MEKANİK sıf. (fr. mâcanique; lat. me- chanicus; yun. mekhanikos, mekhane, makineden). 1. Hareketle ve onun özellikleriyle, mekanikl...
MEKANİK sıf. (fr. mâcanique; lat. me- chanicus; yun. mekhanikos, mekhane, makineden).
1. Hareketle ve onun özellikleriyle, mekanikle ilgili olan şey için kullanılır.
2. Bir makinenin, bir mekanizmanın ve özellikle de bir taşıt motorunun, bir bisikletin vb. hareket etmesini sağlayan sistemin işleyişiyle ilgili şey için kullanılır: Mekanik arıza. Mekanik güçlükler nedeniyle pilot durmak zorunda kaldı.
3. Bir mekanizmayla çalıştırılan şey için kullanılır: Mekanik piyano.
4. ELEKTRİKLİ'nin karşıtı olarak, elektrik kullanmadan, basit bir mekanizmayla çalışan şey için kullanılır: Mekanik oyuncak. Mekanik biçme makinesi. Mekanik tıraş makinesi. Mekanik kıyma makinesi.
5. istençdışı ya da makine gibi kendiliğinden yapılan şey için kullanılır: Mekanik davranışlar.
*-*Bot. Mekanik tabaka, üç yüzünde odunlaşmış kalınlıklar bulunan hücre tabakası. (Kalınlaşmamış olan dış yüz kururken büzülür ve dokuların yırtılmasıyla erkekorganlarda başçıkların ya da bazı eğreltilerde sporkeselerinin açılmasını sağlar.)
*-*Ger day. Bir gerecin mekanik özelliği, bu gerecin, belli içkuvvetlerin etkisi altındaki davranışını tanımlamayı sağlayan her tür özelliği (özellikle esneklik limiti, kopma gerilmesi, esneklik modülü, kopma uzaması).
*-*Mad. oc. ve Bayınd. Mekanik dolgu, dolgu malzemesini mekanik araçlarla (taşıyıcı yükleyici, bantlı konveyör vb.) taşımaya ve yerleştirmeye dayanan dolgu yöntemi. || Mekanik kazı, bir makineyle ka- yaçları parçalama yöntemi. (Bk. ansikl. böl.)
*-*Miner. ve Krist. Mekanik ikizlenme, mekanik bir zorlama uygulayarak bir tekkristali ikizlenmiş kristale dönüştürmek işlemi. || Kristallerin mekanik bölünmesi, bir kristali dilinim yoluyla ve kafessel bir düzlem boyunca iki parçaya ayırmak işlemi.
*-*Mobc. Mekanik mobilya, dış görünüşünü değiştirmeyi sağlayan bir mekanizmayla donatılmış mobilya. (Bk. ansikl. böl.)
*-*Teknol. Mekanik çekiç, ŞAHMERDAN'ın eşanlamlısı.
♦ a.
1. Hareketi oluşturmaya ya da iletmeye yönelik organlar bileşimi.
2. Makinelerin, bunlarıg yapım ve çalışmalarının incelenmesi.
*-*Biyol. Gelişme mekaniği, alman em- briyolojist VVİlhelm Roux'nun (1850-1924) önerdiği ve "nedensel embriyoloji"yi tanımlamak için kullandığı Entwicklungs mechanik'm türkçe karşılığı.
*-*Fiz. Kuvvetleri ve hareketleri İncelemeyi amaçlayan bilim. (Bk. aniskl. böl.) || Göreli mekanik, görelilik kuramından yola çıkarak kurulmuş mekaniğe verilen ad. || Ku- vantal mekanik ya da dalga mekaniği, kuvantal kuramın öbür adları. (Kuvantal kuramı, parçacıkların hareketi yerine, klasik olmayan özgül cisimlerin, yani kuvantonların hareketlerini incelediği ölçüde, “mekanik" adı, özellikle yetersiz kalmaktadır ve giderek kaybolmaya mahkûmdur. Sözde bir dalga-tanecik ikiliğini belirtmeyi amaçlayan "dalga mekaniği" adlandırması, geçerliliğini çoktan yitirmiştir.) || Rasyonel mekanik, matematiksel görünümü altında incelenen mekanik.
*-*Gökbil. Gök mekaniği, gökbilimin, evrensel çekim etkisi altındaki gökcisimlerinin hareketini inceleyen dalı.
*-*Tekst. Armür mekaniği, etkileri ya da desenleri oldukça küçük fasone kumaşlar dokumada kullanılan, jakar mekaniğinden türetilmiş çerçeve kumanda sistemi. (Tek kalkmalı mekanikler, yani her gücü çerçevesi, her atkı atışta işleyen bir ya da iki kancaya bağlı mekanikler ve çift kalkmalı mekanikler, yani her gücü çerçevesi, çift ve tek atkı atışları için almaşık olarak hareket eden iki ya da birçok kancaya bağlı mekanikler olarak ayırt edilir.)
*-*ANSİKL. Fiz. Mekanik geleneksel olarak üç büyük bölüme ayrılır: uzayı, zamanı ve nedenlerinden bağımsız olarak hareketleri betimleyen kinematik; dengeyi ve kuvvetlerin hareketsiz cisimlere etkisini inceleyen statik; kuvvetlerin etkisiyle oluşan hareketleri incelemeyi amaçlayan dinamik. Bu bölümler, Galilei'den Newton'a dek gelişen, daha sonra XVIII. ve XIX. yy.'lar boyunca zenginleşen "klasik" mekaniğe karşılık gelir. Daha sonraları Lagrange ve Hamilton'un değişimsel biçimde yeniden ele aldıkları Nevvton yasaları, klasik mekaniğin temel ilkelerini oluşturur.
XIX. yy.'ın sonundan bu yana, başka mekanik dallar ortaya çıkmıştır: istatistiksel mekanik, göreli mekanik, kuvantal mekanik.
Mekaniğin tarihi, şüphesiz, yalnız açıklık getirdiği soruların önemi nedeniyle değil ama konularının, mantıksal kesinliği ve matematiksel yöntemi öbür bilimlerden daha önce kullanmaya olanak veren görece yalınlığı nedeniyle de, bilimler tarihinin en önemli dalını ve bu bilimlerin bir örneğini oluşturur.
* Statik. Statik, yunan Antikçağı'nda, özellikle kolları eşit olmayan kaldıracın denge kuramı konusunda büyük bir gelişmeye tanık oldu. Bu kuram, iki farklı yönde geliştirildi. Aristoteles görüşünden etkilenen birincisinde, kaldıracın denge yasasının kuruluşu, gizil hızlar ilkesi'ne dayandırıldı; buradan, bir kaldıraç denge konumundan uzaklaştırdığında, uçlarında yer alan her ağırlığın kazanmaya eğilim gösterdiği hıza, gizil hız adı veriliyordu. Buna karşılık Arkhimedes (İ.Û 287-212), statiği, ağırlık mârkezi kavramı üzerine kurdu.
Yunan bilimi, bu yöntemlerden birini ya da öbürünü kullanarak, kolları eşit olmayan kaldıraçta, dengenin, her bir ağırlığın, bu ağırlıktan geçen düşey ile kaldıracın sabit dönme noktasından geçen düşey arasındaki uzaklıkla çarpımı birbirine eşit olduğunda gerçekleştiğini gösterdi. Galilei, günümüz moment kavramından başka bir şey olmayan bu çarpıma momento adını verdi.
Statik, XIV. yy.'ın başından başlayarak kimi gelişmelere tanık oldu. Jondanus Nemorarius (7-1237), eğik bir düzlem üzerindeki bir "cismin" dengesini yeniden ele aldı ve sürekli hareketin olanaksızlığı ilkesinden yola çıkarak bu dengenin koşullarını elde etti. Galilei, gençlik çalışmalarının büyük bölümünü statiğe adadı; Arkhimedes'in bakış açısından yola çıkarak, yalnız kaldıracı değil, başka basit makineleri de (makara, makara bloku, bocurgat, vinç) inceledi.
* Hidrostatik. Hidrostatiğin Antikçağ'daki tek büyük kazancı, Arkhimedes ilkesi oldu. Hidrostatiğin öbür temelleri ancak XVI. yy. sonunda atıldı. Stevin, şu teoremleri tanıtladı:
1. bir sıvının, birleşik iki kaptaki düzeyleri aynıdır;
2. bir sıvının, bir kabın dibine uyguladığı basınç, bu dip bölüm üzerinde yer alan su sütununun ağırlığına eşittir; dolayısıyla bu basınç kabın ne hacmine ne de biçimine bağlıdır;
3. sıvının, kabın herhangi bir eğimdeki bir çeperine uyguladığı basınç, her düzeyde, yüksekliği bu çeperin düzeyi ile sıvı yüzeyi arasındaki uzaklığa eşit su sütununun tabana uyguladığı basınca eşittir.
Pascal (1623-1662), Stevin'in elde ettiği sonuçları daha doyurucu bir biçimde tanıtladı ve kaleme aldı; "suyla dolu bir kabın kuvvet çoğaltıcı bir makine" olduğunu göstererek, hidrolik presin temelini oluşturan süreci ortaya koyması hidrostatiğe kazandırdığı en büyük zenginlik oldu. Pascal mekaniğin gelişimine daha çok sıvıların dengesini, özellikle, havanın ve boşluğun etkisi sözkonusu olduğunda inceleyerek, katkıda bulundu.
Torricelli, bir yandan Aristoteles öğretisine karşı havanın ağırlığı olduğu ve öbür yandan yine aristotelesçilik görüşlerine karşıt olarak, boşluğun varlığının kabul edilmesi gerektiği düşüncesini ortaya attı. Bu durumu aydınlığa kavuşturmak amacıyla, 1643'te, cıvayla dolu koşut iki kolu olan bir tüp kullanarak bir deney tasarladı ve kapalı koldaki belli bir cıva sütununun ağırlığının, cıvanın üstünde, serbest havada yer alan hava sütununun ağırlığıyla dengelendiğini ve cıvanın kapalı kolda boş bir hacim bırakmasının, boşluğun varlığını kanıtladığını gösterdi.
Pascal, 13 aralık 1647'de, havanın ağırlığından lanan bir atmosfer basıncının varlığına daha kesin bir kanıt getirmek için, yükseltileri önemli ölçüde farklı iki noktada, cıva düzeyleri arasındaki farkı gözlemlemeye olanak veren Döme tepesi deneyini tasarladı.
