Lakayıt -ydı ödat (lâ:kayıt) Arapça l¥®ayd 1 . İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız: "Yüzündeki gülümseyiş geçti, tekrar...
Lakayıt -ydı
ödat (lâ:kayıt) Arapça l¥®ayd
1 . İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız:
2 . zarf
İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız bir şekilde.
Atasözü, deyim ve birleşik fiiller
Lakayıt Karakter
Büyük tehlikeler, felaketler, salgın hastalıklar, ölüm...
Birçok insanı etkileyen, düşünmeye sevk eden bu şeklinde son aşama öğrenek verici vakalar bile bazı kişilerin vicdanlarında ciddi bir tesir uyandırmaz. İçlerinden bazıları için bunlar, bir tek seyredilip geçilen birer haber ya da usulen söylenen birkaç bildik sözle üstünde durulan birer mevzu niteliğini taşır. Böylesine bir duyarsızlık içinde yaşayan şahıs, çok mühim vakalar karşısında da gafletin sakinliği içinde olur; bunlardan asla etkilenmeden, üzerlerinde düşünmeden geçebilir, günlük hayatına devam edebilir. Normal olarak olaylardan etkilenmekten kastedilen panik olmak, üzülmek, duygusallaşmak ya da fevri tavırlar sergilemek değildir. Kastedilen, bazı kişilerin mühim vakalar karşısında bile lakayt tavırlarını devam ettirmeleri, bunlardan öğrenek almamaları ve kendi adlarına bir ders çıkarmamalarıdır.
Lakayt Olmayı Yaşam Felsefesi Olarak Benimseyenler
Duyarsızlığı yaşam felsefesi haline getiren insanların kendilerine ilişkin, minik bir dünyaları vardır. Bu dünyadaki herşeyleri düşünmeme, bir tek o anı yaşama üstüne kuruludur. Adeta büyülenmişcesine yaşadıkları bu yaşam şeklini derin düşünerek bozmak istemezler. Düşündüklerinde gerçekleri göreceklerini, Tanrı'tan korkacaklarını bildiklerinden, tümüyle umursuz ve duyarsız davranmayı tercih ederler. Mesela birçok kişiye dünya yaşamının geçiciliğini, Tanrı'ın varlığını ve ahiretin gerçekliğini hatırlatan bir ölüm vakası ya da bir kaza haberi, bu insanoğlu için her gün onlarca-yüzlerce kişinin başına gelen bayağı bir vakadır. Olanlar üstünde düşünmek, ölümün yakınlığını hatırlayarak Tanrı'tan sakınıp korkmak, tevbe etmek yerine beylik konuşmalar yaparak bu mevzular üstünde asla düşünmezler. Aksine tüm dikkatlerini günlük işlerine yoğunlaştırarak haberin üzerlerindeki tesirini azaltmaya çalışırlar. Oysa Tanrı Kuran'da bu biçim olayların, insanların nasihat almaları için bulunduğunu bildirir:
Dikkat edilecek olursa bu şeklinde kişilerin, konuşmalarında, genel anlamda ölümden korkmadıklarını, ölümün de doğum şeklinde naturel bir vaka bulunduğunu çoğunlukla vurguladıkları görülecektir. Bu kişiler ölümün, insanların dünyada yaptıklarının sonsuza dek karşılığını alacakları ahiret hayatlarının bir başlangıcı olduğundan asla bahsetmezler. Hep başkaları ölecek ve kendileri ölmeyip sonsuza kadar dünyada yaşayacaklarmış şeklinde bir ruh hali içindedirler. Bu kişiler boş sohbetler halletmeye devam ederek ölümün yakınlığını, Tanrı'a hesap verecekleri gerçeğini düşünmekten itinayla sakınırlar. Ölümle beraber asla kimse için yine dünyaya dönme ihtimali olmadığından, öldükten sonrasında dünyada yapılanlardan pişmanlık duyulsa bile artık bunun geri dönüş yolu olmadığından da asla bahsetmezler.
ayetleriyle bildirmektedir.
