Kan Kan, insanda ve üstün yapılı hayvanlarda yaşamın sürmesini elde eden en mühim vücut sıvısıdır. Dolaşım sistemini oluşturan kalp ...
Kan
Kan, insanda ve üstün yapılı hayvanlarda yaşamın sürmesini elde eden en mühim vücut sıvısıdır. Dolaşım sistemini oluşturan kalp ve kan damarları vasıtasıyla tüm vücudu dolaÂşarak dokular arasındaki madde alışverişine destek verir. Tüm çokhücreli gelişmiş canÂlılarda, bir taraftan hücrelere lüzumlu olan gıda maddeleri ile solunum gazlarını, öte taraftan hücre etkinliklerinin yan ürünü olan atık maddeleri taşıyan bu şekilde bir sıvı vardır. Bitkilerde, köklerin emdiği suyu ve mineral tuzlarını yapraklara, yapraklarda fotosentezle üretilen gıda maddelerini diğer dokulara ileten bu taşıyıcı sıvıya "besisuyu" denir. İnsanda ve gelişmiş hayvanlarda bu taşıma görevini üstüne alan kan, sindirim sisteminden almış olduğu gıda maddeleri ile akciğerlerden almış olduğu oksijeni vücuttaki milyonlarca hücreye götüÂrür. Her hücre, gelişmesi ve işlevlerini yerine getirmesi için hangi maddelere gereksinimi var ise yalnızca o maddeleri seçerek gerektiği kadarını kandan alır. Bu maddelerin özümsenmesi esnasında açığa çıkan ve vücuttan uzaklaştırılması ihtiyaç duyulan zararı dokunan atıkları, karÂbon dioksidi ve fazla suyu da gene kana boşaltır. Kan bu kez yüklenmiş olduğu bu maddeleri böbreklere ve akciğerlere taşıyarak vücuttan dışarı atılmalarına destek verir. Ayrıca kandan hücrelerarası boşluklara sızan sıvıları ve gıda maddelerini biriktirerek yeniÂden kana aktarmak suretiyle vücutta ikinci bir sıvı dolaşır. Renksiz olduğundan "akkan" da denen bu sıvının ismi lenftir.
Kan Dolaşım
İnsanın ve omurgalı hayvanların kanı, damar denen kapalı boruların içinde dolaşır ve olaÂğan koşullarda hiçbir süre damarların dışıÂna çıkmaz. Buna kapalı dolaşım denir. Oysa omurgasız hayvanların çoğunda açık dolaşım vardır. Bu sistemde, damarlardan çıkarak dokuların arasındaki boşluklara dolan kan madde alışverişini yaptıktan sonrasında tekrardan damarlara döner.
İnsanın ve üstün yapılı hayvanların dolaşım sisteminde kanı harekete geçiren ve damarlaÂrın içinde devamlı akmasını elde eden organ kalptir. Bir pompa şeklinde çalışan bu organ kanı büyük bir basınçla damarlara doğru iter ve kıllar, tırnaklar şeklinde ölü dokular haricinde vücuÂdun tüm hücrelerine ulaştırır.
İnsanlar kanın vücuttaki tüm dokuları beslediğini eskiçağlardan bu zamana kadar bildikleri halde kalbin iyi mi çalıştığını ve kanın hangi yolu izlediğini yüzyıllarca açıklayamadılar. Eski Yunan bilginleri kalp ile akciğerler içinde bir bağlantı bulunduğunu fark etmişlerdi. Gene de, başta Aristo olmak suretiyle büyük bir bölümü damarÂlarda kan yerine hava bulunduğuna ve bu havanın kalpten geldiğine inanıyordu. Eski Yunanlı doktor Galenos atardamarların hava değildir kan taşıdığını kanıtlayarak bu yanlış inanışı çürüttü. Ama o da kalbin görevini açıklayamadı ve kanın damarlardaki hareketiÂni denizlerdeki gelgit hareketine benzeterek yanılgıya düştü.
Kan dolaşımını bugün farkında olduğumuz biçimiyle açıklayan ilk tıp bilgini William Harvey'dir (1578-1657). Harvey, kanın kalp vasıtasıyla atardamarlara pompalandığını ve hep tek yönde akarak toplardamarlar vasıtasıyla kalÂbe geri döndüğünü, böylelikle kan dolaşımının vücutta bir daire çizdiğini deneylerle gösterdi. üstelik kılcal damarları görebileceği kadar kuvvetli bir mikroskobu olmadığından, atardaÂmarlar ile toplardamarlar arasındaki bu bağÂlantıyı yalnızca varsayımla çıkarmıştı. NiteÂkim kılcal damarların varlığı, Harvey'in 1628'de yayımladığı bir kitapta kan dolaşımını açıklamasından seneler sonrasında bulundu.
Kan Damarları
Kalpten dokulara ve organlara kan götürmüş olan damarlara atardamar, dokulardan kalbe kan getirenlere de toplardamar denir. Büyük atarÂdamarlar kalpten çıktıktan sonrasında yol süresince dallanarak daha ince atardamarlara ayrılır ve en sonunda yalnızca mikroskopla görülebilen kılcal damarlardı oluşturur. Kılcal damarlar ise kalbe yaklaştıkça birleşip kalınlaşarak toplardamarlara dönüşür. Bu üç tip damarın yapısı işlevlerine uygun olarak birbirlerinden farklıdır.
Atardamarların kastan yapılmış duvarları, kalbin kanı pompalarken uyguladığı basınca dayanacak kadar kalındır. Çoğu zaman vücuÂdun dokularına gömülmüş olarak derinde bulunan bu damarlar fakat bir takım yerlerde, mesela el bileğinde, şakaklarda, uzunluğunda, ayak sırtında ve ayak bileğinin dış yanında yüzeye yakındır. Bu bölgelerde, her kalp atımında kanın atardamarların duvarına baÂsınçla vurarak geçişi hissedilebilir. Bu vuruşu, doğrusu nabzı saymak için en uygun yer el bileğinin iç yüzündeki atardamardır. Kanın atardamarların duvarına yapmış olduğu bu basınca tansiyon ya da gerilim denir. Bir takım hastaÂlıklarda yükselen, bazılarında düşen kan baÂsıncı çoğu zaman üstkoldaki büyük atardamarÂdan gerilim aletiyle ölçülür.
Toplardamarların duvarları daha incedir; çünkü bu damarlarda dolaşan kanın basıncı bundan böyle azalmıştır. Pek çok yerde yüzeye iyice yakın olan toplardamarlar kollarda ve bacakÂlarda çok belirgindir. Bu damarlar dokularÂdan kalbe dönen oksijensiz kanı taşıdığından, derinin altından mavi renkli bir ağ şeklinde görüÂnür. İnsanın bir yeri kesildiğinde zarar gören çoğu zaman toplardamarlardır. Bu damarlardan yavaşça akan koyu renkli kan bir süre sonrasında pıhtılaşır ve kanama durur. Oysa bir atardaÂmar kesildiğinde açık kırmızı renkli kan hızla fışkırarak akar. Bu tehlikeli kanamayı durÂdurmak için kesilen yere parmakla ya da avuç içiyle sıkıca bastırmak ve süre yitirmeden bir doktora başvurmak gerekir.
Toplardamarlar yüzeyde olduğundan küÂçük bir şırıngayla damara girip kan alabilmek kolaydır. Bundan dolayı laboratuvar testleri için lüzumlu kan toplardamarlardan alınır. Kılcal damarların duvarları atardamar ve toplarda-marlarınkinden daha incedir. Bundan dolayı kandan hücrelere ve hücrelerden kana madde geçişi hep kılcal damarlarda olur. Aynı özellik lenf damarları için de söz mevzusudur. Kan plazmasından ayrılan sıvıyı ve gıda maddeleÂrini toplayan bu damarlar da ayrı bir dolaşım ağı çizerek sonunda toplardamarlardaki kan dolaşımına katılır.
Temel Britannica
BAKINIZ
Kan, insanda ve üstün yapılı hayvanlarda yaşamın sürmesini elde eden en mühim vücut sıvısıdır. Dolaşım sistemini oluşturan kalp ve kan damarları vasıtasıyla tüm vücudu dolaÂşarak dokular arasındaki madde alışverişine destek verir. Tüm çokhücreli gelişmiş canÂlılarda, bir taraftan hücrelere lüzumlu olan gıda maddeleri ile solunum gazlarını, öte taraftan hücre etkinliklerinin yan ürünü olan atık maddeleri taşıyan bu şekilde bir sıvı vardır. Bitkilerde, köklerin emdiği suyu ve mineral tuzlarını yapraklara, yapraklarda fotosentezle üretilen gıda maddelerini diğer dokulara ileten bu taşıyıcı sıvıya "besisuyu" denir. İnsanda ve gelişmiş hayvanlarda bu taşıma görevini üstüne alan kan, sindirim sisteminden almış olduğu gıda maddeleri ile akciğerlerden almış olduğu oksijeni vücuttaki milyonlarca hücreye götüÂrür. Her hücre, gelişmesi ve işlevlerini yerine getirmesi için hangi maddelere gereksinimi var ise yalnızca o maddeleri seçerek gerektiği kadarını kandan alır. Bu maddelerin özümsenmesi esnasında açığa çıkan ve vücuttan uzaklaştırılması ihtiyaç duyulan zararı dokunan atıkları, karÂbon dioksidi ve fazla suyu da gene kana boşaltır. Kan bu kez yüklenmiş olduğu bu maddeleri böbreklere ve akciğerlere taşıyarak vücuttan dışarı atılmalarına destek verir. Ayrıca kandan hücrelerarası boşluklara sızan sıvıları ve gıda maddelerini biriktirerek yeniÂden kana aktarmak suretiyle vücutta ikinci bir sıvı dolaşır. Renksiz olduğundan "akkan" da denen bu sıvının ismi lenftir.
Kan Dolaşım
Kan dolaşımı vücudun tüm organlarına ve dokularına ulaşan bir enerji iletim sistemidir. Kalp, içinde bolca oksijen bulunan açık kırmızı renkli kanı aorta pompalar. Bu anaatardamardan ayrılan daha ufak atardamarlar ve kılcal damarlar vasıtasıyla kan tüm vücuda dağılır. Kanın taşımış olduğu oksijen ve gıda maddeleri kılcal damarların incecik duvarlarından geçerek hücrelerin içine girer. Hücrelerdeki atık maddeler de gene kılcal damarlar yöntemiyle kana karışır. Oksijeni azalmış olan bu koyu kırmızı renkli kan toplardamarlar vasıtasıyla kalbe göç eder ve tekrardan oksijen yüklenmek suretiyle akciğerlere gönderilir. Buradaki kılcal damarlarda akarken havanın oksijenini alır ve bir kez daha vücuda pompalanmak suretiyle kalbe geri döner.
İnsanın ve omurgalı hayvanların kanı, damar denen kapalı boruların içinde dolaşır ve olaÂğan koşullarda hiçbir süre damarların dışıÂna çıkmaz. Buna kapalı dolaşım denir. Oysa omurgasız hayvanların çoğunda açık dolaşım vardır. Bu sistemde, damarlardan çıkarak dokuların arasındaki boşluklara dolan kan madde alışverişini yaptıktan sonrasında tekrardan damarlara döner.
İnsanın ve üstün yapılı hayvanların dolaşım sisteminde kanı harekete geçiren ve damarlaÂrın içinde devamlı akmasını elde eden organ kalptir. Bir pompa şeklinde çalışan bu organ kanı büyük bir basınçla damarlara doğru iter ve kıllar, tırnaklar şeklinde ölü dokular haricinde vücuÂdun tüm hücrelerine ulaştırır.
İnsanlar kanın vücuttaki tüm dokuları beslediğini eskiçağlardan bu zamana kadar bildikleri halde kalbin iyi mi çalıştığını ve kanın hangi yolu izlediğini yüzyıllarca açıklayamadılar. Eski Yunan bilginleri kalp ile akciğerler içinde bir bağlantı bulunduğunu fark etmişlerdi. Gene de, başta Aristo olmak suretiyle büyük bir bölümü damarÂlarda kan yerine hava bulunduğuna ve bu havanın kalpten geldiğine inanıyordu. Eski Yunanlı doktor Galenos atardamarların hava değildir kan taşıdığını kanıtlayarak bu yanlış inanışı çürüttü. Ama o da kalbin görevini açıklayamadı ve kanın damarlardaki hareketiÂni denizlerdeki gelgit hareketine benzeterek yanılgıya düştü.
Kan dolaşımını bugün farkında olduğumuz biçimiyle açıklayan ilk tıp bilgini William Harvey'dir (1578-1657). Harvey, kanın kalp vasıtasıyla atardamarlara pompalandığını ve hep tek yönde akarak toplardamarlar vasıtasıyla kalÂbe geri döndüğünü, böylelikle kan dolaşımının vücutta bir daire çizdiğini deneylerle gösterdi. üstelik kılcal damarları görebileceği kadar kuvvetli bir mikroskobu olmadığından, atardaÂmarlar ile toplardamarlar arasındaki bu bağÂlantıyı yalnızca varsayımla çıkarmıştı. NiteÂkim kılcal damarların varlığı, Harvey'in 1628'de yayımladığı bir kitapta kan dolaşımını açıklamasından seneler sonrasında bulundu.
Kan vücutta dolaşırken birbirlerinden tamaÂmıyla ayrı iki yol izler. Ekranda görülen pencereden birinde yalnızca kalp ile akciğerler, öbüründe kalp ile vücudun geri kalan kısımları içinde dolaÂşır. Sol kalpten çıkan oksijen yüklü ve açık kırmızı renkli temiz kanın tüm vücudu dolaşıp sağ kalbe dönmesine büyük dolaşım denir. Taşımış olduğu oksijeni dokulara verip karbon dioksit yüklenmiş olan koyu kırmızı renkli kirli kanın sağ kalpten çıkıp akciğerlere gideÂrek oksijen yüklendikten sonrasında sol kalbe dönmesi ise ufak dolaşımadır.
Kan Damarları
Kalpten dokulara ve organlara kan götürmüş olan damarlara atardamar, dokulardan kalbe kan getirenlere de toplardamar denir. Büyük atarÂdamarlar kalpten çıktıktan sonrasında yol süresince dallanarak daha ince atardamarlara ayrılır ve en sonunda yalnızca mikroskopla görülebilen kılcal damarlardı oluşturur. Kılcal damarlar ise kalbe yaklaştıkça birleşip kalınlaşarak toplardamarlara dönüşür. Bu üç tip damarın yapısı işlevlerine uygun olarak birbirlerinden farklıdır.
Atardamarların kastan yapılmış duvarları, kalbin kanı pompalarken uyguladığı basınca dayanacak kadar kalındır. Çoğu zaman vücuÂdun dokularına gömülmüş olarak derinde bulunan bu damarlar fakat bir takım yerlerde, mesela el bileğinde, şakaklarda, uzunluğunda, ayak sırtında ve ayak bileğinin dış yanında yüzeye yakındır. Bu bölgelerde, her kalp atımında kanın atardamarların duvarına baÂsınçla vurarak geçişi hissedilebilir. Bu vuruşu, doğrusu nabzı saymak için en uygun yer el bileğinin iç yüzündeki atardamardır. Kanın atardamarların duvarına yapmış olduğu bu basınca tansiyon ya da gerilim denir. Bir takım hastaÂlıklarda yükselen, bazılarında düşen kan baÂsıncı çoğu zaman üstkoldaki büyük atardamarÂdan gerilim aletiyle ölçülür.
Toplardamarların duvarları daha incedir; çünkü bu damarlarda dolaşan kanın basıncı bundan böyle azalmıştır. Pek çok yerde yüzeye iyice yakın olan toplardamarlar kollarda ve bacakÂlarda çok belirgindir. Bu damarlar dokularÂdan kalbe dönen oksijensiz kanı taşıdığından, derinin altından mavi renkli bir ağ şeklinde görüÂnür. İnsanın bir yeri kesildiğinde zarar gören çoğu zaman toplardamarlardır. Bu damarlardan yavaşça akan koyu renkli kan bir süre sonrasında pıhtılaşır ve kanama durur. Oysa bir atardaÂmar kesildiğinde açık kırmızı renkli kan hızla fışkırarak akar. Bu tehlikeli kanamayı durÂdurmak için kesilen yere parmakla ya da avuç içiyle sıkıca bastırmak ve süre yitirmeden bir doktora başvurmak gerekir.
Toplardamarlar yüzeyde olduğundan küÂçük bir şırıngayla damara girip kan alabilmek kolaydır. Bundan dolayı laboratuvar testleri için lüzumlu kan toplardamarlardan alınır. Kılcal damarların duvarları atardamar ve toplarda-marlarınkinden daha incedir. Bundan dolayı kandan hücrelere ve hücrelerden kana madde geçişi hep kılcal damarlarda olur. Aynı özellik lenf damarları için de söz mevzusudur. Kan plazmasından ayrılan sıvıyı ve gıda maddeleÂrini toplayan bu damarlar da ayrı bir dolaşım ağı çizerek sonunda toplardamarlardaki kan dolaşımına katılır.
Temel Britannica
BAKINIZ
Hücre Nedir? Hücrenin Yapısı, Özellikleri ve Görevleri
Kromozom Nedir? Kromozomların Yapısı, Özellikleri ve Görevleri
Kan Hücreleri Nedir - Kan Hücrelerinin Yapısı ve Görevleri
Kan Fizyolojisi
Eğer kan santrifüj edilirse, hücreler plazmadan ayrılır. Hücreler daha ağır oldukları için dibe çökerken daha hafifçe olan plazma üstte kalır. Kan, içi heparin ile sıvanmış “mikropipet†denilen ufak tüplerde santrifüj edilir. Bu tüpün en alttaki kısmında eritrositler toplanır, bunun derhal üstünde ise çok ince bir katman halinde lökositler bulunmaktadır, en üstte ise plazma bulunmaktadır. Hematokrit, eritrositlerin oluşturduğu kan hacminin toplam kan hacmine oranıdır. Hematokrit tayini için kan heparinize hususi tüplerde santrifüj edilir, eritrositler en altta toplanır, onun üstünde lökosit ve trombositlerin oluşturduğu çok ince bir katman oluşur, en üstte ise plazma ismi verilen açık saman sarısı-beyaz renkte sıvı toplanır. Hematokriti hesaplamak için eritrositlerle dolu olan tüpün uzunluğu kanla dolu tüpün uzunluğuna bölünüp, çıkan netice 100 ile çarpılır.Hematokrit pipetinde eritrositler 36 mm lik bir sütun oluştururken, lökosit ve trombositler beraber ortalama 1-2 mm lik bir sütun oluşturmalarının sebebi, bu hücrelerin sayılarından lanmaktadır. 1 mm3 kanda 4,6-6,2 milyon eritrosit varken, 5.000-10.000 lökosit ve 200.000-400.000 trombosit vardır. Tabii olarak, sayıca fazla olan eritrositler hemotokrit pipetinde daha uzun bir sütun oluşturacaklardır.
