HUKUK MEŞRUİYETİNİ NERDEN ALIR? ben kanunun meşruiyetini nereden aldığını buldum kanun terimi hukuk terimini kapsar bir ihtimal yar...
HUKUK MEŞRUİYETİNİ NERDEN ALIR?
ben kanunun meşruiyetini nereden aldığını buldum kanun terimi hukuk terimini kapsar bir ihtimal yardımı olur..
KANUN MEŞRUİYETİNİ NEREDEN ALIR?
Kanunların meşruiyetini nereden almış olduğu hususunda çeşitli görüşler vardır. Bu günkü batı medeniyetine ve batıda genel kabul gören demokratik anlayışa bakılırsa; kanunların meşruiyetinin membaı halkın iradesidir. Sadece bu görüş hukukçuları ve düşünürleri doyum etmediği için hukukçular ve düşünürler daha derin araştırmalar içine girmiştir. Voltaire “Hoşgörü üstüne Bir İnceleme†başlıklı çalışmasında “Doğal Hukuk insana doğası itibariyle bağlıdır. İnsan yapımı hukuk ise her karesinde organik hukuka dayanmalıdır.†demektedir.
Tek başına halkın iradesinin meşruiyetin membaı olamayacağını, özünde birbiri ile çelişen iki maddesi ile 1789 tarihindeki Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ortaya koymaktadır. Bildirinin 6. maddesi “Yasa genel iradenin ifadesidir†hükmünü getirirken, 5. maddesi “Yasa bir tek cemiyet için zararı olan olan eylemleri yasaklayabilir…†hükmünü koymuştur. Doğrusu bir yasa eğer cemiyet yararına değilse, halkın iradesinin ürünü olması onu meşru hale getirmez. Demek ki toplumun iradesinin tek başına meşruiyetin membaı olamayacağını bildiriyi kaleme alanlar da görmüştür.
Önemle ifade etmemiz gerekir ki; yasa sadece hakkaniyet üstüne kurulu düzenin, hakların korunması, insanoğlunun, toplumun ve çevrenin yararına olarak konulabilir. Temel hak ve özgürlükler sınırlama bakımından kanunun mevzusu olması imkansız. Değişik bir ifade ile kanun temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunamaz. Zira bu hak ve özgürlükler anılan kanun koyucu tarafınca verilmemiştir ki alınabilsin. Bu haklar yalnızca korunmak güvence altına alınmak suretiyle kanunun mevzusu olabilir. Toplumun tamamı ittifak ederek temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan bir kanun çıkarsa dahi bu kanun hukuka uygun/meşru olmaz. İslam akidesine bakılırsa ise meşruiyetin membaı Tanrı'ın iradesidir. Temel Kurallar vahiy ile konulmuştur. Bu kuralların zamana ve toplumlara bakılırsa değişmesi mümkün değildir. Örnek olarak adam öldürmek büyük günahtır ve suçtur. Haksız yere bir insanı öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir. Bir insanoğlunun yaşamını kurtaranda tüm insanların yaşamını kurtarmış gibidir. Aynı şekilde hırsızlık, gasp, noksan tartı, haksızlık yapmak suçtur ve günahtır. Bu kuralların süre ve mekâna bakılırsa değişmesi mümkün değildir.
Kuralların niteliği şeklinde uygulayıcı da vahiy açısından önemlidir. Her şeye karşın hakkaniyet emredilir. Bu gözle Kuran'a baktığımızda tüylerimizi ürperten bir ayetle karşılaşırız. Ayet Nisa suresinin 135. ayetidir. Bu ayette hukukçuya kendi şahsı, ebeveyni ve yakınları aleyhine bile olsa adaletle hükmetmesi emredilir. Sadece bu emirle de yetinilmez. Varlıklı ve fukara içinde ki ihtilafta yargı verilirken, acıma gereği bile olsa adaletin örselenmemesi, zira Tanrı'ın fakire acıma bakımından, yargı verenden daha yakın olduğu şeklinde, akla durgunluk veren bir incelik vurgulanmakta ve hukukçuya/tüm insanlara her şeye karşın hakkaniyet emredilmektedir. Bu aşamada bir durum tespiti yapmak gerekir; kanunların meşruiyet kaynağına ilişkin ne kadar doğru tespitler ve ideal tavsiyeler ileri sürülürse sürülsün ve bu şekilde kanunlar çıkarılırsa çıkarılsın, bir cemiyet kanunu kendisine uydurur. İstisnalar hariç olmak suretiyle (diktatörlük söz mevzusu değilse) iyi kanunlar fena toplumlarda, fena kanunlarda iyi toplumlarda uygulama alanı bulamazlar. Bu hakkaten hareketle, her cemiyet uzun solukta kendi kurallarını/kanunlarını oluşturur diyebiliriz.
