MURAKABE a. (ar. rakb'dan murakabe). Esk. 1. Denetleme, denetim etme. 2. Bakıp gözetme, göz altında bulundurma. 3. Kendini der...
MURAKABE a. (ar. rakb'dan murakabe). Esk.
1. Denetleme, denetim etme.
2. Bakıp gözetme, göz altında bulundurma.
3. Kendini derin bir düşünceye kaptırmaya dayanan tutum; içe dalış: Yalnızlık, murakabeye uygundur Kendini murakabeye kaptırmak. Kendi murakabesine dalmış, bizi duymuyor (Bk. ansikl. böl.)
4. Murakabe etmek, denetlemek.
—Tasav. Sufinin kendi iç hayatına önem vererek kalbinde Allah'a bakması. (Bk. ansikl. böl.)
—ANSİKL. Hindistan dinlerinde murakabe, teknik bir üslupla söylemek gerekirse, dhyana aşamasına karşılık düşer. Bu aşamada insan, son aşama olan samadhi aşamasına erişinceye kadar, kendi zihni (manas) vasıtasıyla tüm dikkatini bir nokta üstünde toplar. Dhyana teriminin eşdeğerlisi, Japonya'da zen, Çin'de çan terimleridir.
Buddhacılıkta murakabeye vipassana (“sezgisel bakışâ€) denir; murakabeye dalmak için dikkat, soluma (anapana) ve türlü gövde duyumları üstünde toplanır.
—Tasav. Tasavvufun ilk dönemlerinde daha çok sufinin günahlardan sakınması, nefsini nezaret ve kontrol altında tutması şeklinde anlamlarda kullanılan murakabe terimi, çoğu zaman muhasebe (insanoğlunun kendi kendisiyle hesaplaşması) terimi ile beraber, kişinin kendi kendisini eğitmesi amacıyla başvurduğu bir tür ahlaksal yöntem olarak değerlendirildi. Tarikatların gelişip çoğalmasıyla beraber murakabenin kapsamı da genişledi ve kulun kalbine önem vererek ulaşmış olduğu tanrısal tecellilerle sevgi ve cezbeye tutulması anlamında kullanıldı. Tasavvuf inancına bakılırsa, bundan ötürü sufinin bedensel varlığından alabildiğine sıyrılması gerekir; bu yüzden de murakabe için hususi bir ortam aranır. Daha çok tekkelerde, hücre ya da çilehanelerde sessizlik ve dinginlik içinde murakabeye dalan sufi, genellikle sol ayağı üstüne oturur, başını göğsü üstüne eğer, gözlerini yumar, aslolan gayesi Tanrı olmakla beraber bir aracı olarak şeyhini düşünür, böylelikle kendi şahsi varlığı yönünden fenaya ulaşır, Allah ile kafa başa kalmış olarak tanrısal tecellilere kavuşur.
1. Denetleme, denetim etme.
2. Bakıp gözetme, göz altında bulundurma.
3. Kendini derin bir düşünceye kaptırmaya dayanan tutum; içe dalış: Yalnızlık, murakabeye uygundur Kendini murakabeye kaptırmak. Kendi murakabesine dalmış, bizi duymuyor (Bk. ansikl. böl.)
4. Murakabe etmek, denetlemek.
—Tasav. Sufinin kendi iç hayatına önem vererek kalbinde Allah'a bakması. (Bk. ansikl. böl.)
—ANSİKL. Hindistan dinlerinde murakabe, teknik bir üslupla söylemek gerekirse, dhyana aşamasına karşılık düşer. Bu aşamada insan, son aşama olan samadhi aşamasına erişinceye kadar, kendi zihni (manas) vasıtasıyla tüm dikkatini bir nokta üstünde toplar. Dhyana teriminin eşdeğerlisi, Japonya'da zen, Çin'de çan terimleridir.
Buddhacılıkta murakabeye vipassana (“sezgisel bakışâ€) denir; murakabeye dalmak için dikkat, soluma (anapana) ve türlü gövde duyumları üstünde toplanır.
—Tasav. Tasavvufun ilk dönemlerinde daha çok sufinin günahlardan sakınması, nefsini nezaret ve kontrol altında tutması şeklinde anlamlarda kullanılan murakabe terimi, çoğu zaman muhasebe (insanoğlunun kendi kendisiyle hesaplaşması) terimi ile beraber, kişinin kendi kendisini eğitmesi amacıyla başvurduğu bir tür ahlaksal yöntem olarak değerlendirildi. Tarikatların gelişip çoğalmasıyla beraber murakabenin kapsamı da genişledi ve kulun kalbine önem vererek ulaşmış olduğu tanrısal tecellilerle sevgi ve cezbeye tutulması anlamında kullanıldı. Tasavvuf inancına bakılırsa, bundan ötürü sufinin bedensel varlığından alabildiğine sıyrılması gerekir; bu yüzden de murakabe için hususi bir ortam aranır. Daha çok tekkelerde, hücre ya da çilehanelerde sessizlik ve dinginlik içinde murakabeye dalan sufi, genellikle sol ayağı üstüne oturur, başını göğsü üstüne eğer, gözlerini yumar, aslolan gayesi Tanrı olmakla beraber bir aracı olarak şeyhini düşünür, böylelikle kendi şahsi varlığı yönünden fenaya ulaşır, Allah ile kafa başa kalmış olarak tanrısal tecellilere kavuşur.
Kaynak: Büyük Larousse
YORUMLAR