-gisi’nden (1930) sonrasında İsveçli mimar Gunnar Asplund ile başladı. 1960’larda Danimarka mimarlığı Avrupa, ABD ve bilhassa de Japonya’nın etkisine girdi. 1970’lerde iktisat alanında ortaya çıkan güçlükler mimarlığa da yansıdı.
Heykel. Hıristiyanlığın kabulünden ortalama 100 yıl sonrasında meydana getirilen ilk kiliselerde Roman heykel sanatının tesiri büyüktür. 13. yüzyılda heykel sanatı meydana getirilen Carmelite Manastırını’nda bu devrin İngiltere manastır mimarlığı örnek alındı. 16. yüzyılda zenginliğin artmasıyla Rönesans mimarlığı akımında malikâneler ve şatolar yapılmış oldu. 1690 dolayında mimar Ernst Brander-burger Jutland’da Stensballegard ve Clausholm malikânelerini yapmış oldu. Mevzusunda kafi eğitim gören ilk mimar Lambert van Haven’in (1630-1695) başlıca eserleri Vor Freisers Kilisesi (Christainshavn) ile Kopenhag’daki Kronberg Şatosu’nun Kronevaerk girişidir. 18. yüzyılda Danimarka’da Fransız mimarlığı tesirleri baş gösterdi. Niels Eigtved (1701-1754) en iyi örnekleri Amalienborg Malikânesi ve Prens Sarayı’nda (bugünkü Ulusa] Müze) görülen Fransız rokokosu tesirinde çalıştı. Yeni kalisisizmin en kuvvetli temsilcileri C. F. Harsdorff (1735-1799) ile talebesi C. F. Hansen (1756 -1845) idi. 19. yüzyılda Danimarka mimarlığı, eklektizm ve manyerizmi yeğledi. Bu yüzyılın sonunda ise “ulusal romantizm akımı” ortaya çıktı. Internasyonal işlevcilik, Stockholm Sergisi’nden (1930) sonrasında İsveçli mimar Gunnar Asplund ile başladı. 1960’larda Danimarka mimarlığı Avrupa, ABD ve bilhassa de Japonya’nın etkisine girdi. 1970’lerde iktisat alanında ortaya çıkan güçlükler mimarlığa da yansıdı.
Heykel. Hıristiyanlığın kabulünden ortalama 100 yıl sonrasında meydana getirilen ilk kiliselerde Roman heykel sanatının tesiri büyüktür. 13. yüzyılda heykel sanatı Fransız gotiğinin etkisine girdi; Danimarka heykelciliği 1500’den sonrasında Claus Berg (1470-1532), Hans Brüggemann (1480-1540) ve Alman kökenli Adam von Düren (etkinlik yılları (1487-1532) ile özgünlüğe kavuştu. Gotik akımından sonrasında başlamış olan Rönesans’ın meşhur heykelcileri içinde kralların sanatçısı Martin Bussert (7-1553) ve Hollanda kökenli Johan Gregor van der Schardt (1530-1581) sayılabilir. Bu dönem sanatçılarının büyük boyutlu eserlerinden sonrasında yaşlı Aber Schroder (etkinlik yılları 1583-1602) benzer biçimde sanatçılarla bezemesel heykelcilik baladı.
18. yüzyıl ortasında kurulan Danimarka Sanat Akademisi (1814’ten sonrasında Danimarka Krallık Sanat Akademisi) ise Danimarka heykelciliğinin dönüm noktası oldu. Heykelcilik, Bertel Thorvaldsen (1770-1844) ile gelişti. 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’dan etkilenen Vilhelm Bissen (1823 -1913), Theobald Stein (1829-1901) ve August Saabye (1823-1916) benzer biçimde sanatçılarda “doğalcılık”a dönüş görüldü. Birinci ve İkinci Dünya savaşları içinde Kopenhag’da Denizciler Anıtı’nın sanatçısı Sevend Rathsack (1885-1941), meşhur politikacı Ove Rode adına dikilen anıtı icra eden Adam Fischer (1888-1968), ressam Anna Ancher’ in heykelini icra eden Astrid Noach (1889 -1954) benzer biçimde sanatçılar yetişti.
