Küfür -frü isim Arapça kufr 1 . Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü: "Neydi o kaba saba konuşmalar, o çirkin küfürler!...
Küfür -frü
isim Arapça kufr
1 . Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü:
2 . din b. (***)
Tanrı'nın varlığı ve birliği gibi dinin temellerinden sayılan inançları inkâr etme.
isim Arapça kufr
1 . Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü:
"Neydi o kaba saba konuşmalar, o çirkin küfürler!"- A. İlhan.
2 . din b. (***)
Tanrı'nın varlığı ve birliği gibi dinin temellerinden sayılan inançları inkâr etme.
Atasözü, deyim ve birleşik fiiller
- küfrü basmak
- küfür savurmak
- küfür yemek
Birleşik Sözler
- küfretmek
- kandilli küfür
- sunturlu küfür
KüFüR
Kurur, etimolojik olarak 'örtü'* ya da 'örtmek'demektir. Mastarın çeşitli türevÂlerinden küffar, tohumu toprağa eken ve onu örten çiftçiye; kafir, aydınhğiy gun ışıÂğını örttüğü için geceye ve kılıcı gizlediği için kına; keffare günah ve hataları örttüÂğünden dolayı, ibadet ve tevbeye denilir. Bu tabii ve kozmik anlam, terimin semanÂtik anlamının tesbitinde önemli rol oynar. Aynı zamanda küfür, îslami terminolojiÂnin anahtar terimleri arasında yer alır. Nasıl 'iman' başat bir terimse, küfür de imanın karşıtında ve fakat negatif anlamÂda aynı şekilde başat bir terimdir.
Etimolojik anlamın semantik alana naÂsıl yansıdığını tespit etmek, küfür denen evrensel ve tarihsel olgunun anlamıma anÂlaşılmasına yardım eder. Nasıl ki, çiftçi toprağa attığı tohumu gözlem alanı içinde görünemez hale getiriyorsa, kozmik düzenin ve varoluşun gerçek nihai ve mutlak sahip, malik ve Yaratıcı'suım görünen, gözlenen alandaki varlığının tecellilerini kişinin inkar etmesi, üstüne kavramsal modellerden oluşmuş karanlık bir örtü çekmesi de küfürden başka bir şey değilÂdir. Kavramsal modeller, paradigma ve unsurların özel seçiminden oluşmuş düÂşünce ve felsefeler, tohumu Örten toprak, aydınlığı gizleyen karanlık gibi mutlak gerÂçeği örtmeye çalışır. Oysa görünmese biÂle tohum toprağın altındadır; aynı şekilÂde, kavramların ve düşüncelerin meydaÂna getirdiği örtünün altında da hakikat vardır. Şu halde küfür mutlak değil, göreÂce, geçici ve aldatma veya bir yanılmadır. Kur'an kendi semantik örgüsü içinde küfÂrü aldanma veya yanılma (gurur-garar) ile bir arada ele alırken, hakikatin evrenÂselliği, sürekliliği, sonsuzluğu ve mutlakh-ğı karşısmda küfrün geçiciliğini, yanılma ve yanıltma özelliğini de böylece konumÂlandırmış oluyor.
Bu olgu, dünyamızda insan türünün haÂyatı ve kendine özgü eylemleriyle sınırlıÂdır. Kozmik düzenin bütününde, varoluÂşun Özünde ve nesnelerin insan tarafınÂdan kendilerine yüklenen anlamaları dı-şındaki gerçekliklerinde küfür olgusu yokÂtur. Küfür insana özgü bir tanımlamadır. Bundan dolayı insanla vardır. Çünkü inÂsan bilinç ve özgürlük sahibi bir varlıktır. Bu anlamda bizden farklı bir düzlemde varoluşlarını sürdüren 'cin' taifesine bağlı "kafir" olanlardan sözedilebilir. Ancak biz imanın karşıtı olan bu anahtar terimi kendi düzlemimizde algılamak durumunÂdayız.
