Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşımızın yazılışı ile ilgili bir miktar hikayelendirilerek anlatılan istiklal ve İman şairimiz Mehmet Akif E...
Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşımızın yazılışı ile ilgili bir miktar hikayelendirilerek anlatılan istiklal ve İman şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u anlatan yazı.
Bu anlarda bazan bütün bir milletin kaderi, şerefi veya haysiyeti yani bütün varlık şartları, o millete mensup bir tek kişinin, bir hareketi veya bir tek sözü ile tebellür eder.
Bu fert, o milletin içinde o millete lâyık olmanın şuurunu en derinden yaşayan kişidir ekseriya.
Bu bazan Sav Tigin’dir. Alparslan’ın Malazgirt zaferinden önce Romanos Diyogenise Türk elçisi sıfatıyla sulh teklif eder ve «Hayır, sulh yok. Harbedeceğim ve ordularımı İsfahan’da, atlarımı da Hemadan’da kışlatacağım» karşılığını alınca «Haşmetmeab, atlarınızın Hemadan’da kışlayacağından hiç şüphem yok amma, sizin nerede kışlayacağınızı pek kestiremiyorum.» cevabıyla, Türk milletinin ve sulh teklifinin şerefine düşürülmek istenen lekeyi siler.
Bu bazan nüktedan bir mihmandardır : Türk ordusuyla alay etmek için «Bu ne süslü kıyafet, ordu mu, düğün alayı mı?» istihzasına yeltenen İran elçisine «Belî sultanım, bu düğün alayıdır, Çaldıran’dan Taçlı hanımı getiren düğün alayı» diye, üzerine gölge düşürülmek istenen bir zaferi zekâsının kadifesiyle parlatır.
Bu bazan bir Fransız askeridir, ismi Kambrondur. Yenilmez Napolyon’un yenildiği Vaterlo’da muzaffer ingiliz ordusuna mensup bir zabitin : «Teslim olunuz!..» teklifine «Haydi be!» diye başlayan küfürü sıralar ve bu küfür milletinin vatanperverlik edebiyatının belki en unutulmaz parçası olur.
Bu bazan bir Süleyman Fethi Bey’dir. İzmir rıhtımında «Zito Venizelos» diye bağırıp, süngülü tehdidine karşı, iman dolu göğsünü açarak «Asla!..» diye haykırır ve şehadetiyle şeref bandırasına nazlı nazlı yükselen bir vatan sancağı olur.
Tarih bu gibi misallerin daha nicesi ile doludur. Amma bunların hiç birisi bundan elli sene önce yazılmış bir şiirin kâbına varamaz.
«Korkma» diye başlayan ve Yunan toplarının seslerinin akislerini boğan Tacettin dergâhının bir odacı-ğında yazılmış bu şiir, bizim istiklâl Marşı’mızdır. Tarihin kaydettiği hiç bir cevap, bu marş kadar büyük ve haşmetli değildir. Zira hiç bir milletin tarihi de bizim tarihimiz kadar büyük ve haşmetli değildir. Türk tarihi içinde ise, bu cevap diğer bütün cevapların da şeref borcunu eda etmek bakımından hepsinden daha haşmetlidir. Bu şiir Türk tarihinin ve istiklâlinin dünya tarihine cevabıdır.
Bir şâir düşününüz ki, şiirinin de, muhayyilesinin de, vicdanının da temeli imanı olsun ve daha birkaç sene önce Çanakkale’de yedi cihana karşı duran Mehmetçiği: «Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi» diye övmüş ve övüşten sonra memleketi tarumar, islâmı ve Türklük âlemini kül ufak ve kendisini Tacettin dergâhının dört duvarı arasında mahsur bulsun.
