Sönük ödat 1 . Sönmüş olan: "Karşımdaki duvara takılmış iki ampulden biri sönüktü ve bir gözü kırpılmış bir insan benzer biçi...
Sönük
ödat
1 . Sönmüş olan:
2 . Parlaklığı, hızı azca ya da azalmış olan, etkisiz, zayıf.
3 . mecaz Göze çarpmayan, dikkat çekmeyen, silik:
ödat
1 . Sönmüş olan:
"Karşımdaki duvara takılmış iki ampulden biri sönüktü ve bir gözü kırpılmış bir insan benzer biçimde bana bakıyordu."- K. Bilbaşar.
2 . Parlaklığı, hızı azca ya da azalmış olan, etkisiz, zayıf.
3 . mecaz Göze çarpmayan, dikkat çekmeyen, silik:
"Bu şehirde satışı bini geçmez, yerli lisanlarda sönük cerideler çıkar."- Y. K. Beyatlı.
SÖNüK sıf.
1. Sönmüş, söndürülmüş ya da hızı, parlaklığı azalmış, azaltılmış olan ateş ya da ışık için kullanılır: Ocak sönük, yine yakamam. Işıklar çok sönüktü, kimseyi görmedik. Sönük bir alev. Sönük bir ışıkta çalışmak.
2. Sönerek, söndürülerek şişkinliğini yitirmiş şey için kullanılır: Sönük lastikler.
3. Emek vermesi, başarısı ya da özellikleriyle kendini gösteremeyen kimse için kullanılır; silik; Sönük bir yönetici
4. Canlı, hareketli olmayan, çekiciliği bulunmayan: Sönük bir şehir. Sönük bir ifade.
* be.
1. Silik, cansız: Onun görkemi karşısında seninki çok sönük kaldı.
2. Sönük geçmek, bir dönemden, bir toplantıdan vb. söz ederken, hiçbir canlılığı, kıymeti olmamak.
1. Sönmüş, söndürülmüş ya da hızı, parlaklığı azalmış, azaltılmış olan ateş ya da ışık için kullanılır: Ocak sönük, yine yakamam. Işıklar çok sönüktü, kimseyi görmedik. Sönük bir alev. Sönük bir ışıkta çalışmak.
2. Sönerek, söndürülerek şişkinliğini yitirmiş şey için kullanılır: Sönük lastikler.
3. Emek vermesi, başarısı ya da özellikleriyle kendini gösteremeyen kimse için kullanılır; silik; Sönük bir yönetici
4. Canlı, hareketli olmayan, çekiciliği bulunmayan: Sönük bir şehir. Sönük bir ifade.
* be.
1. Silik, cansız: Onun görkemi karşısında seninki çok sönük kaldı.
2. Sönük geçmek, bir dönemden, bir toplantıdan vb. söz ederken, hiçbir canlılığı, kıymeti olmamak.
Kaynak: Büyük Larousse
YORUMLAR