* Dinamik. Aristoteles zamanında dinamik, yalnızca ayaltı bölgede yer alan cisimlerle ilgileniyordu, çünkü gökcisimlerinin sürekli çembersel ve düzgün hare keti en iyi veri olarak görülüyordu.
Ayaltı dünyasında egemen olan dinamik, temelde şu görüşlere dayanıyordu: cisimler, ağırlar ve hafifler, hareketler ise, doğal hareketler ve şiddetli hareketler olmak üzere iki büyük kategoriye ayrılmıştı. Ağır cisimlerin, düz çizgi halinde, dinginlik yerleri olan, Yer'in merkezine doğru indikleri, hafif cisimlerin ters yönde gittikleri kabul ediliyordu. Cisimlere fırlatma yoluyla kazandırılan hareketler; şiddetli hareketler olarak tanımlanıyordu. Bu vurum, hareketi frenlemekle birlikte sürdürülmesini de sağlayan havaya iletiliyordu. Genel olarak, hareket türü ister doğal, ister şiddetli olsun, bir cismin hızının, kendisine etkiyen kuvvetle orantılı ve Aristoteles boşluğun varlığını yadsıdığından yine kendine daima etkiyen hava direnciyle ters orantılı olduğu düşünülüyordu. Buna göre, düzgün bir hareketin bile, varlığını sürdürmek için bir kuvvete gereksinimi vardı.
Mekanik aristotelesçilik görüşünden ancak XIV. yy.'ın başında, özellikle impe- tüs kavramının ortaya atılmasıyla kurtulmaya başladı. XIV., XV. ve XVI. yy. “mekanikçiâ€lerine göre, hareketi, başlangıç vurumunun cisme kazandırdığı impetüs oluşturuyor ve sürmesini sağlıyordu. Cisim yukarıya doğru fırlatıldığında, impetüs, çekimin zıt yöndeki etkisi nedeniyle yavaş yavaş azalır. Ağır cisimlerin düşmesinde, şüphesiz bir başlangıç vurumu yoktur ama, cisim, çekim etkisi nedeniyle, yavaş yavaş bir impetüs kazanır. VI. yy.'da bizanslı ioannes Philoponos'un ortaya attığı ama o zamanlar önemi tam anlaşılamayan impetüs kuramını, özellikle Jean Buridan (1300'e doğru - 1358'den sonra), Albrecht von Sachsen (1316- 1390), Nikolaus von Kues (1401-1464), Benedetti (1530-1590) geliştirdi.
Dinamiğin, Ortaçağ sonunda ve XVI. yy.'da tanık olduğu bu önemli gelişme düzgün hareketin ve "düzgün biçimsiz hareket" olarak nitelenen düzgün hızlanan hareketin tanımına ve özelliklerine ilişkin ilginç bir kinematik kurguyla renk kazandı.
Galilei, cisimlerin serbest düşmesini, bir cismin eğik bir düzlemden inişini, sarkacı, balistiği, eylemsizlik ilkesini, “Galilei" göreliliğini, hareketi ve Yer'in hareketini inceleyerek, modern dinamiği kurdu.
Galilei, çağdaşları arasında bu problemleri inceleyen tek kişi değildi ama bunlara ilişkin en büyük gelişmeyi o sağladı. Galilei'nin dışında, bu poblemleri özellikle Torricelli, peder Mersenne (1588-1648), Gassendi (1592-1655), Roberval ve Descartes inceledi. Huygens, Galilei'nin de incelemiş olduğu ve mekaniğin daha sonraki gelişiminde büyük bir rol oynayacak olan merkezkaç kuvvet ve cisimlerin çarpışması gibi problemleri ele aldı. Özellikle cisimlerin çarpışması problemi, önceleri, Descartes ve VVallis (1616-1703) başta olmak üzere birçok bilim adamını meşgul etmişti ama bu konuya ilişkin kesin yasaları ilk kuranlar Huygens ve ondan bağımsız olarak Wren (1632-1723) oldu.
* Serbest düşme. Ağır cisimlerin ideal ama çoğu kez, hava direncinin göz ardı edildiği, gerçekten biraz uzak haldeki serbest düşmelerine ilişkin kesin yasayı, ilk kez Galilei kurdu. Bu amaçla, kolaylık olsun diye, kuramsal olarak, serbest düşmenin düzgün hızlanan bir harekete göre oluştuğunu ortaya attı. Ağır cismin hızının zaman ile ve katedilen mesafelerin zamanın karesi ile orantılı olduğunu gösterdi.
Galilei ayrıca, tasarımı çok yalın deneylerle ve aristotelesçi görüşlere karşıt olarak, en azından hava direnci göz ardı edildiğinde, ağır bir cismin serbest düşme sırasında kazandığı hızın ve belli bir zamanda katettiği yolun biçiminden, hacminden ve yoğunluğundan bağımsız olduğunu gösterdi. Huygens, cisimlerin düşmesine ilişkin yasadan yola çıkarak, sonsuz küçük yer değiştirmeleri göz önüne alan ve eylemsizlik ilkesine dayanan daha doyurucu bir açıklama getirdi.
Ağır bir cismin bir eğik düzlem üzerinden kaymasına ilişkin kesin yasayı da ilk olarak Galilei kurdu; bu yasayı kurarken, üçlü bir bakış açısına dayanan ideal bir durumu göz önüne aldı: ağır cismin sürtünmesi ve öz hareketi göz ardı edilebilir; eğik düzlemin çeşitli noktalarındaki yerçekimi doğrultularının birbirine koşut oldukları varsayılır.
1638'de Galilei, ilke olarak, düzlemin eğimi ne olursa olsun, cismin aynı iniş yüksekliği için, son hızın aynı olduğunu ortaya koydu. 1639'da bu ilkeyi, serbest düşme yasasından yola çıkarak tanıtladı. Cismin, eğik düzlem üzerinden iniş süresinin, belli bir iniş yüksekliği için, düzlemin uzunluğu ile orantılı olduğunu ileri süren yasayı kurdu. Galilei, bu yasaları açıklarken, yolunun alt noktasında kazandığı vurumun etkisiyle yükselen bir cisme ilişkin, kinetik enerji, iş, potansiyel enerji ve hatta mekanik enerjinin korunumu kavramlarının habercisi olan görüşleri ortaya koydu.
* Eylemsizlik ilkesi. Galilei'nin bir cismineğik bir düzlem üzerinde kayışını incelemesi, eylemsizlik ilkesi'ne ilişkin açıklamasının, eksik de olsa ilk ana kaynağını oluşturdu. Bu açıklama, aristotelesçi dinamiği çürüterek, modern mekaniğin temellerini attı. Galilei, eylemsizlik ilkesi düşüncesine, düzlemin eğimini yavaş yavaş azaltarak ulaştı. Eğim azaldıkça, yerçekiminin, düzlem doğrultusuna izdüşümü olan momente da azalır ve sınır koşulda, düzlem yatay hale getirildiğinde bu “momento†sıfır olur. Düzlem üzerindeki hız değişiminin tek nedeni bu momento olduğundan, Galilei, düzlem üzerinde, hızın değişmez kaldığı ve bakışım nedeniyle, düz bir çizgi doğrultusunda sürdüğü sonucuna vardı. Kısıtlamalarla da olsa, eylemsizlik ilkesinin bir açıklamasını verdi.
Eylemsizlik ilkesi ancak 1630'da, Descartes zamanında, tüm genelliğiyle açıklandı. Descartes, hareket etmeye başlayan her cismin, kendi kendine durmadan yani üzerine bir kuvvet etkimedikçe hareketini sürdüreceğini belirtti.
*Görelilik ilkesi. XVII. yy.'ın başına dek mutlak bir uzayın -eşdeğer bir deyimle karşılaştırma sisteminin- varlığından hiçbir zaman şüphe edilmemişti. Bu da, bir karşılaştırma sistemi hareket halinde olduğunda, bu hareketi ortaya koyacak araçların her zaman bulunabileceğinin düşünüldüğü ve doğa yasalarının ancak mutlak uzayda geçerli olduğu anlamına geliyordu. Hareket eden bir karşılaştırma sisteminde bu yasaların aynı biçimde ortaya çıkmaları olanaksızdı. Bu noktada da temelde aristotelesçiliğin esinlendirdiği genel görüşlere ilk karşı çıkan Galilei oldu. Doğrusal ve düzgün bir hızla hareket etmekte olan bir geminin direğinin tepesinden bırakılan taşla ilgili olarak tasarlanan (1643'te Torricelli tarafından gerçekleştirilmiştir) ünlü deney bilinmektedir. Galilei bu taşın, karada olduğu gibi, düşey olarak direğin dibine düşeceğini savundu. Bundan sadece gemi üzerinde yapılan deneylerin geminin hareket etmekte olduğunu kanıtlayamayacağı sonucunu çıkardı.
Bilindiği gibi Galilei bu kanıtlamayı yerin kendi etrafındaki hareketi ile ilgili tartışmalar nedeniyle geliştirmiştir Gemi kendi etrafında dönen Yer'in görüntüsü olarak göz önüne alındığından Galilei bu tartışmalardan Yer'in dönmekte olduğunu çıkaramıyor, sadece dönmediğinin ispatla- namayacağı sonucuna varıyordu.
"Galilei göreliliği" adı verilen bu ilke ile daha genel olan, bir mutlak hareketin tanımlanması ve deneysel olarak ortaya konması, diğer bir deyişle birbirlerine göre doğrusal ve düzgün bir hareket yapıyor olsalar bile karşılaştırma sistemlerinden mutlak uzaya karşılık geldiği kabul edilebilecek ayrıcalıklı bir tanesinin belirlenmesinin, mümkün olup olmadığının bilinmesi problemi birbirinden farklıdır. Einstein'ın görelilik kuramının ortaya çıkmasına kadar bu problem hiçbir zaman açıklığa kavuşmamış ve birbirine zıt doğrulamaların konusu olmuştur.
Böylece Descartes Galilei göreliliğini kabul etmekle kalmamış ve "bulunduğu düşünülen yere bağlı olarak bir cisim hareket ediyor ya da etmiyor denebilir†diyerek düşüncesini daha genel bir biçimde açıklamıştır. Buradan durmakla hareket etmek arasında fark yoktur sonucunu çıkararak aristotelesçilerin temel görüşlerinden birini yıkmıştır. Fakat Galilei göreliliğinin genelleştirilmesi ile elde edilen bu görüş Descartes'ın hareket miktarının (bir cismin kütlesi ile hızının çarpımı) korunumu temel önerisi ile çelişmekteydi.
