TANIMAK g. f. 1. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, daha önceden görülen, bilinen bir kimseyle, bir şeyle karşılaştığında onun kim ya da...
TANIMAK g. f.
1. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, daha önceden görülen, bilinen bir kimseyle, bir şeyle karşılaştığında onun kim ya da ne olduğunu anımsamak: Be ni tanımamış gibi bakıyordu. Önceden gördüğüm bir yeri hemen tanırım.
2. Bir kimseyi bir şeyinden tanımak, bir özelliğine bakarak kim olduğunu, adını söyleyebilmek: Bir kimseyi ayak sesinden tanımak. Yürüyüşünden tanıdım, oydu.
3. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, o kimsenin kim olduğunu, o şeyin ne olduğunu bilmek: Şuradaki çocuğu tanıyorum, karşı komşunun oğlu. Müdür okuldaki her öğrenciyi tanır.
4. Bir kimseyi, bir grubu, hayvanları tanımak, onların nasıl yaşadıklarını, nasıl davrandıklarını öğrenmiş olmak ve duygularını, tepkilerini sezebilmek; onları iyi bilmek: Onu tanırım, bu işi o yapmış olamaz. Sincapları iyi tanımak.
5. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, onu teşhis etmek, kimliğini, adını saptayabilmek: Robot resmine bakarak bir katili tanımak. Bu otu tanıyamadım.
6. Bir kimseyi tamacide Tanır nımak, onunla karşılaşmış olmak, ilişki kurmak; tanışmak: Onu nerede, ne zaman tanıdınız? Mahalleye yeni geldiler, kimseyi tanımıyorlar.
7. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, onu her zamanki haliyle, kendine özgü yanlarıyla, yeniden görmek, değişmemiş bulmak (genellikle olumsuz cümlelerde): Artık aynı adam değil, görseniz tanıyamazsınız. O güzel evi şimdi tanıyamazsın.
8. Bir yeri tanımak, daha sonra yararlanmak amacıyla o yeri gezmek, görmek; o yerin durumu, özelliklerini anlamak, öğrenmek: Araziyi tanımaya çalışmak.
9. Bir kimseye bir şey (soyut) tanımak, onu, o kimseye vermek, ona ait saymak: Kendisine tanıdığım yetkileri kötüye kullandı. Sana benim yazılarımda değişiklik yapma hakkı tanıdığımı sanmıyorum.
10. Bir şeyi (soyut) tanımak, bir şey sözkonusuysa, onu içermek, kendinde bulundurmak: Hiçbir istisna tanımayan bir kural.
11. Bir şeyi (durum, olay) tanımak, onu yaşamış olmak, o durumda bulunmuş olmak: Açlığı, yoksulluğu tanımak.
12. Tanrı'yı, kutsal kitabı vb. tanımak, onu saymak, bilmek, ona inanmak: Ne Tanrı'yı tanır, ne dini.
13. Bir devleti, bir kurumu, bir yasayı vb. tanımak, onların yasal olduğunu, varlıklarının hukuka uygun bulunduğunu kabul etmek: Bir hükümeti, yeni bir devleti tanımak. Bir mahkemenin yetkisini tanımak.
14. Bir şeyi (soyut) tanımak, onu kabul etmek, ona boyun eğmek, onu saymak: Ben bu kuralı tanımıyorum. Hiçbir değer tanımaz.
15. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, onun kendisine ait olduğunu açıklamak ve tüm sorumluluğunu kabul etmek: Çocuğu tanımak zorunda kaldı. Ben bu borcu tanımıyorum.
16. Bir kimseyi tanımak, bir işte, özellikle de yapılan bir sözleşmede, o kimseyi sorumlu görmek: Ortak olarak onu tanırım, ben onunla anlaştım.
17. Bir kimseye belli bir süre tanımak, bir şe yin yapılması, bitirilmesi için belli bir süre vermek: Bana biraz zaman tanırsanız bu işi bitiririm.
18. Tanımamak, ayırt etmemek: Ben kadın erkek tanımam, herkes aynı işi yapacak.
* tanıtmak edilg. f. Esk. Tanınmak, bilinmek.
* tanınmak edilg. f.
1. Kim olduğu, ne olduğu saptanmak, belirlenmek, ya da anımsanmak; bilinmek.
2. Bir şey sözkonusuysa, büyük ün kazanmak; bilinmek.
3. Bir kimse sözkonusuysa, şu ya da bu özelliğiyle bilinmek, ünlenmek; herkes tarafından bilinir olmak: iyi bir inşan olarak tanınmak. Yardımseverliğiyle becerikliliğiyle tanınmak. Bu çevrede tanınan bir aile.
4. Bir şeyin hukuksal açıdan varlığı, gerçekliği, uygunluğu kabul edilmek.
* tanışmak işt. f.