Türk Ceza Kanunu, aslı olan İtalyan Ceza Kanununa bakılırsa çok daha şedittir. Bunun nedenini merak ediyorsanız, dönemin Hakkaniyet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un bir yazısını sizin için buraya alıntılayalım. “Ceza kanunumuzun aslına nazaran meydana getirilen tadilat meyanında bilhassa İtalya'da uygulama edilen müebbet hapsi münferit yerine idam cezasının vaz'ı ve bir de irticaa karşı şedit bazı maddeler zikrolunabilir… Batıl itikatları ve onları temsil eden putları sernigûn kılan yeni düşünce cereyanları şeklinde Türk Cumhuriyetinin yeni kanunları da yaşamak ve yaşatmak kabiliyetini yitirmiş tüm bir mazinin nizamı içtimaisini zirüzeber ederek yerine çağdaş medeniyetin düzen ve yaşamını kurmuş bulunuyor. Yeni Türk Ceza Kanunun görevi ve gayesi sükûn bulmaz bir sertlik, nihayetsiz bir kıskançlıkla bu yeni nizamın bekçisi ve müdafii olmaktır â€
Bu beyanlar dikkatli okunup, saiki anlaşılır ise Türkiye'de hukuk biliminin niçin gelişmediği, ifade özgürlüğünün niçin olmadığı anlaşılacaktır. Senelerce hukukun siyasallaşmasından bahsedilir. Bilinmelidir ki Ceza Kanunun ya da her hangi bir kanunun görevi ve gayesi bir ideolojiyi korumak olması imkansız. Bu şekilde olursa tabiî ki hukuk siyasallaşacaktır. Hukuku siyasallaştıran hukukçuda militanlaşacaktır. Kanunun, giderek hukukun görevi ve gayesi hak temelinde işleyen düzenin, hakkın korunması ve adaletin sağlanmasıdır. Netice itibariyle hukukun adaletten başka bir gayesi olması imkansız.
İfade özgürlüğü açısından bakıldığında Ceza Kanunun; Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik ve Aşağılama başlığını taşıyan 216 Maddesi, “Türklüğü, Cumhuriyeti Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama başlığını taşıyan 301 Maddesi, “Suçu ve Suçluyu Övme†başlığını taşıyan 215 Maddesi, “Kanunlara Uymamaya Tahrik†başlığını taşıyan 217 Maddesi, “Görev Esnasında Din Hizmetlerini Kötüye Kullanma†başlığını taşıyan 219 Maddesi, “Şapka ve Türk Harfleri†başlığını taşıyan 222 Maddesi, “Birden çok evlilik, hileli evlenme, dinsel tören†başlığını taşıyan 230 Maddesi, “Kanuna Aykırı Eğitim Kurumu†başlığını taşıyan 263 Maddesi, “Ayrımcılık†başlığını taşıyan 122 Maddesi, “Suç için anlaşma†başlığını taşıyan 316 Maddesi, “Halkı Askerlikten Soğutma†başlığını taşıyan 318 Maddesi kanun metninden çıkarılmalıdır. Kabullenilen, benimsenen beğenilen ve gönülden uyulan kanunlar sadece hukuka uygun olan kanunlardır. Bu şekilde kanunlara haiz olmak için ilkin hukukçulara, sonrasında sivil cemiyet kuruluşlarına ve her birimize büyük vazife düşmektedir. Hukuk ve adaletin tam başat olduğu ve bu yüzden tüm dünyaya örnek gösterilebilecek bir ortama ulaşmak ümidiyle…
Av. Yasin Şamlı
Hukuk Sözlüğü (Hukuk Terimleri Sözlüğü)
Hukuk Felsefesi
Kara Avrupası Hukuk Düzeni (Kıta Avrupası Hukuk Sistemi)
Politika felsefesinde bu sual, iktidarı kullananların haklılık, yasaya uygunluk durumunu nereden aldıklarını araştırıp sorgular. Her iktidar kendini meşru, şu demek oluyor ki haklı bulur. O süre meşruiyetin objektif bir ölçütü olabilir mi? Meşruiyet iktidar olmanın, yönetme biçiminin özelliklerine bakılırsa değişebilmektedir.
