sürmek -er (-i, -e) 1 . Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2 . Devam etmek: "nmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni ...
sürmek -er
(-i, -e) 1 . Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2 . Devam etmek:
"nmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer."- Anayasa. 3 . Önüne ilave edip götürmek:
"Koyunları sürmek."- . 4 . Uzatmak, ileri doğru itmek:
"Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor."- M. Ş. Esendal. 5 . Dokundurmak, değdirmek:
"Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim."- H. C. Yalçın. 6 . Oturmuş olduğu, bulunmuş olduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer ya da ülkeye göndermek, nefyetmek:
"Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler."- Y. Z. Ortaç. 7 . Bir maddeyi bir yüzey üstüne ince bir katman olarak yaymak, dökmek, serpmek:
"Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor."- R. H. Karay. 8 . tecim Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak:
"Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal var ise pansiyonerlere sürerler."- H. R. Gürpınar. 9 . Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak. 10 . (-i) Herhangi bir vaziyet içinde bulunmak:
"Dört duvar içinde bir işyar yaşam sürüyordu."- Y. Z. Ortaç. 11 . (-i) Pulluk ya da sabanla toprağı işlemek:
"Öküzünün birisi ölünce tarlasını süremedi."- Ö. Seyfettin. 12 . (nsz) Olmaya devam etmek:
"Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum."- A. Gündüz. 13 . (nsz) Süre geçmek:
"Çok sürmez, her şey düzelir."- . 14 . (nsz) Süre alabilmek:
"Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü."- A. Haşim. 15 . nebat bilimi Nebat, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek:
"Bu gölgeli yerlerde otlar tüm bir yaz mevsimi tekrardan yeniye sürer, rutubetli toprakta tek tek arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı."- R. H. Karay. 16 . (nsz) Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak.
(-i, -e) 1 . Yönetip yürütmek, sevk etmek. 2 . Devam etmek:
"nmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer."- Anayasa. 3 . Önüne ilave edip götürmek:
"Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor."- M. Ş. Esendal. 5 . Dokundurmak, değdirmek:
"Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim."- H. C. Yalçın. 6 . Oturmuş olduğu, bulunmuş olduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer ya da ülkeye göndermek, nefyetmek:
"Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler."- Y. Z. Ortaç. 7 . Bir maddeyi bir yüzey üstüne ince bir katman olarak yaymak, dökmek, serpmek:
"Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor."- R. H. Karay. 8 . tecim Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak:
"Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal var ise pansiyonerlere sürerler."- H. R. Gürpınar. 9 . Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak. 10 . (-i) Herhangi bir vaziyet içinde bulunmak:
"Dört duvar içinde bir işyar yaşam sürüyordu."- Y. Z. Ortaç. 11 . (-i) Pulluk ya da sabanla toprağı işlemek:
"Öküzünün birisi ölünce tarlasını süremedi."- Ö. Seyfettin. 12 . (nsz) Olmaya devam etmek:
"Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum."- A. Gündüz. 13 . (nsz) Süre geçmek:
"Çok sürmez, her şey düzelir."- . 14 . (nsz) Süre alabilmek:
"Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü."- A. Haşim. 15 . nebat bilimi Nebat, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek:
"Bu gölgeli yerlerde otlar tüm bir yaz mevsimi tekrardan yeniye sürer, rutubetli toprakta tek tek arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı."- R. H. Karay. 16 . (nsz) Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak.
Bütün ülkelerde erdemli bir yaşam sürmek ne anlamına gelir ?
Rüyada Çift Sürmek
Rüyada İz Sürmek
SüRMEK g. f.
1. Bir taşıtı, bir binek hayvanını sürmek, onu yönetip yürütmek: Arabayı deli benzer biçimde sürüyor. Atına bindi, sürdü gitti.
2. Bir taşıtı, bir binek hayvanını bir yere sürmek, oraya doğru götürmek: Arabayı taşlı bir yola sürmek. Altını dağlara sürmek.