Hematokrit oranı erkeklerde % 40-50 içinde değişirken, bu oran hanımlarda % 35-45 içinde değişiyor. Erkeklerde hematokrit oranının yüksek olmasının sebebi, erkeklerdeki toplam kan hücresi sayısının kadınlarınkinden daha çok olmasından lanmaktadır. Erkeklerde 1 mm3 kanda averaj 5,1-5,8 milyon kan hücresi varken hanımlarda 1 mm3 kanda 4,3-5,2 milyon kan hücresi vardır. Eritrositlerin sayısının azaldığı durumlara anemi (kansızlık) denirken, eritrosit sayısının arttığı durumlara ise polisitemi denir.
Plazma kanın sıvı kısmıdır, su içinde çözünmüş çok sayıda organik ve inorganik maddelerden oluşur. Bu maddelerden en önemlisi proteinlerdir. Proteinler plazmanın toplam ağırlığının ortalama yüzde 7 sini oluşturur. Plazma proteinleri 3 ana gruba ayrılır. Bu tür durumlar, albüminler, globülinler ve fibrinojendir. Bu proteinlerin kandaki konsantrasyonu, sırasıyla 4,5 g/100mL , 2,5 g/100 mL ve 0,3 g/100mL dir. Proteinler içinde miktar olarak en fazla olan albüminlerdir. Bu proteinler, hücreler tarafınca kullanılmak suretiyle plazmadan ayrılmazlar. Hücreler kendi proteinlerini yapmak için plazma amino asitlerini kullanırlar fakat hiçbir süre plazma proteinlerini kullanmazlar. Plazma proteinleri plazmanın içinde yada interstisiyel sıvıda fonksiyon yaparlar. Kısacası, plazma proteinleri, hücreler tarafınca kullanılmak suretiyle plazmayı terk etmezler. Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya plazma değildir serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili başka proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Matematik formül olarak ifade etmek gerekirse
Plazma - Fibrinojen = Serum diyebiliriz.
HEMOSTAZ (KANAMANIN DURDURULMASI)
Kan dokusu organizmada son aşama yaygın bir damar ağı içinde devamlı dolaşım halinde bulunmuş olduğu için, vücudun bir bölgesindeki yaralanmalar , bir tedbir alınmadığı taktirde, mühim oranda kanın kaybıyla sonuçlanabilir. Ama hem damar sistemi hem de kanın bizzat kendisi kan kaybının önlenmesine yönelik bir takım koruyucu mekanizmaya haizdir. Bir damarın hasara uğraması halinde kanamanın durdurulması üç aşamalı bir mekanizma ile sağlanır.
Pıhtılaşmaya bırakılan kan örneğinde, pıhtılaşma sonrası ayrılan sıvıya serum denir. Serum plazmadan değişik olarak fibrinojen ve bir takım pıhtılaşma faktörlerini kapsamaz, bunun haricinde bileşimi plazma ile aynıdır.
Kan, vücudun organları içinde madde alış verişine aracılık eden ve damarlar içinde bulunan kırmızı renkli sıvıdır. Kan yaşam için lüzumlu maddeleri (oksijeni) akciğerlerden sindirilerek vücuda yarar bir duruma gelen gıda maddelerini sindirim organlarından ile birlikte organlar ve onların en ufak parçaları olan hücrelere götürür. Hücrelerde çabalama sonucu meydana gelen ve vücuda yaramayan artıkları yüklenerek böbrek, ten ,akciğer organlarına getirir ve bunların vücut dışına çıkmasını sağlar.Kan, hücrelerden ve “plazma “ ismi verilen bir sıvıdan oluşmuştur. Hücreler eritrositler (kırmızı kan hücreleri), lökositler (ak kan hücreleri) ve trombositlerdir. Hücrelerin % 99'undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler kanın oksijen taşıyan hücreleridir.Lökositler vücudu enfeksiyonlara ve kansere karşı korumuş olan hücrelerdir. Trombositler ise kanın pıhtılaşmasında vazife alırlar.
Kanın rengi atardamarlar içinde kırmızı, toplardamarlar içinde, koyu kırmızıdır.
Kan, histolojik bakımdan, hücreleri hareket eden ve esas maddesi sıvı halinde olan bir dokudur. Erişkin bir insanda beş litre kan bulunmaktadır (İnsan bunun yarısını kaybederse yaşamı tehlikeye girer. 2/3 ünü kaybederse yaşayamaz).
Bir miktar kan, bir süre sallanmadan bir mekanda bırakılsa ya da santrifüje edilse, iki kısma ayrılmış olduğu görülür.a - Sıvı halinde kalan ve san renkte olan serum kısmı.Kanı incelediğimiz süre, içinde, hareket eden kan hücrelerini görürüz. Bu tür durumlar, alyuvarlar, akyuvarlar ismini alırlar. Bir milimetreküp kanda beş milyon alyuvar, 7-10.000 akyuvar bulunmaktadır. Kanın içinde, kan yuvarlarından başka, plaket denen ufak lameller vardır. Damarlar zedelenirse bu plaketler kütle halinde yaralanan damar duvarını tıkamaya ve kan akmasını önlemeğe savaşırlar.
b - içindeki katı kısımlarının kabın dibinde toplandığı pıhtı kısmı.
Kan plazması denen kanın sıvı halindeki kısmında ise şunlar vardır:1 - Su
2 - Kan albüminleri denen serin, globulin
3 - Fibrinojen (kan damardan çıkınca fibrin haline geçerek pıhtılaşmaya sebep olur)
4 - Vücûda yarayacak şekilde sindirilmiş ve kana geçmiş maddelerden yağ, glikoz
5 - Tuzlar
6 - Organik artıklar (üre, kolesterol)
Kanın Yapısı
Damarlarda dolaşarak vücudun en küçük hücrelerine kadar yayılan,gıda taşıyan kan,yaşamın varlığı, yaşamak için son aşama mühim bir maddedir.
Bilimsel incelemelere gore,bir insanda ortalama olarak ağırlığının 12 ile 15 de birisi kadar kan vardır. Kan, tuzlar, şeker ve başka bir takım maddelerin sulu eriyiği olan plazma ile bunun içinde yüzen alyuvar veakyuvar lardan meydana gelir.Kanın kırmızı rengi, alyuvarlardaki "hemoglobin" maddesinden ileri gelmektedir. Sözkonüsu madde, içinde demir bulunan bir kırmızı pigment (boyayıcı, renk verici) ile birleşmiş bir proteinden oluşur. Kanın pıhtılaşması,kanda bulunan "fibrinogen-fibrinojen" proteininin "fibrin" haline dönüşmesinden olur.
Para şeklinde yuvarlak diskler halindeki alyuvarlar, sağlam bir insanda 1 mm (milimetre küp) kanda 4. 5 ile 5 milyon oranında bulunmaktadır.akyuvarlara ulaşınca,bunların bazıları büyük, bazıları da küçüktür. akyuvarların çekirdekleri vardır. akyuvarların çeşitliliğine gore,çekirdekler de parçalı, düz, yuvarlak,ya da çomak şekli ve tek olarak bulunurlar. akyuvarların sayısı alyuvarlar kadar fazla değildir. 1 mm kanda fakat 5000 ile 8000 akyuvar bulunmuş olduğu bilinmektedir. Bir takım hastalıklar,gerek akyuvarların gerekse alyuvarların sayısının artmasına sebep olur. Gene bunun şeklinde,bir takım hastalıklar da alyuvar ve akyuvarların sayılarının eksilmesinde rol oynar.
Balıklar, kuşlar ve sürüngenlerde alyuvarların her birinin bir çekirdeği vardır. Buna karşılık, memelilerde çekirdek hücreden dışarı atılır. Hücre geliştiği süre çekirdek kaybolur. Bu durumun gerçek sebebi bilinmemektedir. Ama, alyuvarların ömrünün kısalığına (insanda 3 ay) yorulmaktadır. Ölen bu hücreler yerine devamlı olarak yenileri gelir. Memelilerin yaşamı süresince, kırmızı kemik iliği içinde durmaksızın sürüp giden hücre bölümleriyle yeni alyuvarlar oluşur. Eskiyen alyuvarlar dalak ve karaciğerdeki bir takım hücreler tarafınca tahrip edilir ve vücuttan dışarı atılır.
Çok fazla çabalama, coşku ve yaralanmaya sebep olan sarsıntılar, alyuvarların artmasına zemin hazırlar.
Lökosit ismi verilen akyuvarlar,alyuvarlarla beraber kan hücrelerini meydana getirirler.
Kanın Pıhtılaşması
Kanın, damar dışına çıktığında pıhtılaşma özelliği vardır. Bu vaziyet, plazmada erimiş olarak bulunan fibrinojen maddesinin hususi bir ferment ile fibrin haline geçerek erimez bir hale gelmesinden ileri gelir. Kanın damar haricinde olmasıyla medyana gelen bu fermentiakyuvarlar kana salarlar
Kan Hastalıklarla Iyi mi Savaşır?
Akyuvarların (ak küreciklerin) pek çok alyuvarlardan büyüktür. Buna karşılık, kandaki akyuvar sayısı alyuvara oranla azdır. Ortalama olarak,her 800 alyuvara karşılık bir akyuvar vardır. akyuvarlar belli başlı bir biçime,şekle haiz değildir. Biçim değiştirerek hareket ederler.
Herhangi bir yoldan vücuda girmiş zararı dokunan bir bakterinin sebep olduğu hastalıkla savaşmak, daha doğrusu hastalığın öncüsü bakteriyi yok etmek,akyuvarın görevidir.
Bir bakteriyi ortadan kaldırmak için, akyuvar bakteriye doğru hareket eder. Onu kaplar. Bu kaplama bir nevi yutmaktır. Bakteri akyuvarın içine girmiş olduğu an sindirilir.
Büyük sayıda zararı dokunan bakteri kanı kapladığında,vücut otomatikman akyuvar sayısını arttırır. Bu akyuvarlar,kemik iç yapısındaki ilik tarafınca üretilir. Belli başlı bir süre sonrasında, kan bakterileri yok edecek seviyede (sayıda) akyuvara haiz olacaktır.
Kan vücutta;Kanın hücresel elemanları kemik iliğinde yapılır. Başlıca 3 grupta incelenebilir:
- Oksijen alışverişi
- Enerji elde eden karbonhidratların dokulara dağılması
- Proteinlerin dokular içinde dağılımı
- Hormonların ilgili dokulara giderek burada fonksiyonlarını yerine getirmesi
- Atık ve toksik maddelerin vücuttan atılması için ilgili organlara taşınması
- Mikroplarla harpte bağışıklık sisteminin yapmış olduğu antikorların hastalık bölgelerine taşınması için dirimsel öneme haiz bir dokudur. Fonksiyonlarını içinde taşımış olduğu türlü hücreler ve plazma ismi verilen sıvı yardımıyla yapar. Görevlerini yerine getirirken akışkan, fakat bir yaralanma hemen korunması için pıhtılaşabilir özellikte olması gerekir. Pıhtılaşma işlemi kanın plazma ismi verilen sıvı kısmındaki türlü proteinler tarafınca sağlanır.
Eritrositler: Kana kırmızı rengini veren alyuvarlardır. İçinde taşıdıkları hemoglobin molekülü ile hücrelere oksijen ve hücrede enerji sağlama esnasında yakılan oksijenin metaboliti karbondioksiti dışarı atmak suretiyle akciğere taşır. Eritrositlerin averaj yaşam süresi 120 gündür.
- Eritrositler (Alyuvarlar)
- Lökositler (Akyuvarlar)
- Trombositler
Lökositler: Vücuda giren diri cansız her tür yabancı maddeyi tanımak ve onlarla savaşmak için vazife yaparlar. Bir bölümü direkt mikroplarla savaşırken, başka bir bölümü yabancı molekülleri ve mikropları tanıyarak sistemi uyarır, diğerleride mikropla savaşmak suretiyle antikor denen spesifik proteinleri üretir. Akyuvarların yaşam süresi değişiktir. 48 - 72 saat ile yaşam boyu diri kalabilirler.
Trombositler: Bir yaralanma halinde yaralanan bölgeyi ilk onarım etme ve bu bölümde pıhtı oluşması için bir takım vakası başlatma görevi olan hücrelerdir. Bu hücrelerin yaşam süresi 7 - 9 gündür.
Görüldüğü şeklinde kan hücreleri kemik iliğinde devamlı olarak meydana getirilen, yaşayan ve ölen hücrelerdir. Bir bakıma kan hücreleri devamlı olarak yenilenen hücrelerdir. Kemik iliği ise devamlı olarak çalışan ve gereksinime uygun oranda hücre üreten bir fabrikadır. İnsan vücudunda 70 ml / kilogram kadar kan vardır (70 kilogram ağırlıkta birisi için ortalama 5 litre). Bu kanın % 35 - 40 kadarı hücresel elemanlardan oluşmuştur.
Eğer kan santrifüj edilirse, hücreler plazmadan ayrılır. Hücreler daha ağır oldukları için dibe çökerken daha hafifçe olan plazma üstte kalır. Kan, içi heparin ile sıvanmış “mikropipet†denilen ufak tüplerde santrifüj edilir. Bu tüpün en alttaki kısmında eritrositler toplanır, bunun derhal üstünde ise çok ince bir katman halinde lökositler bulunmaktadır, en üstte ise plazma bulunmaktadır. Hematokrit, eritrositlerin oluşturduğu kan hacminin toplam kan hacmine oranıdır. Hematokrit tayini için kan heparinize hususi tüplerde santrifüj edilir, eritrositler en altta toplanır, onun üstünde lökosit ve trombositlerin oluşturduğu çok ince bir katman oluşur, en üstte ise plazma ismi verilen açık saman sarısı-beyaz renkte sıvı toplanır. Hematokriti hesaplamak için eritrositlerle dolu olan tüpün uzunluğu kanla dolu tüpün uzunluğuna bölünüp, çıkan netice 100 ile çarpılır.Hematokrit pipetinde eritrositler 36 mm lik bir sütun oluştururken, lökosit ve trombositler beraber ortalama 1-2 mm lik bir sütun oluşturmalarının sebebi, bu hücrelerin sayılarından lanmaktadır. 1 mm3 kanda 4,6-6,2 milyon eritrosit varken, 5.000-10.000 lökosit ve 200.000-400.000 trombosit vardır. Tabii olarak, sayıca fazla olan eritrositler hemotokrit pipetinde daha uzun bir sütun oluşturacaklardır.
Hematokrit oranı erkeklerde % 40-50 içinde değişirken, bu oran hanımlarda % 35-45 içinde değişiyor. Erkeklerde hematokrit oranının yüksek olmasının sebebi, erkeklerdeki toplam kan hücresi sayısının kadınlarınkinden daha çok olmasından lanmaktadır. Erkeklerde 1 mm3 kanda averaj 5,1-5,8 milyon kan hücresi varken hanımlarda 1 mm3 kanda 4,3-5,2 milyon kan hücresi vardır. Eritrositlerin sayısının azaldığı durumlara anemi (kansızlık) denirken, eritrosit sayısının arttığı durumlara ise polisitemi denir.
Plazma kanın sıvı kısmıdır, su içinde çözünmüş çok sayıda organik ve inorganik maddelerden oluşur. Bu maddelerden en önemlisi proteinlerdir. Proteinler plazmanın toplam ağırlığının ortalama yüzde 7 sini oluşturur. Plazma proteinleri 3 ana gruba ayrılır. Bu tür durumlar, albüminler, globülinler ve fibrinojendir. Bu proteinlerin kandaki konsantrasyonu, sırasıyla 4,5 g/100mL , 2,5 g/100 mL ve 0,3 g/100mL dir. Proteinler içinde miktar olarak en fazla olan albüminlerdir. Bu proteinler, hücreler tarafınca kullanılmak suretiyle plazmadan ayrılmazlar. Hücreler kendi proteinlerini yapmak için plazma amino asitlerini kullanırlar fakat hiçbir süre plazma proteinlerini kullanmazlar. Plazma proteinleri plazmanın içinde yada interstisiyel sıvıda fonksiyon yaparlar. Kısacası, plazma proteinleri, hücreler tarafınca kullanılmak suretiyle plazmayı terk etmezler. Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya plazma değildir serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili başka proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Matematik formül olarak ifade etmek gerekirse
Plazma - Fibrinojen = Serum diyebiliriz.
HEMOSTAZ (KANAMANIN DURDURULMASI)
Kan dokusu organizmada son aşama yaygın bir damar ağı içinde devamlı dolaşım halinde bulunmuş olduğu için, vücudun bir bölgesindeki yaralanmalar , bir tedbir alınmadığı taktirde, mühim oranda kanın kaybıyla sonuçlanabilir. Ama hem damar sistemi hem de kanın bizzat kendisi kan kaybının önlenmesine yönelik bir takım koruyucu mekanizmaya haizdir. Bir damarın hasara uğraması halinde kanamanın durdurulması üç aşamalı bir mekanizma ile sağlanır.
1) VazokonstriksiyonKoagülasyon sıvı olan kanın, pıhtı yada trombus denilen jel kıvamlı katı bir maddeye dönüşmesidir. Pıhtılaşma plazma proteinlerinden fibrinojen fibrine dönüştüğü süre gerçekleşir. Fibrinojen karaciğer tarafınca meydana getirilen ve düzgüsel insanların serumunda daima bulunan çubuk şeklinde bir proteindir. Fibrin ilk başlarda gevşek bir iplik ağ gibidir. Oluştuktan derhal sonrasında kovalent çapraz bağların oluşmasıyla kuvvetlenir. Bu vaka unsur XIII denilen bir plazma enzimi yardımıyla gerçekleşir. Fibrinojen kanda daima bulunmaktadır, fakat trombin normalde kanda bulunmaz, yalnızca pıhtılaşma vakası uyarıldığı süre oluşur. Uyarılmadan ilkin kanda protrombin denilen inaktif şekilde bulunmaktadır. Kan damarının yaralandığı bölümde enzimatik olarak trombine çevrilir. Trombin de unsur XIII ü aktive eder.