Varlık dünyasmda düzlemlerin farklı olÂması, eylem ve olaylarda fail olan varlıklaÂra ilişkin tezahürlerin de farklı olmasını kaçınılmaz kılar. İnsan türünün düzlemi olan bu varlık mertebesinde, yani kevn ve fesad (oluş ve bozulma) yurdu olan dünyaÂda küfür şeklinde tezahürler farklıdır.
Sözgelimi basit bir alan olarak, bize ve yararımıza sunulan nimetler karşısındaki tutumumuz, mahiyetine göre ya şükür, ya da nankörlük şeklinde tezahür eder. Eğer biz bu nimet ve yararları sunan yaratıcı ve aşkın varlığa iman etmişsek, bu imanımıÂzın doğal tezahürü şükür olacaktır. Yok eğer bu varoluşsal gerçeği inkar etmişÂsek, bu inkar, yanı tanımama olan küfrün doğal tezahürü de nankörlük olacaktır. Demek oluyor ki, şükür ile iman, nankörÂlük ile küfür arasında kaçınılmaz bir ilişki vardır. Kişi kendi kullanım ve yararına suÂnulan (teshir) varlık hazineleri üzerinde tasarruflarda bulunurken, bunların kendi özgün gücü ve bilgisi sayesinde eline geçtiÂğini düşünüp hakiki yaratıcılarını tanımaÂyıp inkar ediyorsa, bu kuşkusuz nankörÂlük, yani küfürdür.
Kişinin apaçık gerçekler (beyyineler) ve inkarı mümkün olmayan kanıtlar (ayetÂler) karşısında, yine de sonsuz sayıdaki kozmik, tabii ve enfüsi hakikatleri kendi istek ve tutkularının etkisinde (heva) kalaÂrak bir takım perdeler altında gizlemeye Çalışmasının önemli ve kaçınılmaz sonuÂcu, giderek asli yeteneklerini köreltmesi, varoluşun hikmet bilgisine ve hakikatine götürecek melekelerini çalışamaz hale geÂtirip gözlerinin üzerine perde çekmesi, kulaklarını sağırlaştırması ve kalbinin üsÂtüne kendi eliyle bir damga vurmasıdır (A'raf, 179). Oysa insanoğlunu gerçeğin bilgisine götürecek olan üç büyük araç veÂya üç büyük imkan; onun doğru gözlemde bulunan gözü (basar), doğru işiten kulağı (sem) ve düşünen ve akleden, kalbidir.
Elbette bu felsefi düzlemdeki hakiki küfÂrün insanın gündelik ve sosyal hayatında
ve eylemlerinde bir takım izdüşümleri olaÂcaktır. Bu düzlemde ele alınan ve Kelam tarihinde en çok üzerinde durulan küfür konusu, ameli (fıkhi) küfürdür.
Maturidi ve Eş'arî kelamcıları genelde, apaçık olarak bilinen dinin bir takım teÂmel ilkelerinin bir kısmının veya tamamıÂnın inkarının küfür olacağını söylemişlerÂdir. Dİnin temel İlkeleri, inanç esasları kaÂbul edilebilir; ancak kişiyi bunlara ek olaÂrak bazı ve önemli temel hükümlerin inkaÂrı da küfre sürükleyebilir. Sözgelimi naÂmaz, oruç, hacc ve zekatın farz oluşu veya aksi hükümlerden içki, faiz, domuz eti, kumar vb. yasakların inkarı.
Emevilerin artık İslam'la ilişkisi şaibeli yönetimlerini dini bir temel üzerinde meşÂrulaştırma çabası olarak doğan Mürcie ekolü ise, kişi açıkça küfrü dile getirmeÂdikçe kafir olmaz, demiştir. Kerramiye de buna yakın bir görüş savunmuştur. HaÂriciler ise, dinin bir hükmünü açıkça çiğÂneyen ve büyük günah işleyen kimseyi teÂreddütsüz kafir ilan etmişlerdir. Mutezile mensupları ise daha paradoksal bir şekilÂde davranıp büyük günah işleyeni İmanÂdan çıkarmış, ama kafir de saymamıştır. Böyle bir kişi Mutezile kelamcılarma gö-Tsel-menziletübeyne'İ-menzileteyn, yanı'i-ki konum arasmda ara bir konumda'dır.