Huygens de Galilei göreliliğini kabul etmiş ve cisimlerin çarpışması yasasının çıkarılmasında bundan dikkati çekici biçimde yararlanmıştır. Fakat göreli hareket ve mutlak hareketle ilgili daha genel soruyu ihtiyatlı olarak "evrenimizde bir şeyin gerçekten hareketsiz olup olmadığını araştırmanın gerekli olduğuna inanmıyorum†biçiminde yanıtlamıştır. Bununla beraber merkezkaç kuvvetin ilk inceleyicisi olmuş, hareketli bir referans sistemi kullanarak ve hareketin yapısı ne olursa olsun, hareketli bir eksen takımında hareketin belirlenmesini başlatarak bu problemin açıklanmasında ilerleme kaydetmiştir; söz konusu problem ancak Clairaut (1742) tarafından doğru olarak ele alınmış ve özellikle düşen bir cismin doğuya doğru sapmasını hesaplayan Coriolis (1832-1835) tarafından daha derin bir biçimde incelenmiştir.
Bu konuda Nevvton da kararsızdı. Bir yandan Galilei görelilik ilkesini temel olarak alıyordu, fakat diğer yandan da mutlak bir uzay bulunduğunu ifade ediyor ve bunun nasıl belirlenebileceğini gösterdiğini tahmin ediyordu.
* Sarkaç. Galilei aynı zamanda bir ipin ucunu asılı bir ağırlıktan oluşan basit sar- kaç'a ait yasaları ilk defa kuran kimsedir. Bir yandan, gerçekten kanıtlamaksızın, salınımlartn eşsüreliliğini ileri sürmüş, diğer yandan da, gene gerçek bir kanıtlama yapmaksızın sarkacın periyodunun uzunluğunun karekökü ile orantılı olduğunu ifade eden yasayı açıklamıştır.
Sarkaçla Huygens de ilgilenmiştir. Eşsüreliliğin yalnız küçük salınımlar için söz konusu olduğunu ve bu eşsüreliliğin yaklaşık olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda sarkacın T periyodunu L uzunluğuna bağlayan yasayı belirlemiştir: g yerçekimi ivmesi olmak üzere T=2x 'JUğ.
Diğer yandan, genliği ne olursa olsun, kusursuz eşsüreli olan sarkacın bir çevrim eğrisi üzerinde salınan sarkaç olduğunu göstermiştir. Huygens aynı zamanda dönemi bileşik bir sarkacın (bir eksen etrafında salınan katı cisim) dönemine eşit olan basit sarkacın uzunluğunu belirlemiştir; bu amaçla bileşik bir sarkacın salınım merkezi kavramını açıklığa kavuşturmuş ve çeşitli tipte katı cisimle niçin konumunu belirlemiştir. Bu problemterin çözümü Huygens'i, zaman ölçümü alanında büyük bir gelişme sağlayan, zemberekli saat çarkının icadına ve yapımına yöneltti.
* Balistik. Ortaçağ'ın sonunda ve XVI. yüzyıl'da topçuluğun bulunması ve geliştirilmesi ile balistik özellikle önem kazanmıştır. Fakat XVII. yüzyıl'ın başına kadar merminin hızının ve yörüngesinin belirlenmesi yalnız sağlam temele dayanmayan kimi tartışmalara yol açtı. Bununla beraber merminin hareketinin gözlenmesi impetus kuramının temelini oluşturmuştur. Uzun süre merminin atış yönünde doğrusal bir yörünge izlediği, hareketinin bir serbest düşme ile son bulduğu, yörüngenin bu iki bölümünün bir daire yayı ile birleştiği zannedilmiştir. 1550'de Tartaglia yörüngenin baştan sona kadar bir eğri olduğunu göstermiş, fakat bu eğrinin biçimini belirleyememiştir.
Burada da ilk defa Galilei, boşlukta, yörüngenin bir parabol olduğunu göstermiştir. Bu sonuca, hareketlerin birleştirilmesi ilkesini kullanarak varmıştır.
* Koruma yasası, darbe yasası, merkez Galilei'nin özellikle eğik düzlemle ve sarkaçla ilgili incelemelerinde, üstü kapalı bir biçimde, impeto adı altında mevcuttu. Bu kavram Huygens tarafından açıklığa kavuşturulmuştur. Fakat bu kavrama, özellikle kendisini Descartes taraftarları ile karşı karşıya getiren ünlü kinetik enerji kavgası ile, asıl dikkati çeken Leibniz (1646 -1716) olmuştur. Aralarındaki temel ayrılık descartesçıların kuvvetlerin toplam işinin sıfır olduğu bir sistemde yalnız kütle ile hızın çarpımına eşit olan ve yönlü olmayan bir büyüklük olarak ele alınan hareket miktarının korunduğunu ileri sürmelerinden lanmaktadır. Leibniz ise yönlü olmayan bu büyüklüklerin korunmadığını kanıtlama yeteneğini göstermiştir. Korunan, günümüz dilinde bir vektörler toplamı olarak göz önüne alınan, yönlü hareket miktarlarının toplamıdır. Leibniz, diğer yandan, yönlü hareket miktarları toplamının, toplam işin sıfıra eşit olduğu durumlarda, örneğin yatay bir düzlem üzerinde bulunan cisimlerin çarpışmasında, korunan diğer büyüklükle, yani kinetik enerjilerin 0-m/z) toplamı ile karıştırılmaması gerektiğini göstermiştir.
Cisimlerin bir yatay düzlem üzerinde çarpışma'sı yasalarının belirlenmesi de günümüz mekaniğinin kuruluşuna katkıda bulunmuştur. Descartes bu yasaları kurduğunu sanmıştır. Fakat elde ettiği sonuçların deneylerle çeliştiği çok geçmeden görülmüştür. Bu başarısızlık, temelde, yukarıda belirtildiği gibi yanlış olarak yönlü olmayan hareket miktarlarının korunduğunun düşünülmesinden lanmaktadır.
Cisimlerin çarpışması ile ilgili kesin yasaların kuruluşunu VVren'e ve özellikle Huygens'e borçluyuz. Huygens bu yasaları 1652-1656 yılları arasında kusursuz esnek cisimler için, Galilei göreliliğini ve yukarıda belirtilen iki korunum ilkesini göz önünde tutarak, akıldan gerçekleştirdiği bir deney ile elde etmiştir.
Antikçağ'dan beri merkezkaç kuvvet'in diğer tip kuvvetlerden (ağırlık, basınç, vb.) açık olarak farklı kendine özgü nitelikleri bulunduğu biliniyordu. Fakat merkezkaç kuvvet ancak XVII. yüzyıl'ın ortasında kendisini belirleyen iki büyüklükten, dönme çemberinin çapı ile dönmenin açısal hızından hareketle hesaplanabilmiştir. Huygens'e borçlu olduğumuz bu belirleme mekanikte, XVII. yüzyıl'da Nevvton'dan önce gerçekleştirilen, en dikkati çeken gelişmelerden birisidir. Bu değerin hesaplanması için Huygens'in kullandığı yöntem de dikkat çekicidir; bu yöntem temel olarak dönmekte olan cisme “hareketli karşılaştırma sistemi" adı verilen bir eksen takımı bağlamak ve bir iple dönme çemberinin merkezine bağlı olduğu varsayılan cismin bırakılması anında böylece bırakılan cismin çembere çizilen teğete göre yaptığı hareketin, ağırlığın yerine cismin teğete göre izdüşüm kuvveti alınmak koşuluyla, cisimlerin serbest düşme yasasına göre gerçekleşeceğinin düşünülebileceğini göstermekten ibarettir.
*Newton bireşimi. XVII. yüzyıl'da dinamikte meydana gelen ilerlemeler, uyumsuz, organik olmayan bir bütün oluşturdu ve birçok olayı, özellikle gezegenlerin hareketini açıklamasız bıraktı. Bu hareketin yasaları Kepler tarafından açıklandı; ama bu yasalar kanıtlamaları yanlış olduğu anlaşılan düşüncelere dayanıyordu. Özellikle Kepler hâlâ, aristoteles dinamiğine uygun olarak, hızın kuvvetle orantılı olduğuna inanıyordu.
ilk defa Newton Principia philosophiae naturalis isimli yapıtında, dinamiğin tutarlı ve genel bir kuramını açıkladı. Kütle kavramını (eylemsizlik kütlesi) madde miktarı olarak açıkça tanımladı. Kütleyi kesin olarak yerçekiminden (ağırlığı olan kütle) ayırt etti.
Sonra üç ilke açıkladı:
1. Galilei'ye mal ettiği fakat verdiği açıklama çok daha genel ve daha doğru olan Descartes'ın açıklamasının aynı olan eylemsizlik ilkesi;
2. özellikle çarpışan iki cismin gözleminden esinlendiği anlaşılan, fakat aralarında temas bulunmayan iki çişimin etkileşimi için genişlettiği etkinin ve tepkinin eşitliği ilkesi;
3. ne tür olursa olsun (ağırlık, basınç, çekme vb.) kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğu ilkesi. Nevvton yanlış olarak bu yasayı Galilei'ye mal etmiştir; Galilei bu yasayı ünlü üştü kapalı olarak ve sadece boşlukta düşmekte olan bir cisim üzerine yerçekiminin (sabit kuvvet) etkisini belirten özel hal için açıklamıştır.
Newton bu üç temel ilkeye, Galilei'nin bir merminin boşluktaki parabolik yörüngesi ile ilgili özel hal için kullandığı hareketlerin bileştirilmesi ilkesinden farklı, fakat ona çok yakın olan iki kuvvetin paralelkenar kuralına göre bileştirilmesi temeline dayanan, kuvvetlerin bileştirilmesi ilkesini eklemiştir Bu ilke XVII. yüzyıl'da statikte açıklanan kuvvetlerin paralelkenar yasasına göre bileştirilmesi ilkesine de benzemektedir.
Newton genel dinamiğini önce gezegenlerin hareketlerini belirlemek için uygulamıştır. Fakat bu uygulama, aristoteles anlayışına son veren evrensel çekim yasasının keşfini de içermektedir. Evrensel çekim yasası ilkesine göre Yer'in kendi yüzeyinde bulunan bir cisme uyguladığı çekim, Güneş'in ya da bir gezegenin bir diğer gezegen üzerine uyguladığı çekim ile aynı yapıdadır; bu çekimler etki ve tepki ilkesine uygun olarak, karşılıklıdır. Nevvton Kepler yasalarını kullanarak evrensel çekimin, aradaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu göstermiştir. Evrensel çekim yasası yerçekiminin, Galilei'nin zannettiği gibi, sabit olmadığı ve yükselti ile artıp azaldığı sonucunu vermiştir.