2) Trombosit tıkacı oluşumu
3) KOAGüLASYON (PIHTILAŞMA)
Pıhtılaşmaya bırakılan kan örneğinde, pıhtılaşma sonrası ayrılan sıvıya serum denir. Serum plazmadan değişik olarak fibrinojen ve bir takım pıhtılaşma faktörlerini kapsamaz, bunun haricinde bileşimi plazma ile aynıdır.
KANIN YAPISI VE KAN HUCRELERI
KANIN YAPISI VE GÖREVLERİ
Kan, damarlar içinde devamlı hareket halinde olan diri bir sıvıdır. Bu sıvı , iki temel kısımdan oluşmaktadır : Plazma ve Hücreler. Plazma kısmı büyük oranda sudan meydana gelir ve içinde, gıda maddeleri, proteinler ve metabolitler şeklinde pek çok katı maddeyi barındırmakta ve bunların dokulara naklini sağlamaktadır. Düzgüsel bir insanda 5000-6000 mL (5-6 litre) kadar kan mevcuttur. Kanın % 50-60' sıvı kısım olan plazmadan ve %40-50'si ise hücrelerden meydana gelmektedir.
Plazma :
Plazmanın % 90'ı sudur.
Kalan %10 ise katı maddeleri ihtiva eder.
Bunların % 8'i proteinler , % 2'si ise başka çözünmüş maddelerdir.
Kanın temel protein içinde ne olduğu şu şekilde özetlenebilir :
*Albumin ..... % 60
*Globulinler ...% 36
*Fibrinojen.....% 4
Hücreler :
* Eritrositler
*Lökositler
*Parçalı Lökositler (Granulositler, PMNL)
* Nötrofiller
*Bazofiller
*Eozinofiller
*Parçalı Olmayan Lökositler (Agranulositler, MNL)
*Lenfositler
*Monositler
*Trombositler (Platelletler)
Eritrositler
Eritrositler , kanın en yoğun hücre grubudur. Kandaki ertrositlerin hacminin, kan hacmine oranına Hematokrit denir. Bu kıymet, hanımlarda %38-46 ; erkeklerde ise, % 40-54 içinde değişiyor. Eritrositler içinde bulunan hemoglobin molekülü, eritrositin temel işlevi olan gaz transportunu sağlamaktadır. Bu molekül, akciğerlerde oksijen bağlayarak, vücut hücrelerine taşımakta, oradan almış olduğu atık madde olan karbondioksiti de akciğerlere taşıyarak, vücuttan uzaklaştırılmasını temin etmektedir. Düzgüsel hemoglobin düzeyi, 12-16,5 gr/dL arasındadır. 12 gr alt kısmındaki hemoglobin düzeyleri, anemiyi (kansızlığı) işaret eder ve sebeplerinin araştırılması gerekir. Normalde, kanın her mikrolitresinde 4 - 6,5 milyon eritrosit mevcuttur.
Kan bankalarında, ağırlıklı olarak Eritrosit içeren kan komponentleri doğrusu Eritrosit Süspansiyonları elde edilmektedir. Böylelikle kanın plazma kısmı ayrıştırılmış olmakta ve hastaya gereksiz olarak plazma verilmesi engellenmiş olunmaktadır. Bunun bir pozitif yanları da, ayrıştırılmış olan plazma, dondurularak saklanabilmekte ve plazma gereksinim duyan başka bir hastada kullanılabilmektedir. Bir kısım plazmadan da, kan ürünleri elde edilebilmekte ve bu ürünlere gereksinim duyan hastalara verilmektedir.
Lökositler
Lökositler, çekirdeklerinin yapısına gore parçalı (Granülositler) ve Parçasız (Agranülositler) olarak ikiye ayrılırlar. Lökositler, kanda 4.000-10.000 hücre/mikrolitre düzeyinde bulunurlar. Bu sayının 10.000 üstüne çıkmasına lökositoz denir. Bunun sebebi çoğu zaman enfeksiyon hastalıkları olmakla beraber, daha bir çok sebebi olabilmektedir.Gene lökosit sayısının 4.000'den az olmasına ise lökopeni denir. Bu durumunda bir çok sebebi vardır. Lökositlerin temel işlevi, vücudun savunmasıdır. Her lökosit biçiminin değişik özellik ve görevleri mevcuttur.
Granülositler
Nötrofiller: Bu hücrenin ana işlevi, vücuda zararı dokunan olan yabancı materyalleri sağlamak ve tahrip etmektir. Bulmuş olduğu yabancı materyali, fagositoz denen bir yöntemle içine alır ve içindeki türlü enzimlerle tahrip eder.
Bazofiller: Bazofillerin de fagositoz kabiliyeti vardır ama aslolan fonksiyonunu, türlü maddeler salgılayarak gösterir.
Eozinofilller: Eozinofiller de nötrofiller şeklinde yabancı materyali yok etmek görevi olan hücrelerdir. Bilhassa, parazitlere bağlı enfeksiyonlarda belirgin rol oynarlar.
Agranulositler
Monositler ve Makrofajlar: Bu hücreler fagositoz yapma kabiliyetintedir ve lenfositlerle direkt ya da indirekt yoldan bağışıklık sisteminin regulasyonunda mühim rol oynarlar. Monositlerin dokularda bulunan şekline makrofaj denir.
Lenfositler: Bu hücreleri bağışıklık yanıtının humoral kısmını oluştururlar. Çok türlü fonksyonlara haiz bu hücrelerin en temel işlevi, mikroorganizmaları tanıyıp, onlara karşı antikor yapımını gerçekleştirmektir.
Trombositler
Trombositler kanın en ufak hücreleridir ve eritrositler şeklinde çekirdeksizdirler. Normalde kanın bir mikrolitresinde 100.000-400.000 kadar trombosit vardır. Esas özellikleri, pıhtılaşmada oynadıkları mühim roldür. Kan bankalarında, tam kandan ayrıştırılmak suretiyle Trombosit Süspansiyonları elde edilmekte ve bir tek bu hücreye gereksinimi olan hastalarda kullanılabilmektedir. Trombosit süspansiyonları, aferez yöntemiyle da elde edilebilmektedir.
HüCRE Yoğunluk (g/mL) Hacim (femtolitre)
Trombositler 1,058 16
Monositler 1,062 740
Lenfositler 1,070 230
Nötrofiller 1,082 270
Eritrositler 1,100 87
Kanın mikroskoptan görünüşü
Kan, atardamar, toplardamar ve kılcaldamarlardan oluşan damar ağının içinde dolaşan; akıcı plazma ve hücrelerden (alyuvar,akyuvar ve plaket) meydana gelmiş kırmızı renkli dirimsel bir sıvıdır. Kan ile ilgili tıbbi terimler çoğu zaman hemo ve hemoto sözcükleri ile başlar. Bu sözcükler eski Yunancada kan sözcüğünü karşılayan haimadan türetilmiştir.
Kanın ana işlevi gıda maddelerinin (oksijen, glikoz) ve yapısal elemanların sağlanması ve atık maddelerin (karbondioksit, laktik asit vs.) atılmasının sağlanmasıdır.
Her bedende 5 ila 6 litre arası kan bulunmaktadır. Bu miktar averaj vücut ağırlığının %7-8'ini oluşturur. Kanın yarısı, sıvı olan bölümden doğrusu plazmadan meydana gelir. Başka yarısı ise kanın içinde türlü görevler üstlenmiş olan hücreler ya da moleküllerdir. Kandaki hücreler, vücuttaki kan miktarının yarısını oluşturmalarına karşın, yan yana dizildikleri takdirde 96.500 km'lik bir çizgi oluşturabilecek kadar fazladırlar. Bu, dünyanın çevresini iki kez dolaşmaya kafi bir uzunluktur.
Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili başka proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Diger bir deyişle plazma, fibrinojen ve serumdan oluşur.
Kanın en mühim görevi akciğerlerden dokulara metabolik hadiseler için lüzumlu oksijeni taşımaktır. Bir takım küçük ve rahat yapılı canlılarda kanın yapısı deniz suyuna çok benzer. Bu canlıların vücut parçalarının gerek duyduğu oksijen bu sıvıda çözünmüş olarak göç eder. Daha karmaşık yapılı canlılarda dokuların oksijen ihtiyacı oldukça fazla olup, çözünmüş halde taşınan oksijen kafi olması imkansız. Bunlarda “solunum pigmentleri†denilen renkli maddeler oksijeni bağlayarak dokulara taşırlar. Bu pigmentlerin (boya maddelerinin) kanda yaygın halde bulunmaları kanı kıvamlı ve akışkanlığı az bir hale getireceğinden insan ve başka memelilerde pigment taşıyıcı hususi hücreler vardır.
İnsanlarda kan, bir sürü diri hücrenin bulunmuş olduğu karmaşık bir ortamdır. Her vücut kilosunda 70 mililitre kan bulunmuş olduğu kabul edilir. Bu hesaba gore 70 kilogram'lık düzgüsel bir erişkinde ortalama 5000 ml (5 litre) kan bulunmaktadır.
Kan, kalbin pompa vazifesi yapmış olduğu bir kapalı sistemde dolaşır. Bu sistem kalp ile dokular içinde ve kalp ile akciğer içinde olmak suretiyle iki bölümdür. Ekranda görülen pencereden birincisine “büyük dolaşım sistemiâ€, ikincisine de “küçük dolaşım sistemi†denilir. Toplardamarlardan gelen kan kalbin sağ kulakçığına dökülür. Buradan sağ karıncığa geçen kan, kalbin kasılmasıyla akciğere yollanır. Akciğerde temizlenen kan, kalbin sol kulakçığına gelir, buradan da karıncığa geçtikten sonrasında vücuda pompalanır. Kan kılcal damarlardan geçerken oksijenini bırakır ve karbondioksit alır.
Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak ve artıkları almaktan başka kanın bir sürü mühim görevi daha vardır. Gıda maddelerini taşır. Vitaminler, enzimler ve hormonların gitmeleri ihtiyaç duyulan bölgelere ulaşmalarını sağlar. Kan bununla beraber, enfeksiyonlara karşı vücudun savunmasında mühim bir role haizdir. Bir iltihabi vakaya karşı savaşırken, bazı kan hücereleri direkt mikrobu tahribe çalışır, başka bazıları antikor yaparak mikrobu tesirsizleştirir.
Kanın bir başka mühim vazifesi de, iç dengeyi sağlamaktır. “Hemeostazis†ismi verilen bu dengedeki en küçük farklılık vücut için tehlikeli durumlar ortaya çıkarır. Vücut sıcaklığını ayarlamada mühim rol oynayan kan, metabolizması süratli organlardan almış olduğu ısıyı, yüzeydeki damarlardan geçerken verir. Bununla birlikte kan ihtiva etmiş olduğu maddelerle vücudun sıvı-elektrolit dengesini de sağlar.
İnsan kanının bileşimi.
Bir sıvı topluluğu şeklinde görünmüş olduğu halde, kan bununla beraber bir vücut dokusudur. Bu vücut dokusunun ara maddesini başka dokulardan değişik olarak bir sıvı meydana getirir. Plazma kanın % 55'ini teşkil eder. Kalan kısmı ise alyuvarlar, akyuvarlar ve pıhtılaşmada rol oynayan trombositlerden meydana gelmiştir.
Kan hücreleri rahatlıkla plazmadan ayrılabilir. Santrifüj denilen cihazlarla yüksek hızlıca döndürme sağlanarak, kan hücreleri dibe çöktürülüp, plazmadan ayrılır. Kanın vizkozitesi (kıvamı) sudan 5-8 kez daha fazladır.
Her gün kanın belirgin kısmı yenilenir. Ortalama % 1 kadar kırmızı kan hücresi ölürken, yerlerine aynı miktar genç hücre kemik iliğinden kana verilir. Plazma miktarı da en küçük bir değişiklikte derhal dengelenir. Bir kan kaybı durumunda vücut denge mekanizmaları ile derhal hacmi durağan tutmaya çalışır. Ilkin dokulardan kana sıvı geçişi olur. Bir süre sonra hızla genç alyuvarlar kana verilmeye başlanır. Büyük miktarlarda kanın kaybedilmiş olduğu durumlarda şok ortaya çıkar. Kaybolan kan yerine konmazsa şok şartları atlatılamaz.
Plazma:
Kan plazması, % 91 su, % 8 organik maddeler ve % 1 inorganik maddelerden müteşekkildir. Organik bileşenlerin tamamına yakını, proteindir ve plazma için proteinlerin suda çözünmesiyle meydana gelir denir. Plazmanın üç temel proteini albumin, globulin ve fibrinojendir. 100 mililitre plazmada 4,5 gr albumin, 2,5 gr globulin ve 0,3 gr fibrinojen bulunmaktadır.
Albumin: Proteinlerin en ufak moleküllü olanlarından biridir. Kanın osmotik basıncının dörtte üçünü albumin sağlar. Osmotik tazyik yardımıyla kan-plazma oranı korunur. Albumin karaciğerde yapılır. Karaciğer bozukluğu olanlarda hipoalbuminemi denilen plazma albumin seviyesi düşüklüğü ortaya çıkar.
Globulin: Plazma globulinleri bir sürü değişik türdedir. Elektroforez metoduyla globulinler alfa, beta ve gamma parçalarına ayrılabilir. Alfa ve beta globulinler türlü proteinleri bağlayarak, türlü bölgelere taşırlar. Gama globulinlerden ise hastalıklarda bağışıklık elde eden müdafa maddeleri yapılır.
Fibrinojen: Kan pıhtılaşma mekanizmasının son olarak basamağını icra eden proteindir. Fibrinojen molekülleri fibrin liflerine dönerek katılaşırlar ve pıhtılaşma hasıl olur.
Proteinlerden başka plazmada alınan gıdaların metabolizma ürünleri olan ürik asit, kreatinin, amino asitler şeklinde bazı organik moleküller de bulunmaktadır. Başka organik maddeler ise glikoz, yağlar ve kolesteroldür.
Plazmanın başlıca inorganik bileşenleri elektrolitlerdir. Bu tür durumlar sodyum (Na+), klor (Cl-), kalsiyum (Ca++), fosfat (PO4)-3, sulfat (SO4)-2 ve mağnezyum (Mg++)dur.
Alyuvarlar: Kırmızı kan hücreleri kanın hücre kısmının tamamına yakınını meydana getirirler. Kanın her milimetre kübünde ortalama beş milyon alyuvar bulunmaktadır. Mikroskopta bakıldığında alyuvarlar, ortası çökük tavla pulu şeklinde görülür. Averaj çapları 7,5 mikron olup, merkezdeki kalınlıkları bir mikrondur. (Bkz. Alyuvarlar)
Hemoglobin: Her kırmızı kan hücresinde oksijen bağlama kabiliyetinteki bir proteinli boya (pigment) olan hemoglobin bulunmaktadır. Oksijenle dolu olan hemoglobine “oksihemoglobin†denir. Bu, kana parlak kırmızı rengini verir. Dokulara oksijen getirdikten sonrasında bir miktar karbondioksiti ile birlikte akciğerlere getirir. Buna da “karbaminohemoglobin†denir. (Bkz. Hemoglobin)
Akyuvarlar: Alyuvarlardan ayrı olarak tam hücre özelliği gösterirler. Bir çekirdekleri ve başka hücre organelleri vardır. 10-20 mikron çaplarıyla da alyuvarlardan daha büyüktür. Hareketleri amipsi şekildedir. Bir milimetreküp kanda ortalama 7000 kadar akyuvar bulunmaktadır. Ak hücreler ailesinin en mühim fertleri “granülositler†(parçalı nüveliler), “lenfositler†ve “monositlerâ€dir. Akyuvarların % 60-70'ini granülositler, % 30-45'ini lenfositler % 10'dan az kısmını da monositler teşkil eder. Granülositler de aralarında “nötrofilâ€, “bazofil†ve “eozinofil†olmak suretiyle üç çeşide ayrılırlar. Bunların büyük çoğunluğunu nötrofiller teşkil eder.
Ak kan hücreleri iki yolla vücudun infeksiyonlara karşı savunmasını üstlenirler. Granülositler ve monositler mikroorganizmayı yutarak (fagositozla) yok ederken lenfositler antikor meydana gelmesine sebeb olarak mikroorganizmaya karşı çalışırlar. Akyuvarların en büyükleri olan monositler de bakteri ve ölü hücre kırıntılarını bölgeler. Ömürleri çok kısadır. İnsanda 4 gündür.Mikrobik khastalıklarda sayıları artar. (Bkz. Akyuvar, Antikor, Bağışıklık)
Trombositler: Çapları bir tek 1-2 mikron olan kanın en ufak hücreleri olan trombositler, pıhtılaşmada mühim rol oynarlar. Kırmızı kemik iliğindeki dev hücrelerin (megakaryosit) parçalanmasıyla meydana gelen oval ya da yuvarlak, renksiz ve çekirdeksiz parçacıklardır. Kan pulcukları olarak da bilinirler. Her milimetreküp kanda ortalama 150-400 bin trombosit bulunmaktadır. Kanda 9 gün sağ bırakılırlar. Yağ, protein ve karbonhidratlardan gayri bazı enzimleri de vardır. Damar yaralanmalarında, damarın iç yüzüne yapışarak tıkarlar.Salgıladıkları trombokinaz enzimiyle pıhtılaşmada rol oynarlar.Pıhtı meydana vardığında katılaşarak yaranın ağzını büzerler ve kanamayı durdururlar. Trombositlerin pıhtılaşmadaki çok mühim görevlerinin haricinde serotonin, adrenalin, noradrenalin ve histamin maddelerini taşıma vazifeleri de vardır.
