Sürrealizm (Gerçeküstücülük), 20. yy.’ın başlarında Avrupa’da ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Şair ve ressamlar I. Dünya Savaşı’nın yol aç...
Sürrealizm (Gerçeküstücülük), 20. yy.’ın başlarında Avrupa’da ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Şair ve ressamlar I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım karşısında, dehşete kapılmış, akılcı tutuma karşı tavır alarak, bilinç dışının düşsel dünyasına yönelmeye başlamışlardı. 1924’te yayımladıkları Gerçeküstücülük Bildirgesi’nde düşüncenin aklın denetimi olmadan ve ahlâk gibi engelleri hiçe sayarak, ortaya konmasını savundular. Yapıtlarında nesneleri alışılmamış biçimlerde betimleyen Gerçeküstücü sanatçılar, çoğunlukla düşlerin gizli dünyasını dile getirmeye çalıştılar. Bazen de nesneleri kendi doğal ortamlarından çıkartarak şaşırtıcı, düşsel bir ortama taşıdılar.
Gerçeküstücülük Akımı’nın Belçika’daki en önemli temsilcisi olan René Magritte (1898-1967) akıl ile akıl dışı arasındaki çizgiyi yok eden resimler yaptı. Bacakları kadın, üstü balık bir deniz kızı; kartal tepeli bir buzul, eğik Pizza Kulesi’ni destekleyen bir kuş tüyü çarpıcı tablolarında yer alan ilgi çekici görüntülerdendir. 1920’den başlayarak, Gerçeküstücülerle ilişki kuran İspanyol ressamı Ruan Miro (1893-1983) beklenmedik biçimler ve renkler kullandı. Resimlerinde yer alan kadın, kuş, yıldız gibi kendine özgü biçimlerdeki motiflerle düşsel görüntüler yarattı. Bu büyülü motiflerle çocuksu bir dünya kurdu. Gerçeküstücülük Akımı’yla neredeyse özdeşleşen, Salvador Dali’nin (1904-1989) anılarından ve düşlerinden esinlenerek yaptığı resimlerinde eriyip akan saatler, gövdesinde çekmeceler taşıyan insanlar, boşlukta uçan eşyalar yer alır.
Salvador Dali'nin bir tablosu
Sürrealizmi Türkçe'ye "gerçeküstü akımı" olarak çevirebiliriz. Bu akım, Empresyonizm, Kübizm, Fovizm gibi teknik plânda devrimler çerçevesine uyan ekollere doğrudan doğruya "duygu" sistemine önem veren, onunla var olan bir hareket kimliğine bürünüyor.
"Duygu" kelimesini, geniş anlamını belirtmek için tırnak içine aldık. Sürrealizm konusunda "duygu" dan söz açılırsa rüyaları, hayalleri, bilinçaltı dünyamızın garip, anormal, mantıksız itişlerini, seksüel kompleksleri, ruh derinliklerinden kopup türlü şekillerde kendini gösteren, çoğu boşuna çabaları, benliğimizin dışarıya verilmemiş, gösterilmemiş gizli, kapalı yönlerini anlamak gerektir.
Bu bakımdan Sürrealizmi, Sigmund Freud’un "psikanaliz" konusundaki araştırmalarının, vardığı sonuçların sanat plânında gösterisi olarak kabul edebiliriz.
Sürrealistler, insanlığın kuruluşundan beri maddi dünyaya paralel olarak gelişen ve çok kere bu dünyayı yenen gizli duyguları, inançları, mitolojinin, sihirbazlığın, gizli bilimlerin, efsanelerin, korkunç hayal dünyasının resim plânında temsilcileri oldular.
1920 de "Sürrealizmin Manifesto" sunu yayımlayan şair ve yazar Andre Breton bu akımı şöyle vasıflandırıyor: "Bana kalırsa en kuvvetli Sürrealist imaj-resim, görünüş, olay v.s. en ileri aykırılık, karşıtlık derecesine yükselmiş olanıdır. Sürrealist eser aykırılıklarla, zıtlıklarla, gerçekle her türlü bağı kesmiş, yitirmiş olarak kendini gösterir. Sürrealizm hayal dünyasının tercümesidir, o hayal dünyası ki içindeki gerçekçi elemanlar soyut, soyut elemanlarda gerçek olabilir. Sürrealizm'de gerçeğin normal açısı büsbütün kapanmıştır."
Amaç bu sözlerden iyice anlaşılıyor: Sürrealizm gerçekle bütün bağlarını kesmiş, ruh derinliklerine inerek fizik üstü dünyamıza ulaşmıştır.
Hepimiz rüya görürüz. Bu rüyalarda, Breton'un işaret ettiği gibi normal olaylar, normal objeler, imajlar bulunabilir. Ama bunlar öylesine mantıksız, öylesine anormal olarak birbirlerine bağlanmıştır ki rüya bizi, alıştığımız dünyanın çok ötesine, "fantastik" bir hava içine sokar. Zaten, rüyanın çekiciliği, bazı rüyaların etki kudreti onların bu fizik üstü kimliklerinden ötürü değil midir?
1. Çağrışım metodu : Freud'dan ilham alan edebiyat sanatçıları, insanın şuur altını öğrenebilmek için, onu, hipnotik uykuya salmak suretiyÂle, şuurunun altındaki gizli duyumlarının şuur alanına çağrışımım yapmışlardır. Daha açık anlatımla, ona rüya gördürmüşÂler ve gördüklerini uykulu bir durumdayken söyletmişlerdir. Bu şuur altından elde edilenleri, o kişinin uyanıkken yazdığı otomatik metinlerle karşılaştırma yapmışlardır. «Hiptonizma tecrübesi, alt şuur bakında basit bir ankettir.»