Bir şair düşününüz ki, «Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi» dedikten sonra kendisini hendekle çevrili değil, korkunç bir teşkilâtın hazırlamış ve dünyanın elbirliğiyle kazmış bulunduğu bir hendeğin içine milletiyle beraber yuvarlanmış olsun. Dökülen kanlar, verilen canlar, sönen hanümanlar, uçan saadetler, hayalden öteye geçme-
miş arzular heba olsun, bütün manzara karanlıkla, gam, kasavetle dolmuş olsun.
Bir şâir düşününüz ki Ferhat gibi, Kerem gibi yollara düşmüş ve koskoca bir imparatorluğun, bir zamanlar gözler kamaştıran bir devletin enkazı olduğuna bile insanı inandıramayan bir mekânda, her şeyin tükenip, bitmiş olduğu sanılan bir ânı yaşamış bulunsun.
Bir şâir düşününüz ki, düşman toplarının sesini kulaklarıyla, Ankara’nın boşaltılması hazırlıklarım gözleriyle takip etsin.
Ve bütün bu manzara içinde, başına yıkılmış bir dünyayı silkelercesine doğrulan bir babayiğit gibi «Korkma» diye ayaklansın ve bir milleti ayaklandırsın. Bu demektir ki şairimizin yüreğinin atışı, düşman toplarının sesini bastıracak kadar kuvvetli, imanının muhayyelesi manzaranın karanlığını delecek kadar ışıklıdır.
Burada fertle cemiyetin eşine ender rastlanır bir imtizacının adeta birleşmesini, bir olmasını görmekteyiz. Bunun içindir ki, bu marş millî marşların içinde en cengâver olanı, en babayiğit olanı, en asabî olanı, en kahraman olanı, en duygulu olanıdır.
Güneş ışığını yedi renge ayıran prizma gibi Akif de milletinin iç aydınlığını, san’atının prizmasında eleğimsağ-ma haline getirmekten başka bir şey yapmamıştır. Şiir kadar müennes bir iklimin bu kadar erkekleşmesi de bundandır. Bunu en iyi hisseden, san’atkâr ruhunun haysiyetiyle en derinden hisseden yine O’dur ve bu sebeple herkesin zannettiği gibi bu işi yaparken sadece para almamakla iktifa etmiş değildir.
Daha mühimi, hiç bir sanatkârın yapamıyacağı, ancak istikameti sanatından fazla olan kişilerin yapabileceği bir jesti daha yapmış ve bu şiiri diğer şiirleri arasına koymamıştır, demiştir ki : Onu ben yazmadım, onıı milletim yazdı.
Akif’in de, İstiklâl Marşı’nın da en büyük mazhariyeti budur.
Akif bu şiiri yazmak için millet olmuştur. Milletimiz bu şiiri Akif’e adeta parapsikolojik bir tarzda hulûl ederek yazdırmıştır. Dünya tarihinde bir millete bir ferdin bundan daha büyük bir çakışma ve intibak haline gelme misali mevcut değildir.
O kadar değildir ki, Akif’in bundan sonraki şiirleri bundan evvelki şiirlerinin devamıdır, bu şiirin değil. Adeta Akifin misyonu bu şiiri yazmakla bitmiştir.
Her şeyin bir gayesi vardır. Akif’in hayatının gâyesi de bu şiirdi denilebilir. O, ancak herkesin ümidi kaybettiği, herkesin dizüstü çökmeye hazırlandığı anlarda ayaklanan, vazifesi de bu olan insandı. Dolayısiyle herkesin ayaklanıp kimsenin kahramanlığı bırakmadığı demlerde de çekilip bir köşede kalmak, onun kaderi idi.
Artık kimsenin korkmadığı, kimsenin korkmayı aklına getirmediği, herkesin kahramanlık şiiri yazan büyük şâir olduğu demlerde ve mekânlarda Mehmet Akifi kim nit-sin. Milletinden, milletinin vefakâr sinesinden başka.
O da bunu herkesten fazla hissettiği içindir ki:
«Çözüver de yükümün kördüğüm olmuş bağını, Bana çok görme ilâhî bir avuç toprağını.»
YORUMLAR