Kan yapıcı organlar: Kan icra eden organlar olarak, kemik iliği, lenf nodülleri (bezeleri) ve dalak sayılabilir. Ana karnında karaciğer, dalak ve kemik iliği tarafınca meydana getirilen akyuvar yapımını doğumdan bir süre sonrasında tamamiyle kemik iliği üstlenir. Dalak ve lenf bezleri “Lenfatik dokuâ€nun en mühim kısımları olup lenfosit ve monositleri yapım ederler. (Bkz. İlik)
Lenfatik doku: Bademcikler, timus, barsak mukozasında da bulunmasına karşın, lenfatik dokunun iki büyük merkezi lenf bezleri ve dalaktır. Bu doku, lenfositleri gerçekleştiren lenfoblastlar ve monositleri icra eden histiositlerden husule gelmiştir. Blenfositlerinden meydana gelen “plazma hücreleri†antikor yapımında vazife alırlar.
Pıhtılaşma: Damar yaralanmalarında dışarı çıkan kanın, bazı kimyasal reaksiyonlar sonucu sıvı halden pelte koyuluğuna ya da katı hale geçmesine kanın pıhtılaşması denir.Pıhtılaşma yardımıyla kan kaybı önlenir.Pıhtılaşma mekanizması, çok karmaşa olmakla birlikte olayın son kademesini ve esasını kanda çözünen plazma proteini fibrinojen'in çözünmeyen ipliksi yapıdaki Fibrin'e dönüşmesi teşkil eder.
Kanın pıhtılaşması
Herhangi bir darbe sonucu hasar gören doku, yırtılan kan damarlarının çeperleri ve kan pulcukları (trombositler) tarafınca pıhtılaşma mekanizmasını başlatacak olan trombokinaz (tromboplastin) enzimi salgılanır.
Karaciğer tarafınca salgınan ve üretimi için K vitaminine gereksinim duyulan etken olmayan plazma proteini protrombin, trombokinaz enzimi tarafınca trombin'e çevrilir. Trombin, kan pulcuklarını da yapışkan yapar. Böylelikle trombositler, yırtılan damarı tıkamak için damarın iç çeperine yapışmaya başlar.
Trombin, kalsiyum tuzları'nın varlığında bir enzim şeklinde vazife yaparak karaciğerin bir salgısı olan plazma proteini fibrinojen'i, ince uzun iplikçikler şeklinde teşekkül eden fibrin'e dönüştürür.
Fibrin iplikçikleri, kırmızı kan hücrelerini, kan pulcuklarını ve proteinlerini bir ağ şeklinde sararak çökeltir. Yaranın içini dolduran bu çökeltiye pıhtı denir. Pıhtı, yavaşça büzülerek küçülür ve temiz sarı bir sıvı açığa bırakır. Bu sıvıya serum ismi verilir.
Pıhtı bir süre sonrasında kurur. Yara, fibroblast hücreleri ve deriye ait dış katman hücreleri tarafınca onarılır.
Damarların iç yüzeyleri ıslak olduğundan, kan buralara yapışıp pıhtılaşamaz. Bununla birlikte düzgüsel kan dolaşımı esnasında türlü maddeler pıhtılaşmayı önler. Ekranda görülen pencereden birisi karaciğer tarafınca üretilen heparin'dir. Heparinin çokluğu, K vitamini eksikliği, karaciğer hastalıkları pıhtılaşmayı geciktirir. Bu şeklinde durumlarda, bedende nokta halinde kanamalar görülür. K vitamini, hava teması, ısı, asitler, kalsiyum tuzlarının çokluğu da pıhtılaşmayı hızlandırır.
Damarda yaralanma, kireç toplanması ya da kolesterin birikmesi şeklinde hallerde kan damarın içinde pıhtılaşabilir. Damarda meydana gelen bu pıhtıya emboli (tıkaç) denir. Bu pıhtının kalbi besleyen ince damarları (karonerleri) tıkamasından kalp enfarktüsü ortaya çıkar. Çok tehlikeli olan bu hastalıkta kalp kasları beslenemediğinden süre içinde bozulur. Bu şeklinde hastalar kalp yetmezliğinden ölebilir.Tıkanma akciğer ya da böbreklerde olursa akciğer ve böbrek enfarktüsü ismini alır.
Hemofili denen kalıtsal bir hastalıkta kan pıhtılaşması olmaz ya da pek yavaş olur. Bu tip hastalar, bir diş çekiminden ya da sünnet olmaktan ileri gelen kanamaların durmaması yüzünden yaşamını kaybedebilirler. Bunlara kan vermek ve pıhtılaştırıcı ilaçlar şırınga etmek suretiyle yardım edilmeye çalışılır. Bu hastalık daha çok erkeklerde görülür. (Bkz. Hemofili)
Kanın Görevleri
Respirasyon (Solunum) : Oksijenin, akciğerden dokulara ve karbondioksit'in de dokulardan akciğere taşınasını sağlamak
Beslenme : Barsaklardan emilmiş olan besin maddelerini hücrelere taşımak
Exkresyon (Atılım) : Hücrelerin faaliyetleri sonucu oluşan zararı dokunan ve bundan böyle maddeleri böbreklere, akciğere, cilde ve barsaklara taşıyarak vücuttan atılmalarını sağlamak.
Asit-Baz Dengesi : Vücudun düzgüsel asit baz dengesini sağlamak
Su Dengesi : Doku sıvıları ile dolaşım sıvıları içinde kanın oluşturduğu etkisinde bırakır üstünden gerçekleşen su değiş-tokuşu ile su dengesinin düzenlenmesi.
Vücut Isısı : Vücut ısısının dağılım ve kontrolünü sağlamak
Müdafa : Dolaşımdaki lökositlerle , vücudun yabancı mikroorganizmalardan korunmasını temin etmek.
Hormon Nakli : Hormonların nakli ve Metabolizmasının düzenlenmesi.
KANIN YAPISI VE GÖREVLERİ
Kan, damarlar içinde devamlı hareket halinde olan diri bir sıvıdır. Bu sıvı , iki temel kısımdan oluşmaktadır : Plazma ve Hücreler. Plazma kısmı büyük oranda sudan meydana gelir ve içinde, gıda maddeleri, proteinler ve metabolitler şeklinde pek çok katı maddeyi barındırmakta ve bunların dokulara naklini sağlamaktadır. Düzgüsel bir insanda 5000-6000 mL (5-6 litre) kadar kan mevcuttur. Kanın % 50-60' sıvı kısım olan plazmadan ve %40-50'si ise hücrelerden meydana gelmektedir.
Plazma :
Plazmanın % 90'ı sudur.
Kalan %10 ise katı maddeleri ihtiva eder.
Bunların % 8'i proteinler , % 2'si ise başka çözünmüş maddelerdir.
Kanın temel protein içinde ne olduğu şu şekilde özetlenebilir :
*Albumin ..... % 60
*Globulinler ...% 36
*Fibrinojen.....% 4
Hücreler :
* Eritrositler
*Lökositler
*Parçalı Lökositler (Granulositler, PMNL)
* Nötrofiller
*Bazofiller
*Eozinofiller
*Parçalı Olmayan Lökositler (Agranulositler, MNL)
*Lenfositler
*Monositler
*Trombositler (Platelletler)
Eritrositler
Eritrositler , kanın en yoğun hücre grubudur. Kandaki ertrositlerin hacminin, kan hacmine oranına Hematokrit denir. Bu kıymet, hanımlarda %38-46 ; erkeklerde ise, % 40-54 içinde değişiyor. Eritrositler içinde bulunan hemoglobin molekülü, eritrositin temel işlevi olan gaz transportunu sağlamaktadır. Bu molekül, akciğerlerde oksijen bağlayarak, vücut hücrelerine taşımakta, oradan almış olduğu atık madde olan karbondioksiti de akciğerlere taşıyarak, vücuttan uzaklaştırılmasını temin etmektedir. Düzgüsel hemoglobin düzeyi, 12-16,5 gr/dL arasındadır. 12 gr alt kısmındaki hemoglobin düzeyleri, anemiyi (kansızlığı) işaret eder ve sebeplerinin araştırılması gerekir. Normalde, kanın her mikrolitresinde 4 - 6,5 milyon eritrosit mevcuttur.
Kan bankalarında, ağırlıklı olarak Eritrosit içeren kan komponentleri doğrusu Eritrosit Süspansiyonları elde edilmektedir. Böylelikle kanın plazma kısmı ayrıştırılmış olmakta ve hastaya gereksiz olarak plazma verilmesi engellenmiş olunmaktadır. Bunun bir pozitif yanları da, ayrıştırılmış olan plazma, dondurularak saklanabilmekte ve plazma gereksinim duyan başka bir hastada kullanılabilmektedir. Bir kısım plazmadan da, kan ürünleri elde edilebilmekte ve bu ürünlere gereksinim duyan hastalara verilmektedir.
Lökositler
Lökositler, çekirdeklerinin yapısına gore parçalı (Granülositler) ve Parçasız (Agranülositler) olarak ikiye ayrılırlar. Lökositler, kanda 4.000-10.000 hücre/mikrolitre düzeyinde bulunurlar. Bu sayının 10.000 üstüne çıkmasına lökositoz denir. Bunun sebebi çoğu zaman enfeksiyon hastalıkları olmakla beraber, daha bir çok sebebi olabilmektedir.Gene lökosit sayısının 4.000'den az olmasına ise lökopeni denir. Bu durumunda bir çok sebebi vardır. Lökositlerin temel işlevi, vücudun savunmasıdır. Her lökosit biçiminin değişik özellik ve görevleri mevcuttur.
Granülositler
Nötrofiller: Bu hücrenin ana işlevi, vücuda zararı dokunan olan yabancı materyalleri sağlamak ve tahrip etmektir. Bulmuş olduğu yabancı materyali, fagositoz denen bir yöntemle içine alır ve içindeki türlü enzimlerle tahrip eder.
Bazofiller: Bazofillerin de fagositoz kabiliyeti vardır ama aslolan fonksiyonunu, türlü maddeler salgılayarak gösterir.
Eozinofilller: Eozinofiller de nötrofiller şeklinde yabancı materyali yok etmek görevi olan hücrelerdir. Bilhassa, parazitlere bağlı enfeksiyonlarda belirgin rol oynarlar.
Agranulositler
Monositler ve Makrofajlar: Bu hücreler fagositoz yapma kabiliyetintedir ve lenfositlerle direkt ya da indirekt yoldan bağışıklık sisteminin regulasyonunda mühim rol oynarlar. Monositlerin dokularda bulunan şekline makrofaj denir.
Lenfositler: Bu hücreleri bağışıklık yanıtının humoral kısmını oluştururlar. Çok türlü fonksyonlara haiz bu hücrelerin en temel işlevi, mikroorganizmaları tanıyıp, onlara karşı antikor yapımını gerçekleştirmektir.
Trombositler
Trombositler kanın en ufak hücreleridir ve eritrositler şeklinde çekirdeksizdirler. Normalde kanın bir mikrolitresinde 100.000-400.000 kadar trombosit vardır. Esas özellikleri, pıhtılaşmada oynadıkları mühim roldür. Kan bankalarında, tam kandan ayrıştırılmak suretiyle Trombosit Süspansiyonları elde edilmekte ve bir tek bu hücreye gereksinimi olan hastalarda kullanılabilmektedir. Trombosit süspansiyonları, aferez yöntemiyle da elde edilebilmektedir.
HüCRE Yoğunluk (g/mL) Hacim (femtolitre)
Trombositler 1,058 16
Monositler 1,062 740
Lenfositler 1,070 230
Nötrofiller 1,082 270
Eritrositler 1,100 87
Kanın mikroskoptan görünüşü
Kan, atardamar, toplardamar ve kılcaldamarlardan oluşan damar ağının içinde dolaşan; akıcı plazma ve hücrelerden (alyuvar,akyuvar ve plaket) meydana gelmiş kırmızı renkli dirimsel bir sıvıdır. Kan ile ilgili tıbbi terimler çoğu zaman hemo ve hemoto sözcükleri ile başlar. Bu sözcükler eski Yunancada kan sözcüğünü karşılayan haimadan türetilmiştir.
Kanın ana işlevi gıda maddelerinin (oksijen, glikoz) ve yapısal elemanların sağlanması ve atık maddelerin (karbondioksit, laktik asit vs.) atılmasının sağlanmasıdır.
Her bedende 5 ila 6 litre arası kan bulunmaktadır. Bu miktar averaj vücut ağırlığının %7-8'ini oluşturur. Kanın yarısı, sıvı olan bölümden doğrusu plazmadan meydana gelir. Başka yarısı ise kanın içinde türlü görevler üstlenmiş olan hücreler ya da moleküllerdir. Kandaki hücreler, vücuttaki kan miktarının yarısını oluşturmalarına karşın, yan yana dizildikleri takdirde 96.500 km'lik bir çizgi oluşturabilecek kadar fazladırlar. Bu, dünyanın çevresini iki kez dolaşmaya kafi bir uzunluktur.
Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili başka proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Diger bir deyişle plazma, fibrinojen ve serumdan oluşur.
Kanın en mühim görevi akciğerlerden dokulara metabolik hadiseler için lüzumlu oksijeni taşımaktır. Bir takım küçük ve rahat yapılı canlılarda kanın yapısı deniz suyuna çok benzer. Bu canlıların vücut parçalarının gerek duyduğu oksijen bu sıvıda çözünmüş olarak göç eder. Daha karmaşık yapılı canlılarda dokuların oksijen ihtiyacı oldukça fazla olup, çözünmüş halde taşınan oksijen kafi olması imkansız. Bunlarda “solunum pigmentleri†denilen renkli maddeler oksijeni bağlayarak dokulara taşırlar. Bu pigmentlerin (boya maddelerinin) kanda yaygın halde bulunmaları kanı kıvamlı ve akışkanlığı az bir hale getireceğinden insan ve başka memelilerde pigment taşıyıcı hususi hücreler vardır.
İnsanlarda kan, bir sürü diri hücrenin bulunmuş olduğu karmaşık bir ortamdır. Her vücut kilosunda 70 mililitre kan bulunmuş olduğu kabul edilir. Bu hesaba gore 70 kilogram'lık düzgüsel bir erişkinde ortalama 5000 ml (5 litre) kan bulunmaktadır.
Kan, kalbin pompa vazifesi yapmış olduğu bir kapalı sistemde dolaşır. Bu sistem kalp ile dokular içinde ve kalp ile akciğer içinde olmak suretiyle iki bölümdür. Ekranda görülen pencereden birincisine “büyük dolaşım sistemiâ€, ikincisine de “küçük dolaşım sistemi†denilir. Toplardamarlardan gelen kan kalbin sağ kulakçığına dökülür. Buradan sağ karıncığa geçen kan, kalbin kasılmasıyla akciğere yollanır. Akciğerde temizlenen kan, kalbin sol kulakçığına gelir, buradan da karıncığa geçtikten sonrasında vücuda pompalanır. Kan kılcal damarlardan geçerken oksijenini bırakır ve karbondioksit alır.
Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak ve artıkları almaktan başka kanın bir sürü mühim görevi daha vardır. Gıda maddelerini taşır. Vitaminler, enzimler ve hormonların gitmeleri ihtiyaç duyulan bölgelere ulaşmalarını sağlar. Kan bununla beraber, enfeksiyonlara karşı vücudun savunmasında mühim bir role haizdir. Bir iltihabi vakaya karşı savaşırken, bazı kan hücereleri direkt mikrobu tahribe çalışır, başka bazıları antikor yaparak mikrobu tesirsizleştirir.
Kanın bir başka mühim vazifesi de, iç dengeyi sağlamaktır. “Hemeostazis†ismi verilen bu dengedeki en küçük farklılık vücut için tehlikeli durumlar ortaya çıkarır. Vücut sıcaklığını ayarlamada mühim rol oynayan kan, metabolizması süratli organlardan almış olduğu ısıyı, yüzeydeki damarlardan geçerken verir. Bununla birlikte kan ihtiva etmiş olduğu maddelerle vücudun sıvı-elektrolit dengesini de sağlar.
İnsan kanının bileşimi.
Bir sıvı topluluğu şeklinde görünmüş olduğu halde, kan bununla beraber bir vücut dokusudur. Bu vücut dokusunun ara maddesini başka dokulardan değişik olarak bir sıvı meydana getirir. Plazma kanın % 55'ini teşkil eder. Kalan kısmı ise alyuvarlar, akyuvarlar ve pıhtılaşmada rol oynayan trombositlerden meydana gelmiştir.
Kan hücreleri rahatlıkla plazmadan ayrılabilir. Santrifüj denilen cihazlarla yüksek hızlıca döndürme sağlanarak, kan hücreleri dibe çöktürülüp, plazmadan ayrılır. Kanın vizkozitesi (kıvamı) sudan 5-8 kez daha fazladır.
Her gün kanın belirgin kısmı yenilenir. Ortalama % 1 kadar kırmızı kan hücresi ölürken, yerlerine aynı miktar genç hücre kemik iliğinden kana verilir. Plazma miktarı da en küçük bir değişiklikte derhal dengelenir. Bir kan kaybı durumunda vücut denge mekanizmaları ile derhal hacmi durağan tutmaya çalışır. Ilkin dokulardan kana sıvı geçişi olur. Bir süre sonra hızla genç alyuvarlar kana verilmeye başlanır. Büyük miktarlarda kanın kaybedilmiş olduğu durumlarda şok ortaya çıkar. Kaybolan kan yerine konmazsa şok şartları atlatılamaz.
Plazma:
Kan plazması, % 91 su, % 8 organik maddeler ve % 1 inorganik maddelerden müteşekkildir. Organik bileşenlerin tamamına yakını, proteindir ve plazma için proteinlerin suda çözünmesiyle meydana gelir denir. Plazmanın üç temel proteini albumin, globulin ve fibrinojendir. 100 mililitre plazmada 4,5 gr albumin, 2,5 gr globulin ve 0,3 gr fibrinojen bulunmaktadır.
Albumin: Proteinlerin en ufak moleküllü olanlarından biridir. Kanın osmotik basıncının dörtte üçünü albumin sağlar. Osmotik tazyik yardımıyla kan-plazma oranı korunur. Albumin karaciğerde yapılır. Karaciğer bozukluğu olanlarda hipoalbuminemi denilen plazma albumin seviyesi düşüklüğü ortaya çıkar.
Globulin: Plazma globulinleri bir sürü değişik türdedir. Elektroforez metoduyla globulinler alfa, beta ve gamma parçalarına ayrılabilir. Alfa ve beta globulinler türlü proteinleri bağlayarak, türlü bölgelere taşırlar. Gama globulinlerden ise hastalıklarda bağışıklık elde eden müdafa maddeleri yapılır.