XVIII. ve XIX. yüzyıllarda mekanikte, yalnız uygulama alanında ve Nevvton mekaniğinin daha iyi formüle edilmesinde, ilerleme kaydedilmiştir. Bu ilerlemelere XVIII. ve XIX. yüzyıllarda başlıca Maupertius (1698-1589), Daniel Bernoulli (1700-1782), Clairaut (1713-1765), Euler (1707-1783), d'Alembert (1717-1783), Lagrange (1736 -1813), Laplace (1749-1827), Poisson (1781-1840), Jacobi (1804-1851), Hamilton (1805-1865) katkıda bulunmuşlardır.
Nevvton mekaniğinin ilk uygulamaları, Nevvton'un yalnız en basit yönlerini geliştirdiği, gök mekaniği ile ilgilidir. Özellikle Ay ele alınmış ve gezegenlerin Nevvton' un daha önce gösterdiği gibi yalnız birinci yaklaşıklıkla eliptik olan yörüngelerinin belirlenmesinde gelişme kaydedilmiştir. Diğer yandan Nevvton'un hemen hemen yalnız nokta mekaniği ile ilgilenmiş olmasına karşın Euler katı cisim mekaniğini geliştirmiştir.
• Akışkanlar mekaniği. Nevvton mekaniğinin en devrimci uygulamasını, hem uygulamalı hem de kuramsal akışkanlar mekaniğinde, daha açık olarak akışkanlar dinamiğinde meydana gelen gelişme oluşturur. Akışkanlar mekaniği XVIII. yüzyıl' dan itibaren dikkat çekici bir gelişme göstermiştir. Daha önce XVII. yüzyıl'da bu alanda bazı kayda değer sonuçlar alınmıştır. Torricelli (1608-1647), cisimlerin düşmesi benzerliğine dayanarak, bir sıvının içinde bulunduğu kabın alt tarafında bu- Tünan dar bir delikten çıkarken v akış hızının h yüksekliğinin kare kökü ile orantılı olduğunu kanıflâmaksızın, belirtmiştir. Fransa'da, Mariotte (1620-1684),' Suların hareketlerinin incelenmesi (1686) isimli yapıtında akışkanların dirençlerinin incelenmesinde benzerliği göz önüne almış ve direncin, hızın karesi ile orantılı olduğunu göstermiştir.
1738'de Daniel Bernoulli, hidrostatiği de kapsayan Hydrodynamica isimli yapıtını yayımladı. Daniel Bernoulli'yi yönlendiren ilke kinetik enerjinin korunması, daha açık bir deyişle "gerçek inme ile potansiyel çıkış" arasındaki eşitlik olmuştur. Bu temele dayanarak Torricelli yasasını kanıtlamış ve g yerçekimi ivmesini göstermek üzere v= V2ğh yaparak kesinleştirmiştir. D'Alembert 1744'te, sıkıştırılamayan, homojen ve ağırlığı olmayan akışkanlarla sınırlı kalan Akışkanların dengelerinin ve hareketlerinin incelenmesi adlı yapıtını yayımladı. Hidrodinamiğe daha güvenilir temeller kazandırmak isteyen d'Alembert bu yapıtında Daniel Bernoulli'yi eleştirdi. Kendisine özellikle, Akışkanların direncinin yeni bir kuramı üzerine inceleme (1752) adlı yapıtında açıkladığı kendi adını alan ünlü paradoks için borçluyuz; buna göre, deneylerden elde edilenlerin aksine olarak, kuram, bir akışkan içinde hareket eden bir cismin hiçbir dirençle karşılaşmayacağı sonucunu vermektedir.
Euler 1755'te hidrodinamik denklemlerını daha açık hale getirdi. D'Alembert buna karşın sıkıştırılabilir olsun ya da olmasın, homojen olsun ya da olmasın her tür akışkanı göz önüne alarak akışkanlar mekaniğine tüm genelliğini kazandırdı. O zamanlar tamamen yeni olan sürekli ortamların kinematiği problemini açıklığa kavuşturmuş ve akışkanlar mekaniği problemlerini matematiksel çözümleme problemlerine indirgemiştir. 30 yıl kadar sonra Lagrange hidrodinamik denklemlerinin daha dikkati çeken ifadelerini vermiştir.
Mekaniğin tarihinde XVIII. yüzyıl'da, Nevvton mekaniğinin uygulamaları yanında, Nevvton mekaniğine daha genel, daha yalın ve daha derin bir matematik for- mülasyon verilmesi için büyük bir çaba sarfedıldiğine tanık olundu.
Bu ilerlemeyi başlıca, Dinamik (1743) adlı kitabı ile d'Alembert'e ve özellikle Analitik mekanik (1788) adlı kitabı ile Eu- ler tarafından tasarlanan ve kısmen işlenen, mekaniğin tüm dallarını (statik, hidrostatik, maddesel elemanların ve katiların dinamiği, hidrodinamik) bir araya toplama projesini gerçekleştiren, Lagrange'a borçluyuz. Lagrange dinamik denklemlerini daha genel bir biçime sokmayı başarmıştır; bu denklemler klasikleşmiştir. XIX yüzyıl'da mekanikteki gelişme, başlıca, göreli hareketle ilgili konularda, özellikle Coriolis ile esneklik, kılcallık, sürekli ortamlarda hareketlerin yayılması kuramları ve mekaniğin genel denklemlerinin açıklanması alanlarında, başlıca Poisson, Hamilton ve Jacobi ile önemli ölçüde ilerlemeler kaydetti.
Mekanik ilkelerinin, özellikle Hertz'in (1857-1894) ve Mach'ın (1838-1916) çalışmaları ile derinleştirilmesi ve Boltzmann' ın ve Gibbs'in termodinamiğe sıkı bir biçimde bağlı olan istatistik mekaniği ilkeleri mekanikte XIX. yüzyıl'ın ikinci yarısında meydana gelen iki temel gelişmeyi oluşturur.
*-*Mad. oc. ve Bayınd. Mekanik kazı. Madenci kazması bütün mekanik kazı araçlarının atasıdır. Mekanik kazı araçları genellikle kesicilerle donatılmış, kafası hareketli makinelerden oluşur; bu makinelerin kesicileri ardışık olarak kayaçla temas ederek onu parçalar. Yaygın olarak iki tip kesici kullanılır: matkap ve molet.
Matkap saniyede birkaç metre hızla kayaç üzerinde hareket ederek dilim kazısı yapar. Çok sert, heterojen ya da aşındırıcı kayaçlarda matkaplar darbe ve aşınma etkisiyle zamanla kullanılamaz hale gelir. Kullanılan başlıca matkap tipleri şunlardır: delici uçlu matkap dikdörtgen kesitlidir ve gevrek kayaçlarda kullanılır; tungsten karbüründen yapılmış delici uç, aşındırıcı kayaçlar karşısında hemen aşınan takımın gövdesini korur; çubuk dişli matkaplar dikdörtgen kesitlidir ve dayanıklı kayaçların kazısında kullanılır; konili matkap çem- bersel kesitlidir; bu matkapta kuvvetler takımın sert ancak kırılgan kayaçlara uyarlanmış ucunda yoğunlaşır. Buna karşılık çok çabuk ısındığından dayanıklı kayaçlarda kullanılamaz. Konili matkaplar eksenleri çevresinde dönerek çalıştıklarından aşınma kuramsal olarak koninin her yerinde aynıdır.
Molet kuvvetli bir basınçla bastırıldığı kayacın üzerinde serbest olarak kayan bir disktir: bu durumda kayaç kazılan bölümün her iki yanından çatlar. Molet belirli yörüngelere göre kayaç üzerinden birkaç kez geçirilerek kazı ilerletilir. Yaygın olarak kullanılan moletler şunlardır: diskti molet en yaygın olanıdır; bir rulmana tutturulmuş bir ya da birçok karbür halkadan oluşur. Çapı (150 ile 300 mm arasında) ve kesme açısıyla (60 ile 105° arasında) belirtilir; eksenel diş düzenli molet bir rulman üzerine yerleştirilmiş kesik konisel bir dişli takımı biçimindedir. Kopan parçalar kayaca giren her dişe karşılık geldiğinden kazı süreci daha kesiklidir Eksenel diş düzenli molet temelde derin petrol sondajlarında kullanılır. Bazen, eğrilik yarıçapı diskli molet kullanımına olanak vermeyecek denli küçük dağdelenlerde dönme ekseninin hemen yanında bulunur; tamburlu molet üzerine tungsten karbüründen küçük bilyeler mıhlanmış bir silindirden (ya da koni gövdesinden) oluşur; temelde öbür molet tiplerinin kullanılamadığı bir öğütme aygıtı sözkonusudur. Bu tip moletler yalnızca dağdelenlerde bulunur.
Matkaplı makineler, galeri sürmek, fere açmak (kazı yükleme makinesi) ve şantiyede cevher kazısı yapmak için maden ocaklarında yaygın olarak kullanılır. Özellikle bayındırlık işlerinde kullanılan moletli makinelerden (dağdelenler) maden ocaklarında da yararlanılır: fere açmada kullanılan taşınır sondaj aygıtları, büyük altyapı galerileri açmada kullanılan dağdelenler.
*-*Mobc. Mekanik mobilya. Birçok mekanik iskemle, koltuk türü vardır: demir bir kremayer yardımıyla, bunların arkalığında az ya da çok eğim sağlanabilir (XVI. yy.'dan başlayarak bu tür çok kullanıldı); kimi zaman, oturulacak kısım yuvarlaktır ve kendi ekseni çevresinde dönebilir ya da katlandığında sıradan bir koltuk görünümünde olan mobilya, açılınca kitaplık merdivenine dönüşür; vb. XVIII. yy.'da gizli bir şifreyle donatılmış birçok mekanik mobilya türü yaratıldı. Özenle gizlenen bir mekanizmayla istenildiğinde raflar uzatma tahtaları, çeşitli bölmeler ortaya çıkarılıyor, böylece aynı masa, tuvalet, yazı ya da okuma masası olarak kullanılabiliyordu; bu türün en tanınmış örneği Tronchin masasıdır.