Uygar Danimarka heykelcileri içinde Mogens Boggild (1901), Gottfred Eikhoff (1902), Knud Nellemose (1908) benzer biçimde doğaya yakın çalışan sanatçıların yanı sıra Gunnar Westmann benzer biçimde yeni gerçekçiler ve insan yaşamında öğesel gücü duyumsatma amacı güden Sevend Wiig Hansen’den söz edilebilir. Danimarka heykelciliğinin son kuşağını oluşturan Jorgen Haugen Sorensen (1934) ve Egon Fischer (1935) ise, gereç olarak çoğunlukla plastikten ya da günlük yaşamda kullanılan nesnelerden yararlanarak fotoğraf, heykel ve mimarlık arasındaki geleneksel sınırı ortadan kaldırma amacı güttüler.
Fotoğraf. Danimarka fotoğraf sanatında dış etkisinde bırakır daima mühim oldu. Ressamlar içinde internasyonal üne kavuşan tek sanatçı, bununla birlikte heykelci de olan Bertel Thörvaldsen’dir (1770-1844). Rönesans (1536-1620) ile barok sanatta (1620-1730) ise Hollandalılar önde gelir. Rokoko akımının başlıca temsilcisi ise İsveç kökenli Carl Gustav Pilo’dur (1711-1793). Kopenhag’da kurulan Danimarka Sanat Akademisi (1754) heykelde olmasıyla birlikte resimde de bir dönüm noktası oldu.
Jiels rokoko geleneğine yönelik çalışırken, aynı akademide eğitim gören çağdaşı N. A. Abilgaard (1743-1809) yeni klasizmi yeğledi. Christoffer Wilhelm Eckersberg (1783-1853) “doğalcılık” akımına öncülük etti. Paris’te David’in talebesi olan Ackersberg teknik becerisi ve ayrıntılarının zenginliğiyle tanındı. 1835’te Eckersberg ve öğrencilerine karşı bir tepki olarak duygusal okul gelişti. Hu okulun Jorgen Sonne (1801-1890), Johan Thomas Lundbye (1818-1848), Dankvart Dreyer (1816- 1852), P. C. Skovgaard (1817-1875) benzer biçimde sanatçıları yalın renklerle yeni bir resimsel anlatı arayışına girdiler. Duygusal tabiat görünümü resimleri Vilhelm Kyhn (1819-1903) ile 20. yüzyıla kadar geldi. Ayrıca kırsal yaşamdan kesitlere de ağırlık verildi. 1860-1880’de teknik açıdan kuvvetli olmakla beraber bilimsel niteliği olan üslupta resimler de yapılmış oldu. L. A. Ring (1854-1933) fotoğraf sanatında “gerçekçilik” akımını, Theo-dor Philipsen (1840-1920) “izlenimcilik” akımını başlattılar. Aynı yıllarda kurulan Skagen Okulu ise öyküsel resmi dışavurumcu teknikle gerçekleştirmiş oldu. Fransız izlenimcileri ve fovistleri-nin tesiri altında, 1905-1910’da ortaya çıkan “çağdaş” akımda soyut öğeye ağırlık verildi. Yapısalcı akımın sanatçılarından Niels Lergaard (1893) ise başından bu yana Danimarka sanatına egemen olan “sanat için sanat” savını yıktı. Oluf Host (1884-1966) ile Jens Sondergaard’ın (1895-1957) eserlerinde tabiat görünümleri bazen romantizmin etkisine girdi. Ernst Zeuthen (1880-1938) insanoğlunun güçsüzlüğü karşısında tabiatın acımasını yansıttı. 1940’lardan sonrasında başlamış olan soyut akımın başlıca sanatçıları Richard Mon-tensen (1910), Asger Jorn (1914-1973), Carl-Henning Pedersen (1913) oldu.