Ehl-i Sünnet bilginleri ise büyük günah işleyeni kafir saymayıp iman sınırında tutÂmuştur. Kişi hem günahkar, hem de mü'min olabilir. Günahlarını bir takım geÂrekçelere dayandırıp veya hükümlerin cidÂdiyetini hafife alıp günahı sürekli bir davÂranış haline getirmedikçe, o sadece bir güÂnahkar ve dolayısıyla objektif hukuk karşıÂsında bir suçludur. Dünyada ona had (ceÂza) uygulanır, ahirette azab veya mağfiret ise Allah'a aittir.
İslam bilginleri dört tür küfür olduğunu
Belirtmişlerdir:
1- Küfr-i İnkârî: Allah'ın varlığını, birliğini, nübüvveti ve vahiyle geÂlen temel esasları kalbiyle inkar eden ve bunu dille de açıklayanın küfrü;
2- Küfr-i Cühud: Yukarıda sayılanları kalben kaÂbul ettiği halde, dille itiraf etmeyenin veÂya inkar edenin küfrü
3- Küfr-i İnadî; İsÂlam'ın temel akidelerini kalben doğrula-yıp zaman zaman dille de itiraf edenin ço-ğunluklainat, kıskançlık, asabiyyet, hamaÂkat, makam ve mal sevgisi dolayısıyla İsÂlam'ı bir din olarak kabul etmemenin yol açtığı küfür ve
4- Küfr-i Nifak: İslam'ın teÂmel ilke ve gerçeklerim dille onayladığı halde, içinden, kalbinden red ve inkar edenin küfrü. Kısaca Münafık'in duruÂmu.
Etimolojik anlamın semantik alana naÂsıl yansıdığını tespit etmek, küfür denen evrensel ve tarihsel olgunun anlamıma anÂlaşılmasına yardım eder. Nasıl ki, çiftçi toprağa attığı tohumu gözlem alanı içinde görünemez hale getiriyorsa, kozmik düzenin ve varoluşun gerçek nihai ve mutlak sahip, malik ve Yaratıcı'suım görünen, gözlenen alandaki varlığının tecellilerini kişinin inkar etmesi, üstüne kavramsal modellerden oluşmuş karanlık bir örtü çekmesi de küfürden başka bir şey değilÂdir. Kavramsal modeller, paradigma ve unsurların özel seçiminden oluşmuş düÂşünce ve felsefeler, tohumu Örten toprak, aydınlığı gizleyen karanlık gibi mutlak gerÂçeği örtmeye çalışır. Oysa görünmese biÂle tohum toprağın altındadır; aynı şekilÂde, kavramların ve düşüncelerin meydaÂna getirdiği örtünün altında da hakikat vardır. Şu halde küfür mutlak değil, göreÂce, geçici ve aldatma veya bir yanılmadır. Kur'an kendi semantik örgüsü içinde küfÂrü aldanma veya yanılma (gurur-garar) ile bir arada ele alırken, hakikatin evrenÂselliği, sürekliliği, sonsuzluğu ve mutlakh-ğı karşısmda küfrün geçiciliğini, yanılma ve yanıltma özelliğini de böylece konumÂlandırmış oluyor.
Bu olgu, dünyamızda insan türünün haÂyatı ve kendine özgü eylemleriyle sınırlıÂdır. Kozmik düzenin bütününde, varoluÂşun Özünde ve nesnelerin insan tarafınÂdan kendilerine yüklenen anlamaları dı-şındaki gerçekliklerinde küfür olgusu yokÂtur. Küfür insana özgü bir tanımlamadır. Bundan dolayı insanla vardır. Çünkü inÂsan bilinç ve özgürlük sahibi bir varlıktır. Bu anlamda bizden farklı bir düzlemde varoluşlarını sürdüren 'cin' taifesine bağlı "kafir" olanlardan sözedilebilir. Ancak biz imanın karşıtı olan bu anahtar terimi kendi düzlemimizde algılamak durumunÂdayız.