1. Hareketle ve onun özellikleriyle, mekanikle ilgili olan şey için kullanılır.
2. Bir makinenin, bir mekanizmanın ve özellikle de bir taşıt motorunun, bir bisikletin vb. hareket etmesini sağlayan sistemin işleyişiyle ilgili şey için kullanılır: Mekanik arıza. Mekanik güçlükler nedeniyle pilot durmak zorunda kaldı.
3. Bir mekanizmayla çalıştırılan şey için kullanılır: Mekanik piyano.
4. ELEKTRİKLİ'nin karşıtı olarak, elektrik kullanmadan, basit bir mekanizmayla çalışan şey için kullanılır: Mekanik oyuncak. Mekanik biçme makinesi. Mekanik tıraş makinesi. Mekanik kıyma makinesi.
5. istençdışı ya da makine gibi kendiliğinden yapılan şey için kullanılır: Mekanik davranışlar.
*-*Bot. Mekanik tabaka, üç yüzünde odunlaşmış kalınlıklar bulunan hücre tabakası. (Kalınlaşmamış olan dış yüz kururken büzülür ve dokuların yırtılmasıyla erkekorganlarda başçıkların ya da bazı eğreltilerde sporkeselerinin açılmasını sağlar.)
*-*Ger day. Bir gerecin mekanik özelliği, bu gerecin, belli içkuvvetlerin etkisi altındaki davranışını tanımlamayı sağlayan her tür özelliği (özellikle esneklik limiti, kopma gerilmesi, esneklik modülü, kopma uzaması).
*-*Mad. oc. ve Bayınd. Mekanik dolgu, dolgu malzemesini mekanik araçlarla (taşıyıcı yükleyici, bantlı konveyör vb.) taşımaya ve yerleştirmeye dayanan dolgu yöntemi. || Mekanik kazı, bir makineyle ka- yaçları parçalama yöntemi. (Bk. ansikl. böl.)
*-*Miner. ve Krist. Mekanik ikizlenme, mekanik bir zorlama uygulayarak bir tekkristali ikizlenmiş kristale dönüştürmek işlemi. || Kristallerin mekanik bölünmesi, bir kristali dilinim yoluyla ve kafessel bir düzlem boyunca iki parçaya ayırmak işlemi.
*-*Mobc. Mekanik mobilya, dış görünüşünü değiştirmeyi sağlayan bir mekanizmayla donatılmış mobilya. (Bk. ansikl. böl.)
*-*Teknol. Mekanik çekiç, ŞAHMERDAN'ın eşanlamlısı.
♦ a.
1. Hareketi oluşturmaya ya da iletmeye yönelik organlar bileşimi.
2. Makinelerin, bunlarıg yapım ve çalışmalarının incelenmesi.
*-*Biyol. Gelişme mekaniği, alman em- briyolojist VVİlhelm Roux'nun (1850-1924) önerdiği ve "nedensel embriyoloji"yi tanımlamak için kullandığı Entwicklungs mechanik'm türkçe karşılığı.
*-*Fiz. Kuvvetleri ve hareketleri İncelemeyi amaçlayan bilim. (Bk. aniskl. böl.) || Göreli mekanik, görelilik kuramından yola çıkarak kurulmuş mekaniğe verilen ad. || Ku- vantal mekanik ya da dalga mekaniği, kuvantal kuramın öbür adları. (Kuvantal kuramı, parçacıkların hareketi yerine, klasik olmayan özgül cisimlerin, yani kuvantonların hareketlerini incelediği ölçüde, “mekanik" adı, özellikle yetersiz kalmaktadır ve giderek kaybolmaya mahkûmdur. Sözde bir dalga-tanecik ikiliğini belirtmeyi amaçlayan "dalga mekaniği" adlandırması, geçerliliğini çoktan yitirmiştir.) || Rasyonel mekanik, matematiksel görünümü altında incelenen mekanik.
*-*Gökbil. Gök mekaniği, gökbilimin, evrensel çekim etkisi altındaki gökcisimlerinin hareketini inceleyen dalı.
*-*Tekst. Armür mekaniği, etkileri ya da desenleri oldukça küçük fasone kumaşlar dokumada kullanılan, jakar mekaniğinden türetilmiş çerçeve kumanda sistemi. (Tek kalkmalı mekanikler, yani her gücü çerçevesi, her atkı atışta işleyen bir ya da iki kancaya bağlı mekanikler ve çift kalkmalı mekanikler, yani her gücü çerçevesi, çift ve tek atkı atışları için almaşık olarak hareket eden iki ya da birçok kancaya bağlı mekanikler olarak ayırt edilir.)
*-*ANSİKL. Fiz. Mekanik geleneksel olarak üç büyük bölüme ayrılır: uzayı, zamanı ve nedenlerinden bağımsız olarak hareketleri betimleyen kinematik; dengeyi ve kuvvetlerin hareketsiz cisimlere etkisini inceleyen statik; kuvvetlerin etkisiyle oluşan hareketleri incelemeyi amaçlayan dinamik. Bu bölümler, Galilei'den Newton'a dek gelişen, daha sonra XVIII. ve XIX. yy.'lar boyunca zenginleşen "klasik" mekaniğe karşılık gelir. Daha sonraları Lagrange ve Hamilton'un değişimsel biçimde yeniden ele aldıkları Nevvton yasaları, klasik mekaniğin temel ilkelerini oluşturur.
XIX. yy.'ın sonundan bu yana, başka mekanik dallar ortaya çıkmıştır: istatistiksel mekanik, göreli mekanik, kuvantal mekanik.
Mekaniğin tarihi, şüphesiz, yalnız açıklık getirdiği soruların önemi nedeniyle değil ama konularının, mantıksal kesinliği ve matematiksel yöntemi öbür bilimlerden daha önce kullanmaya olanak veren görece yalınlığı nedeniyle de, bilimler tarihinin en önemli dalını ve bu bilimlerin bir örneğini oluşturur.
* Statik. Statik, yunan Antikçağı'nda, özellikle kolları eşit olmayan kaldıracın denge kuramı konusunda büyük bir gelişmeye tanık oldu. Bu kuram, iki farklı yönde geliştirildi. Aristoteles görüşünden etkilenen birincisinde, kaldıracın denge yasasının kuruluşu, gizil hızlar ilkesi'ne dayandırıldı; buradan, bir kaldıraç denge konumundan uzaklaştırdığında, uçlarında yer alan her ağırlığın kazanmaya eğilim gösterdiği hıza, gizil hız adı veriliyordu. Buna karşılık Arkhimedes (İ.Û 287-212), statiği, ağırlık mârkezi kavramı üzerine kurdu.
Yunan bilimi, bu yöntemlerden birini ya da öbürünü kullanarak, kolları eşit olmayan kaldıraçta, dengenin, her bir ağırlığın, bu ağırlıktan geçen düşey ile kaldıracın sabit dönme noktasından geçen düşey arasındaki uzaklıkla çarpımı birbirine eşit olduğunda gerçekleştiğini gösterdi. Galilei, günümüz moment kavramından başka bir şey olmayan bu çarpıma momento adını verdi.
Statik, XIV. yy.'ın başından başlayarak kimi gelişmelere tanık oldu. Jondanus Nemorarius (7-1237), eğik bir düzlem üzerindeki bir "cismin" dengesini yeniden ele aldı ve sürekli hareketin olanaksızlığı ilkesinden yola çıkarak bu dengenin koşullarını elde etti. Galilei, gençlik çalışmalarının büyük bölümünü statiğe adadı; Arkhimedes'in bakış açısından yola çıkarak, yalnız kaldıracı değil, başka basit makineleri de (makara, makara bloku, bocurgat, vinç) inceledi.
* Hidrostatik. Hidrostatiğin Antikçağ'daki tek büyük kazancı, Arkhimedes ilkesi oldu. Hidrostatiğin öbür temelleri ancak XVI. yy. sonunda atıldı. Stevin, şu teoremleri tanıtladı:
1. bir sıvının, birleşik iki kaptaki düzeyleri aynıdır;
2. bir sıvının, bir kabın dibine uyguladığı basınç, bu dip bölüm üzerinde yer alan su sütununun ağırlığına eşittir; dolayısıyla bu basınç kabın ne hacmine ne de biçimine bağlıdır;
3. sıvının, kabın herhangi bir eğimdeki bir çeperine uyguladığı basınç, her düzeyde, yüksekliği bu çeperin düzeyi ile sıvı yüzeyi arasındaki uzaklığa eşit su sütununun tabana uyguladığı basınca eşittir.
Pascal (1623-1662), Stevin'in elde ettiği sonuçları daha doyurucu bir biçimde tanıtladı ve kaleme aldı; "suyla dolu bir kabın kuvvet çoğaltıcı bir makine" olduğunu göstererek, hidrolik presin temelini oluşturan süreci ortaya koyması hidrostatiğe kazandırdığı en büyük zenginlik oldu. Pascal mekaniğin gelişimine daha çok sıvıların dengesini, özellikle, havanın ve boşluğun etkisi sözkonusu olduğunda inceleyerek, katkıda bulundu.
Torricelli, bir yandan Aristoteles öğretisine karşı havanın ağırlığı olduğu ve öbür yandan yine aristotelesçilik görüşlerine karşıt olarak, boşluğun varlığının kabul edilmesi gerektiği düşüncesini ortaya attı. Bu durumu aydınlığa kavuşturmak amacıyla, 1643'te, cıvayla dolu koşut iki kolu olan bir tüp kullanarak bir deney tasarladı ve kapalı koldaki belli bir cıva sütununun ağırlığının, cıvanın üstünde, serbest havada yer alan hava sütununun ağırlığıyla dengelendiğini ve cıvanın kapalı kolda boş bir hacim bırakmasının, boşluğun varlığını kanıtladığını gösterdi.
Pascal, 13 aralık 1647'de, havanın ağırlığından lanan bir atmosfer basıncının varlığına daha kesin bir kanıt getirmek için, yükseltileri önemli ölçüde farklı iki noktada, cıva düzeyleri arasındaki farkı gözlemlemeye olanak veren Döme tepesi deneyini tasarladı.
* Dinamik. Aristoteles zamanında dinamik, yalnızca ayaltı bölgede yer alan cisimlerle ilgileniyordu, çünkü gökcisimlerinin sürekli çembersel ve düzgün hare keti en iyi veri olarak görülüyordu.
