Toplumsal evrim kavramı ile,toplumların örgütlenme biçimlerini değiştirme sürecini anlarız. Ancak, tarihçilerin olaylara göre ayırdı...
Toplumsal evrim kavramı ile,toplumların örgütlenme biçimlerini değiştirme sürecini anlarız.
Ancak, tarihçilerin olaylara göre ayırdığı dönemlerle,toplumsal evrim aşamaları sınıflandırılması herzaman birbirine uymayabilir.
Çoğunlukla yapıldığı gibi Avrupa tarihinin eski,orta ve modern çağlar şeklinde bölünmesi,burada görülen toplumsal evrime uygun olmayabilir.
Belirli toplumsal aşamaya ulaşmış bir toplumun daha sonraki tarihlerde daha ileri aşamaya ulaşacağı kesin bir olgu değildir.
Nitekim eski Avrupa veya Roma yönetimi altındaki dönem,arkaik devlet örgütlü toplum aşamasıdır.
Oysa bu dönemi izleyen ortaçağ toplumları,aynı aşamanın az gelişmiş ve küçük örnekleridir.
Yani ortaçağ eskiçağdan sonra geldiği için toplumsal aşamanın daha gelişmiş olması gerektiği gibi bir mantık yanıltıcıdır.
*
Birbirinden ayrılmış zaman dönemleri,bölgeler veya belirli olaylar toplumsal evrimin farklı aşamalarının belirleyici unsurlarıdır. Buna rağmen,asıl önemli unsur örgütlenme biçimidir.
Süreç içindeki evrim aşamaları birbirlerinden belirli teknolojilere göre ayrılamazlar.
Veya evrim aşamaları belirli teknolojiler ölçü alınarak tanımlanamazlar.
Örneğin bir göçebe grubu küçük klan şeklinde olabileceği gibi merkezi bir otoriteye bağlı olabilir.
Diğer taraftan,önceden belirlenmiş ve şaşmaz bir aşama zinciri olan toplum yoktur.
Lewis H.Morgan bütün toplumların aynı aşamadan geçtiğini ileri sürmüştü.
Ancak bu tek çizgili evrim düşüncesi günümüzde önemini kaybetmiştir.
Evrim süreci,toplumun olanakları değerlendirmesiyle yakından ilgilidir.
Toplumlar,fiziksel açıdan içinde bulundukları konumlarından ve komşu toplumlarla ilişkilerinden lanan çevresel etkilere kendilerini uydururlar.
*
Tarihte, herhangi bir toplumun geçirdiği kültürel evrimin,kendinden daha ileri bir başka toplumun istilası sonucu ortaya çıktığı çok görülmüştür.
Öyle ki toplumların kendi içlerinde büyümeleri bile bu kadar önemli sonuçlar doğurmamıştır.
Bin yıl kadar önce Kuzey Amerika'da yaşayan yerli kabile toplumları,Meksika'dan gelen kültürel etkilerle daha karmaşık olan merkezi otoriteye geçtiler.
Daha sonraki tarihlerde Avrupalı sömürgeciler güneyde köleliğe dayalı tarım toplumu oluşturdular.
A.B.D. dönemindeki iç savaşta sanayileşmiş kuzeye yenilen güney bölgeleri uzun yıllar gelişme gösteremedi.
Sanayileşmiş kent toplumuna geçmeleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında mümkün oldu.
1960'lı yıllarda yapılan çalışmalarla uzay çağına,sonra da sanayi ötesi elektronik topluma geçen toplumun bir parçası oldu.
*
Bazı durumlarda fiziksel çevreye uyum,daha yüksek örgütlenme biçimine yol açar.
Yani toplum bir önceki aşamasına oranla daha karmaşık bir örgütlenmeye girmiş olur.
Sosyo-ekonomik kalkınma bu şekilde mümkün hale gelir.
Nitekim Kuzey Avrupa'da sanayi devrimi sonucu yeni bir toplum oluşmuştur.
Çok daha eski dönemlerde Yakın Doğu'da tarımın ilk kez ortaya çıkmasıyla yeni bir toplumun oluşması da bilinen örneklerdendir.