Yaşananlardan Nasihat Almasını Bilmek
Herşeye karşı lakayt bir tavır içinde olan insanoğlu, kendi başlarına gelen felaketlerde de Tanrı'a sığınmazlar. Tanrı'ın insanların üstünde düşünmeleri, sakınıp korkmaları, Kendisi'ne yönelip dönmeleri için yarattığı yanardağ patlaması, zelzele, sel, salgın hastalıklar şeklinde yıkım niteliğindeki vakalar bile söz mevzusu kişilerin bu anlayışını değiştirmez. Tanrı Kuran'da bu mevzu ile ilgili olarak büyük bir deniz kazasından kurtulan insanların eski lakayt tavırlarına geri dönmelerini öğrenek vesilesi olarak bildirir. Tanrı'ın Kuran'da bildirdiği suretiyle denizin ortasında büyük bir fırtınaya yakalanmış, çaresizliği ve aczi derinden yaşayan insanlardan, Tanrı kendilerini kurtardıktan sonrasında daha karaya çıkar çıkmaz eski lakayt tavırlarına geri dönenler vardır. Bu şeklinde kişiler dünyevi hırslarına ve tutkularına, din ahlakından uzak yaşamlarına kaldıkları yerden devam edebilmektedirler. Kimsenin hatta kendilerinin bile nefislerine desteğe güçlerinin yetmediğini çok mühim bir dersle gördükleri halde Tanrı'ın sonsuz kudretini göz ardı ederek lakayt tutumlarını sürdürebilmektedirler.
Kuran'da bu gerçeğe çok sayıda ayet ile dikkat çekilir. Bu ayetlerden birinde Tanrı,
buyurur.
Bu şekilde her ne olursa olsun umursuzluğunu sürdüren insanoğlu için derhal herşey anlam ifade etmeyen ve değersizdir. Çoğu zaman ciddi bir hastalık geçirmenin, başlarına büyük bir kaza ya da bela gelmesinin bile pek bir önemi yok gibidir. Bu şeklinde vakalar karşısında, kendilerinden güvenilir bir umursamazlık içinde olan insanların durumları hakkında Tanrı Kuran'da şöyleki buyurmaktadır:
Bir tür gaflet içinde yaşayan bu insanoğlu, felaketleri, ölümleri, kazaları ve hastalıkları yaşamın akışının bir gereği olarak değerlendirirler. Gerçekte öğrenek vesilesi olarak yaratılan vakalar bu kişilere gore, geçmiş zamanlarda iyi mi yaşanmışsa bugün de aynı şekilde yaşanmakta olan 'naturel' ya da 'kaçınılmaz' olan olaylardır. Oysa Kuran'da Tanrı bazı insanların haiz oldukları bu yanlış anlayışı haber vermekte ve onların,
ifadeleriyle ortaya koydukları sığ mantığı bildirmektedir. Ayetteki ifadeden açıkça anlaşıldığı şeklinde bu insanların ortak özelliği başlarına gelen vakaları hafife almaları, bunların üstünde düşünmek ve Tanrı'tan korkup sakınmak yerine duyarsız bir tavır takınmalarıdır. Sadece bu şeklinde lakayt tavırların hiçbiri onlara yarar sağlamayacaktır.
Tanrı yarattığı vakalarla insanların düşünerek Kendisi'ne yönelmelerini, korkup sakınmalarını ve ahiret yurdunu hatırlamalarını diler. Rabbimiz bir ayetinde bu gerçeği;
şeklinde bildirmektedir. Başka ayetlerde de Tanrı başlarına her ne gelirse gelsin ders almayan ve gaflet içinde yaşamaya devam eden insanların varlığına dikkat çekmektedir.
Lakayt İnsanlar Güzellikler Karşısında da Duyarsızdırlar
Lakayt insanoğlu yanlızca tehlikelere ya da yaşamsal ehemmiyet taşıyan vakalara karşı değil, güzelliklere karşı da tepkisiz davranırlar. Güzellikleri övmemek, takdir etmemek, beğendiğini belli etmemek, sevgi göstermemek de duyarsızlığın başka bir yönüdür. Bu, Tanrı korkusundan uzak bir görünüm veren, akıl ve vicdanla bağdaşmayan bir ahlaktır. Kendilerine bu mevzularda set çeken kişiler bir süre sonrasında Tanrı'ın yarattığı çeşit çeşit nimetleri ve güzellikleri görmemeye, sevgiden hoşlanmamaya, herşeye karşı duyarsız olmaya başlarlar. Haiz oldukları batıl felsefeleri onları büyük bir boşluğa, duyarsızlığa ve sevgisizliğe iter.