Ayaltı dünyasında egemen olan dinamik, temelde şu görüşlere dayanıyordu: cisimler, ağırlar ve hafifler, hareketler ise, doğal hareketler ve şiddetli hareketler olmak üzere iki büyük kategoriye ayrılmıştı. Ağır cisimlerin, düz çizgi halinde, dinginlik yerleri olan, Yer'in merkezine doğru indikleri, hafif cisimlerin ters yönde gittikleri kabul ediliyordu. Cisimlere fırlatma yoluyla kazandırılan hareketler; şiddetli hareketler olarak tanımlanıyordu. Bu vurum, hareketi frenlemekle birlikte sürdürülmesini de sağlayan havaya iletiliyordu. Genel olarak, hareket türü ister doğal, ister şiddetli olsun, bir cismin hızının, kendisine etkiyen kuvvetle orantılı ve Aristoteles boşluğun varlığını yadsıdığından yine kendine daima etkiyen hava direnciyle ters orantılı olduğu düşünülüyordu. Buna göre, düzgün bir hareketin bile, varlığını sürdürmek için bir kuvvete gereksinimi vardı.
Mekanik aristotelesçilik görüşünden ancak XIV. yy.'ın başında, özellikle impe- tüs kavramının ortaya atılmasıyla kurtulmaya başladı. XIV., XV. ve XVI. yy. “mekanikçiâ€lerine göre, hareketi, başlangıç vurumunun cisme kazandırdığı impetüs oluşturuyor ve sürmesini sağlıyordu. Cisim yukarıya doğru fırlatıldığında, impetüs, çekimin zıt yöndeki etkisi nedeniyle yavaş yavaş azalır. Ağır cisimlerin düşmesinde, şüphesiz bir başlangıç vurumu yoktur ama, cisim, çekim etkisi nedeniyle, yavaş yavaş bir impetüs kazanır. VI. yy.'da bizanslı ioannes Philoponos'un ortaya attığı ama o zamanlar önemi tam anlaşılamayan impetüs kuramını, özellikle Jean Buridan (1300'e doğru - 1358'den sonra), Albrecht von Sachsen (1316- 1390), Nikolaus von Kues (1401-1464), Benedetti (1530-1590) geliştirdi.
Dinamiğin, Ortaçağ sonunda ve XVI. yy.'da tanık olduğu bu önemli gelişme düzgün hareketin ve "düzgün biçimsiz hareket" olarak nitelenen düzgün hızlanan hareketin tanımına ve özelliklerine ilişkin ilginç bir kinematik kurguyla renk kazandı.
Galilei, cisimlerin serbest düşmesini, bir cismin eğik bir düzlemden inişini, sarkacı, balistiği, eylemsizlik ilkesini, “Galilei" göreliliğini, hareketi ve Yer'in hareketini inceleyerek, modern dinamiği kurdu.
Galilei, çağdaşları arasında bu problemleri inceleyen tek kişi değildi ama bunlara ilişkin en büyük gelişmeyi o sağladı. Galilei'nin dışında, bu poblemleri özellikle Torricelli, peder Mersenne (1588-1648), Gassendi (1592-1655), Roberval ve Descartes inceledi. Huygens, Galilei'nin de incelemiş olduğu ve mekaniğin daha sonraki gelişiminde büyük bir rol oynayacak olan merkezkaç kuvvet ve cisimlerin çarpışması gibi problemleri ele aldı. Özellikle cisimlerin çarpışması problemi, önceleri, Descartes ve VVallis (1616-1703) başta olmak üzere birçok bilim adamını meşgul etmişti ama bu konuya ilişkin kesin yasaları ilk kuranlar Huygens ve ondan bağımsız olarak Wren (1632-1723) oldu.
* Serbest düşme. Ağır cisimlerin ideal ama çoğu kez, hava direncinin göz ardı edildiği, gerçekten biraz uzak haldeki serbest düşmelerine ilişkin kesin yasayı, ilk kez Galilei kurdu. Bu amaçla, kolaylık olsun diye, kuramsal olarak, serbest düşmenin düzgün hızlanan bir harekete göre oluştuğunu ortaya attı. Ağır cismin hızının zaman ile ve katedilen mesafelerin zamanın karesi ile orantılı olduğunu gösterdi.
Galilei ayrıca, tasarımı çok yalın deneylerle ve aristotelesçi görüşlere karşıt olarak, en azından hava direnci göz ardı edildiğinde, ağır bir cismin serbest düşme sırasında kazandığı hızın ve belli bir zamanda katettiği yolun biçiminden, hacminden ve yoğunluğundan bağımsız olduğunu gösterdi. Huygens, cisimlerin düşmesine ilişkin yasadan yola çıkarak, sonsuz küçük yer değiştirmeleri göz önüne alan ve eylemsizlik ilkesine dayanan daha doyurucu bir açıklama getirdi.
Ağır bir cismin bir eğik düzlem üzerinden kaymasına ilişkin kesin yasayı da ilk olarak Galilei kurdu; bu yasayı kurarken, üçlü bir bakış açısına dayanan ideal bir durumu göz önüne aldı: ağır cismin sürtünmesi ve öz hareketi göz ardı edilebilir; eğik düzlemin çeşitli noktalarındaki yerçekimi doğrultularının birbirine koşut oldukları varsayılır.
1638'de Galilei, ilke olarak, düzlemin eğimi ne olursa olsun, cismin aynı iniş yüksekliği için, son hızın aynı olduğunu ortaya koydu. 1639'da bu ilkeyi, serbest düşme yasasından yola çıkarak tanıtladı. Cismin, eğik düzlem üzerinden iniş süresinin, belli bir iniş yüksekliği için, düzlemin uzunluğu ile orantılı olduğunu ileri süren yasayı kurdu. Galilei, bu yasaları açıklarken, yolunun alt noktasında kazandığı vurumun etkisiyle yükselen bir cisme ilişkin, kinetik enerji, iş, potansiyel enerji ve hatta mekanik enerjinin korunumu kavramlarının habercisi olan görüşleri ortaya koydu.
* Eylemsizlik ilkesi. Galilei'nin bir cismineğik bir düzlem üzerinde kayışını incelemesi, eylemsizlik ilkesi'ne ilişkin açıklamasının, eksik de olsa ilk ana kaynağını oluşturdu. Bu açıklama, aristotelesçi dinamiği çürüterek, modern mekaniğin temellerini attı. Galilei, eylemsizlik ilkesi düşüncesine, düzlemin eğimini yavaş yavaş azaltarak ulaştı. Eğim azaldıkça, yerçekiminin, düzlem doğrultusuna izdüşümü olan momente da azalır ve sınır koşulda, düzlem yatay hale getirildiğinde bu “momento†sıfır olur. Düzlem üzerindeki hız değişiminin tek nedeni bu momento olduğundan, Galilei, düzlem üzerinde, hızın değişmez kaldığı ve bakışım nedeniyle, düz bir çizgi doğrultusunda sürdüğü sonucuna vardı. Kısıtlamalarla da olsa, eylemsizlik ilkesinin bir açıklamasını verdi.
Eylemsizlik ilkesi ancak 1630'da, Descartes zamanında, tüm genelliğiyle açıklandı. Descartes, hareket etmeye başlayan her cismin, kendi kendine durmadan yani üzerine bir kuvvet etkimedikçe hareketini sürdüreceğini belirtti.
*Görelilik ilkesi. XVII. yy.'ın başına dek mutlak bir uzayın -eşdeğer bir deyimle karşılaştırma sisteminin- varlığından hiçbir zaman şüphe edilmemişti. Bu da, bir karşılaştırma sistemi hareket halinde olduğunda, bu hareketi ortaya koyacak araçların her zaman bulunabileceğinin düşünüldüğü ve doğa yasalarının ancak mutlak uzayda geçerli olduğu anlamına geliyordu. Hareket eden bir karşılaştırma sisteminde bu yasaların aynı biçimde ortaya çıkmaları olanaksızdı. Bu noktada da temelde aristotelesçiliğin esinlendirdiği genel görüşlere ilk karşı çıkan Galilei oldu. Doğrusal ve düzgün bir hızla hareket etmekte olan bir geminin direğinin tepesinden bırakılan taşla ilgili olarak tasarlanan (1643'te Torricelli tarafından gerçekleştirilmiştir) ünlü deney bilinmektedir. Galilei bu taşın, karada olduğu gibi, düşey olarak direğin dibine düşeceğini savundu. Bundan sadece gemi üzerinde yapılan deneylerin geminin hareket etmekte olduğunu kanıtlayamayacağı sonucunu çıkardı.
Bilindiği gibi Galilei bu kanıtlamayı yerin kendi etrafındaki hareketi ile ilgili tartışmalar nedeniyle geliştirmiştir Gemi kendi etrafında dönen Yer'in görüntüsü olarak göz önüne alındığından Galilei bu tartışmalardan Yer'in dönmekte olduğunu çıkaramıyor, sadece dönmediğinin ispatla- namayacağı sonucuna varıyordu.
"Galilei göreliliği" adı verilen bu ilke ile daha genel olan, bir mutlak hareketin tanımlanması ve deneysel olarak ortaya konması, diğer bir deyişle birbirlerine göre doğrusal ve düzgün bir hareket yapıyor olsalar bile karşılaştırma sistemlerinden mutlak uzaya karşılık geldiği kabul edilebilecek ayrıcalıklı bir tanesinin belirlenmesinin, mümkün olup olmadığının bilinmesi problemi birbirinden farklıdır. Einstein'ın görelilik kuramının ortaya çıkmasına kadar bu problem hiçbir zaman açıklığa kavuşmamış ve birbirine zıt doğrulamaların konusu olmuştur.
Böylece Descartes Galilei göreliliğini kabul etmekle kalmamış ve "bulunduğu düşünülen yere bağlı olarak bir cisim hareket ediyor ya da etmiyor denebilir†diyerek düşüncesini daha genel bir biçimde açıklamıştır. Buradan durmakla hareket etmek arasında fark yoktur sonucunu çıkararak aristotelesçilerin temel görüşlerinden birini yıkmıştır. Fakat Galilei göreliliğinin genelleştirilmesi ile elde edilen bu görüş Descartes'ın hareket miktarının (bir cismin kütlesi ile hızının çarpımı) korunumu temel önerisi ile çelişmekteydi.
