Tarihi Roman : Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekÂleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır. Ta...
Tarihi Roman : Tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçekÂleri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır.
Tarihsel romanlar, tarihin değişik dönemindeki olayları işler. Kahramanlar gerçek veya düşsel olabilir. Ancak anlatılanlar tarih gerçeklerine çoğu kez uygundur.
Bu roman türü aslında, Romantizmin bir ürünüdür. Dünya edebiyatında bu türün ilk örneğini ingiliz yazar VValter Scott vermiştir. Türk edebiyatında ise tarihi romanın ilk denemesi Ahmet Mithat’ın Yeniçeriler adlı romanı sayılabilir. Batılı anlamda ilk tarihsel romanımız, Namık kemal’in Cezmi’sidir.
Tarihi Roman Örnekleri
Aşağıdaki romanlar da tarihsel romanlara örnek gösterilebilir:
- Deli Kurt (Nihal Atsız)
- İvanhoe (VValter Scott)
- Waver1ey (Walter Scott)
- Taraş Bulba (Gogol)
- Monte Cristo (Alexandre Dumas)
- Salambo (S. Flaubert)
- Devlet Ana (Kemal Tahir)
- Küçük Ağa (Tank Buğra)
Akademik Detay:
Nedir Tarihsel Roman?
Tarihsel romanın ne’liği ve ne olması gerektiği üzerine, literatürde pek çok görüş
sunulmuş, ancak bunlardan hiçbirinin tarihsel romanın, ne tanımı, ne de ne olması
gerektiği üzerinde anlaşamadıkları görülmüştür. Öyle ki; bu tür romanlar
“tarihî romanâ€, “tarihten söz açan romanâ€, “tarihe dayanmış romanâ€, “tarih romanıâ€,
“tarihsel roman†gibi terimlerle anılmıştır. Terimleştirmedeki bu güçlüğün,
romancının tarihe bakışından, tarihe mesafesinden kaynaklandığı kadar,
tarihsel romanların değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan özelliklerinden de
kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır (Doğan 2000: 142).
Yine de konunun somut bir şekilde tartışılabilmesi için bir tanım denemesinden
yola çıkmak gerekecektir. Tarihsel roman yazımının ilk kez İngiltere’de
Sir Walter Scoot’la ortaya çıktığı ön kabulünden hareketle, Oxford Edebiyat
Terimleri Sözlüğü’ne bakıldığında konuyla ilgili şunların söylenmiş olduğunu
görülür (Baldick 1990): “Bazı yazarların, geçmişe ait özel bir tarihsel dönemde
yer alan eylemleri, devrin hakim düşüncesi ve giyinişini gerçeklikle
ele almaya çalıştıkları bir roman tarzı. Tarihsel roman, kişisel talih ile toplumsal
çatışma arasındaki ilişkinin önemli bir çalışmasını yapmaya kalkışırken,
tarihsel roman için popüler bilineni ya da macera romanı için yalnızca konunun
geçtiği dönemin lider karakterini arka planda sadece dekor olarak kullanılırâ€.
Argunşah (1990) ise “tarihsel romanâ€ı; temelleri maziye dayanan, yani
başlangıcı ve sonucu geçmiş zaman içinde gerçekleşmiş olan hadiselerin,
devirlerin ve bu devirde yaşamış kahramanların hayat hikâyelerinin edebî
ölçüler içerisinde yeniden inşa edilmesi, şeklinde tanımlamıştır. Görüldüğü
üzere bu tanımlarda, tarihsel romanların tam olarak ne olduğuna ilişkin iki
tarz yaklaşım ön plana çıkmıştır. Bunlar; tarihsel romanın diğer sanat eserlerinde
olduğu gibi kurgusallığının ön planda olması gerektiği tezinden hareketle,
içinde barındırdığı tarihsel unsurları birer dekor olarak ele alan yaklaşım
ile tarihsel romanın tarihe ait unsurlarını olgulara dayandıran yaklaşımdır.