Sevgiye, merhamete, iyi, güzel ve yeni olan bir şeye karşı duyulan insani coşku duygusunu kaybederler. Birçok insanı heyecanlandıran, neşelendiren ya da harekete geçiren vakalar bu kişiler üstünde aynı etkiyi oluşturmaz. Vakalar karşısındaki aşırı tepkisiz ve sakin davranışlarıyla öteki insanoğlu içinde dikkat çekerler. Bu sakinlikleri hem ses tonlarında, hem konuşma tarzlarında hem de bakışlarında kendini gösterir. Kuran'da bu şeklinde kişiler için kullanılan
ifadesi onların ruh hallerini tanımlamaktadır.
Kalpleri katılaşan, vicdanlarını kullanmamaya alışmış olan bu kişiler bilincinde olarak ya da olmayarak kendilerine büyük bir fenalık yapmaktadırlar. Tanrı'ın, üzerlerindeki sayısız rahmetine karşılık olarak; verdiği nimetler için O'na şükretmek, O'nun rızasını kazanacak güzel işler yapmak, Kuran ahlakına uygun olarak yaşamak yerine tam tersi bir tutum sergileyerek vicdanlarını köreltmektedirler. Güzel ahlaklı, Tanrı'a boyun eğen, olaylardaki hikmetleri görerek O'nun derin rahmetine sığınan, şuurlu bir mümin karakteri yerine lakayt bir kişiliğe haiz olmayı tercih etmektedirler. Tanrı bu insanların vicdani durumlarını;
ayetiyle açıklamaktadır.
Müslümanların Tavrı
Kuran ahlakını yaşayan Müslümanlar ise son aşama duyarlı bir vicdana sahiptirler. Herşeyin bir amaçla yaratıldığına, tanık oldukları her olayın hayır ve hikmetler taşıdığına inandıkları için etraflarında olanlara kayıtsız kalamazlar. Karşılaştıkları her olayın hikmetlerini görme ve anlama mevzusunda devamlı çaba gösterirler. Mühim vakalar karşısında olgun ve itidalli tepkilerinin yanı sıra son aşama duyarlı ve insaniyetlidirler. Başlarına gelen en minik bir vakada bile bunu Tanrı'ın bir hayır ve hikmetle yarattığını düşünür, Tanrı'a sığınıp O'ndan bağışlanma dilerler. Nitekim Tanrı Kuran'da Müslümanların bu teslimiyetli davranışını örnek olarak gösterir, rahmetinin ve bağışlayıcılığının onların üstüne bulunduğunu bildirir:
ödat (lâ:kayıt) Arapça l¥®ayd
1 . İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız:
"Yüzündeki gülümseyiş geçti, tekrardan lakayıt, uzak ve donmuş hâlini takındı."- S. F. Abasıyanık.
2 . zarf
İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız bir şekilde.
Atasözü, deyim ve birleşik fiiller
- lakayıt kalmak
Lakayıt Karakter
Büyük tehlikeler, felaketler, salgın hastalıklar, ölüm...
Birçok insanı etkileyen, düşünmeye sevk eden bu şeklinde son aşama öğrenek verici vakalar bile bazı kişilerin vicdanlarında ciddi bir tesir uyandırmaz. İçlerinden bazıları için bunlar, bir tek seyredilip geçilen birer haber ya da usulen söylenen birkaç bildik sözle üstünde durulan birer mevzu niteliğini taşır. Böylesine bir duyarsızlık içinde yaşayan şahıs, çok mühim vakalar karşısında da gafletin sakinliği içinde olur; bunlardan asla etkilenmeden, üzerlerinde düşünmeden geçebilir, günlük hayatına devam edebilir. Normal olarak olaylardan etkilenmekten kastedilen panik olmak, üzülmek, duygusallaşmak ya da fevri tavırlar sergilemek değildir. Kastedilen, bazı kişilerin mühim vakalar karşısında bile lakayt tavırlarını devam ettirmeleri, bunlardan öğrenek almamaları ve kendi adlarına bir ders çıkarmamalarıdır.