Fibrinojen: Kan pıhtılaşma mekanizmasının son olarak basamağını icra eden proteindir. Fibrinojen molekülleri fibrin liflerine dönerek katılaşırlar ve pıhtılaşma hasıl olur.
Proteinlerden başka plazmada alınan gıdaların metabolizma ürünleri olan ürik asit, kreatinin, amino asitler şeklinde bazı organik moleküller de bulunmaktadır. Başka organik maddeler ise glikoz, yağlar ve kolesteroldür.
Plazmanın başlıca inorganik bileşenleri elektrolitlerdir. Bu tür durumlar sodyum (Na+), klor (Cl-), kalsiyum (Ca++), fosfat (PO4)-3, sulfat (SO4)-2 ve mağnezyum (Mg++)dur.
Alyuvarlar: Kırmızı kan hücreleri kanın hücre kısmının tamamına yakınını meydana getirirler. Kanın her milimetre kübünde ortalama beş milyon alyuvar bulunmaktadır. Mikroskopta bakıldığında alyuvarlar, ortası çökük tavla pulu şeklinde görülür. Averaj çapları 7,5 mikron olup, merkezdeki kalınlıkları bir mikrondur. (Bkz. Alyuvarlar)
Hemoglobin: Her kırmızı kan hücresinde oksijen bağlama kabiliyetinteki bir proteinli boya (pigment) olan hemoglobin bulunmaktadır. Oksijenle dolu olan hemoglobine “oksihemoglobin†denir. Bu, kana parlak kırmızı rengini verir. Dokulara oksijen getirdikten sonrasında bir miktar karbondioksiti ile birlikte akciğerlere getirir. Buna da “karbaminohemoglobin†denir. (Bkz. Hemoglobin)
Akyuvarlar: Alyuvarlardan ayrı olarak tam hücre özelliği gösterirler. Bir çekirdekleri ve başka hücre organelleri vardır. 10-20 mikron çaplarıyla da alyuvarlardan daha büyüktür. Hareketleri amipsi şekildedir. Bir milimetreküp kanda ortalama 7000 kadar akyuvar bulunmaktadır. Ak hücreler ailesinin en mühim fertleri “granülositler†(parçalı nüveliler), “lenfositler†ve “monositlerâ€dir. Akyuvarların % 60-70'ini granülositler, % 30-45'ini lenfositler % 10'dan az kısmını da monositler teşkil eder. Granülositler de aralarında “nötrofilâ€, “bazofil†ve “eozinofil†olmak suretiyle üç çeşide ayrılırlar. Bunların büyük çoğunluğunu nötrofiller teşkil eder.
Ak kan hücreleri iki yolla vücudun infeksiyonlara karşı savunmasını üstlenirler. Granülositler ve monositler mikroorganizmayı yutarak (fagositozla) yok ederken lenfositler antikor meydana gelmesine sebeb olarak mikroorganizmaya karşı çalışırlar. Akyuvarların en büyükleri olan monositler de bakteri ve ölü hücre kırıntılarını bölgeler. Ömürleri çok kısadır. İnsanda 4 gündür.Mikrobik khastalıklarda sayıları artar. (Bkz. Akyuvar, Antikor, Bağışıklık)
Trombositler: Çapları bir tek 1-2 mikron olan kanın en ufak hücreleri olan trombositler, pıhtılaşmada mühim rol oynarlar. Kırmızı kemik iliğindeki dev hücrelerin (megakaryosit) parçalanmasıyla meydana gelen oval ya da yuvarlak, renksiz ve çekirdeksiz parçacıklardır. Kan pulcukları olarak da bilinirler. Her milimetreküp kanda ortalama 150-400 bin trombosit bulunmaktadır. Kanda 9 gün sağ bırakılırlar. Yağ, protein ve karbonhidratlardan gayri bazı enzimleri de vardır. Damar yaralanmalarında, damarın iç yüzüne yapışarak tıkarlar.Salgıladıkları trombokinaz enzimiyle pıhtılaşmada rol oynarlar.Pıhtı meydana vardığında katılaşarak yaranın ağzını büzerler ve kanamayı durdururlar. Trombositlerin pıhtılaşmadaki çok mühim görevlerinin haricinde serotonin, adrenalin, noradrenalin ve histamin maddelerini taşıma vazifeleri de vardır.
Kan yapıcı organlar: Kan icra eden organlar olarak, kemik iliği, lenf nodülleri (bezeleri) ve dalak sayılabilir. Ana karnında karaciğer, dalak ve kemik iliği tarafınca meydana getirilen akyuvar yapımını doğumdan bir süre sonrasında tamamiyle kemik iliği üstlenir. Dalak ve lenf bezleri “Lenfatik dokuâ€nun en mühim kısımları olup lenfosit ve monositleri yapım ederler. (Bkz. İlik)
Lenfatik doku: Bademcikler, timus, barsak mukozasında da bulunmasına karşın, lenfatik dokunun iki büyük merkezi lenf bezleri ve dalaktır. Bu doku, lenfositleri gerçekleştiren lenfoblastlar ve monositleri icra eden histiositlerden husule gelmiştir. Blenfositlerinden meydana gelen “plazma hücreleri†antikor yapımında vazife alırlar.
Pıhtılaşma: Damar yaralanmalarında dışarı çıkan kanın, bazı kimyasal reaksiyonlar sonucu sıvı halden pelte koyuluğuna ya da katı hale geçmesine kanın pıhtılaşması denir.Pıhtılaşma yardımıyla kan kaybı önlenir.Pıhtılaşma mekanizması, çok karmaşa olmakla birlikte olayın son kademesini ve esasını kanda çözünen plazma proteini fibrinojen'in çözünmeyen ipliksi yapıdaki Fibrin'e dönüşmesi teşkil eder.
Kanın pıhtılaşması
Herhangi bir darbe sonucu hasar gören doku, yırtılan kan damarlarının çeperleri ve kan pulcukları (trombositler) tarafınca pıhtılaşma mekanizmasını başlatacak olan trombokinaz (tromboplastin) enzimi salgılanır.
Karaciğer tarafınca salgınan ve üretimi için K vitaminine gereksinim duyulan etken olmayan plazma proteini protrombin, trombokinaz enzimi tarafınca trombin'e çevrilir. Trombin, kan pulcuklarını da yapışkan yapar. Böylelikle trombositler, yırtılan damarı tıkamak için damarın iç çeperine yapışmaya başlar.
Trombin, kalsiyum tuzları'nın varlığında bir enzim şeklinde vazife yaparak karaciğerin bir salgısı olan plazma proteini fibrinojen'i, ince uzun iplikçikler şeklinde teşekkül eden fibrin'e dönüştürür.
Fibrin iplikçikleri, kırmızı kan hücrelerini, kan pulcuklarını ve proteinlerini bir ağ şeklinde sararak çökeltir. Yaranın içini dolduran bu çökeltiye pıhtı denir. Pıhtı, yavaşça büzülerek küçülür ve temiz sarı bir sıvı açığa bırakır. Bu sıvıya serum ismi verilir.
Pıhtı bir süre sonrasında kurur. Yara, fibroblast hücreleri ve deriye ait dış katman hücreleri tarafınca onarılır.
Damarların iç yüzeyleri ıslak olduğundan, kan buralara yapışıp pıhtılaşamaz. Bununla birlikte düzgüsel kan dolaşımı esnasında türlü maddeler pıhtılaşmayı önler. Ekranda görülen pencereden birisi karaciğer tarafınca üretilen heparin'dir. Heparinin çokluğu, K vitamini eksikliği, karaciğer hastalıkları pıhtılaşmayı geciktirir. Bu şeklinde durumlarda, bedende nokta halinde kanamalar görülür. K vitamini, hava teması, ısı, asitler, kalsiyum tuzlarının çokluğu da pıhtılaşmayı hızlandırır.
Damarda yaralanma, kireç toplanması ya da kolesterin birikmesi şeklinde hallerde kan damarın içinde pıhtılaşabilir. Damarda meydana gelen bu pıhtıya emboli (tıkaç) denir. Bu pıhtının kalbi besleyen ince damarları (karonerleri) tıkamasından kalp enfarktüsü ortaya çıkar. Çok tehlikeli olan bu hastalıkta kalp kasları beslenemediğinden süre içinde bozulur. Bu şeklinde hastalar kalp yetmezliğinden ölebilir.Tıkanma akciğer ya da böbreklerde olursa akciğer ve böbrek enfarktüsü ismini alır.
Hemofili denen kalıtsal bir hastalıkta kan pıhtılaşması olmaz ya da pek yavaş olur. Bu tip hastalar, bir diş çekiminden ya da sünnet olmaktan ileri gelen kanamaların durmaması yüzünden yaşamını kaybedebilirler. Bunlara kan vermek ve pıhtılaştırıcı ilaçlar şırınga etmek suretiyle yardım edilmeye çalışılır. Bu hastalık daha çok erkeklerde görülür. (Bkz. Hemofili)
Kanın Görevleri
Respirasyon (Solunum) : Oksijenin, akciğerden dokulara ve karbondioksit'in de dokulardan akciğere taşınasını sağlamak
Beslenme : Barsaklardan emilmiş olan besin maddelerini hücrelere taşımak
Exkresyon (Atılım) : Hücrelerin faaliyetleri sonucu oluşan zararı dokunan ve bundan böyle maddeleri böbreklere, akciğere, cilde ve barsaklara taşıyarak vücuttan atılmalarını sağlamak.
Asit-Baz Dengesi : Vücudun düzgüsel asit baz dengesini sağlamak
Su Dengesi : Doku sıvıları ile dolaşım sıvıları içinde kanın oluşturduğu etkisinde bırakır üstünden gerçekleşen su değiş-tokuşu ile su dengesinin düzenlenmesi.
Vücut Isısı : Vücut ısısının dağılım ve kontrolünü sağlamak
Müdafa : Dolaşımdaki lökositlerle , vücudun yabancı mikroorganizmalardan korunmasını temin etmek.
Hormon Nakli : Hormonların nakli ve Metabolizmasının düzenlenmesi.
Kan Fizyolojisi
Kan, hücrelerden ve “plasma†ismi verilen bir sıvıdan oluşmuştur. Hücreler eritrositler (kırmızı kan hücreleri), lökositler (ak kan hücreleri) ve trombositlerdir. Hücrelerin %99'undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler kanın oksijen taşıyan hücreleridir. Lökositler vücudu enfeksiyonlara ve kansere karşı korumuş olan hücrelerdir. Trombositler ise kanın pıhtılaşmasında vazife alırlar.
Hematokrit, eritrositlerin oluşturduğu kan hacminin toplam kan hacmine oranıdır. Hematokrit tayini için kan heparinize hususi tüplerde santrifüj edilir, eritrositler en altta toplanır, onun üstünde lökosit ve trombositlerin oluşturduğu çok ince bir katman oluşur, en üstte ise plazma ismi verilen açık saman sarısı-beyaz renkte sıvı toplanır. Hematokriti hesaplamak için eritrositlerle dolu olan tüpün uzunluğu kanla dolu tüpün uzunluğuna bölünüp, çıkan netice 100 ile çarpılır. Mesela 80 mm uzunluğunda kanın 36 mm'si eritrosit ise;
Hematokrit pipetinde eritrositler 36 mm'lik bir sütun oluştururken, lökosit ve trombositlerin beraber ortalama 1-2mm'lik bir sütun oluşturmalarının sebebi, bu hücrelerin sayılarından lanmaktadır. 1mm3 kanda 4,6-6,2 milyon eritrosit varken, 5.000-10.000 lökosit ve 200.000-400.000 trombosit vardır. Tabii olarak, sayıca fazla olan eritrositler hemotokrit pipetinde daha uzun bir sütun oluşturacaklardır.
Hematokrit oranı erkeklerde %40 - %50 içinde değişirken, bu oran hanımlarda %35 - %45 içinde değişiyor. Eritrositlerin sayısının azaldığı durumlara anemi (kansızlık) denirken, eritrosit sayısının arttığı durumlara ise polisitemi denir.
Plazma kanın sıvı kısmıdır, su içinde çözünmüş çok sayıda organik ve inorganik maddelerden oluşur. Bu maddelerden en önemlisi proteinlerdir. Proteinler plazmanın toplam ağırlığının ortalama %7'sini oluşturur. Plazma proteinleri 3 ana gruba ayrılır. Bu tür durumlar, albüminler, globulinler ve fibrinojendir. Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya plazma değildir serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili başka proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur.
Matematik formül olarak ifade etmek gerekirse;
(Plazma-F ibrinoj en=Serum) diyebiliriz.
Dinlenme durumunda bir insanda 5000 ml/dak bir kalp çıktısı (cardiac output) ile beraber vücuda 1000 ml/dk.'lık ritmde oksijen gönderilir. Kandaki bu O2 içinde ne olduğunun fakat %20-25 kadarı organ ve dokular tarafınca alınır ve kullanılır, gerisi birdenbire gereksinimler için yedekte tutulur.
Kan Hücreleri
Eritrositler
Eritrositler bikonkav disk şeklinde yapılardır. Doğrusu her iki tarafınca basık daire şeklindedirler. 7pm çapındadırlar. Eritrositlerin yapım yeri yassı kemiklerin iliğidir. Eritrositlerin hücre zarı kişiden kişiye farklılık gösteren hususi proteinler ihtiva eder, bu proteinler yardımıyla kan, ABO dediğimiz kan gruplarına ayrılır. Eritrositler hemoglobin denilen ve eritrosit ağırlığının üçte birisini oluşturan bir protein ihtiva ederler. Bu proteinin görevi O2 taşımaktır, oksijenin ortalama % 99'u hemoglobin ile göç eder, geri kalan % 1'lik kısım ise kanda çözünmüş olarak göç eder.
Oksijen taşıma kapasitesi belli başlı bir hacimdeki kanın ihtiva ettiği O2 hacmidir. Bu kapasite etkin hemoglobin konsantrasyonuna bağlıdır. Taşıma kapasitesi anemide azalır.
Lökositler
Bir damla kanı uygun bir boya ile boyayıp mikroskop altında incelediğimiz süre türlü tiplerde lökosit görülür.
Lökositlerin hepsi kemik iliğinde yapılırlar, fakat daha sonraki gelişmelerini kemik iliği haricinde tamamlarlar.
Trombositler
Trombositler çok sayıda granül içeren renksiz hücre parçalarıdır. Megakaryosit denilen kemik iliğinin büyük hücrelerinin parçalarından oluşur. Bu megakaryosit parçaları sistemik dolaşıma girince trombosit ismini alırlar. Hemostazın sağlanmasında, doğrusu kanamanın durdurulmasında önemlidirler. Trombositler bir yüzeye yapışma eğilimindedirler, fakat kan damarlarının içini döşeyen düzgüsel endotel hücrelerine yapışmazlar. Ama damarın içindeki endotel bir biçimde hasar görürde alt kısmındaki bağ dokusu (kollajen) açığa çıkarsa, trombositler kollajene bağlanır.
Kan Gazları
Arter kanı ile ven kanı içinde tabii olarak farklılıklar vardır. En mühim fark O2 konsantrasyonudur. Bu, pratikte oksijen saturasyonu olarak bakılan bir parametredir.
Oksijen saturasyonu; kandaki hemoglobinin yüzde kaçının O2 ile doymuş bulunduğunun ifadesidir. Arter kanında bu %95-100 (Sat O2: %95-100), ven kanında ise %70-75'tir
Pratikte hasta takibinde kullanılan kan gazları arteriel kan gazlarıdır. Arteriel kan gazlarında bakılan parametreler ise;
Saturasyon O2 (Sat O2 %) : %95- 100
Parsiyel O2 basıncı (PO2) : 95-100 mmHg
Parsiyel CO2 basıncı (PCO2) : 35-45 mmHg
Kan asidikliği (pH) : 7.35 - 7.45
Bikarbonat (HCO3) : 22- 26 mmol
Kan Grubu Tayini
Kişinin eritrositleri yüzeyinde bulunan antijenlere (aglütinojenlere) bağlı olarak kan grubunun tayini; Anti A, Anti B, Anti Rh (Anti D) kontrol serumları kullanılarak tespit edilmektedir.
Eritrositlerde bulunan aglütinojen ile buna bağlı başka şahsın serumunda bulunan aglütinin'in reaksiyona girmesi sebebiyle oluşan eritrosit kümelerinin görülmesidir. Soğuk ve benzeri etkenler ile meydana gelen kümelenmelerde aglütinojen-aglütinin bağlanması söz mevzusu değildir. Çalkalamak, baget ile karıştırmak bu kümelenmeyi açar. Bu şeklinde kümelenmelere pseudoaglütinasyon denir. En fazlaca “Lam metodu†kolay olması sebebi ile kullanılmaktadır.
Kan erişkin kişilerde el orta parmak ucu ya da kulak memesinden, çocuklarda ayak başparmağı ucu ya da topuktan alınır. Bu mıntıkalar alkollü pamuk ile temizlendikten sonrasında steril lanset ile delinir. Kan alınırken delinen yerin çevresine doku sıvısının karışmasını önlemek amacıyla tazyik yapılmaması önerilir. Temiz bir lamın sağ ve sol köşelerine yakın olarak Anti A ve Anti B ortalarına da Anti D yazılarak lam ters çevrilir. Anti A yazılı tarafa Anti A kontrol serumundan, Anti B yazılı tarafa Anti B kontrol serumundan ve Anti D yazılı kısma da Anti D kontrol serumundan birer damla konur. Aynı yerleşim kan alımında da uygulanarak üst üste çakışması ile reaksiyone girmesi sağlanmalıdır. İyi karışımı sağlamak için her iki elin kafa ve işaret parmakları ile lam tutularak sağ ve sola eğdirilmek sureti ile 3-5 dakika hareket ettirilir. Bir süre sonra aglütinasyon olup olmadığına mikroskopla bakılır. Aglütinasyon var ise serum üstünde eritrosit kümeleri görülür. Aglütinasyon yoksa benzeşik bir görüntü vardır.
Çıkan kandan kontrol serumları üstüne fazla konursa pseudoaglütinasyona niçin olabilir. Bu konuyu önlemek için eritrosit süspansiyonu hazırlanarak kullanılabilir. Bununla birlikte alev ateş hastalıklarda ve enfeksiyonlarda pseudoaglütinasyon görülebilir.