İktidarın meşru olabilmesi için mevcut yasalara uyması ve onları aynen uygulamasıdır. Bir iktidar, meşru yoldan iktidara gelebilir sadece, bundan sonrasında da yasalara uyması gerekir. Bunu yapmadığı süre meşruiyetini kaybedebilir. Bu yüzden bir devletin meşruluğu, halkoyuna dayanıp dayanmamasına bağlıdır. Meşruiyetin membaı, halkın özgür iradesi ve oyudur. Buna ulusal egemenlik denir. Halk, bu iradesini parlamenter sistemde gerçekleştirir.
İktidarın meşru olabilmesi için mevcut yasalara uyması ve onları aynen uygulamasıdır. Bir iktidar, meşru yoldan iktidara gelebilir sadece, bundan sonrasında da yasalara uyması gerekir. Bunu yapmadığı süre meşruiyetini kaybedebilir. Bu yüzden bir devletin meşruluğu, halkoyuna dayanıp dayanmamasına bağlıdır. Meşruiyetin membaı, halkın özgür iradesi ve oyudur. Buna ulusal egemenlik denir. Halk, bu iradesini parlamenter sistemde gerçekleştirir.
Bu ileti 'en iyi çözüm' seçilmiştir.
KANUN MEŞRUİYETİNİ NEREDEN ALIR?
Kanunların meşruiyetini nereden almış olduğu hususunda çeşitli görüşler vardır. Bu günkü batı medeniyetine ve batıda genel kabul gören demokratik anlayışa bakılırsa; kanunların meşruiyetinin membaı halkın iradesidir. Sadece bu görüş hukukçuları ve düşünürleri doyum etmediği için hukukçular ve düşünürler daha derin araştırmalar içine girmiştir. Voltaire “Hoşgörü üstüne Bir İnceleme†başlıklı çalışmasında “Doğal Hukuk insana doğası itibariyle bağlıdır. İnsan yapımı hukuk ise her karesinde organik hukuka dayanmalıdır.†demektedir.
Tek başına halkın iradesinin meşruiyetin membaı olamayacağını, özünde birbiri ile çelişen iki maddesi ile 1789 tarihindeki Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ortaya koymaktadır. Bildirinin 6. maddesi “Yasa genel iradenin ifadesidir†hükmünü getirirken, 5. maddesi “Yasa bir tek cemiyet için zararı olan olan eylemleri yasaklayabilir…†hükmünü koymuştur. Doğrusu bir yasa eğer cemiyet yararına değilse, halkın iradesinin ürünü olması onu meşru hale getirmez. Demek ki toplumun iradesinin tek başına meşruiyetin membaı olamayacağını bildiriyi kaleme alanlar da görmüştür.
Önemle ifade etmemiz gerekir ki; yasa sadece hakkaniyet üstüne kurulu düzenin, hakların korunması, insanoğlunun, toplumun ve çevrenin yararına olarak konulabilir. Temel hak ve özgürlükler sınırlama bakımından kanunun mevzusu olması imkansız. Değişik bir ifade ile kanun temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunamaz. Zira bu hak ve özgürlükler anılan kanun koyucu tarafınca verilmemiştir ki alınabilsin. Bu haklar yalnızca korunmak güvence altına alınmak suretiyle kanunun mevzusu olabilir. Toplumun tamamı ittifak ederek temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan bir kanun çıkarsa dahi bu kanun hukuka uygun/meşru olmaz. İslam akidesine bakılırsa ise meşruiyetin membaı Tanrı'ın iradesidir. Temel Kurallar vahiy ile konulmuştur. Bu kuralların zamana ve toplumlara bakılırsa değişmesi mümkün değildir. Örnek olarak adam öldürmek büyük günahtır ve suçtur. Haksız yere bir insanı öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir. Bir insanoğlunun yaşamını kurtaranda tüm insanların yaşamını kurtarmış gibidir. Aynı şekilde hırsızlık, gasp, noksan tartı, haksızlık yapmak suçtur ve günahtır. Bu kuralların süre ve mekâna bakılırsa değişmesi mümkün değildir.