3. Hayvanları (bir yere) sürmek, önüne ilave edip bir yere götürmek: Koyunları meraya sürmek,
4. Bir şeyi (bir yere) sürmek, bir zemin üstünde ileri doğru hareket ettirmek, itmek: Sürgüyü sürmek. Kapı çalınınca bavulu divanın altına sürdü. Cezveyi ateşe sürmek.
5. Bir şeyi bir kimsenin önüne sürmek, önüne uzatmak, iterek önüne koymak: Umursamaz bir tavırla imzalanacak evrakları önüme sürdü.
6. Bir şeyi, elini, yüzünü vb. (bir şeye, bir yere) sürmek, dokundurmak, değdirmek: Lütfen tablolara elinizi sürmeyiniz.
7. Bir maddeyi (bir şeye, üstüne) sürmek, onu ince bir katman halinde bir yüzeye, zemine yaymak ya da sıvı bir maddeyi bir yüzey üstüne serpmek: Bir dilim ekmeğin üstüne tereyağı sürmek. Yüzüne krem sürmek. Duvara boya sürmek. Yaraya tentürdiyot sürmek. Kolonya, koku sürmek.
8. Toprağı, bir tarlayı sürmek, toprağı sabanla, pullukla yarmak, altüst etmek.
9. Bir kimseyi (ülkesinden) sürmek, onu ülkeden kovmak, ülke haricinde yaşamak zorunda bırakmak, sürgün cezası vermek: Siyasal muhaliflerini sürmek.
10. Bir kimseyi bir yere sürmek, onu yaşamış olduğu yerden uzakta, başka bir mekanda yaşamaya yükümlü etmek, sürgün cezası vermek; vazife yerini (çoğu zaman istenmeyen bir göreve, bir yere göndererek) değişiklik yapmak (tkz.): OsmanlI döneminde Malta'ya sürülen aydınlar. Bir memuru taşraya sürmek.
11. Piyasaya para, kalp para vb. sürmek, onları dolanıma sokmak: Merkez bankası yeni on binlikleri piyasaya sürdü.
12. Sıf. + bir yaşam sürmek, a. + yaşamı sürmek, şöyleki ya da bu şekilde yaşamak, herhangi bir vaziyet içinde bulunmak: Debdebeli, mutlu, mutsuz bir yaşam sürmek. Bu ülkede bir esir yaşamı sürüyordu.
13. Bir yaşı sürmek, o yaş içinde bulunmak: Hemen hemen on sekizini sürüyor.
*Avc. Avı sürmek, avı avcılara ya da gerilmiş panolara doğru itmek için araziyi döverek yoklamak.
*Balıkç. Balığı sürmek, balıkları kepçeye ya da ağ sistemine doğru kovalamak.
*Mad. oc. Galeri sürmek, tanımak ya da üretim yapmak amacıyla cevher yatağının türlü bölümlerinde galeri açmak.
*Oy. Ortaya para koymak.
*Tic. Piyasaya mal sürmek, ürünleri satılmak suretiyle piyasaya sunmak: Piyasa durgun, tüccar malını sürmekte güçlük çekiyor.
* gçz. f.
1. Süre tümleci + sürmek, nesnel ya da öznel olarak belirlenmiş bir süre aralığını toplamak; bu süreçte şu zamandan bu zamana dek var olmak, yer alabilmek, meydana gelmek: Ameliyat iki saat sürdü. Dinlence 17 eylülden 20 eylüle dek sürecek. Kar fırtınası durmaksızın 1 hafta sürdü.
2. Var olmaya, oluşmaya, görünmeye, bir durumda olmaya, uzayıp gitmeye, öylece kalmaya devam etmek: Güzel havalar süreceğe benzerlik gösteriyor. Mutsuzluğu sürüyor. Sıkıntılar az bir daha sürecek. Bu bu şekilde süremez, bir şeyler yapmalıyız.
3. Bir nebat sözkonusuysa, toprak yüzüne çıkmak, yeşermek ya da yeni filizler, sürgünler vermek: Buğdaylar sürmeye başladı.