Lakayt Olmayı Yaşam Felsefesi Olarak Benimseyenler
Duyarsızlığı yaşam felsefesi haline getiren insanların kendilerine ilişkin, minik bir dünyaları vardır. Bu dünyadaki herşeyleri düşünmeme, bir tek o anı yaşama üstüne kuruludur. Adeta büyülenmişcesine yaşadıkları bu yaşam şeklini derin düşünerek bozmak istemezler. Düşündüklerinde gerçekleri göreceklerini, Tanrı'tan korkacaklarını bildiklerinden, tümüyle umursuz ve duyarsız davranmayı tercih ederler. Mesela birçok kişiye dünya yaşamının geçiciliğini, Tanrı'ın varlığını ve ahiretin gerçekliğini hatırlatan bir ölüm vakası ya da bir kaza haberi, bu insanoğlu için her gün onlarca-yüzlerce kişinin başına gelen bayağı bir vakadır. Olanlar üstünde düşünmek, ölümün yakınlığını hatırlayarak Tanrı'tan sakınıp korkmak, tevbe etmek yerine beylik konuşmalar yaparak bu mevzular üstünde asla düşünmezler. Aksine tüm dikkatlerini günlük işlerine yoğunlaştırarak haberin üzerlerindeki tesirini azaltmaya çalışırlar. Oysa Tanrı Kuran'da bu biçim olayların, insanların nasihat almaları için bulunduğunu bildirir:
'Görmüyorlar mı ki, hakkaten onlar her yıl, bir ya da iki kere belaya çarptırılıyorlar da sonrasında tevbe etmiyorlar ve nasihat alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.' (Tevbe Suresi, 126)
Dikkat edilecek olursa bu şeklinde kişilerin, konuşmalarında, genel anlamda ölümden korkmadıklarını, ölümün de doğum şeklinde naturel bir vaka bulunduğunu çoğunlukla vurguladıkları görülecektir. Bu kişiler ölümün, insanların dünyada yaptıklarının sonsuza dek karşılığını alacakları ahiret hayatlarının bir başlangıcı olduğundan asla bahsetmezler. Hep başkaları ölecek ve kendileri ölmeyip sonsuza kadar dünyada yaşayacaklarmış şeklinde bir ruh hali içindedirler. Bu kişiler boş sohbetler halletmeye devam ederek ölümün yakınlığını, Tanrı'a hesap verecekleri gerçeğini düşünmekten itinayla sakınırlar. Ölümle beraber asla kimse için yine dünyaya dönme ihtimali olmadığından, öldükten sonrasında dünyada yapılanlardan pişmanlık duyulsa bile artık bunun geri dönüş yolu olmadığından da asla bahsetmezler.
Tanrı bu duyarsızlığı yaşayan insanların içinde bulundukları derin gafleti; 'İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu kesinlikle oyun mevzusu yaparak dinliyorlar.' (Enbiya Suresi, 1-2)
ayetleriyle bildirmektedir.
Yaşananlardan Nasihat Almasını Bilmek
Herşeye karşı lakayt bir tavır içinde olan insanoğlu, kendi başlarına gelen felaketlerde de Tanrı'a sığınmazlar. Tanrı'ın insanların üstünde düşünmeleri, sakınıp korkmaları, Kendisi'ne yönelip dönmeleri için yarattığı yanardağ patlaması, zelzele, sel, salgın hastalıklar şeklinde yıkım niteliğindeki vakalar bile söz mevzusu kişilerin bu anlayışını değiştirmez. Tanrı Kuran'da bu mevzu ile ilgili olarak büyük bir deniz kazasından kurtulan insanların eski lakayt tavırlarına geri dönmelerini öğrenek vesilesi olarak bildirir. Tanrı'ın Kuran'da bildirdiği suretiyle denizin ortasında büyük bir fırtınaya yakalanmış, çaresizliği ve aczi derinden yaşayan insanlardan, Tanrı kendilerini kurtardıktan sonrasında daha karaya çıkar çıkmaz eski lakayt tavırlarına geri dönenler vardır. Bu şeklinde kişiler dünyevi hırslarına ve tutkularına, din ahlakından uzak yaşamlarına kaldıkları yerden devam edebilmektedirler. Kimsenin hatta kendilerinin bile nefislerine desteğe güçlerinin yetmediğini çok mühim bir dersle gördükleri halde Tanrı'ın sonsuz kudretini göz ardı ederek lakayt tutumlarını sürdürebilmektedirler.