Varlık dünyasmda düzlemlerin farklı olÂması, eylem ve olaylarda fail olan varlıklaÂra ilişkin tezahürlerin de farklı olmasını kaçınılmaz kılar. İnsan türünün düzlemi olan bu varlık mertebesinde, yani kevn ve fesad (oluş ve bozulma) yurdu olan dünyaÂda küfür şeklinde tezahürler farklıdır.
Sözgelimi basit bir alan olarak, bize ve yararımıza sunulan nimetler karşısındaki tutumumuz, mahiyetine göre ya şükür, ya da nankörlük şeklinde tezahür eder. Eğer biz bu nimet ve yararları sunan yaratıcı ve aşkın varlığa iman etmişsek, bu imanımıÂzın doğal tezahürü şükür olacaktır. Yok eğer bu varoluşsal gerçeği inkar etmişÂsek, bu inkar, yanı tanımama olan küfrün doğal tezahürü de nankörlük olacaktır. Demek oluyor ki, şükür ile iman, nankörÂlük ile küfür arasında kaçınılmaz bir ilişki vardır. Kişi kendi kullanım ve yararına suÂnulan (teshir) varlık hazineleri üzerinde tasarruflarda bulunurken, bunların kendi özgün gücü ve bilgisi sayesinde eline geçtiÂğini düşünüp hakiki yaratıcılarını tanımaÂyıp inkar ediyorsa, bu kuşkusuz nankörÂlük, yani küfürdür.
Kişinin apaçık gerçekler (beyyineler) ve inkarı mümkün olmayan kanıtlar (ayetÂler) karşısında, yine de sonsuz sayıdaki kozmik, tabii ve enfüsi hakikatleri kendi istek ve tutkularının etkisinde (heva) kalaÂrak bir takım perdeler altında gizlemeye Çalışmasının önemli ve kaçınılmaz sonuÂcu, giderek asli yeteneklerini köreltmesi, varoluşun hikmet bilgisine ve hakikatine götürecek melekelerini çalışamaz hale geÂtirip gözlerinin üzerine perde çekmesi, kulaklarını sağırlaştırması ve kalbinin üsÂtüne kendi eliyle bir damga vurmasıdır (A'raf, 179). Oysa insanoğlunu gerçeğin bilgisine götürecek olan üç büyük araç veÂya üç büyük imkan; onun doğru gözlemde bulunan gözü (basar), doğru işiten kulağı (sem) ve düşünen ve akleden, kalbidir.
Elbette bu felsefi düzlemdeki hakiki küfÂrün insanın gündelik ve sosyal hayatında
ve eylemlerinde bir takım izdüşümleri olaÂcaktır. Bu düzlemde ele alınan ve Kelam tarihinde en çok üzerinde durulan küfür konusu, ameli (fıkhi) küfürdür.
Maturidi ve Eş'arî kelamcıları genelde, apaçık olarak bilinen dinin bir takım teÂmel ilkelerinin bir kısmının veya tamamıÂnın inkarının küfür olacağını söylemişlerÂdir. Dİnin temel İlkeleri, inanç esasları kaÂbul edilebilir; ancak kişiyi bunlara ek olaÂrak bazı ve önemli temel hükümlerin inkaÂrı da küfre sürükleyebilir. Sözgelimi naÂmaz, oruç, hacc ve zekatın farz oluşu veya aksi hükümlerden içki, faiz, domuz eti, kumar vb. yasakların inkarı.
Emevilerin artık İslam'la ilişkisi şaibeli yönetimlerini dini bir temel üzerinde meşÂrulaştırma çabası olarak doğan Mürcie ekolü ise, kişi açıkça küfrü dile getirmeÂdikçe kafir olmaz, demiştir. Kerramiye de buna yakın bir görüş savunmuştur. HaÂriciler ise, dinin bir hükmünü açıkça çiğÂneyen ve büyük günah işleyen kimseyi teÂreddütsüz kafir ilan etmişlerdir. Mutezile mensupları ise daha paradoksal bir şekilÂde davranıp büyük günah işleyeni İmanÂdan çıkarmış, ama kafir de saymamıştır. Böyle bir kişi Mutezile kelamcılarma gö-Tsel-menziletübeyne'İ-menzileteyn, yanı'i-ki konum arasmda ara bir konumda'dır.