Sonuçta; Eğer hem Anti A, hem de Anti B kontrol serumlarında aglütinasyon var ise incelenen kan AB grubundandır. Her ikisinde de aglütinasyon yoksa incelenen kan O grubundandır. Eğer yalnız Anti A serumunda aglütinasyon var ise şahıs A grubundandır. Eğer yalnız Anti B serumunda aglütinasyon var ise B grubundandır. Eğer Anti D serumunda aglütinasyon var ise Rh (+), yoksa Rh (-) dir.
Kan, hücrelerden ve “plasma†ismi verilen bir sıvıdan oluşmuştur. Hücreler eritrositler (kırmızı kan hücreleri), lökositler (ak kan hücreleri) ve trombositlerdir. Hücrelerin %99'undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler kanın oksijen taşıyan hücreleridir. Lökositler vücudu enfeksiyonlara ve kansere karşı korumuş olan hücrelerdir. Trombositler ise kanın pıhtılaşmasında vazife alırlar.
Hematokrit, eritrositlerin oluşturduğu kan hacminin toplam kan hacmine oranıdır. Hematokrit tayini için kan heparinize hususi tüplerde santrifüj edilir, eritrositler en altta toplanır, onun üstünde lökosit ve trombositlerin oluşturduğu çok ince bir katman oluşur, en üstte ise plazma ismi verilen açık saman sarısı-beyaz renkte sıvı toplanır. Hematokriti hesaplamak için eritrositlerle dolu olan tüpün uzunluğu kanla dolu tüpün uzunluğuna bölünüp, çıkan netice 100 ile çarpılır. Mesela 80 mm uzunluğunda kanın 36 mm'si eritrosit ise;
Hematokrit pipetinde eritrositler 36 mm'lik bir sütun oluştururken, lökosit ve trombositlerin beraber ortalama 1-2mm'lik bir sütun oluşturmalarının sebebi, bu hücrelerin sayılarından lanmaktadır. 1mm3 kanda 4,6-6,2 milyon eritrosit varken, 5.000-10.000 lökosit ve 200.000-400.000 trombosit vardır. Tabii olarak, sayıca fazla olan eritrositler hemotokrit pipetinde daha uzun bir sütun oluşturacaklardır.
Hematokrit oranı erkeklerde %40 - %50 içinde değişirken, bu oran hanımlarda %35 - %45 içinde değişiyor. Eritrositlerin sayısının azaldığı durumlara anemi (kansızlık) denirken, eritrosit sayısının arttığı durumlara ise polisitemi denir.
Plazma kanın sıvı kısmıdır, su içinde çözünmüş çok sayıda organik ve inorganik maddelerden oluşur. Bu maddelerden en önemlisi proteinlerdir. Proteinler plazmanın toplam ağırlığının ortalama %7'sini oluşturur. Plazma proteinleri 3 ana gruba ayrılır. Bu tür durumlar, albüminler, globulinler ve fibrinojendir. Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya plazma değildir serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili başka proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur.
Matematik formül olarak ifade etmek gerekirse;
(Plazma-F ibrinoj en=Serum) diyebiliriz.
Dinlenme durumunda bir insanda 5000 ml/dak bir kalp çıktısı (cardiac output) ile beraber vücuda 1000 ml/dk.'lık ritmde oksijen gönderilir. Kandaki bu O2 içinde ne olduğunun fakat %20-25 kadarı organ ve dokular tarafınca alınır ve kullanılır, gerisi birdenbire gereksinimler için yedekte tutulur.
Kan Hücreleri
Eritrositler
Eritrositler bikonkav disk şeklinde yapılardır. Doğrusu her iki tarafınca basık daire şeklindedirler. 7pm çapındadırlar. Eritrositlerin yapım yeri yassı kemiklerin iliğidir. Eritrositlerin hücre zarı kişiden kişiye farklılık gösteren hususi proteinler ihtiva eder, bu proteinler yardımıyla kan, ABO dediğimiz kan gruplarına ayrılır. Eritrositler hemoglobin denilen ve eritrosit ağırlığının üçte birisini oluşturan bir protein ihtiva ederler. Bu proteinin görevi O2 taşımaktır, oksijenin ortalama % 99'u hemoglobin ile göç eder, geri kalan % 1'lik kısım ise kanda çözünmüş olarak göç eder.
Oksijen taşıma kapasitesi belli başlı bir hacimdeki kanın ihtiva ettiği O2 hacmidir. Bu kapasite etkin hemoglobin konsantrasyonuna bağlıdır. Taşıma kapasitesi anemide azalır.
Lökositler
Bir damla kanı uygun bir boya ile boyayıp mikroskop altında incelediğimiz süre türlü tiplerde lökosit görülür.
Lökositlerin hepsi kemik iliğinde yapılırlar, fakat daha sonraki gelişmelerini kemik iliği haricinde tamamlarlar.
Trombositler
Trombositler çok sayıda granül içeren renksiz hücre parçalarıdır. Megakaryosit denilen kemik iliğinin büyük hücrelerinin parçalarından oluşur. Bu megakaryosit parçaları sistemik dolaşıma girince trombosit ismini alırlar. Hemostazın sağlanmasında, doğrusu kanamanın durdurulmasında önemlidirler. Trombositler bir yüzeye yapışma eğilimindedirler, fakat kan damarlarının içini döşeyen düzgüsel endotel hücrelerine yapışmazlar. Ama damarın içindeki endotel bir biçimde hasar görürde alt kısmındaki bağ dokusu (kollajen) açığa çıkarsa, trombositler kollajene bağlanır.
Kan Gazları
Arter kanı ile ven kanı içinde tabii olarak farklılıklar vardır. En mühim fark O2 konsantrasyonudur. Bu, pratikte oksijen saturasyonu olarak bakılan bir parametredir.
Oksijen saturasyonu; kandaki hemoglobinin yüzde kaçının O2 ile doymuş bulunduğunun ifadesidir. Arter kanında bu %95-100 (Sat O2: %95-100), ven kanında ise %70-75'tir
Pratikte hasta takibinde kullanılan kan gazları arteriel kan gazlarıdır. Arteriel kan gazlarında bakılan parametreler ise;
Saturasyon O2 (Sat O2 %) : %95- 100
Parsiyel O2 basıncı (PO2) : 95-100 mmHg
Parsiyel CO2 basıncı (PCO2) : 35-45 mmHg
Kan asidikliği (pH) : 7.35 - 7.45
Bikarbonat (HCO3) : 22- 26 mmol
Kan Grubu Tayini
Kişinin eritrositleri yüzeyinde bulunan antijenlere (aglütinojenlere) bağlı olarak kan grubunun tayini; Anti A, Anti B, Anti Rh (Anti D) kontrol serumları kullanılarak tespit edilmektedir.
Eritrositlerde bulunan aglütinojen ile buna bağlı başka şahsın serumunda bulunan aglütinin'in reaksiyona girmesi sebebiyle oluşan eritrosit kümelerinin görülmesidir. Soğuk ve benzeri etkenler ile meydana gelen kümelenmelerde aglütinojen-aglütinin bağlanması söz mevzusu değildir. Çalkalamak, baget ile karıştırmak bu kümelenmeyi açar. Bu şeklinde kümelenmelere pseudoaglütinasyon denir. En fazlaca “Lam metodu†kolay olması sebebi ile kullanılmaktadır.
Kan erişkin kişilerde el orta parmak ucu ya da kulak memesinden, çocuklarda ayak başparmağı ucu ya da topuktan alınır. Bu mıntıkalar alkollü pamuk ile temizlendikten sonrasında steril lanset ile delinir. Kan alınırken delinen yerin çevresine doku sıvısının karışmasını önlemek amacıyla tazyik yapılmaması önerilir. Temiz bir lamın sağ ve sol köşelerine yakın olarak Anti A ve Anti B ortalarına da Anti D yazılarak lam ters çevrilir. Anti A yazılı tarafa Anti A kontrol serumundan, Anti B yazılı tarafa Anti B kontrol serumundan ve Anti D yazılı kısma da Anti D kontrol serumundan birer damla konur. Aynı yerleşim kan alımında da uygulanarak üst üste çakışması ile reaksiyone girmesi sağlanmalıdır. İyi karışımı sağlamak için her iki elin kafa ve işaret parmakları ile lam tutularak sağ ve sola eğdirilmek sureti ile 3-5 dakika hareket ettirilir. Bir süre sonra aglütinasyon olup olmadığına mikroskopla bakılır. Aglütinasyon var ise serum üstünde eritrosit kümeleri görülür. Aglütinasyon yoksa benzeşik bir görüntü vardır.
Çıkan kandan kontrol serumları üstüne fazla konursa pseudoaglütinasyona niçin olabilir. Bu konuyu önlemek için eritrosit süspansiyonu hazırlanarak kullanılabilir. Bununla birlikte alev ateş hastalıklarda ve enfeksiyonlarda pseudoaglütinasyon görülebilir.
Sonuçta; Eğer hem Anti A, hem de Anti B kontrol serumlarında aglütinasyon var ise incelenen kan AB grubundandır. Her ikisinde de aglütinasyon yoksa incelenen kan O grubundandır. Eğer yalnız Anti A serumunda aglütinasyon var ise şahıs A grubundandır. Eğer yalnız Anti B serumunda aglütinasyon var ise B grubundandır. Eğer Anti D serumunda aglütinasyon var ise Rh (+), yoksa Rh (-) dir.
: Fizyoloji
Kanın Görevleri ve Yapısı
Kan hücreleri ve plazmadan meydana gelen kan doku,vücudu bir ulaşım ağı şeklinde saran damarlar içinde dolaşır.Kan:vücutta taşıma,tanzim etme,müdafa ve koruma şeklinde mühim görevleri olan hususi bir sıvıdır.
Erişkin bir insanda averaj 4-5 litre kan bulunmaktadır.Kanın %55'ini plazma,%45'ini kan hücreleri oluşturur.
Kanın görevleri:
Kanın Taşıma Görevleri
Hücrelere lüzumlu maddeleri taşır. Buralarda oluşan artıkları, vücut dışına atacak ya da zararsız duruma getirecek organlara iletir.
Akciğerlerden almış olduğu oksijeni vücut hüclerine taşır.
Sindirim organlarından almış olduğu gıda maddelerini tüm vücut hücrelerine taşır. Metabolizma artıklarının akciğer, böbrek ve deriye taşır.
Endokrin bezlerin hormonlarını ilgili (hedef) organlarına ulaştırır.
Kanın Tanzim etme Görevi
Vücut ısısının asit baz dengesini düzenlemede etkilidir. Vücudun su dengesini düzenlemede etkilidir.
Hücre ve doku sıvılarını yoğunluklarını düzenlemede etkidir. Vücut sıcaklığının durağan kalmasında etkilidir.
Kanın Müdafa Görevi
Vücuda giren yabancı maddeleri fagositozda ortadan kaldırır. Lökositlerin ürettiği antikorlar zararı dokunan mikroorganizmaları etkisiz duruma getirir.
Kanın Koruma Görevi
Yaralanma ve başka kanamada durumlarında pıhtılaşarak ‘' Tıkaç ‘' oluşturur böylelikle kan ve madde kaybını önler.
plazma
Su - %90-92 - Madde yaşıma ve çözme
İyonlar - Sodyum, Potasyum Bikarnonat, Kalsiyum, Mangenyum, Klor - %2-3 - pH ın düzenlenmesi, ozmotik basıncın dengelenmesi
Plazma proteinleri - Albumin. Fibrinojen globulin immünoglobülinler - %6-7 - Müdafa, pıhtılaşma, pH ın düzenlenmesi, ozmotik basıncın dengelenmesi
Kan Hücreleri
Alyuvarlar - 4-5 milyon - Karbondioksit ve oksijen taşıma
Akyuvarlar - 8-10 bin - Bağışıklık sağlama ve müdafa
Trombositler - 150-400 bin - Kan kayıplarını pıhtılaşma ile engelleme
Kan Hücreleri
ALYUVARLAR (Eritnositler)
AKYUVARLAR (Lökositler)
Notrofıl
 
Loplu bir çekirdekleri vardır.Akyuvarların %60-70 oluşturur.Vücuda giren bakteri ve başka maddeleri fagositoz ile yok eder.Bakteriyel enfeksiyonlarda sayıları artar.
Eosinosit
Sitoplazmalarında bolca oranda granül bulunmaktadır.İki loplu bir çekirdeği vardır.Patolojik ve alerjik reaksiyonlarda sayıları çok artar.Bununla birlikte ten- ya,kancalı kurt şeklinde parazit enfeksiyonlarında etkilidir.Damar dışına çıkabilirler.
Bazofil
Sitoplazmalarında bolca oranda granül ve S şeklinde çekirdekleri var- dır.Kanda az oranda bulunmaktadır.Uzun devam eden iltihaplanmalarda sayıları artar.Bazofiller heparin ve histamin salgılar.
Heparin: Kanın damar içinde pıhtılaşmasını engeller.
Histamin: Kılcal damar geçirgenliğini artırır.
A-Granülsüz Akyuvarlar
Monosit
Sitoplazmalarında granül bulunmaz.Akyuvarların en büyük tipidir. Fagositoz yapma kabiliyetleri çok iyi gelişmiştir.Monositler dokular arasına geçerek bakterileri yiyen makrofajlara dönüşür.
Lenfosit
Vücutta bağışıklığın sağlanmasında görevlidir.Sinir doku hariç tüm dokularda bulunmaktadır. T ve B lenfositleri diye iki çeşidi vardır.
T lenfositleri: Antijenlere direkt saldırarak müdafa yapar.Hücresel bağışıklık sağlar.
B lenfositleri Salgıları ile bakteri ve virüsleri etkisiz hale getirir.Humoral bağışıklık sağlar.
KAN PULCUKLARI (Trombositler)
Herhangi bir nedenle süregelen bir kanamada;damardan kanın akmasını önlemek amacıyla kanda meydana gelen reaksiyonların tümü pıhtılaşma süreci olarak adlandırılır.
Pıhtılaşma sonucu kanayan yerde oluşan pıhtı,zedelenen damar çeperinde tıkaç görevi görür.Hasar gören çeperin kan ile teması sonucu kan pıhtılaşması baslar. Ilk başlarda hasarlı damar büzülür ve trombasitler,zedelenen damar duvarındaki bağ doku liflerine yapışarak trombasit tıkacı oluşturur. Damar hasarı küçükse bir tek trombasit tıkacı ,kan kaybını tamamen durdurur.Ama hasar büyükse ek olarak fibrin iplikçilerinin oluşmasını da gerekir.
Pıhtılaşma hasar gören damar çeperinden ve trombasitlerden tromboplastin enzimin salgılanmasıyla baslar.Aralarında tromboplastin Ca ++ iyonu,K vitamini ve türlü enzimlerin bulunmuş olduğu pıhtılaşma faktörleri protrombine dönüştürür.Protrombin karaciğerde üretilen ve trombinin inaktif hali olan enzimdir.Trombin,enzim görevi yaparak karaciğerin salgıladığı plazma proteini olan fibrinojeni fibrin iplikçiklerine çevirir.Bir süre sonra fibrin iplikçiklerinin oluşturduğu ağ,trombasit tıkacı üstüne yapışıp kan hücrelerini ve plazmayı da içine ile birlikte pıhtıyı oluşturur.Pıhtı ile de hasarlı yer kapanır. 
Pıhtılaşmayı genetik faktörler de etkisinde bırakır.Pıhtılaşma faktörlerinden birisini kodlayan genlerde kusur olursa,bu genin kontrolünde olan pıhtılaşma faktörleri üretilmez ya da noksan üretilir.Bu durumdaki kişilerde kanamalı durumda kan pıhtılaşmaz.Bu duruma hemofili hastalığı denir.Kan kaybı kişinin yaşamını tehlikeye sokabilir.
Kanamalarda kanın pıhtılaşması ne kadar mühim ise kanın damar içinde pıhtılaşmadan dolaşması da yaşamın devamı için o denli önemlidir.Damarlar içindeki kanın pıhtılaşmasının engellenmesini heparin sağlar.
Kan ile Vücut Hücreleri Içinde Madde Alış Verişi
Kılcal damarlarda atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru gidildikçe tansiyon düşer.Bu vaziyet kan ile vücut hücreleri arasındaki madde alış verişine ne şeklinde katkı sağlar?
Vücudumuzu oluşturan hücreler doku sıvısı ismi verilen bir ortam içinde yaşar. Bu ortamda hücreler ile kılcal kan damarı içinde madde alış verişi gerçekleşir. Doku sıvısı kan plazmasının kılcal damardan doku hücreleri arasındaki boşluklara kontrollü olarak sızmasıyla meydana gelir. Doku sıvısı içinde ufak moleküllü proteinler,glikoz,amino asit,vitamin,mineraller,su,atık maddeler ve solunum gazları şeklinde bileşenler vardır. Albümin,globülin,fibrinojen büyük moleküllü plazma proteinleri oldukları için kılcal kan damarlarından doku sıvısına geçemez. Bundan dolayı kılcal damar içinde ozmotik tazyik oluşur. Kılcal kan damarı süresince bu tazyik sabittir,değişmez. Tansiyon ise kılcalların atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru gidildikçe azalır.Kılcalların atardamar
ucundaki tansiyon,ozmotik basınçtan yüksek olduğundan su ve çözünmüş maddeler kılcal damardan doku sıvısına geçer. Kılcalların toplardamar ucunda ise tansiyon ozmotik basınçtan düşüktür. Buradaki su ve çözünmüş maddeler doku sıvısından kılcal kan damarlarına geçer.
Kan hücreleri ve plazmadan meydana gelen kan doku,vücudu bir ulaşım ağı şeklinde saran damarlar içinde dolaşır.Kan:vücutta taşıma,tanzim etme,müdafa ve koruma şeklinde mühim görevleri olan hususi bir sıvıdır.
Erişkin bir insanda averaj 4-5 litre kan bulunmaktadır.Kanın %55'ini plazma,%45'ini kan hücreleri oluşturur.
Kanın görevleri:
Kanın Taşıma Görevleri
Hücrelere lüzumlu maddeleri taşır. Buralarda oluşan artıkları, vücut dışına atacak ya da zararsız duruma getirecek organlara iletir.
Akciğerlerden almış olduğu oksijeni vücut hüclerine taşır.