Kuran'da bu gerçeğe çok sayıda ayet ile dikkat çekilir. Bu ayetlerden birinde Tanrı,
'Size denizde bir sorun (çekince) dokunduğu vakit, O'nun haricinde taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (gene) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.' (İsra Suresi, 67)
buyurur.
Bu şekilde her ne olursa olsun umursuzluğunu sürdüren insanoğlu için derhal herşey anlam ifade etmeyen ve değersizdir. Çoğu zaman ciddi bir hastalık geçirmenin, başlarına büyük bir kaza ya da bela gelmesinin bile pek bir önemi yok gibidir. Bu şeklinde vakalar karşısında, kendilerinden güvenilir bir umursamazlık içinde olan insanların durumları hakkında Tanrı Kuran'da şöyleki buyurmaktadır:
'Onlara, sıkıntılı azabımız geldiği vakit yalvarmaları gerekmez miydi? Fakat onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi.' (En'am Suresi, 43)
Bir tür gaflet içinde yaşayan bu insanoğlu, felaketleri, ölümleri, kazaları ve hastalıkları yaşamın akışının bir gereği olarak değerlendirirler. Gerçekte öğrenek vesilesi olarak yaratılan vakalar bu kişilere gore, geçmiş zamanlarda iyi mi yaşanmışsa bugün de aynı şekilde yaşanmakta olan 'naturel' ya da 'kaçınılmaz' olan olaylardır. Oysa Kuran'da Tanrı bazı insanların haiz oldukları bu yanlış anlayışı haber vermekte ve onların,
'Atalarımıza da (kimi zaman) şiddetli sıkıntılar (kimi zaman de) refah ve genişlikler dokunmuştu'dediler... (A'raf Suresi, 95)
ifadeleriyle ortaya koydukları sığ mantığı bildirmektedir. Ayetteki ifadeden açıkça anlaşıldığı şeklinde bu insanların ortak özelliği başlarına gelen vakaları hafife almaları, bunların üstünde düşünmek ve Tanrı'tan korkup sakınmak yerine duyarsız bir tavır takınmalarıdır. Sadece bu şeklinde lakayt tavırların hiçbiri onlara yarar sağlamayacaktır.
Herşey Bir Alınyazısı Dahilinde Yaratılır
Kazalar, hastalıklar, ölümler kısacası herşey sadece Tanrı'ın dilemesi ile meydana gelir. Hastalığa sebep olan her türlü virüs ya da mikrobu, kazalara yol açan tüm araçları, her yeri yok eden sel felaketlerini, kasırgaları Tanrı sebep olarak yaratır. Asla kimsenin ne yaparsa yapsın bu tarz şeyleri engellemesi ya da değiştirmesi mümkün değildir. Gerçek bu iken, hastalıkta rol alanın bir virüs, kazaya sebep olanın da çömez bir sürücü bulunduğunun düşünülmesi Tanrı'ın unutulmasına ve dolayısıyla da umursuz bir tutumun ortaya çıkmasına niçin olacaktır. Tanrı yarattığı vakalarla insanların düşünerek Kendisi'ne yönelmelerini, korkup sakınmalarını ve ahiret yurdunu hatırlamalarını diler. Rabbimiz bir ayetinde bu gerçeği;
'Andolsun, Biz onlara bir ihtimal (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azaptan ilkin, yakın (dünyevi) azaptan da tattıracağız.' (Secde Suresi, 21)
şeklinde bildirmektedir. Başka ayetlerde de Tanrı başlarına her ne gelirse gelsin ders almayan ve gaflet içinde yaşamaya devam eden insanların varlığına dikkat çekmektedir.