4. (Bir kimsenin) içi, karnı sürmek, ishal olmak.
5. Sürüp gitmek, eskiden olduğu benzer biçimde, değişmeksizin, nede olsa öyleki devam etmek.
* sürdürmek ettirg. f.
1. Bir şeyi, bir eylemi, bir şey yapmayı sürdürmek, bir kimseden söz ederken, herhangi bir durumda bulunmaya devam etmek; ona ara vermemek, onu yinelemek, başlanılanı devam ettirmek: Bu ilişkiyi daha çok sürdüremezsin. Söyleşiyi sürdürmek. Yalanlarım, yalan söylemeyi sürdürmek. Beni sinirlendirmeyi sürdürürsen kötü yaparım.
2. Bir şeyi sürdürmek, bir şeyden söz ederken, tesirini devam ettirmek: Soğuklar tesirini sürdürüyor.
3. Bir taşıtı vb. sürdürmek, onu kullanmasını sağlamak, kullanmasına izin vermek.
4. Bir kimseyi sürdürmek, onun sürülmesine, sürgün edilmesine niçin olmak, sürgün ettirmek: Muhalifleri, onu yurdun en ücra köşelerinden herhangi birine sürdürdüler.
5. Bir maddeyi (bir şeyin üstüne) sürdürmek, o maddenin bir yüzeye sürülmesi işlemini yaptırmak: Ekmeğine tereyağı sürdürmek.
6. Piyasaya para sürdürmek, onu dolanıma sokturmak: Piyasaya milyonlarca usd düzmece döviz sürdüren kalpazanların başı.
7. Toprağı sürdürmek, tarlayı sabanla, pullukla vb. alt üst ettirmek.
* sürdürülmek edilg.f.
1. Sürülmesi sağlanmak.
2. Devam ettirilmek: Büyük bir hızla sürdürülen emek harcamalar.
* sürülmek edilg.f.
1. Yönetilip yürütülmek, kullanılmak.
2. Yerinden kaldırmaksam ileri doğru itilmek: Kapının sürgüsü sürüldü.
3. Bir şeyden söz ederken, başka bir.şeye dokundurulmak, değdirilmek: Tablolara el sürülmez
4. Bulunmuş olduğu, oturmuş olduğu yerden ya da ülkesinden kovulmak, sürgün cezası alabilmek, sevilmiş olduğu yerden uzakta yaşamak zorunda bırakılmak, sürgün edilmek: ülkeden sürülen kral ve ailesi. Taşraya sürülmek.
5. ince bir katman halinde bir yüzeye yayılması sağlanmak: üstüne tereyağ sürülmüş kızarmış ekmek.
6. Bir alıcı kitlesine sunulmak: Devasa bir reklam kampanyasıyla piyasaya sürülen bir kozmetik ürünü.
7. Dolanıma sokulmak: Yirmi binlik banknotlar yakında piyasaya sürülecek.
8. Sabanla, pullukla yarılmak, altüst edilmek: Önümüzde hemen hemen sürüldüğü belirgin olan tarlalar uzanıyordu.
* sürünmek dönşl.f.
1. Bir maddeyi, kendi bedenine, bedeninin bir kısmına ilkin bir katman halinde yaymak: Ruj sürünmek.
2. (Bir yere, bir şeye) sürünmek, geçerken, ona, oraya değmek, değerek geçmek: Kapı boyalıdır, sürünmeyin. Duvara sürünmek.
*Zool. Bir takım hayvanlardan söz ederken (sürüngenler, solucanlar, karındanbacaklılar vb ), karın ya da alt yüzden yardım ile birlikte ilerlemek: Yılanlar, yersolucanları, sümüklüböcekler sürünürler.
1. Bir taşıtı, bir binek hayvanını sürmek, onu yönetip yürütmek: Arabayı deli benzer biçimde sürüyor. Atına bindi, sürdü gitti.