Huygens de Galilei göreliliğini kabul etmiş ve cisimlerin çarpışması yasasının çıkarılmasında bundan dikkati çekici biçimde yararlanmıştır. Fakat göreli hareket ve mutlak hareketle ilgili daha genel soruyu ihtiyatlı olarak "evrenimizde bir şeyin gerçekten hareketsiz olup olmadığını araştırmanın gerekli olduğuna inanmıyorum†biçiminde yanıtlamıştır. Bununla beraber merkezkaç kuvvetin ilk inceleyicisi olmuş, hareketli bir referans sistemi kullanarak ve hareketin yapısı ne olursa olsun, hareketli bir eksen takımında hareketin belirlenmesini başlatarak bu problemin açıklanmasında ilerleme kaydetmiştir; söz konusu problem ancak Clairaut (1742) tarafından doğru olarak ele alınmış ve özellikle düşen bir cismin doğuya doğru sapmasını hesaplayan Coriolis (1832-1835) tarafından daha derin bir biçimde incelenmiştir.
Bu konuda Nevvton da kararsızdı. Bir yandan Galilei görelilik ilkesini temel olarak alıyordu, fakat diğer yandan da mutlak bir uzay bulunduğunu ifade ediyor ve bunun nasıl belirlenebileceğini gösterdiğini tahmin ediyordu.
* Sarkaç. Galilei aynı zamanda bir ipin ucunu asılı bir ağırlıktan oluşan basit sar- kaç'a ait yasaları ilk defa kuran kimsedir. Bir yandan, gerçekten kanıtlamaksızın, salınımlartn eşsüreliliğini ileri sürmüş, diğer yandan da, gene gerçek bir kanıtlama yapmaksızın sarkacın periyodunun uzunluğunun karekökü ile orantılı olduğunu ifade eden yasayı açıklamıştır.
Sarkaçla Huygens de ilgilenmiştir. Eşsüreliliğin yalnız küçük salınımlar için söz konusu olduğunu ve bu eşsüreliliğin yaklaşık olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda sarkacın T periyodunu L uzunluğuna bağlayan yasayı belirlemiştir: g yerçekimi ivmesi olmak üzere T=2x 'JUğ.
Diğer yandan, genliği ne olursa olsun, kusursuz eşsüreli olan sarkacın bir çevrim eğrisi üzerinde salınan sarkaç olduğunu göstermiştir. Huygens aynı zamanda dönemi bileşik bir sarkacın (bir eksen etrafında salınan katı cisim) dönemine eşit olan basit sarkacın uzunluğunu belirlemiştir; bu amaçla bileşik bir sarkacın salınım merkezi kavramını açıklığa kavuşturmuş ve çeşitli tipte katı cisimle niçin konumunu belirlemiştir. Bu problemterin çözümü Huygens'i, zaman ölçümü alanında büyük bir gelişme sağlayan, zemberekli saat çarkının icadına ve yapımına yöneltti.
* Balistik. Ortaçağ'ın sonunda ve XVI. yüzyıl'da topçuluğun bulunması ve geliştirilmesi ile balistik özellikle önem kazanmıştır. Fakat XVII. yüzyıl'ın başına kadar merminin hızının ve yörüngesinin belirlenmesi yalnız sağlam temele dayanmayan kimi tartışmalara yol açtı. Bununla beraber merminin hareketinin gözlenmesi impetus kuramının temelini oluşturmuştur. Uzun süre merminin atış yönünde doğrusal bir yörünge izlediği, hareketinin bir serbest düşme ile son bulduğu, yörüngenin bu iki bölümünün bir daire yayı ile birleştiği zannedilmiştir. 1550'de Tartaglia yörüngenin baştan sona kadar bir eğri olduğunu göstermiş, fakat bu eğrinin biçimini belirleyememiştir.
Burada da ilk defa Galilei, boşlukta, yörüngenin bir parabol olduğunu göstermiştir. Bu sonuca, hareketlerin birleştirilmesi ilkesini kullanarak varmıştır.
* Koruma yasası, darbe yasası, merkez Galilei'nin özellikle eğik düzlemle ve sarkaçla ilgili incelemelerinde, üstü kapalı bir biçimde, impeto adı altında mevcuttu. Bu kavram Huygens tarafından açıklığa kavuşturulmuştur. Fakat bu kavrama, özellikle kendisini Descartes taraftarları ile karşı karşıya getiren ünlü kinetik enerji kavgası ile, asıl dikkati çeken Leibniz (1646 -1716) olmuştur. Aralarındaki temel ayrılık descartesçıların kuvvetlerin toplam işinin sıfır olduğu bir sistemde yalnız kütle ile hızın çarpımına eşit olan ve yönlü olmayan bir büyüklük olarak ele alınan hareket miktarının korunduğunu ileri sürmelerinden lanmaktadır. Leibniz ise yönlü olmayan bu büyüklüklerin korunmadığını kanıtlama yeteneğini göstermiştir. Korunan, günümüz dilinde bir vektörler toplamı olarak göz önüne alınan, yönlü hareket miktarlarının toplamıdır. Leibniz, diğer yandan, yönlü hareket miktarları toplamının, toplam işin sıfıra eşit olduğu durumlarda, örneğin yatay bir düzlem üzerinde bulunan cisimlerin çarpışmasında, korunan diğer büyüklükle, yani kinetik enerjilerin 0-m/z) toplamı ile karıştırılmaması gerektiğini göstermiştir.
Cisimlerin bir yatay düzlem üzerinde çarpışma'sı yasalarının belirlenmesi de günümüz mekaniğinin kuruluşuna katkıda bulunmuştur. Descartes bu yasaları kurduğunu sanmıştır. Fakat elde ettiği sonuçların deneylerle çeliştiği çok geçmeden görülmüştür. Bu başarısızlık, temelde, yukarıda belirtildiği gibi yanlış olarak yönlü olmayan hareket miktarlarının korunduğunun düşünülmesinden lanmaktadır.
Cisimlerin çarpışması ile ilgili kesin yasaların kuruluşunu VVren'e ve özellikle Huygens'e borçluyuz. Huygens bu yasaları 1652-1656 yılları arasında kusursuz esnek cisimler için, Galilei göreliliğini ve yukarıda belirtilen iki korunum ilkesini göz önünde tutarak, akıldan gerçekleştirdiği bir deney ile elde etmiştir.
Antikçağ'dan beri merkezkaç kuvvet'in diğer tip kuvvetlerden (ağırlık, basınç, vb.) açık olarak farklı kendine özgü nitelikleri bulunduğu biliniyordu. Fakat merkezkaç kuvvet ancak XVII. yüzyıl'ın ortasında kendisini belirleyen iki büyüklükten, dönme çemberinin çapı ile dönmenin açısal hızından hareketle hesaplanabilmiştir. Huygens'e borçlu olduğumuz bu belirleme mekanikte, XVII. yüzyıl'da Nevvton'dan önce gerçekleştirilen, en dikkati çeken gelişmelerden birisidir. Bu değerin hesaplanması için Huygens'in kullandığı yöntem de dikkat çekicidir; bu yöntem temel olarak dönmekte olan cisme “hareketli karşılaştırma sistemi" adı verilen bir eksen takımı bağlamak ve bir iple dönme çemberinin merkezine bağlı olduğu varsayılan cismin bırakılması anında böylece bırakılan cismin çembere çizilen teğete göre yaptığı hareketin, ağırlığın yerine cismin teğete göre izdüşüm kuvveti alınmak koşuluyla, cisimlerin serbest düşme yasasına göre gerçekleşeceğinin düşünülebileceğini göstermekten ibarettir.
*Newton bireşimi. XVII. yüzyıl'da dinamikte meydana gelen ilerlemeler, uyumsuz, organik olmayan bir bütün oluşturdu ve birçok olayı, özellikle gezegenlerin hareketini açıklamasız bıraktı. Bu hareketin yasaları Kepler tarafından açıklandı; ama bu yasalar kanıtlamaları yanlış olduğu anlaşılan düşüncelere dayanıyordu. Özellikle Kepler hâlâ, aristoteles dinamiğine uygun olarak, hızın kuvvetle orantılı olduğuna inanıyordu.
ilk defa Newton Principia philosophiae naturalis isimli yapıtında, dinamiğin tutarlı ve genel bir kuramını açıkladı. Kütle kavramını (eylemsizlik kütlesi) madde miktarı olarak açıkça tanımladı. Kütleyi kesin olarak yerçekiminden (ağırlığı olan kütle) ayırt etti.
Sonra üç ilke açıkladı:
1. Galilei'ye mal ettiği fakat verdiği açıklama çok daha genel ve daha doğru olan Descartes'ın açıklamasının aynı olan eylemsizlik ilkesi;
2. özellikle çarpışan iki cismin gözleminden esinlendiği anlaşılan, fakat aralarında temas bulunmayan iki çişimin etkileşimi için genişlettiği etkinin ve tepkinin eşitliği ilkesi;
3. ne tür olursa olsun (ağırlık, basınç, çekme vb.) kuvvetin kütle ile ivmenin çarpımına eşit olduğu ilkesi. Nevvton yanlış olarak bu yasayı Galilei'ye mal etmiştir; Galilei bu yasayı ünlü üştü kapalı olarak ve sadece boşlukta düşmekte olan bir cisim üzerine yerçekiminin (sabit kuvvet) etkisini belirten özel hal için açıklamıştır.
Newton bu üç temel ilkeye, Galilei'nin bir merminin boşluktaki parabolik yörüngesi ile ilgili özel hal için kullandığı hareketlerin bileştirilmesi ilkesinden farklı, fakat ona çok yakın olan iki kuvvetin paralelkenar kuralına göre bileştirilmesi temeline dayanan, kuvvetlerin bileştirilmesi ilkesini eklemiştir Bu ilke XVII. yüzyıl'da statikte açıklanan kuvvetlerin paralelkenar yasasına göre bileştirilmesi ilkesine de benzemektedir.
Newton genel dinamiğini önce gezegenlerin hareketlerini belirlemek için uygulamıştır. Fakat bu uygulama, aristoteles anlayışına son veren evrensel çekim yasasının keşfini de içermektedir. Evrensel çekim yasası ilkesine göre Yer'in kendi yüzeyinde bulunan bir cisme uyguladığı çekim, Güneş'in ya da bir gezegenin bir diğer gezegen üzerine uyguladığı çekim ile aynı yapıdadır; bu çekimler etki ve tepki ilkesine uygun olarak, karşılıklıdır. Nevvton Kepler yasalarını kullanarak evrensel çekimin, aradaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu göstermiştir. Evrensel çekim yasası yerçekiminin, Galilei'nin zannettiği gibi, sabit olmadığı ve yükselti ile artıp azaldığı sonucunu vermiştir.