Bu bağlamda tarihsel kurguları, “ortamın tarihsel, ancak hikâyede tarihsel
olay veya kişilerin olmadığı†ve “ortam ve karakterlerin olgulara dayandığıâ€
iki türde ele alan Hoffman’ın, yaklaşımıyla (Ata 2000: 162) paralellik
kurmak mümkündür. Buna göre, Oxford Edebiyat Terimleri Sözlüğü’ndeki
yaklaşımı birinci türe, Argunşah’ın tanımını ise ortam ve karakterlerin olgulara
dayandığı ikinci türe dahil etmek mümkündür. “Tematikâ€3 olarak adlandırılabilecek,
sanat değeri yüksek olmayan türe giren bu tarihsel romanlar,
hem içlerinde barındırdıkları tarihsel bilgiden faydalanma hem de kitlelere
(halk yığınlarına) ve gençlere tarihi sevdirmek, onlarda tarihe yönelik olumlu
tutum ve ilgi oluşturabilmek amacıyla hazırlanmış eserler oldukları için tarih
öğretimi açısından büyük önem taşırlar. Bu sebeple, öncelikle tarihsel roma
nın tarih araştırmaları ve yazımı açısından değerine kısa da olsa değinmek,
sonrasında tarih öğretimi açısından değerini ele almak gerekecektir.
Tarihsel Bilgi Açısından Tarihsel Roman
Tarihsel roman yazarı için tarih, bitmez-tükenmez malzeme yığınıdır. Her
sanatkâr, bu kaynaktan kendi görüşüne, mizacına, temayüllerine göre seçmeler
yapar ve seçtiklerini yorumlar. Ancak, sanatkâr eserini, tarihsel olayları
anlatmak için yazmaz (Kaptan 1988: 31). Zaten edebî eser demek; bir takım
kurallar tespit etmek ya da bir bilim dalına ait bilgileri öğretmek düşüncesinden
yola çıkmayan, ele aldığı konu ve temanın kıymetini okuyucunun tercihine
bırakan (Tural 1986: 24) değil midir? Bu bağlamda tarihsel roman yazarının
tarihsel olgu ve olayları olduğu gibi aktarması beklenemez. Biraz da
edebî bir tavırla, tarihsel roman yazarının, tarihçinin belgeler, tarihselci tutum
ve yordam ile tarih bilincinin ışığında tarihin derinliklerine doğru çıktığı yolculuk
sırasında temizlediği döşenmiş taşları bir de kendisinin parlattığını ve
tozların yerine rengarenk tozlar serptiğini, siyah-beyaz görünen tarihi renklendirdiğini
(Gümüş 1999: 21) söylemek mümkündür.
Tarihçi ile romancının durumunu başka bir anlatımla şu şekilde ortaya koymak
mümkündür: Tarihçi olayların fotoğrafını çekerken tarihsel roman yazarı
kendi ifadesi ve yorumuyla tarihsel kişi, olay ya da olgulara ilişkin bir resim
çizer. Çizilen resimde sanatçının üslubu ve yorumu çok belirgin olarak kendini
hissettirir. Çekilen fotoğrafta ise, her ne kadar gerçeğe en yakın bir görüntü
sağlanmış gibi görünse ya da fotoğrafın gerçeği bir aynadaki görüntü
gibi yansıttığı düşünülse de, netice itibarıyla fotoğrafçının seçiminin, felsefesinin,
dünyaya bakışının ve olayı algılayışının esere yansıması söz konusudur.
Dolayısıyla, tarih yazımı ve kurmaca anlatılar arasındaki en büyük farklılığın,
onların yorumsal yapısında, epistemolojik konumlarında ve geçmişi
kendilerine özgü biçimde nasıl kavramsallaştırdıklarında bulunduğundan
bahsedilebilir (Opperman 1999: 81).
Kaptan (1988: 38), Orhan Asena’nın, tarihin iki, sanatın ise bir üçüncü boyutlu
olduğunu, tarihte en önemli boyut olan can boyutunun eksikliğini belirterek,
“Tarihin kuş bakışı fotoğrafında kabartılar da, çöküntüler de gözükmez.
Ormandaki ağaç gözden kaçar. Oysa sanatçı, haritayı, haritada(ki) ormanı
değil, o ağacı görür; ağaca kuş dalışı yapar. Kısaca, o ağacın yaşamını
canlı bir süreç olarak yakalar…†diyerek, tarihsel romanın, bilimsel ve objektif
olmak iddiasındaki tarihin içindeki insan faktörünü tekrar canlandırabileceğine
ilişkin görüşünü belirtmiştir. Böylelikle tarihsel romanın, tarihin derinliklerine
gömülmüş olan insanları unutulmuşluktan kurtarması, büyük anlatılar
yerine sıradan insanların hayatlarını tarihselleştirmesi, böylece daha
demokratik bir tarih yazımına katkıda bulunabilmesi (Türkeş 2002: 210)
mümkün olabilecektir. Türk edebiyatında buna cevap verecek yeterince ta
rihsel roman varlığından söz etmek mümkündür4. Taner Timur (2002: 10-
12) da katıldığı bu görüşle ilgili şunları söylemiştir: “Tarihçiler ve kamu gözlemcileri
eserlerini daha çok siyasal hayatla sınırlı tutarken, romancılarımız
topluma daha geniş açıdan bakabilmişler ve gerek örf ve âdetlerdeki, gerekse
Braudel’in ‘maddi uygarlık’ dediği karmaşık bütünlükteki evrimi daha iyi
anlamamıza yardımcı olmuşlardırâ€. Belki de tarihsel romanın barındırdığı
tarihsel bilgi açısından değeri, bu yaklaşımla ele alınmadığı için hâlâ anlaşılamamıştır.