Ehl-i Sünnet bilginleri ise büyük günah işleyeni kafir saymayıp iman sınırında tutÂmuştur. Kişi hem günahkar, hem de mü'min olabilir. Günahlarını bir takım geÂrekçelere dayandırıp veya hükümlerin cidÂdiyetini hafife alıp günahı sürekli bir davÂranış haline getirmedikçe, o sadece bir güÂnahkar ve dolayısıyla objektif hukuk karşıÂsında bir suçludur. Dünyada ona had (ceÂza) uygulanır, ahirette azab veya mağfiret ise Allah'a aittir.
İslam bilginleri dört tür küfür olduğunu
Belirtmişlerdir:
1- Küfr-i İnkârî: Allah'ın varlığını, birliğini, nübüvveti ve vahiyle geÂlen temel esasları kalbiyle inkar eden ve bunu dille de açıklayanın küfrü;
2- Küfr-i Cühud: Yukarıda sayılanları kalben kaÂbul ettiği halde, dille itiraf etmeyenin veÂya inkar edenin küfrü
3- Küfr-i İnadî; İsÂlam'ın temel akidelerini kalben doğrula-yıp zaman zaman dille de itiraf edenin ço-ğunluklainat, kıskançlık, asabiyyet, hamaÂkat, makam ve mal sevgisi dolayısıyla İsÂlam'ı bir din olarak kabul etmemenin yol açtığı küfür ve
4- Küfr-i Nifak: İslam'ın teÂmel ilke ve gerçeklerim dille onayladığı halde, içinden, kalbinden red ve inkar edenin küfrü. Kısaca Münafık'in duruÂmu.
Ali BULAÇ
"küfür ederken vücudumuza bunlar oluyor…"
KüFüR EDERKEN VüCUDUMUZA BUNLAR OLUYOR
Küfür ederken vücudumuza neler oluyor küfür ederken vücudumuza bunlar oluyor…
Değerli Âlim AbdulHay (r.a) Hazretlerinin 37. Eseri olan Tevsirü Mecmu adlı kitabında küfür etmek anında olan olayları bize şöyle naklediyor.
Kişi bir an sinirlenip hasmına ağır sözler söyleyince ve bu sözler hasmının eşi ve çocuklarına yönelik hakaretlerse, o hakaret edenin meleği ona dört yılan çıkarır cehennemin dibinden, bu yılanlar kabirde cuma hariç o küfürde bulunanı sırtından ısırıp kabir eziyeti ederler.
Küfür eden ezan anında küfür ederse ve eşi hamileyse çocuğu şaşı olarak dünyaya gelir, kendisi de sebepsiz bayılma illetine tutulur, bunun nedeni meleği o küfredenin göbek deliğinden içeri cehennem sıkıntısı sokmuştur, bu kişi nereye gitse hep içinde sıkıntı olur.
Küfür eden küfrünü hasmının arkasından söylemişse ne kadar yıkansa da yıkansın hemen ter kokar.
Hasmının bir organı ya da ameli ile dalga geçip küfreden ömür boyu nasır illetine düşer.
Hasmının eşine, kızına şehvetle küfreden hiç bereketli bir mülke sahip olamaz. Malı mülkü hemen eksilir.
Hasmının Atasına sövenin mezarına pis su dolar. Küfür edenin Mezarı üzerine ne ekersen çürür.
Hasmının inancına küfredenin okuyan çocuğu varsa eğitimi birden bozulup başarısız olur.
Hasmının arkasından kaş göz işareti yapıp küfreden yedi gün boyunca aile huzursuzluğuna düşer, sevdiği bir eşyası ziyan olur. Hasmına küfür etmek için bir an kollayanın vücudundan bir yeri eksilir, ömrünü ona buna muhtaç olarak tamamlar.