2. Bir taşıtı, bir binek hayvanını bir yere sürmek, oraya doğru götürmek: Arabayı taşlı bir yola sürmek. Altını dağlara sürmek.
3. Hayvanları (bir yere) sürmek, önüne ilave edip bir yere götürmek: Koyunları meraya sürmek,
4. Bir şeyi (bir yere) sürmek, bir zemin üstünde ileri doğru hareket ettirmek, itmek: Sürgüyü sürmek. Kapı çalınınca bavulu divanın altına sürdü. Cezveyi ateşe sürmek.
5. Bir şeyi bir kimsenin önüne sürmek, önüne uzatmak, iterek önüne koymak: Umursamaz bir tavırla imzalanacak evrakları önüme sürdü.
6. Bir şeyi, elini, yüzünü vb. (bir şeye, bir yere) sürmek, dokundurmak, değdirmek: Lütfen tablolara elinizi sürmeyiniz.
7. Bir maddeyi (bir şeye, üstüne) sürmek, onu ince bir katman halinde bir yüzeye, zemine yaymak ya da sıvı bir maddeyi bir yüzey üstüne serpmek: Bir dilim ekmeğin üstüne tereyağı sürmek. Yüzüne krem sürmek. Duvara boya sürmek. Yaraya tentürdiyot sürmek. Kolonya, koku sürmek.
8. Toprağı, bir tarlayı sürmek, toprağı sabanla, pullukla yarmak, altüst etmek.
9. Bir kimseyi (ülkesinden) sürmek, onu ülkeden kovmak, ülke haricinde yaşamak zorunda bırakmak, sürgün cezası vermek: Siyasal muhaliflerini sürmek.
10. Bir kimseyi bir yere sürmek, onu yaşamış olduğu yerden uzakta, başka bir mekanda yaşamaya yükümlü etmek, sürgün cezası vermek; vazife yerini (çoğu zaman istenmeyen bir göreve, bir yere göndererek) değişiklik yapmak (tkz.): OsmanlI döneminde Malta'ya sürülen aydınlar. Bir memuru taşraya sürmek.
11. Piyasaya para, kalp para vb. sürmek, onları dolanıma sokmak: Merkez bankası yeni on binlikleri piyasaya sürdü.
12. Sıf. + bir yaşam sürmek, a. + yaşamı sürmek, şöyleki ya da bu şekilde yaşamak, herhangi bir vaziyet içinde bulunmak: Debdebeli, mutlu, mutsuz bir yaşam sürmek. Bu ülkede bir esir yaşamı sürüyordu.
13. Bir yaşı sürmek, o yaş içinde bulunmak: Hemen hemen on sekizini sürüyor.
*Avc. Avı sürmek, avı avcılara ya da gerilmiş panolara doğru itmek için araziyi döverek yoklamak.
*Balıkç. Balığı sürmek, balıkları kepçeye ya da ağ sistemine doğru kovalamak.
*Mad. oc. Galeri sürmek, tanımak ya da üretim yapmak amacıyla cevher yatağının türlü bölümlerinde galeri açmak.
*Oy. Ortaya para koymak.
*Tic. Piyasaya mal sürmek, ürünleri satılmak suretiyle piyasaya sunmak: Piyasa durgun, tüccar malını sürmekte güçlük çekiyor.
* gçz. f.
1. Süre tümleci + sürmek, nesnel ya da öznel olarak belirlenmiş bir süre aralığını toplamak; bu süreçte şu zamandan bu zamana dek var olmak, yer alabilmek, meydana gelmek: Ameliyat iki saat sürdü. Dinlence 17 eylülden 20 eylüle dek sürecek. Kar fırtınası durmaksızın 1 hafta sürdü.
2. Var olmaya, oluşmaya, görünmeye, bir durumda olmaya, uzayıp gitmeye, öylece kalmaya devam etmek: Güzel havalar süreceğe benzerlik gösteriyor. Mutsuzluğu sürüyor. Sıkıntılar az bir daha sürecek. Bu bu şekilde süremez, bir şeyler yapmalıyız.