Lakayt İnsanlar Güzellikler Karşısında da Duyarsızdırlar
Lakayt insanoğlu yanlızca tehlikelere ya da yaşamsal ehemmiyet taşıyan vakalara karşı değil, güzelliklere karşı da tepkisiz davranırlar. Güzellikleri övmemek, takdir etmemek, beğendiğini belli etmemek, sevgi göstermemek de duyarsızlığın başka bir yönüdür. Bu, Tanrı korkusundan uzak bir görünüm veren, akıl ve vicdanla bağdaşmayan bir ahlaktır. Kendilerine bu mevzularda set çeken kişiler bir süre sonrasında Tanrı'ın yarattığı çeşit çeşit nimetleri ve güzellikleri görmemeye, sevgiden hoşlanmamaya, herşeye karşı duyarsız olmaya başlarlar. Haiz oldukları batıl felsefeleri onları büyük bir boşluğa, duyarsızlığa ve sevgisizliğe iter.
Sevgiye, merhamete, iyi, güzel ve yeni olan bir şeye karşı duyulan insani coşku duygusunu kaybederler. Birçok insanı heyecanlandıran, neşelendiren ya da harekete geçiren vakalar bu kişiler üstünde aynı etkiyi oluşturmaz. Vakalar karşısındaki aşırı tepkisiz ve sakin davranışlarıyla öteki insanoğlu içinde dikkat çekerler. Bu sakinlikleri hem ses tonlarında, hem konuşma tarzlarında hem de bakışlarında kendini gösterir. Kuran'da bu şeklinde kişiler için kullanılan
'kalpleri her türlü duyarlılıktan yoksun olma' (Hac Suresi, 53)
ifadesi onların ruh hallerini tanımlamaktadır.
Kalpleri katılaşan, vicdanlarını kullanmamaya alışmış olan bu kişiler bilincinde olarak ya da olmayarak kendilerine büyük bir fenalık yapmaktadırlar. Tanrı'ın, üzerlerindeki sayısız rahmetine karşılık olarak; verdiği nimetler için O'na şükretmek, O'nun rızasını kazanacak güzel işler yapmak, Kuran ahlakına uygun olarak yaşamak yerine tam tersi bir tutum sergileyerek vicdanlarını köreltmektedirler. Güzel ahlaklı, Tanrı'a boyun eğen, olaylardaki hikmetleri görerek O'nun derin rahmetine sığınan, şuurlu bir mümin karakteri yerine lakayt bir kişiliğe haiz olmayı tercih etmektedirler. Tanrı bu insanların vicdani durumlarını;
'Bundan sonrasında kalpleriniz gene katılaştı; taş şeklinde, hatta daha katı.' (Bakara Suresi, 74)
ayetiyle açıklamaktadır.
Müslümanların Tavrı
Kuran ahlakını yaşayan Müslümanlar ise son aşama duyarlı bir vicdana sahiptirler. Herşeyin bir amaçla yaratıldığına, tanık oldukları her olayın hayır ve hikmetler taşıdığına inandıkları için etraflarında olanlara kayıtsız kalamazlar. Karşılaştıkları her olayın hikmetlerini görme ve anlama mevzusunda devamlı çaba gösterirler. Mühim vakalar karşısında olgun ve itidalli tepkilerinin yanı sıra son aşama duyarlı ve insaniyetlidirler. Başlarına gelen en minik bir vakada bile bunu Tanrı'ın bir hayır ve hikmetle yarattığını düşünür, Tanrı'a sığınıp O'ndan bağışlanma dilerler. Nitekim Tanrı Kuran'da Müslümanların bu teslimiyetli davranışını örnek olarak gösterir, rahmetinin ve bağışlayıcılığının onların üstüne bulunduğunu bildirir:
'Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: 'Biz Tanrı'a ilişkin (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz.' Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 156-157)
YORUMLAR