Sindirim organlarından almış olduğu gıda maddelerini tüm vücut hücrelerine taşır. Metabolizma artıklarının akciğer, böbrek ve deriye taşır.
Endokrin bezlerin hormonlarını ilgili (hedef) organlarına ulaştırır.
Kanın Tanzim etme Görevi
Vücut ısısının asit baz dengesini düzenlemede etkilidir. Vücudun su dengesini düzenlemede etkilidir.
Hücre ve doku sıvılarını yoğunluklarını düzenlemede etkidir. Vücut sıcaklığının durağan kalmasında etkilidir.
Kanın Müdafa Görevi
Vücuda giren yabancı maddeleri fagositozda ortadan kaldırır. Lökositlerin ürettiği antikorlar zararı dokunan mikroorganizmaları etkisiz duruma getirir.
Kanın Koruma Görevi
Yaralanma ve başka kanamada durumlarında pıhtılaşarak ‘' Tıkaç ‘' oluşturur böylelikle kan ve madde kaybını önler.
plazma
Su - %90-92 - Madde yaşıma ve çözme
İyonlar - Sodyum, Potasyum Bikarnonat, Kalsiyum, Mangenyum, Klor - %2-3 - pH ın düzenlenmesi, ozmotik basıncın dengelenmesi
Plazma proteinleri - Albumin. Fibrinojen globulin immünoglobülinler - %6-7 - Müdafa, pıhtılaşma, pH ın düzenlenmesi, ozmotik basıncın dengelenmesi
Kan Hücreleri
Alyuvarlar - 4-5 milyon - Karbondioksit ve oksijen taşıma
Akyuvarlar - 8-10 bin - Bağışıklık sağlama ve müdafa
Trombositler - 150-400 bin - Kan kayıplarını pıhtılaşma ile engelleme
Kan Hücreleri
ALYUVARLAR (Eritnositler)
- Kanda CO2 ve 02 taşır.
- Esas yapıları hemoglobindir (Fe + protein)
- Memeli hayvanlarda alyuvarların olgunlarında çekirdek yoktur.
- Yaşlı olanlar karaciğer dalak ve lenft düğümleri parçalanır.
- Doğumdan ilkin dalak ve karaciğer doğumdan sonrasında kemik iliğinde yapılır.
- Averaj 20-120 gün yaşarlar.Hanımlarda 1mm 4-4.5 milyon erkeklerde 5-.5.5 milyon kadardır.
- Yükseklere çıkıldıkça kanın alyuvar sayısı artar
- Edilgen hareket eder.
AKYUVARLAR (Lökositler)
- Vücudu yabancı proteinlere ve antijenlere karşı korumak.
- Fagositoz yapma ve antikor salgılama kabiliyetleri vardır .
- Hastalık hemen sayıları bölünerek artar .
- Hücresel organellere rastlanır.
- Dalak, lenf düğümleri ve kemik iliğinde üretilir.
- 4gün ile 4 saat ömürleri vardır.
- Etken hareket ederler.
- Granüllü ve granülsüz diye ikiye ayrılır.
- 1 mm3 kanda 6-10 bin kadardır.
Notrofıl
 
Loplu bir çekirdekleri vardır.Akyuvarların %60-70 oluşturur.Vücuda giren bakteri ve başka maddeleri fagositoz ile yok eder.Bakteriyel enfeksiyonlarda sayıları artar.
Eosinosit
Sitoplazmalarında bolca oranda granül bulunmaktadır.İki loplu bir çekirdeği vardır.Patolojik ve alerjik reaksiyonlarda sayıları çok artar.Bununla birlikte ten- ya,kancalı kurt şeklinde parazit enfeksiyonlarında etkilidir.Damar dışına çıkabilirler.
Bazofil
Sitoplazmalarında bolca oranda granül ve S şeklinde çekirdekleri var- dır.Kanda az oranda bulunmaktadır.Uzun devam eden iltihaplanmalarda sayıları artar.Bazofiller heparin ve histamin salgılar.
Heparin: Kanın damar içinde pıhtılaşmasını engeller.
Histamin: Kılcal damar geçirgenliğini artırır.
A-Granülsüz Akyuvarlar
Monosit
Sitoplazmalarında granül bulunmaz.Akyuvarların en büyük tipidir. Fagositoz yapma kabiliyetleri çok iyi gelişmiştir.Monositler dokular arasına geçerek bakterileri yiyen makrofajlara dönüşür.
Lenfosit
Vücutta bağışıklığın sağlanmasında görevlidir.Sinir doku hariç tüm dokularda bulunmaktadır. T ve B lenfositleri diye iki çeşidi vardır.
T lenfositleri: Antijenlere direkt saldırarak müdafa yapar.Hücresel bağışıklık sağlar.
B lenfositleri Salgıları ile bakteri ve virüsleri etkisiz hale getirir.Humoral bağışıklık sağlar.
KAN PULCUKLARI (Trombositler)
- Kanın pıhtılaşmasında vazife yaparlar.
- Kanın pıhtılaşması için hususi bir protein oluşturur.
- Kan pulcukları gerçek hücreler değildir.Renksiz ve çekirdeksiz olup kemik iliğinin büyük hücrelerden kopan parçacıklardır.
- Ömrü 4 gün kadardır.
- 1mm3 kanda 200-300 kadardır.
- Trombasitler karaciğer ve dalakla makrofaj hücreleri ile fagositozla yok edilir.
Herhangi bir nedenle süregelen bir kanamada;damardan kanın akmasını önlemek amacıyla kanda meydana gelen reaksiyonların tümü pıhtılaşma süreci olarak adlandırılır.
Pıhtılaşma sonucu kanayan yerde oluşan pıhtı,zedelenen damar çeperinde tıkaç görevi görür.Hasar gören çeperin kan ile teması sonucu kan pıhtılaşması baslar. Ilk başlarda hasarlı damar büzülür ve trombasitler,zedelenen damar duvarındaki bağ doku liflerine yapışarak trombasit tıkacı oluşturur. Damar hasarı küçükse bir tek trombasit tıkacı ,kan kaybını tamamen durdurur.Ama hasar büyükse ek olarak fibrin iplikçilerinin oluşmasını da gerekir.
Pıhtılaşma hasar gören damar çeperinden ve trombasitlerden tromboplastin enzimin salgılanmasıyla baslar.Aralarında tromboplastin Ca ++ iyonu,K vitamini ve türlü enzimlerin bulunmuş olduğu pıhtılaşma faktörleri protrombine dönüştürür.Protrombin karaciğerde üretilen ve trombinin inaktif hali olan enzimdir.Trombin,enzim görevi yaparak karaciğerin salgıladığı plazma proteini olan fibrinojeni fibrin iplikçiklerine çevirir.Bir süre sonra fibrin iplikçiklerinin oluşturduğu ağ,trombasit tıkacı üstüne yapışıp kan hücrelerini ve plazmayı da içine ile birlikte pıhtıyı oluşturur.Pıhtı ile de hasarlı yer kapanır. 
Pıhtılaşmayı genetik faktörler de etkisinde bırakır.Pıhtılaşma faktörlerinden birisini kodlayan genlerde kusur olursa,bu genin kontrolünde olan pıhtılaşma faktörleri üretilmez ya da noksan üretilir.Bu durumdaki kişilerde kanamalı durumda kan pıhtılaşmaz.Bu duruma hemofili hastalığı denir.Kan kaybı kişinin yaşamını tehlikeye sokabilir.
Kanamalarda kanın pıhtılaşması ne kadar mühim ise kanın damar içinde pıhtılaşmadan dolaşması da yaşamın devamı için o denli önemlidir.Damarlar içindeki kanın pıhtılaşmasının engellenmesini heparin sağlar.
Kan ile Vücut Hücreleri Içinde Madde Alış Verişi
Kılcal damarlarda atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru gidildikçe tansiyon düşer.Bu vaziyet kan ile vücut hücreleri arasındaki madde alış verişine ne şeklinde katkı sağlar?
Vücudumuzu oluşturan hücreler doku sıvısı ismi verilen bir ortam içinde yaşar. Bu ortamda hücreler ile kılcal kan damarı içinde madde alış verişi gerçekleşir. Doku sıvısı kan plazmasının kılcal damardan doku hücreleri arasındaki boşluklara kontrollü olarak sızmasıyla meydana gelir. Doku sıvısı içinde ufak moleküllü proteinler,glikoz,amino asit,vitamin,mineraller,su,atık maddeler ve solunum gazları şeklinde bileşenler vardır. Albümin,globülin,fibrinojen büyük moleküllü plazma proteinleri oldukları için kılcal kan damarlarından doku sıvısına geçemez. Bundan dolayı kılcal damar içinde ozmotik tazyik oluşur. Kılcal kan damarı süresince bu tazyik sabittir,değişmez. Tansiyon ise kılcalların atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru gidildikçe azalır.Kılcalların atardamar
ucundaki tansiyon,ozmotik basınçtan yüksek olduğundan su ve çözünmüş maddeler kılcal damardan doku sıvısına geçer. Kılcalların toplardamar ucunda ise tansiyon ozmotik basınçtan düşüktür. Buradaki su ve çözünmüş maddeler doku sıvısından kılcal kan damarlarına geçer.
Kanın Görevleri
Taşıma Görevi
Kanın yapısal özellikleri
Plasma
Bu ozmotik gücün %70 inden görevli olan protein, albumindir. Albumin yapımının yetersizliği ya da herhangi bir nedenle albumin kayıpları suyun damar dışına kaçmasına ve dokular içinde birikmesine, başka bir deyişle ödemlere niçin olur.
b) Proteinler kan pH nın düzenlenmesinde vazife alan mühim bir tampon sistemidir.
c) Hormonlar, ilaçlar ve metaller şeklinde pek çok madde kanda proteinlere bağlanarak taşınmaktadır.
d) Kanın damar sistemi içinde dolaşması esnasında eritrositlerin sedimantasyonunu (eritrositlerin rulo formu oluşturarak birbirleri üstüne yığılmaları) düzenlerler.
e) Kan vizkozitesini etkilerler.
Kanın Şekilli Elemanları, Hematokrit
KAN HüCRELERİ
Koagulasyonda birbiri ardına işleyen üç temel mekanizma vardır
a. Protrombin aktivatörünün oluşması
b. Oluşan protrombin aktivatörünün Ca2+ iyonlarının beraberliğinde protombinden (plazmada bulunan bir protein molekülü) trombin oluşturması
c. Trombinin fibrinojene tesir ederek fibrin ipliklerini oluşturması. Fibrin iplikleri kan hücrelerini ve plazmayı içine ile birlikte bir kitle oluşturur, buna pıhtı ismi verilmektedir.
Protrombin aktivatörünün oluşmasında ekstrinsik ve intrinsik olmak suretiyle iki esas yol vardır. Bu yolların her ikisinde de kan pıhtılaşma faktörleri ismi verilen ve aniden on üçe kadar roman sayıları ile gösterilen protein yapısındaki maddeler vazife alır. Bu faktörlerin birinin eksikliği, kişilerde pıhtılaşma mekanizmasının yetersizliği sonucu en küçük bir travma ya da yaralanmalarda çok fazla kan kayıplarına niçin olmaktadır. Mesela unsur VIII in yokluğunda hemofili A ya da unsur IX eksikliği sonucu hemofili B olarak adlandırılan hastalık ortaya çıkmaktadır.
Heparin ve antitrombin-heparin pıhtılaşmayı engellemiş olan ajanlardır.
Taşıma Görevi
- İnsan organizmasının ortalama %60 İ sıvıdır. Bu sıvının averaj %40 İ hücreler içinde (intrasellüler sıvı), %20 si ise hücrelerin haricinde (ekstrasellüler sıvı) bulunmaktadır.
- Ekstrasellüler sıvının da %15 i interstisyel sıvıdan, %5 i ise kan plazmasından oluşmaktadır.
- Ekstrasellüler sıvı sürekli hareket halinde olan bir sıvıdır. Bu hareketliliğin sebebi; kan dolaşımına, kan ile interstisyel sıvı arasındaki devamlı alış verişe bağlıdır. İnterstisyel sıvı daha öncede sözü edildiği şeklinde hücrelerin etrafını çevreleyen ve hücrelerin atmosferi şeklinde davranan bir sıvıdır.
- Hücreler her türlü gıda maddelerini bu sıvıdan alıp, oluşturdukları metabolizma artıklarınıda bu sıvı ortamına bırakırlar.
- Kan, interstisyel sıvıya O2 beraber hücrelerin kullanacağı gıda maddelerini getiren ve bununla beraber hücrelerin oluşturduğu metabolizma artıkları ve CO2 buradan götürmüş olan bir sistemi oluşturmaktadır
- Düzenleyici görevini iç ortamın pH ve sıcaklığını değişmez tutulmasına katkıda bulunarak ve taşımış olduğu hormonlarla organlar arasındaki karşılıklı işbirliğini sağlayacak mesajları ileterek gerçekleştirmektedir.
- Kanın bileşimi ve fizyolojik özellikleri vücut hücrelerini dolaşması esnasında bir takım organlar tarafınca devamlı kaydedilmektedir.
- Kanın bileşimi ve fizyolojik özellikleri iç ortamı ve iç ortamdaki değişimleri yansıtır. Böylelikle, kandan, iç ortamın yapısında herhangi bir değişikliği bildiren şekilde bildiri alınması sinir ve endokrin sistemin devreye girmesine ve şartları düzeltecek organlara lüzumlu emirlerin gönderilmesine niçin olmaktadır.
- Bununla birlikte kan taşımış olduğu bazı elemanlarla pıhtılaşma fonksiyonu gerçekleştirir ve bu durumu düzenler
- Bileşiminde bulunan türlü moleküller ve lökositler (Akyuvarlar) yardımı ile organizmayı mikroorganizmalara ve organizmanın kendine yabancı bulmuş olduğu her türlü etkene karşı savunur.
Kanın yapısal özellikleri
- Dolaşımda bulunan kan hacmi, 70 kilogram bir insan için ağırlığının %8 i ya da 5600 ml civarındadır.
- Vizkozitesi suya gore kıyaslandığı süre suyun 5 mislidir.
- Kan vizkozitesini; plazmanın su oranı, protein miktarı ve eritrosit (Alyuvarlar) sayısı etkisinde bırakır.
- Eritrosit sayısı fazlalaştığı, protein miktarı arttığı ve plazmada su oranı azaldığı süre kanın vizkozitesi artar.
Plasma
- Plazmanın %91-92 sini su, %8-9 unu ise çözünmüş halde bulunan organik ve inorganik maddeler oluşturur.
- Plazmadaki organik maddelerin büyük oranını plazma proteinleri oluşturur. Plazma proteinleri globulinler (alfa, beta, gama globulinler), fibrinojen ve albumindir.
- Plazma proteinlerinin çok mühim görevleri vardır ve bu tür durumlar şu şekilde sıralanabilir:
Bu ozmotik gücün %70 inden görevli olan protein, albumindir. Albumin yapımının yetersizliği ya da herhangi bir nedenle albumin kayıpları suyun damar dışına kaçmasına ve dokular içinde birikmesine, başka bir deyişle ödemlere niçin olur.
b) Proteinler kan pH nın düzenlenmesinde vazife alan mühim bir tampon sistemidir.
c) Hormonlar, ilaçlar ve metaller şeklinde pek çok madde kanda proteinlere bağlanarak taşınmaktadır.
d) Kanın damar sistemi içinde dolaşması esnasında eritrositlerin sedimantasyonunu (eritrositlerin rulo formu oluşturarak birbirleri üstüne yığılmaları) düzenlerler.
e) Kan vizkozitesini etkilerler.
- Plazmada proteinlere ilaveten şekerler yağlar ve hormonlar şeklinde çok sayıda organik maddeler mevcuttur.
- Plazmada bulunan inorganik maddelere Na+ , K+, Ca2+, HC03- , P3 -,Fe2+, Mg2+ , örnek verilebilir. İnorganik maddeler kanın ozmotik gücünün ve pH ının ayarlanmasından sorumludurlar.
Kanın Şekilli Elemanları, Hematokrit
- Kanın şekilli elemanlarını eritrositler (%99), Lökositler (%lt;1) ve trombositler (%lt;1) oluşturur. Kanın hücresel kısmının, kan hacmine olan oranına, kanın hematokrit kıymeti denilmektedir. Antikoagulan (kanın pıhtılaşmasına engel olan madde) ilavesi ile pıhtılaşması engellenmiş kan hususi bir tüpe alınarak 10 dk santrifüj edildiği süre, tüpün alt tarafında hücresel elementlerin, üst tarafında sarı renkte plazmanın ayrılmış olduğu görülür.
- Düzgüsel koşullarda bu şekildeki bir ayrımda 100 ml kanın %4446 sını hücresel elemanlar, % 54-56 sını plazma oluşturur. Hücresel elemanların % si hematokrit kıymetini gösterir.
- Hematokrit değerine birincil olarak tesir eden kan hücreleri, eritrositlerdir. Eritrosit sayısında artış, plazmada azalma hematokrit kıymetini yükseltir.
KAN HüCRELERİ
- Kan hücreleri eritrositler (alyuvarlar, kırmızı kan hücreleri), lökositler (Akyuvarlar, ak kan hücreleri) ve trombositlerdir (kan pulcukları, plateletler).
- Yetişkinlerde eritrosit, trombosit ve lökositlerin büyük kısmı kemik iliğinde yapılmaktadır.
- Lökositlerin bir bölümü kemik iliğine ilaveten lenfoid organ ve dokularda (lenf düğümleri, tosillalar,dalak ve timus bezi şeklinde) yapılmaktadır. Fetüsde kan hücreleri kemik iliğine ilaveten karaciğer ve dalakta da yapılmaktadır.
- Çocukluklarında,kan hücreleri tüm kemiklerin kemik iliğinde yapılırken 20 yaşından sonrasında uzun kemiklerin kemik iliği kan hücresi üretimini durdurur ve kan hücreleri yassı kemiklerde bilhassa; vertebralar, kostalar ve sternumun kırmızı kemik iliğinde yapılmaktadır.
- Kanamanın durması hemostaz, kanın pıhtılaşması koagulasyondur. Bir damar yaralandığı süre bir takım mekanizmalar sırasıyla işlerlik kazanarak kanama durdurulur. Bu mekanizmalar şunlardır:
- Vazokonstriksiyon ya da vazospazm: Damar büzülmesi, damar yaralanmalarından sonrasında kanamayı durdurmak için devreye giren ilk mekanizmadır.