1. iki ya da daha çok kişiden söz ederken, karşılıklı olarak birbirlerinin kim olduklarını öğrenmek: Onunla nerede ne zaman tanıştınız?
2. Bir kimseyle karşılıklı ilişki içinde olmak: Çoktan beri mi tanışıyorsunuz?
* tanıştırmak ettirg. f. Bir kimseyi bir kimseyle tanıştırmak, kişileri tanıştırmak, bir karşılaşma sırasında bir kimsenin diğer bir kimseyi tanımasını sağlamak, özellikle de bir arada bulundukları sırada bir kimsenin kim olduğunu diğer bir kimseye söylemek: Sizi meslektaşlarımla tanıştırayım. Bizi tanıştıran olmadı.
* tanıtmak ettirg. f.
1. Bir şeyi, bir kimseyi (bir topluluğa) tanıtmak, onları o topluluğa sunmak, kim olduklarını, ne olduklarını söylemek, onların belirgin özelliklerini belirterek, haklarında açıklama yaparak, göstererek tanınmalarını sağlamak: Bu öğretmeni öğrencilere tanıtmak. Yeni bir ürünü müşterilere tanıtmak.
2. Bir kimseyi bir kimseye tanıtmak, onu bir başkasıyla tanıştırmak, ona takdim etmek: Onu bana tanıtmadın.
3. Bir kimseyi bir şeyi (belli bir biçimde) tanıtmak, onları belli bir biçimde betimlemek, bazı özellikleriyle tanınmalarını sağlamak: Onu bana sert bir insan olarak tanıttılar. Bir kitabı olağanüstü bir yapıt olarak tanıtmak.
4. Kendini bir kimseye tanıtmak, bir karşılaşmada, bir mektupta ya da bir telefon görüşmesinde, kendisinin kim olduğunu söylemek, kendinden söz etmek: Size kendimi tanıtayım, ben...
5. Kendini şu ya da bu olarak tanıtmak, kendini belli bir biçimde göstermek: Bize kendini başkanın adamı olarak tanıttı.
*Şahine. Avlayacağı avı tanısın diye avcı kuşun önüne bir av salıvermek.
* tanıtılmak edilg. f.
1. Bir kimseden bir şeyden söz ederken, kim olduğu, ne olduğu, belli başlı özellikleri, nitelikleri söylenmek, topluluğun bilgisine sunulmak, topluluğa gösterilmek.
2. Bir gruba tanıtılmak, onlarla tanıştırılmak, onlara takdim edilmek: Sosyeteye tanıtılan bir genç kız.
1. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, daha önceden görülen, bilinen bir kimseyle, bir şeyle karşılaştığında onun kim ya da ne olduğunu anımsamak: Be ni tanımamış gibi bakıyordu. Önceden gördüğüm bir yeri hemen tanırım.
2. Bir kimseyi bir şeyinden tanımak, bir özelliğine bakarak kim olduğunu, adını söyleyebilmek: Bir kimseyi ayak sesinden tanımak. Yürüyüşünden tanıdım, oydu.
3. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, o kimsenin kim olduğunu, o şeyin ne olduğunu bilmek: Şuradaki çocuğu tanıyorum, karşı komşunun oğlu. Müdür okuldaki her öğrenciyi tanır.
4. Bir kimseyi, bir grubu, hayvanları tanımak, onların nasıl yaşadıklarını, nasıl davrandıklarını öğrenmiş olmak ve duygularını, tepkilerini sezebilmek; onları iyi bilmek: Onu tanırım, bu işi o yapmış olamaz. Sincapları iyi tanımak.
5. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, onu teşhis etmek, kimliğini, adını saptayabilmek: Robot resmine bakarak bir katili tanımak. Bu otu tanıyamadım.
6. Bir kimseyi tamacide Tanır nımak, onunla karşılaşmış olmak, ilişki kurmak; tanışmak: Onu nerede, ne zaman tanıdınız? Mahalleye yeni geldiler, kimseyi tanımıyorlar.
7. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, onu her zamanki haliyle, kendine özgü yanlarıyla, yeniden görmek, değişmemiş bulmak (genellikle olumsuz cümlelerde): Artık aynı adam değil, görseniz tanıyamazsınız. O güzel evi şimdi tanıyamazsın.
8. Bir yeri tanımak, daha sonra yararlanmak amacıyla o yeri gezmek, görmek; o yerin durumu, özelliklerini anlamak, öğrenmek: Araziyi tanımaya çalışmak.
9. Bir kimseye bir şey (soyut) tanımak, onu, o kimseye vermek, ona ait saymak: Kendisine tanıdığım yetkileri kötüye kullandı. Sana benim yazılarımda değişiklik yapma hakkı tanıdığımı sanmıyorum.
10. Bir şeyi (soyut) tanımak, bir şey sözkonusuysa, onu içermek, kendinde bulundurmak: Hiçbir istisna tanımayan bir kural.