Tarih Bilinci ve Tarihsel Roman
Levstik (1995: 114)’e göre, bir tarihsel roman; tarih ders kitaplarının geniş
incelemelerinin dışında, bir yazarın tarihin bir parçasını ele alarak onu derinleştirmesi
sonucunda insan yaşamına dair ayrıntıları sunar. Bu ayrıntılar,
kültürel bütünlük mesajının bir parçasıdır. Kültürel mesajları iletme noktasında
araçsallığı kabul edilen tarihsel roman, demokratik vatandaşın yaratımında
ona moral değerler aşılanmasında önemli bir araç olarak inşa edilmiştir
(Şžirin 2000: 171). Bu durum, en nihayetinde oluşturulmaya çalışılmasının
kavgası verilen “tarih bilinci†kavramı çerçevesinde tartışılabilir.
Tarih bilinci, bireyin tarihsel zaman içinde kendini konumlandırabilmesi, sosyal
olayları bu konum ve konumun getirdiği değerler sistemi ile oluşan perspektiften
yorumlayabilmesini sağlayan zihinsel beceri olarak anlaşılabilir. Daha basit
bir ifadeyle, “geçmişin yorumu, günün algılanması ve gelecek beklentisi†(Tekeli
1998: 23) şeklinde formüle edilebilir. Tarih bilinci aynı zamanda tarihin
akışı hakkında belli bir görüş sahibi olmak demektir. Furrer (2000), bu bilincin
tam olarak oluşabilmesi için bugün ve geçmiş zaman arasında (farkında olarak)
bir bağlantı kurulması, yani tarihsel anlatı olarak tespit edebildiğimiz zihinsel bir
faaliyet gerektiğini (Türkeş 2002: 198) söylemiştir. Bu bağlamda, gençlere bir
tarih bilinci verebilmek, objektif tarih olaylarıyla sübjektif tarih anlayışı(nı)
mümkün olduğu kadar birbirine yaklaştırmaya çalışmakla başarılabilecek bir
iştir (Güngör 1995: 86). Burada kastedilen sübjektif tarih anlayışına, tarihin
belirli bir dünya görüşüne, göre yorumlanması, örneğin tarihsel roman aracılığıyla
bir değer sisteminin benimsenmesi sonucunda elde edilen kişisel kanaat
da dahil edilebilir. Zira, tarihin yorumlanarak, insanlık için anlam kazanmasının
kaçınılmaz olduğunu hepimiz kabul etmek zorundayız. Bu yüzden, sadece bilim
adamları, filozoflar, mütefekkirler değil, halk yığınları da tarihi yorumlarlar
(Güngör 1995: 72). Zaten bu yorumlar dışında tarih bilgisinin kıymeti tartışılır.
Çünkü her zaman, tarihsel bilgiyi, tarih bilincine dönüştürmeyi programlanmış
bir biçimde alamayız. Bu yüzden öğretilmeye çalışılan bazı tarih bilgileri yukarıda
değindiğimiz gibi kuru, sıkıcı ve anlamsız gelirler. Oysa tarihsel roman,
hikayede betimleme doğayı ve eşyayı olduğu gibi kopya etmediği, betimleneni
egemen ideolojinin içinde yeniden ürettiği (Eşitgin 1998: 114), dolayısıyla tarih
bilgisi yazarın bakış açısıyla yorumlandığı için bilim yüzünün yapamadığını
yapabilir.
Tarihsel romanlar aracılığıyla toplumda bazı kavramların yerleştirilmesi, bazı
değerlerin telkin edilmesi, bazılarının ise hicvedilmesi mümkündür. Bu sebepten
tarihsel roman, bir misyonu yüklenmiş olmaklığı ile didaktiktir
(Argunşah 1990: 384). Dolayısıyla her ulusal kimlik tasarımı, tarih yazımı
kadar o tarihi popülerleştirecek romana da ihtiyaç duymuştur (Türkeş 2002:
207).