Kuralların niteliği şeklinde uygulayıcı da vahiy açısından önemlidir. Her şeye karşın hakkaniyet emredilir. Bu gözle Kuran'a baktığımızda tüylerimizi ürperten bir ayetle karşılaşırız. Ayet Nisa suresinin 135. ayetidir. Bu ayette hukukçuya kendi şahsı, ebeveyni ve yakınları aleyhine bile olsa adaletle hükmetmesi emredilir. Sadece bu emirle de yetinilmez. Varlıklı ve fukara içinde ki ihtilafta yargı verilirken, acıma gereği bile olsa adaletin örselenmemesi, zira Tanrı'ın fakire acıma bakımından, yargı verenden daha yakın olduğu şeklinde, akla durgunluk veren bir incelik vurgulanmakta ve hukukçuya/tüm insanlara her şeye karşın hakkaniyet emredilmektedir. Bu aşamada bir durum tespiti yapmak gerekir; kanunların meşruiyet kaynağına ilişkin ne kadar doğru tespitler ve ideal tavsiyeler ileri sürülürse sürülsün ve bu şekilde kanunlar çıkarılırsa çıkarılsın, bir cemiyet kanunu kendisine uydurur. İstisnalar hariç olmak suretiyle (diktatörlük söz mevzusu değilse) iyi kanunlar fena toplumlarda, fena kanunlarda iyi toplumlarda uygulama alanı bulamazlar. Bu hakkaten hareketle, her cemiyet uzun solukta kendi kurallarını/kanunlarını oluşturur diyebiliriz.
Türk Ceza Kanunu, aslı olan İtalyan Ceza Kanununa bakılırsa çok daha şedittir. Bunun nedenini merak ediyorsanız, dönemin Hakkaniyet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un bir yazısını sizin için buraya alıntılayalım. “Ceza kanunumuzun aslına nazaran meydana getirilen tadilat meyanında bilhassa İtalya'da uygulama edilen müebbet hapsi münferit yerine idam cezasının vaz'ı ve bir de irticaa karşı şedit bazı maddeler zikrolunabilir… Batıl itikatları ve onları temsil eden putları sernigûn kılan yeni düşünce cereyanları şeklinde Türk Cumhuriyetinin yeni kanunları da yaşamak ve yaşatmak kabiliyetini yitirmiş tüm bir mazinin nizamı içtimaisini zirüzeber ederek yerine çağdaş medeniyetin düzen ve yaşamını kurmuş bulunuyor. Yeni Türk Ceza Kanunun görevi ve gayesi sükûn bulmaz bir sertlik, nihayetsiz bir kıskançlıkla bu yeni nizamın bekçisi ve müdafii olmaktır â€
Bu beyanlar dikkatli okunup, saiki anlaşılır ise Türkiye'de hukuk biliminin niçin gelişmediği, ifade özgürlüğünün niçin olmadığı anlaşılacaktır. Senelerce hukukun siyasallaşmasından bahsedilir. Bilinmelidir ki Ceza Kanunun ya da her hangi bir kanunun görevi ve gayesi bir ideolojiyi korumak olması imkansız. Bu şekilde olursa tabiî ki hukuk siyasallaşacaktır. Hukuku siyasallaştıran hukukçuda militanlaşacaktır. Kanunun, giderek hukukun görevi ve gayesi hak temelinde işleyen düzenin, hakkın korunması ve adaletin sağlanmasıdır. Netice itibariyle hukukun adaletten başka bir gayesi olması imkansız.
İfade özgürlüğü açısından bakıldığında Ceza Kanunun; Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik ve Aşağılama başlığını taşıyan 216 Maddesi, “Türklüğü, Cumhuriyeti Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama başlığını taşıyan 301 Maddesi, “Suçu ve Suçluyu Övme†başlığını taşıyan 215 Maddesi, “Kanunlara Uymamaya Tahrik†başlığını taşıyan 217 Maddesi, “Görev Esnasında Din Hizmetlerini Kötüye Kullanma†başlığını taşıyan 219 Maddesi, “Şapka ve Türk Harfleri†başlığını taşıyan 222 Maddesi, “Birden çok evlilik, hileli evlenme, dinsel tören†başlığını taşıyan 230 Maddesi, “Kanuna Aykırı Eğitim Kurumu†başlığını taşıyan 263 Maddesi, “Ayrımcılık†başlığını taşıyan 122 Maddesi, “Suç için anlaşma†başlığını taşıyan 316 Maddesi, “Halkı Askerlikten Soğutma†başlığını taşıyan 318 Maddesi kanun metninden çıkarılmalıdır. Kabullenilen, benimsenen beğenilen ve gönülden uyulan kanunlar sadece hukuka uygun olan kanunlardır. Bu şekilde kanunlara haiz olmak için ilkin hukukçulara, sonrasında sivil cemiyet kuruluşlarına ve her birimize büyük vazife düşmektedir. Hukuk ve adaletin tam başat olduğu ve bu yüzden tüm dünyaya örnek gösterilebilecek bir ortama ulaşmak ümidiyle…
Av. Yasin Şamlı
Hukuk Sözlüğü (Hukuk Terimleri Sözlüğü)
Hukuk Felsefesi
Kara Avrupası Hukuk Düzeni (Kıta Avrupası Hukuk Sistemi)
YORUMLAR