Küfür eden küfrünü güneş batarken ederse hasmı onu mutlak surette ve hiç zorlanmadan öldürür. Hasmına küfür ederken öldüren ağzına eritilmiş demir dökülerek cehennemde azap görür, kabrinden gözleri akmış olarak kalkar.
Hasmına Deniz üzerinde ve içinde küfür edene ölünceye kadar insanlar hep alay eder, iç bir yerde hürmet görmezler.Etrafındakiler sadece mülkünü kullanmak için ona dost görünürler.
Ağzında nimet varken küfreden 9 gün dönümü süresi kadar yediği ve içtiğinden hiç bir tat almaz. Mikail (a.s) 40 gün kendisinden sorumlu nasip meleğini ondan men eder.
Kuran okurken ve akabinde küfreden KABİRDE ağzı ikiye bölünerek mahşere kadar azap görür.
Hayvanlara küfredenin evinden cenaze çok çıkar. Kendiside kimsenin bulamayacağı bir yerde ölür. Cesedi ziyadesiyle azap içinde mahşerini bekler.
KüFüR EDERKEN VüCUDUMUZA BUNLAR OLUYOR
Küfür ederken vücudumuza neler oluyor küfür ederken vücudumuza bunlar oluyor…
Değerli Âlim AbdulHay (r.a) Hazretlerinin 37. Eseri olan Tevsirü Mecmu adlı kitabında küfür etmek anında olan olayları bize şöyle naklediyor.
Kişi bir an sinirlenip hasmına ağır sözler söyleyince ve bu sözler hasmının eşi ve çocuklarına yönelik hakaretlerse, o hakaret edenin meleği ona dört yılan çıkarır cehennemin dibinden, bu yılanlar kabirde cuma hariç o küfürde bulunanı sırtından ısırıp kabir eziyeti ederler.
Küfür eden ezan anında küfür ederse ve eşi hamileyse çocuğu şaşı olarak dünyaya gelir, kendisi de sebepsiz bayılma illetine tutulur, bunun nedeni meleği o küfredenin göbek deliğinden içeri cehennem sıkıntısı sokmuştur, bu kişi nereye gitse hep içinde sıkıntı olur.
Küfür eden küfrünü hasmının arkasından söylemişse ne kadar yıkansa da yıkansın hemen ter kokar.
Hasmının bir organı ya da ameli ile dalga geçip küfreden ömür boyu nasır illetine düşer.
Hasmının eşine, kızına şehvetle küfreden hiç bereketli bir mülke sahip olamaz. Malı mülkü hemen eksilir.
Hasmının Atasına sövenin mezarına pis su dolar. Küfür edenin Mezarı üzerine ne ekersen çürür.
Hasmının inancına küfredenin okuyan çocuğu varsa eğitimi birden bozulup başarısız olur.
Hasmının arkasından kaş göz işareti yapıp küfreden yedi gün boyunca aile huzursuzluğuna düşer, sevdiği bir eşyası ziyan olur. Hasmına küfür etmek için bir an kollayanın vücudundan bir yeri eksilir, ömrünü ona buna muhtaç olarak tamamlar.
Küfür eden küfrünü güneş batarken ederse hasmı onu mutlak surette ve hiç zorlanmadan öldürür. Hasmına küfür ederken öldüren ağzına eritilmiş demir dökülerek cehennemde azap görür, kabrinden gözleri akmış olarak kalkar.
Hasmına Deniz üzerinde ve içinde küfür edene ölünceye kadar insanlar hep alay eder, iç bir yerde hürmet görmezler.Etrafındakiler sadece mülkünü kullanmak için ona dost görünürler.
Ağzında nimet varken küfreden 9 gün dönümü süresi kadar yediği ve içtiğinden hiç bir tat almaz. Mikail (a.s) 40 gün kendisinden sorumlu nasip meleğini ondan men eder.
Kuran okurken ve akabinde küfreden KABİRDE ağzı ikiye bölünerek mahşere kadar azap görür.
Hayvanlara küfredenin evinden cenaze çok çıkar. Kendiside kimsenin bulamayacağı bir yerde ölür. Cesedi ziyadesiyle azap içinde mahşerini bekler.
YORUMLAR