3. Bir nebat sözkonusuysa, toprak yüzüne çıkmak, yeşermek ya da yeni filizler, sürgünler vermek: Buğdaylar sürmeye başladı.
4. (Bir kimsenin) içi, karnı sürmek, ishal olmak.
5. Sürüp gitmek, eskiden olduğu benzer biçimde, değişmeksizin, nede olsa öyleki devam etmek.
* sürdürmek ettirg. f.
1. Bir şeyi, bir eylemi, bir şey yapmayı sürdürmek, bir kimseden söz ederken, herhangi bir durumda bulunmaya devam etmek; ona ara vermemek, onu yinelemek, başlanılanı devam ettirmek: Bu ilişkiyi daha çok sürdüremezsin. Söyleşiyi sürdürmek. Yalanlarım, yalan söylemeyi sürdürmek. Beni sinirlendirmeyi sürdürürsen kötü yaparım.
2. Bir şeyi sürdürmek, bir şeyden söz ederken, tesirini devam ettirmek: Soğuklar tesirini sürdürüyor.
3. Bir taşıtı vb. sürdürmek, onu kullanmasını sağlamak, kullanmasına izin vermek.
4. Bir kimseyi sürdürmek, onun sürülmesine, sürgün edilmesine niçin olmak, sürgün ettirmek: Muhalifleri, onu yurdun en ücra köşelerinden herhangi birine sürdürdüler.
5. Bir maddeyi (bir şeyin üstüne) sürdürmek, o maddenin bir yüzeye sürülmesi işlemini yaptırmak: Ekmeğine tereyağı sürdürmek.
6. Piyasaya para sürdürmek, onu dolanıma sokturmak: Piyasaya milyonlarca usd düzmece döviz sürdüren kalpazanların başı.
7. Toprağı sürdürmek, tarlayı sabanla, pullukla vb. alt üst ettirmek.
* sürdürülmek edilg.f.
1. Sürülmesi sağlanmak.
2. Devam ettirilmek: Büyük bir hızla sürdürülen emek harcamalar.
* sürülmek edilg.f.
1. Yönetilip yürütülmek, kullanılmak.
2. Yerinden kaldırmaksam ileri doğru itilmek: Kapının sürgüsü sürüldü.
3. Bir şeyden söz ederken, başka bir.şeye dokundurulmak, değdirilmek: Tablolara el sürülmez
4. Bulunmuş olduğu, oturmuş olduğu yerden ya da ülkesinden kovulmak, sürgün cezası alabilmek, sevilmiş olduğu yerden uzakta yaşamak zorunda bırakılmak, sürgün edilmek: ülkeden sürülen kral ve ailesi. Taşraya sürülmek.
5. ince bir katman halinde bir yüzeye yayılması sağlanmak: üstüne tereyağ sürülmüş kızarmış ekmek.
6. Bir alıcı kitlesine sunulmak: Devasa bir reklam kampanyasıyla piyasaya sürülen bir kozmetik ürünü.
7. Dolanıma sokulmak: Yirmi binlik banknotlar yakında piyasaya sürülecek.
8. Sabanla, pullukla yarılmak, altüst edilmek: Önümüzde hemen hemen sürüldüğü belirgin olan tarlalar uzanıyordu.
* sürünmek dönşl.f.
1. Bir maddeyi, kendi bedenine, bedeninin bir kısmına ilkin bir katman halinde yaymak: Ruj sürünmek.
2. (Bir yere, bir şeye) sürünmek, geçerken, ona, oraya değmek, değerek geçmek: Kapı boyalıdır, sürünmeyin. Duvara sürünmek.
*Zool. Bir takım hayvanlardan söz ederken (sürüngenler, solucanlar, karındanbacaklılar vb ), karın ya da alt yüzden yardım ile birlikte ilerlemek: Yılanlar, yersolucanları, sümüklüböcekler sürünürler.
Kaynak: Büyük Larousse
YORUMLAR