Tiyatro. 1663’ten gelen bir tiyatro geleneği olmasına rağmen Danimarka’da ilk tiyatro salonu 1722’de Kopenhag’da açıldı. Yabancı tiyatroların sergilendiği bu salona karşılık 1748’de Kraliyet Tiyatrosu kuruldu. Saraya bağlı bu tiyatro 1848’de devlete bağlandı. Günümüzde Kültür Bakanlığı’na bağlıdır. 1931’de Yeni Sahne adıyla ek bir binaya daha kavuştu. Tiyatronun yanı sıra opera bale gösterileri de yapılır.
Beyazperde. Saray fotoğrafçısı P. Elfelt ilk beyaz perde denemesini krallık ailesinin filmlerini çekerek gerçekleşti (1898). Nordisk Films Kompagni, 1906’da kuruldu, 1910’ların başlangıcında dış pazarlara açılma olanağı bularak New York, Paris benzer biçimde metropollerde dağıtım örgütleri oluşturdu. Madsen’in uyguladığı kamera hareketleri ve oluşturulan, Hollywood’ da Griffith’i bile etkiledi. Madsen, Urban Gad (Yar) 1910 filmimizde Kopenhaglı genç bir kızı Asta Nielsen’i oynatarak “söylence yıldız”lardan birini yaratmış oldu.
Onunla beraber üne kavuşan adam oyuncu Valdemer Psilander’in, Tutukevi Kapısında (1911), Balerin (1911) ve Karabasan (1912) filmleri çok tutuldu, bilhassa A. W. Sandserg yönetiminde çevirilmiş olduğu Soytarı (1916) vaka yarattı. Ayrıca Holger Madsen’in, iki karamsar filmi Morfinomanlar (1911) ve Afyonkeş Düşleri (1914) bazı ülkelerde şok yaratarak yasaklandı. Gazetecilikten gelme Cari Dreyer, Başkan (1919) ve Şeytanın Kitabından Sayfalar (1920) eserleriyle sanat içerikli ağırlığını duyurdu. 1922’den sonrasında çalışmalarını Almanya ve Fransa’da sürdüren Dreyer, uzun bir ayrılıktan sonrasında yurduna dönerek Gazap Günü’nü (1943) gerçekleştirmiş oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle yeni yapımevleri ve genç bir yönetmen kuşağı ortaya çıktı. Lau Lauritzn Jr’un, Kırmızı Toprak (1945) ile Hening-Jensen çiftinin yarı-belgesel filmleri, Danimarka Sineması’na taze bir nefes getirdi. Dreyer de, sahne oyunlarından uyarladığı Sözcük (1944) ve Gertrude (1965) ile dinsel temaları, erişilmez güzel duyu düzeyle gündeme getirdi. Knud Leif Thomsen, Düello (1962) ve İntihar Okulu (1966) ile kabiliyetini kanıtladı. Henning Carlsen’in, Knut Ham-sun uyarlaması Açlıkı (1966) mühim bir film oldu. Danimarka Devlet Beyazperde Kurumu’nun kurulmasıyla beraber beyaz perde salonları çoğaldı, sineklüpler açıldı, geniş halk yığınları sanat filmlerini seyretme olanağı bulabildi. Film Enstitüsü ve Film Okulu’nun da açılmasıyla bu pozitif yönde gelişme sürdü. 1970’lerde, Hans Kristensen, Per ile sert bir toplumsal eleştiri getirirken Jorgen Leth, İyi ve Şeytan, Haiti Ekspresi filmleriyle cinsel sorunları sergiledi. 1980’lerde gençliğe dürüstçe yaklaşan Menekşeler Mavidir filmi (yönetmen Peter Refn), amatör oyuncularla yaratılan Bolluk Ülkesi ve çocuk ruhunu sevecen bir kamerayla saptayan Zappa yankılar uyandırdı.
YORUMLAR