2. Otomatik metin elde etme : Zihnin kendi üzerine dönmemesini sağlamak, iç-dış etkilerden tamamıyla sıyrılacak bir yerde bulunmak ve utanma, sıkılma gibi insanın duyumlarının yönünü değiştirecek baskılardan korkmamak şartiyle kalemin ucuna gelenleri (noktalama işaretleri gibi fikir ve duyguyu kesen, bölen nesneleri bile kullanmadan) kâğıt üzerine geçirmeye otomatik metin elde etmek diyoruz. Bunu hipnotik uykuya salınacak insanın kendi kendine yapması gerektir. Bunu yaparken insan, kendini o derece çevresinden ve aklından ayrıcak ki, ahret korkusu bile içinden kaçmış bulunacak, bir ölümün hürriyetiyle metni meydana getirecektir.
Şiir ya da nesir yazarken bile bu şekilde davranmak, sürrealizmin baş tavsiyesidir. Sürrealist sanatçıya göre, bu iki metodla elde edilen sonuç, gerçek insanı ortaya koymaktadır. Bu bakımdan bir kimsenin sevaplarının yanma günahlarının; ahlâka uygun, sandığımız davranışlarının yanında ahlâk dışı davranışlarının da bir edebî eserde yer alması icabeder.
Sürrealizmin bu çekici tutumu yanında, insanın, bir hayvan serbestliği ve utanmazlığı içinde yaşamasına imkân bulunmaması, yapmacık da olsa insanın bazı noktalarda duygularını ve davranışlarını frenlemesi gerektiği; aksi halde insanın öteki yaratıklar karşısında kazanmış olduğu değer hükümÂlerinin ortadan kalkacağı önemli birer gerçektir. Bu yönden sürrealizm tenkide uğramıştır.Sürrealistler şiiri bir akıl ve irade işi saymıyorlar. Şiiri içimizin derinliklerinde gizlenmiş, tesadüflerle dışarıya çıkan birtakım duygu ve düşünce parıltılarının sertleşmiş şekli olarak kabul ediyorlar.1924 yılından başlayarak tutunmaya çalışan sürrealizm, metodunun ağırlığı dolayısiyle yaygın bir durum kazanamamıştır. Fakat bütün sanatlar içinde birçok sırlan ortaya koyması bakımından, ötekilerine ışık tutmuştur.
Resimde Sürrealizmin ilk sergilerinde dikkati en çok çeken ressam Salvador Dali idi. Dali garip bir dünyanın sisli olaylarını, objelerini, yaratıklarını her türlü manÂtık düzeninden uzak, tablolarında canlandırıyordu. Kadın vücutlarından çekmeler çıkıyordu. Bunlar, kadınla dolap arası acayip yaratıklardı. Çöl manzaraları içinde zürafalar yanıyor, çıplak kadın, erkek vücutları türlü deformasyonlar -değiştirmelerle- kamburlaşıyor, çolaklaşıyor, yada ancak desteklerle ayakta durabiliyordu. Ağaç dallarına çamaşır gibi yumuşamış salkım salkım saatler asılıyordu. Sahillerde, kayalıklar arasında dikiş makineleri yerleşmiş, dekorla bir türlü bağdaşamıyorlardı. Dali yan yana gelince en uygunsuz görünen, en bağdaşamayan eşyayı umulmadık tertiplerle bağdaştırıyor, hayal kapılarını ardına kadar açıyordu.
Gerçekten bu kadar uzak bir estetiğin gerçekle ilgisiz bir teknik kullanması beklenebilirdi. Oysa tam aksine olmuştu. Sürrealistler yüzde yüz gerçekçiliği, klasik geleneklere bağlı bir gerçekçiliği seçmişlerdi. Bunun derin bir sebebi vardı: resmedilen biçimlerin tanınması gerekti. Soyut bir teknik kullanılsa idi o garip yaratıklar, o garip, anormal bağdaşmalar nasıl başarılacaktı? Dali'nin ve öteki Sürrealistlerin inceden inceye işlenmiş bir teknikleri vardı ve bu işçilik bulutları, denizi, dağları, taşları, insan vücutlarını değme realistlerden daha sadık bir titizlikle taklit ediyordu. Ama bu taklitçi, bu gerçekçi teknik Sürrealist tablolarda hiç de klâsik sanatın gerçekçiliğini hatırlatmıyordu. Çünkü resmedilen objeler, yaratıklar, manzara ve konular o derece garip, anormal tertipler içinde idiler ki, tabloya bakan seyirci otomatik olarak bir rüya ve hülya ülkesine dalmış bulunuyordu.
Sürrealizm yalnız resim plânında değil, belki daha da kuvvetle edebiyat alanında da uzun zaman hüküm sürdü. O kadar ki bugün sürrealist eğilimin öldüğü gününü geç, devrini kapattığı söylenemez. Bir bakıma her sanat, az da olsa, sürrealizm'den, yani fizik üstü dünyadan, hayal ve rüyadan pay almaz mı?Sürrealist Ressamlar
Salvador Dali (1904) - Yves Tangy (1900) - Rene Magritte (1898) - Max Ernest (1891) - Georgio de Chirico (1888) - Andre Masson (1896) - Joan Miro (1893) - Man Ray (1890).
YORUMLAR