- Trombosit tıkacının oluşması: Trombositler yaralanmış damar yapısı ile karşılaşınca yapıları değişikliklere uğrar, yüzeylerinde ışınsal çıkıntılar oluşur ve yapışkanlaşır. Bunun sonucunda yaralı damar bölgesinde bir araya toplanarak bir tıkaç oluştururlar ve damar duvarındaki deliği kan akımını engellemeden tıkarlar.
- Kanamanın durması için mühim olan üçüncü mekanizma koagulasyondur.
Koagulasyonda birbiri ardına işleyen üç temel mekanizma vardır
a. Protrombin aktivatörünün oluşması
b. Oluşan protrombin aktivatörünün Ca2+ iyonlarının beraberliğinde protombinden (plazmada bulunan bir protein molekülü) trombin oluşturması
c. Trombinin fibrinojene tesir ederek fibrin ipliklerini oluşturması. Fibrin iplikleri kan hücrelerini ve plazmayı içine ile birlikte bir kitle oluşturur, buna pıhtı ismi verilmektedir.
Protrombin aktivatörünün oluşmasında ekstrinsik ve intrinsik olmak suretiyle iki esas yol vardır. Bu yolların her ikisinde de kan pıhtılaşma faktörleri ismi verilen ve aniden on üçe kadar roman sayıları ile gösterilen protein yapısındaki maddeler vazife alır. Bu faktörlerin birinin eksikliği, kişilerde pıhtılaşma mekanizmasının yetersizliği sonucu en küçük bir travma ya da yaralanmalarda çok fazla kan kayıplarına niçin olmaktadır. Mesela unsur VIII in yokluğunda hemofili A ya da unsur IX eksikliği sonucu hemofili B olarak adlandırılan hastalık ortaya çıkmaktadır.
Heparin ve antitrombin-heparin pıhtılaşmayı engellemiş olan ajanlardır.
Kan Hücreleri ve Kan Hücrelerinin Görevleri
İnsan kanı plazma denen sarımsı renkte bir sıvı ile bu sıvının içinde yüzen kan hücrelerinÂden oluşur. Plazmanın ortalama yüzde 90'ı su, geri kalan kısımı suda erimiş maddelerdir:
Ama bir mikroskopla görülebilen alyuÂvarlar, tıpkı bir tavla pulu şeklinde kenarları daha kalınca, ortası hafifçe çukur olan yuvarlak ve yassı, çekirdeksiz hücrelerdir. Bir alyuvarın ortalama üçte birisi, demirli bir bileşik olan ve kana kırmızı rengini veren hemoglobin''den oluşur. Diğer omurgalıların alyuvarlarında da aynı bileşik bulunmuş olduğu için hepsinin kanı kırmızıdır. Oysa yumuşakçaların kanındaki kimyasal madde plazmaya mavi, halkalısolucanlarda ise yeşil renk verir.
DEVAMI
İnsan kanı plazma denen sarımsı renkte bir sıvı ile bu sıvının içinde yüzen kan hücrelerinÂden oluşur. Plazmanın ortalama yüzde 90'ı su, geri kalan kısımı suda erimiş maddelerdir:
- Albümin, fibrinojen ve globülinler şeklinde plazÂma proteinleri
- Glikoz, aminoasitler, yağlar, mineral tuzları ve vitaminler şeklinde gıda madÂdeleri
- Karbon dioksit ve üre şeklinde atık maddeÂler
- Hormonlar
- Antikorlar
- Alyuvarlar (Eritrositler)
- Akyuvarlar (Lökositler)
- Trombositler (Kan pulcukları)
Ama bir mikroskopla görülebilen alyuÂvarlar, tıpkı bir tavla pulu şeklinde kenarları daha kalınca, ortası hafifçe çukur olan yuvarlak ve yassı, çekirdeksiz hücrelerdir. Bir alyuvarın ortalama üçte birisi, demirli bir bileşik olan ve kana kırmızı rengini veren hemoglobin''den oluşur. Diğer omurgalıların alyuvarlarında da aynı bileşik bulunmuş olduğu için hepsinin kanı kırmızıdır. Oysa yumuşakçaların kanındaki kimyasal madde plazmaya mavi, halkalısolucanlarda ise yeşil renk verir.
DEVAMI
Kan Grupları
İlk kan nakli 1667 senesinde bir hastaya, hayvanın kanı verilmiş ve hasta yaşamını yetirmiştir.Bir süre sonra insandan insana kan nakli yapılmıştır.Ama bazıları ölmüş bazıları yaşamıştır. Bu konuyu nedenini 1900'lü yıllarda Karl Landsteiner'in (Karl Lensteynır) yapmış olduğu araştırmalar belirlemiştir.Araştırmacı değişik insan kanlarının uyuşmadığı durumlarda alyuvarlarda kümeleşme doğrusu çökelme meydana geldiğini açıklamıştır.
ABO sistemi olarak malum bu emek vermeye gore her insan dört değişik kan grubundan herhangi birine haizdir. Bu gruplar A,B,AB ve O'dur.Kan gruplarındaki farlılıklar alyuvarların zarında bulunan glikoproteinlere ve plazmadaki proteinlere gore belirlenir.
Alyuvar zarında bulunan ve kan grubumuzun belirgin olmasında rol oynayan glikoproteinlere antijen denir. Plazmadaki proteinlere ise antikor ismi verilir.Alyuvar zarında A ve B olarak adlandırılan iki tür antijen,plazmada ise anti-A ve anti-B olarak adlandırılan iki tür antikor bulunabilir.
A kan grubuna haiz bir kişinin alyuvarlarının zarında A antijeni plazmasında ise anti-B antikoru bulunmaktadır.
B kan grubuna haiz kişinin alyuvarlarında ise B antijeni, plazmasında ise anti-A antikoru bulunmaktadır.
AB kan grubundaki kişilerin alyuvarlarında A ve B antijenleri bulunmaktadır.Ama plazmasında antikor bulunmaz.
O grubunu alyuvar zarında antijen bulunmaz,plazmada anti-A ve anti-B antikorları vardır.
DEVAMI
İlk kan nakli 1667 senesinde bir hastaya, hayvanın kanı verilmiş ve hasta yaşamını yetirmiştir.Bir süre sonra insandan insana kan nakli yapılmıştır.Ama bazıları ölmüş bazıları yaşamıştır. Bu konuyu nedenini 1900'lü yıllarda Karl Landsteiner'in (Karl Lensteynır) yapmış olduğu araştırmalar belirlemiştir.Araştırmacı değişik insan kanlarının uyuşmadığı durumlarda alyuvarlarda kümeleşme doğrusu çökelme meydana geldiğini açıklamıştır.
ABO sistemi olarak malum bu emek vermeye gore her insan dört değişik kan grubundan herhangi birine haizdir. Bu gruplar A,B,AB ve O'dur.Kan gruplarındaki farlılıklar alyuvarların zarında bulunan glikoproteinlere ve plazmadaki proteinlere gore belirlenir.
Alyuvar zarında bulunan ve kan grubumuzun belirgin olmasında rol oynayan glikoproteinlere antijen denir. Plazmadaki proteinlere ise antikor ismi verilir.Alyuvar zarında A ve B olarak adlandırılan iki tür antijen,plazmada ise anti-A ve anti-B olarak adlandırılan iki tür antikor bulunabilir.
A kan grubuna haiz bir kişinin alyuvarlarının zarında A antijeni plazmasında ise anti-B antikoru bulunmaktadır.
B kan grubuna haiz kişinin alyuvarlarında ise B antijeni, plazmasında ise anti-A antikoru bulunmaktadır.
AB kan grubundaki kişilerin alyuvarlarında A ve B antijenleri bulunmaktadır.Ama plazmasında antikor bulunmaz.
O grubunu alyuvar zarında antijen bulunmaz,plazmada anti-A ve anti-B antikorları vardır.
DEVAMI
KANIN YAPI VE İŞLEVLERİ
Ekstrasellüler sıvının bir parçası olan kan, insan vücudundaki damarlar içinde dolaşan sıvı bir dokudur. Düzgüsel bir erişkinin vücut ağırlığının averaj 1/13'ünü kan oluşturmaktadır. 70 kilogram ağırlığındaki erişkinin vücudunda 5- 6 l. civarında kan bulunmaktadır.
Latincede kana hema, kanı inceleyen ilim dalına ise hematoloji denir.
Kanın Yapısı
Damarlar içinde devamlı hareket hâlinde diri bir sıvı olan kan, plazma ve şekilli elementlerden (kan hücreleri) oluşur.
Plazma
Toplam kan hacminin % 55'ini plazma oluşturur. Kanın kan hücreleri haricinde kalan sıvı kısmına plazma denir. Plazmanın % 90- 92'si su, geri kalan kısımı ise organik ve inorganik maddeler olan plazma proteinleri, aminoasitler, karbonhidratlar, yağlar, hormonlar, üre, ürik asit, laktik asit, enzimler, antikorlar, sodyum, potasyum, iyot, demir, bikarbonat vb. elementlerden oluşur. Bu maddeler plazma ile dokuların ilgili yerlerine taşınmaktadır.
İçine antikoagülan (kanın pıhtılaşmasını önleyen madde) ilave edilmiş bir tüpe kan alınarak tüp alt üst edilirse antikoagülan madde kandaki kalsiyumu bağlayarak pıhtılaşmayı önler. Antikoagülanlı kan bir süre bekletilirse kan hücreleri tüpün tabanına çöker, üstte sarı renkli bir sıvı ayrılır. Bu sıvıya plazma ismi verilir.
Kan, tüpe alınarak bir süre bekletilirse kan hücreleri tüpün tabanına çöker üstte sarı renkli bir sıvı ayrılır. Bu sıvıya ise serum ismi verilir.
Plazma ile serum arasındaki en mühim fark; serumda kanın pıhtılaşmasında vazife alan plazma proteinlerinden fibrinojenin bulunmamasıdır. Bundan dolayı seruma fibrinojensiz plazma da denir.
Plazma proteinleri
Plazmanın, organik maddelerinin büyük bir kısmını plazma proteinleri oluşturur. Bu proteinler; albumin, globulin ve fibrinojendir. Plazma proteinleri 100 gram kanda 7- 8 gram kadardır ve pek çok albumindir. Plazma proteinleri karaciğer tarafınca sentezlenir.
Kanın Görevleri
Kanın taşıma, tanzim etme, müdafa ve koruma görevleri vardır.
Taşıma görevleri
Kanın yaralanma, zedelenme şeklinde herhangi bir nedenle damar dışına çıkmasına hemoraji denir. Vücuttaki kanın % 20'sinden fazlası kaybedildiğinde dirimsel çekince ortaya çıkar. Eğer denetim altına alınmazsa şok ve ölüm gelişebilir. Kanamalar iki şekilde sınıflandırılır.
Kanamanın meydana geldiği yere gore kanamalar: İç kanama ve dış kanama olarak ikiye ayrılır. İç kanama, vücut boşluklarına ve dokular arasına olan kanamadır. Dış kanama ise ten bütünlüğünün bozulması sonucu vücut dışına olan kanamadır.
Kanayan damarın cinsine gore kanamalar: Atardamar, toplardamar ve kılcal damar kanaması olarak üçe ayrılır. Atardamar (arter) kanamasında, kan parlak kırmızı renklidir ve kalp atımı ile eş zamanlı olarak fışkırır. Toplardamar (ven) kanamasında, kan koyu kırmızı renklidir ve sürekli akar. Kılcaldamar (kapiller) kanamasında ise kan sürekli, yavaş ve sızıntı şeklinde akar.
Ekstrasellüler sıvının bir parçası olan kan, insan vücudundaki damarlar içinde dolaşan sıvı bir dokudur. Düzgüsel bir erişkinin vücut ağırlığının averaj 1/13'ünü kan oluşturmaktadır. 70 kilogram ağırlığındaki erişkinin vücudunda 5- 6 l. civarında kan bulunmaktadır.
Latincede kana hema, kanı inceleyen ilim dalına ise hematoloji denir.
Kanın Yapısı
Damarlar içinde devamlı hareket hâlinde diri bir sıvı olan kan, plazma ve şekilli elementlerden (kan hücreleri) oluşur.
Toplam kan hacminin % 55'ini plazma oluşturur. Kanın kan hücreleri haricinde kalan sıvı kısmına plazma denir. Plazmanın % 90- 92'si su, geri kalan kısımı ise organik ve inorganik maddeler olan plazma proteinleri, aminoasitler, karbonhidratlar, yağlar, hormonlar, üre, ürik asit, laktik asit, enzimler, antikorlar, sodyum, potasyum, iyot, demir, bikarbonat vb. elementlerden oluşur. Bu maddeler plazma ile dokuların ilgili yerlerine taşınmaktadır.
İçine antikoagülan (kanın pıhtılaşmasını önleyen madde) ilave edilmiş bir tüpe kan alınarak tüp alt üst edilirse antikoagülan madde kandaki kalsiyumu bağlayarak pıhtılaşmayı önler. Antikoagülanlı kan bir süre bekletilirse kan hücreleri tüpün tabanına çöker, üstte sarı renkli bir sıvı ayrılır. Bu sıvıya plazma ismi verilir.
Kan, tüpe alınarak bir süre bekletilirse kan hücreleri tüpün tabanına çöker üstte sarı renkli bir sıvı ayrılır. Bu sıvıya ise serum ismi verilir.
Plazma ile serum arasındaki en mühim fark; serumda kanın pıhtılaşmasında vazife alan plazma proteinlerinden fibrinojenin bulunmamasıdır. Bundan dolayı seruma fibrinojensiz plazma da denir.
Plazma proteinleri
Plazmanın, organik maddelerinin büyük bir kısmını plazma proteinleri oluşturur. Bu proteinler; albumin, globulin ve fibrinojendir. Plazma proteinleri 100 gram kanda 7- 8 gram kadardır ve pek çok albumindir. Plazma proteinleri karaciğer tarafınca sentezlenir.
Albumin: Oluşturdukları ozmotik basınçla plazmada suyu tutarlar ve plazmadaki suyun damar dışına kaçmasına engel olurlar.
Globulinler: Alfa, beta ve gama globulinler (immun globulinler) olmak suretiyle üç gruba ayrılırlar. Vücudun enfeksiyonlara karşı korunmasında ve bağışıklığı sağlamada rol alırlar.
Fibrinojen: Kanama durumunda kanın pıhtılaşmasında rol alır.
Kanın Görevleri
Kanın taşıma, tanzim etme, müdafa ve koruma görevleri vardır.
Taşıma görevleri
- Hücrelerin gereksinim duyan oksijeni, akciğerlerden dokulara, metabolizma sonucu oluşan karbondioksiti ise akciğerlere taşır.
- Gıda maddelerini, hormonları, enzimleri hücrelere götürmek ve metabolizma artıklarını hücreler arası sıvıdan ile birlikte bu tarz şeyleri vücut dışına atacak ya da zararı dokunan etkilerini ortadan kaldıracak organlara taşır.
- Metabolizma sonucu meydana gelen ısıyı, tüm vücuda dağıtarak vücut ısısını düzenler.
- Vücut sıvılarının pH dengesini ayarlar. Plazmadan karbondioksitin (asit) uzaklaştırılmasını elde eden hemoglobin, plazmanın asit baz dengesini ayarlamaya yardım eder.
- Vücuda giren virüs, bakteri şeklinde yabancı maddeler kanda bulunan lökositler tarafınca fagosite edilerek zararsız hâle getirilir.
- Vücuda giren yabancı maddelere karşı antikor yapımı (humoral bağışıklık) ve yabancı hücrelerin tanınıp vücuttan atılması (hücresel bağışıklık) kan hücreleri tarafınca gerçekleştirilir.
- Kanın görevlerinden birisi de “pıhtılaşma†mekanizmasıdır. Pıhtılaşma mekanizması yardımıyla hasara uğrayan bir damarda meydana gelebilecek olan kan kaybı en üye indirilmiş olur. Böylelikle kan kendi varlığını korumuş olur.
Kanın yaralanma, zedelenme şeklinde herhangi bir nedenle damar dışına çıkmasına hemoraji denir. Vücuttaki kanın % 20'sinden fazlası kaybedildiğinde dirimsel çekince ortaya çıkar. Eğer denetim altına alınmazsa şok ve ölüm gelişebilir. Kanamalar iki şekilde sınıflandırılır.
Kanamanın meydana geldiği yere gore kanamalar: İç kanama ve dış kanama olarak ikiye ayrılır. İç kanama, vücut boşluklarına ve dokular arasına olan kanamadır. Dış kanama ise ten bütünlüğünün bozulması sonucu vücut dışına olan kanamadır.
Kanayan damarın cinsine gore kanamalar: Atardamar, toplardamar ve kılcal damar kanaması olarak üçe ayrılır. Atardamar (arter) kanamasında, kan parlak kırmızı renklidir ve kalp atımı ile eş zamanlı olarak fışkırır. Toplardamar (ven) kanamasında, kan koyu kırmızı renklidir ve sürekli akar. Kılcaldamar (kapiller) kanamasında ise kan sürekli, yavaş ve sızıntı şeklinde akar.
Kanamanın Durdurulması (Hemostazis) ve Pıhtılaşma Mekanizması
Kanamanın durdurulmasına hemostazis denir. Bir damar zedelendiği süre sırasıyla alt taraftaki mekanizmalar gerçekleşerek hemostaz sağlanır.
DEVAMI
Kanamanın durdurulmasına hemostazis denir. Bir damar zedelendiği süre sırasıyla alt taraftaki mekanizmalar gerçekleşerek hemostaz sağlanır.
- Damar spazmı (vazospazm ya da vazokonstrüksiyon)
- Trombosit tıkacının oluşması
- Kanın pıhtılaşması
- Fibröz doku oluşması (kabuklaşma) ve pıhtının erimesi (fibrinoliz)
DEVAMI
Hücre Nedir? Hücrenin Yapısı, Özellikleri ve Görevleri
Kromozom Nedir? Kromozomların Yapısı, Özellikleri ve Görevleri
Kan Hücreleri Nedir - Kan Hücrelerinin Yapısı ve Görevleri
Kaynak:msxlabs.org
YORUMLAR