11. Bir şeyi (durum, olay) tanımak, onu yaşamış olmak, o durumda bulunmuş olmak: Açlığı, yoksulluğu tanımak.
12. Tanrı'yı, kutsal kitabı vb. tanımak, onu saymak, bilmek, ona inanmak: Ne Tanrı'yı tanır, ne dini.
13. Bir devleti, bir kurumu, bir yasayı vb. tanımak, onların yasal olduğunu, varlıklarının hukuka uygun bulunduğunu kabul etmek: Bir hükümeti, yeni bir devleti tanımak. Bir mahkemenin yetkisini tanımak.
14. Bir şeyi (soyut) tanımak, onu kabul etmek, ona boyun eğmek, onu saymak: Ben bu kuralı tanımıyorum. Hiçbir değer tanımaz.
15. Bir kimseyi, bir şeyi tanımak, onun kendisine ait olduğunu açıklamak ve tüm sorumluluğunu kabul etmek: Çocuğu tanımak zorunda kaldı. Ben bu borcu tanımıyorum.
16. Bir kimseyi tanımak, bir işte, özellikle de yapılan bir sözleşmede, o kimseyi sorumlu görmek: Ortak olarak onu tanırım, ben onunla anlaştım.
17. Bir kimseye belli bir süre tanımak, bir şe yin yapılması, bitirilmesi için belli bir süre vermek: Bana biraz zaman tanırsanız bu işi bitiririm.
18. Tanımamak, ayırt etmemek: Ben kadın erkek tanımam, herkes aynı işi yapacak.
* tanıtmak edilg. f. Esk. Tanınmak, bilinmek.
* tanınmak edilg. f.
1. Kim olduğu, ne olduğu saptanmak, belirlenmek, ya da anımsanmak; bilinmek.
2. Bir şey sözkonusuysa, büyük ün kazanmak; bilinmek.
3. Bir kimse sözkonusuysa, şu ya da bu özelliğiyle bilinmek, ünlenmek; herkes tarafından bilinir olmak: iyi bir inşan olarak tanınmak. Yardımseverliğiyle becerikliliğiyle tanınmak. Bu çevrede tanınan bir aile.
4. Bir şeyin hukuksal açıdan varlığı, gerçekliği, uygunluğu kabul edilmek.
* tanışmak işt. f.
1. iki ya da daha çok kişiden söz ederken, karşılıklı olarak birbirlerinin kim olduklarını öğrenmek: Onunla nerede ne zaman tanıştınız?
2. Bir kimseyle karşılıklı ilişki içinde olmak: Çoktan beri mi tanışıyorsunuz?
* tanıştırmak ettirg. f. Bir kimseyi bir kimseyle tanıştırmak, kişileri tanıştırmak, bir karşılaşma sırasında bir kimsenin diğer bir kimseyi tanımasını sağlamak, özellikle de bir arada bulundukları sırada bir kimsenin kim olduğunu diğer bir kimseye söylemek: Sizi meslektaşlarımla tanıştırayım. Bizi tanıştıran olmadı.
* tanıtmak ettirg. f.
1. Bir şeyi, bir kimseyi (bir topluluğa) tanıtmak, onları o topluluğa sunmak, kim olduklarını, ne olduklarını söylemek, onların belirgin özelliklerini belirterek, haklarında açıklama yaparak, göstererek tanınmalarını sağlamak: Bu öğretmeni öğrencilere tanıtmak. Yeni bir ürünü müşterilere tanıtmak.
2. Bir kimseyi bir kimseye tanıtmak, onu bir başkasıyla tanıştırmak, ona takdim etmek: Onu bana tanıtmadın.
3. Bir kimseyi bir şeyi (belli bir biçimde) tanıtmak, onları belli bir biçimde betimlemek, bazı özellikleriyle tanınmalarını sağlamak: Onu bana sert bir insan olarak tanıttılar. Bir kitabı olağanüstü bir yapıt olarak tanıtmak.
4. Kendini bir kimseye tanıtmak, bir karşılaşmada, bir mektupta ya da bir telefon görüşmesinde, kendisinin kim olduğunu söylemek, kendinden söz etmek: Size kendimi tanıtayım, ben...
5. Kendini şu ya da bu olarak tanıtmak, kendini belli bir biçimde göstermek: Bize kendini başkanın adamı olarak tanıttı.
*Şahine. Avlayacağı avı tanısın diye avcı kuşun önüne bir av salıvermek.
* tanıtılmak edilg. f.
1. Bir kimseden bir şeyden söz ederken, kim olduğu, ne olduğu, belli başlı özellikleri, nitelikleri söylenmek, topluluğun bilgisine sunulmak, topluluğa gösterilmek.
2. Bir gruba tanıtılmak, onlarla tanıştırılmak, onlara takdim edilmek: Sosyeteye tanıtılan bir genç kız.
Kaynak: Büyük Larousse
YORUMLAR