XVIII. ve XIX. yüzyıllarda mekanikte, yalnız uygulama alanında ve Nevvton mekaniğinin daha iyi formüle edilmesinde, ilerleme kaydedilmiştir. Bu ilerlemelere XVIII. ve XIX. yüzyıllarda başlıca Maupertius (1698-1589), Daniel Bernoulli (1700-1782), Clairaut (1713-1765), Euler (1707-1783), d'Alembert (1717-1783), Lagrange (1736 -1813), Laplace (1749-1827), Poisson (1781-1840), Jacobi (1804-1851), Hamilton (1805-1865) katkıda bulunmuşlardır.
Nevvton mekaniğinin ilk uygulamaları, Nevvton'un yalnız en basit yönlerini geliştirdiği, gök mekaniği ile ilgilidir. Özellikle Ay ele alınmış ve gezegenlerin Nevvton' un daha önce gösterdiği gibi yalnız birinci yaklaşıklıkla eliptik olan yörüngelerinin belirlenmesinde gelişme kaydedilmiştir. Diğer yandan Nevvton'un hemen hemen yalnız nokta mekaniği ile ilgilenmiş olmasına karşın Euler katı cisim mekaniğini geliştirmiştir.
• Akışkanlar mekaniği. Nevvton mekaniğinin en devrimci uygulamasını, hem uygulamalı hem de kuramsal akışkanlar mekaniğinde, daha açık olarak akışkanlar dinamiğinde meydana gelen gelişme oluşturur. Akışkanlar mekaniği XVIII. yüzyıl' dan itibaren dikkat çekici bir gelişme göstermiştir. Daha önce XVII. yüzyıl'da bu alanda bazı kayda değer sonuçlar alınmıştır. Torricelli (1608-1647), cisimlerin düşmesi benzerliğine dayanarak, bir sıvının içinde bulunduğu kabın alt tarafında bu- Tünan dar bir delikten çıkarken v akış hızının h yüksekliğinin kare kökü ile orantılı olduğunu kanıflâmaksızın, belirtmiştir. Fransa'da, Mariotte (1620-1684),' Suların hareketlerinin incelenmesi (1686) isimli yapıtında akışkanların dirençlerinin incelenmesinde benzerliği göz önüne almış ve direncin, hızın karesi ile orantılı olduğunu göstermiştir.
1738'de Daniel Bernoulli, hidrostatiği de kapsayan Hydrodynamica isimli yapıtını yayımladı. Daniel Bernoulli'yi yönlendiren ilke kinetik enerjinin korunması, daha açık bir deyişle "gerçek inme ile potansiyel çıkış" arasındaki eşitlik olmuştur. Bu temele dayanarak Torricelli yasasını kanıtlamış ve g yerçekimi ivmesini göstermek üzere v= V2ğh yaparak kesinleştirmiştir. D'Alembert 1744'te, sıkıştırılamayan, homojen ve ağırlığı olmayan akışkanlarla sınırlı kalan Akışkanların dengelerinin ve hareketlerinin incelenmesi adlı yapıtını yayımladı. Hidrodinamiğe daha güvenilir temeller kazandırmak isteyen d'Alembert bu yapıtında Daniel Bernoulli'yi eleştirdi. Kendisine özellikle, Akışkanların direncinin yeni bir kuramı üzerine inceleme (1752) adlı yapıtında açıkladığı kendi adını alan ünlü paradoks için borçluyuz; buna göre, deneylerden elde edilenlerin aksine olarak, kuram, bir akışkan içinde hareket eden bir cismin hiçbir dirençle karşılaşmayacağı sonucunu vermektedir.
Euler 1755'te hidrodinamik denklemlerını daha açık hale getirdi. D'Alembert buna karşın sıkıştırılabilir olsun ya da olmasın, homojen olsun ya da olmasın her tür akışkanı göz önüne alarak akışkanlar mekaniğine tüm genelliğini kazandırdı. O zamanlar tamamen yeni olan sürekli ortamların kinematiği problemini açıklığa kavuşturmuş ve akışkanlar mekaniği problemlerini matematiksel çözümleme problemlerine indirgemiştir. 30 yıl kadar sonra Lagrange hidrodinamik denklemlerinin daha dikkati çeken ifadelerini vermiştir.
Mekaniğin tarihinde XVIII. yüzyıl'da, Nevvton mekaniğinin uygulamaları yanında, Nevvton mekaniğine daha genel, daha yalın ve daha derin bir matematik for- mülasyon verilmesi için büyük bir çaba sarfedıldiğine tanık olundu.
Bu ilerlemeyi başlıca, Dinamik (1743) adlı kitabı ile d'Alembert'e ve özellikle Analitik mekanik (1788) adlı kitabı ile Eu- ler tarafından tasarlanan ve kısmen işlenen, mekaniğin tüm dallarını (statik, hidrostatik, maddesel elemanların ve katiların dinamiği, hidrodinamik) bir araya toplama projesini gerçekleştiren, Lagrange'a borçluyuz. Lagrange dinamik denklemlerini daha genel bir biçime sokmayı başarmıştır; bu denklemler klasikleşmiştir. XIX yüzyıl'da mekanikteki gelişme, başlıca, göreli hareketle ilgili konularda, özellikle Coriolis ile esneklik, kılcallık, sürekli ortamlarda hareketlerin yayılması kuramları ve mekaniğin genel denklemlerinin açıklanması alanlarında, başlıca Poisson, Hamilton ve Jacobi ile önemli ölçüde ilerlemeler kaydetti.
Mekanik ilkelerinin, özellikle Hertz'in (1857-1894) ve Mach'ın (1838-1916) çalışmaları ile derinleştirilmesi ve Boltzmann' ın ve Gibbs'in termodinamiğe sıkı bir biçimde bağlı olan istatistik mekaniği ilkeleri mekanikte XIX. yüzyıl'ın ikinci yarısında meydana gelen iki temel gelişmeyi oluşturur.
*-*Mad. oc. ve Bayınd. Mekanik kazı. Madenci kazması bütün mekanik kazı araçlarının atasıdır. Mekanik kazı araçları genellikle kesicilerle donatılmış, kafası hareketli makinelerden oluşur; bu makinelerin kesicileri ardışık olarak kayaçla temas ederek onu parçalar. Yaygın olarak iki tip kesici kullanılır: matkap ve molet.
Matkap saniyede birkaç metre hızla kayaç üzerinde hareket ederek dilim kazısı yapar. Çok sert, heterojen ya da aşındırıcı kayaçlarda matkaplar darbe ve aşınma etkisiyle zamanla kullanılamaz hale gelir. Kullanılan başlıca matkap tipleri şunlardır: delici uçlu matkap dikdörtgen kesitlidir ve gevrek kayaçlarda kullanılır; tungsten karbüründen yapılmış delici uç, aşındırıcı kayaçlar karşısında hemen aşınan takımın gövdesini korur; çubuk dişli matkaplar dikdörtgen kesitlidir ve dayanıklı kayaçların kazısında kullanılır; konili matkap çem- bersel kesitlidir; bu matkapta kuvvetler takımın sert ancak kırılgan kayaçlara uyarlanmış ucunda yoğunlaşır. Buna karşılık çok çabuk ısındığından dayanıklı kayaçlarda kullanılamaz. Konili matkaplar eksenleri çevresinde dönerek çalıştıklarından aşınma kuramsal olarak koninin her yerinde aynıdır.
Molet kuvvetli bir basınçla bastırıldığı kayacın üzerinde serbest olarak kayan bir disktir: bu durumda kayaç kazılan bölümün her iki yanından çatlar. Molet belirli yörüngelere göre kayaç üzerinden birkaç kez geçirilerek kazı ilerletilir. Yaygın olarak kullanılan moletler şunlardır: diskti molet en yaygın olanıdır; bir rulmana tutturulmuş bir ya da birçok karbür halkadan oluşur. Çapı (150 ile 300 mm arasında) ve kesme açısıyla (60 ile 105° arasında) belirtilir; eksenel diş düzenli molet bir rulman üzerine yerleştirilmiş kesik konisel bir dişli takımı biçimindedir. Kopan parçalar kayaca giren her dişe karşılık geldiğinden kazı süreci daha kesiklidir Eksenel diş düzenli molet temelde derin petrol sondajlarında kullanılır. Bazen, eğrilik yarıçapı diskli molet kullanımına olanak vermeyecek denli küçük dağdelenlerde dönme ekseninin hemen yanında bulunur; tamburlu molet üzerine tungsten karbüründen küçük bilyeler mıhlanmış bir silindirden (ya da koni gövdesinden) oluşur; temelde öbür molet tiplerinin kullanılamadığı bir öğütme aygıtı sözkonusudur. Bu tip moletler yalnızca dağdelenlerde bulunur.
Matkaplı makineler, galeri sürmek, fere açmak (kazı yükleme makinesi) ve şantiyede cevher kazısı yapmak için maden ocaklarında yaygın olarak kullanılır. Özellikle bayındırlık işlerinde kullanılan moletli makinelerden (dağdelenler) maden ocaklarında da yararlanılır: fere açmada kullanılan taşınır sondaj aygıtları, büyük altyapı galerileri açmada kullanılan dağdelenler.
*-*Mobc. Mekanik mobilya. Birçok mekanik iskemle, koltuk türü vardır: demir bir kremayer yardımıyla, bunların arkalığında az ya da çok eğim sağlanabilir (XVI. yy.'dan başlayarak bu tür çok kullanıldı); kimi zaman, oturulacak kısım yuvarlaktır ve kendi ekseni çevresinde dönebilir ya da katlandığında sıradan bir koltuk görünümünde olan mobilya, açılınca kitaplık merdivenine dönüşür; vb. XVIII. yy.'da gizli bir şifreyle donatılmış birçok mekanik mobilya türü yaratıldı. Özenle gizlenen bir mekanizmayla istenildiğinde raflar uzatma tahtaları, çeşitli bölmeler ortaya çıkarılıyor, böylece aynı masa, tuvalet, yazı ya da okuma masası olarak kullanılabiliyordu; bu türün en tanınmış örneği Tronchin masasıdır.
Kaynak: Büyük Larousse
Mekanik Enerji Nedir? Mekanik Enerji Hakkında Genel Bilgiler
Mekanik Ventilasyon Nedir?
Mekanik Denge
YORUMLAR