Türk edebiyatında Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze kadar, bu
amaçla bir çok tarihsel romanın yazılmış olduğu görülür. Tanzimat’tan öncesinde
destan, şehname ve masallarla tarih bilinci oluşturulmaya çalışılırken,
daha sonra Genç Osmanlıların Batı tarzında kaleme aldıkları ilk tarihsel romanlar
ortaya çıkmıştır. Ancak, II. Meşrutiyet’le birlikte daha çok Ziya Gökalp’in
“Kızılelmaâ€, Ömer Seyfettin’in Milliyetçi/Türkçü tarihsel (kurgu) hikâyeleri
ile bu devam etmiştir (Koloğlu 2000: 40).
Cumhuriyetle birlikte ise dini temaların dışında, toplumsal ve ulusal konulara
ağırlık verilmiştir. Özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarını, bu süreçteki Batılılaşma
ve kalkınma çalışmalarının sancılarını ele alan Çağ romanlarını5 da bu çerçevede
ele almak mümkündür. Bu eserleri, Samim Kocagöz’ün, “Temelsiz
bina olmaz. Cumhuriyetimizin tarihsel temelini sadece tarih kitaplarına bırakırsak,
kupkuru kalırız†(Argunşah 1990: 13) uyarısı doğrultusunda değerlendirmek,
hatta o dönem için tarihsel roman yazmayı da bu çerçevede ele
almak mümkündür.
1945’lere kadar tarihsel roman anlayışının tarihsel serüven romanı tarzıyla
kendini gösterdiğini söylemek mümkündür (Yalçın 1998: 205-224). Özellikle
Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun yazdığı eserler bu çerçevede ele alınabilir.
İkinci Dünya Savaşından 1990’lı yılların başına kadar macera tarzı tarihsel
roman örneklerinin artarak sürdüğü görülmüştür. Bunun sebebinin, 45 yıllık
süreci etkileyen soğuk savaş dönemi olarak adlandırılan durumun getirmiş
olduğu siyasal kutuplaşma ve gerginliğin Dünya’daki sosyal çalışmaları biçimlendirdiği
gibi Türkiye’deki edebiyat ürünlerini, dolayısıyla tarihsel romanları
da en azından konuları itibariyle etkilemesi olduğu söylenebilir.
Çünkü, Cumhuriyet döneminde Osmanlı tarihi üzerine yazılan tarihsel romanlar
sınıflandırıldığında, konu itibarıyla birinci sırada “fetihâ€, ikinci sırada
da “Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayan nedenlerâ€in işlendiği görülmüştür (Çeri
2000: 21). Bu veriden hareketle tarihsel romanlarda ele alınan Osmanlı-Türk
kahramanlığı’nın, yazarların kültürel, felsefî ve siyasal tercihleri olduğu kadar,
o dönemin bahsedilen siyasi nezaketiyle de ilişkili olarak ön plana çıktığı
yorumuna varılabilir. Soğuk savaş döneminin kapanmasıyla, küreselleşme
çabalarının hız kazandığı 1990’lı yıllarda durumun değişmiş olduğu görül,
müştür. Artık, yazılan romanlarda, “Osmanlının kaynağını Türklükten aldıklarıâ€,
“kahramanlık veya Türklükten uzaklaşmaları ile yıkılışa neden olan
zaafları†konularından çok, Osmanlının toplumsal, kültürel, ekonomik yaşamı,
sanatı, mimarisi, eğitim ve bilimi romanlarda önemli yer tutmaya başlamıştır
(Çeri 2000: 25). Bu anlamda, tarihsel serüven romanların yerini
kültürel, sosyal içerikli tarihsel romanlar almıştır.
Buraya kadar ele aldığımız şekliyle tarihsel romanın kavram olarak neyi ifade
ettiği, yüklendiği işlevin ne olduğu ve Türkiye’deki serüvenine kısaca değinilmeye
çalışılmıştır. Şžimdi ise, lise (orta öğretim) öğrencilerinin tarihsel romanla
ilişkilerine değinilecektir. Ya da, “Ergenlik dönemindeki genç için
tarihsel roman neyi ifade eder?†sorusunun cevabı tartışılmaya çalışılacaktır.
YORUMLAR