Şu halde toplumsal evrim,temel olarak toplumların değişik çevrelere uyum sağlamakta gösterdikleri farklılaşma sürecidir.
Bu süreç aynı örgütsel yapıda çeşitlemeler getirdiği gibi,bazen de değişiklikler yeni örgütlenmelere yol açarlar.
*
Tarımsal üretimin başlaması toplumda temel değişikliklere yol açmıştır.
Birtakım bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi sonucunda ,insanların fiziksel çevreyle ilişkisi kökten değişmiştir.
Teknik aşamalarla tarım geliştikçe nufus ta artmıştır.
Bu nufus artışının,avcı ve toplayıcı topluluklardaki nufus artışından yirmi katı fazla olduğu tahmin edilmektedir.
Ancak bazı toplumlar yerleşik düzene geçmiş olmalarına rağmen yeni örgütlenme biçimi oluşturamadılar.
Bunlar, tarım öncesi avcı ve toplayıcı toplumlar gibi eşitliğe ve kan bağına dayanan toplum anlayışını sürdürdüler.
Basit tekniklerle yapılan tarıma dayalı üretimde,elde edilen ürünlerin eşit şekilde tüketilmesi ve kan bağına dayalı sosyal ilişkilerin sürdürülmesi ekonomik gelişmeyi engeller.
Ancak belirli bölgelerde,o döneme özgü teknolojik ve ekonomik özellikler nedeniyle merkezi otoriteye,yani hiyerarşiye dayalı daha gelişmiş ve daha karmaşık toplumlar oluştu.
*
Eşitlikçi kabile toplumları ile merkezi otoriteye bağlı toplumlar arasındaki fark,kurumsal yönden merkezileşme derecesidir.
Kabile toplumlarında önderlik kısa sürelidir.
Zira önderlik eden kişinin bu görevi sürdürmesi genellikle onun fiziksel gücü ile ilgilidir.
Oysa veraset yolu ile geçen şeflik kurumu otoritenin daha kalıcı olmasına yol açar.
Böylece belirli politikaların daha uzun süre uygulanmasına fırsat verir.
Sonuçta kabile toplumlarına oranla merkezi otoriteler daha büyük,daha karmaşık ve daha sıkı kaynaşmış toplum yapısı ortaya çıkarır.
Toplum böyle bir yapıya ulaşınca tek tek kişiler veya bazı aileler ya da bir takım gruplar hem siyasal iktidar hem de servetler üzerinde söz sahibi olurlar.
Aynı zamanda ekonomik yaşamdaki rolleri açısından da farklı konum elde ederler.
Böylece merkezi otoriteye bağlı toplumlar hem genişlemeye hem de daha büyük ölçüde merkezileşmeye hazır hale gelirler.
*
Akrabalığa dayanan eşitlikçi toplumların sosyal kurumları,çok sayıdaki insanın birbiriyle çatışan isteklerini denetleyecek güçte değildir.
Bu tip toplumlar akrabalık etkisi ile kendilerini belirli alanlarda sınırlama yolunu seçerler.
Buna karşılık merkezi otorite uygulayan toplumlar daha geniş coğrafi bölgelerde ve daha fazla insan üzerinde egemenlik kurarlar.
Böyle özellikteki toplumların eski Mezopotamya'da ilk devlet düzeyinde örgütlenmiş toplumların öncüleri olduğu sanılmaktadır.
Bunlar merkezi otoriteyle başlayan evrim çizgisini devam ettirdiler.
Egemenlik, ailelerden baskı gücü bulunan gruplara geçti.
Farklı grupları zorla birleştiren,nufusun artmasına ve merkezileşmeye yol açan bu gelişme,yeni bir aşama başlattı.
Böylece daha basit toplumlar yok oldu.
Ancak, tarihçilerin olaylara göre ayırdığı dönemlerle,toplumsal evrim aşamaları sınıflandırılması herzaman birbirine uymayabilir.
Çoğunlukla yapıldığı gibi Avrupa tarihinin eski,orta ve modern çağlar şeklinde bölünmesi,burada görülen toplumsal evrime uygun olmayabilir.
Nitekim eski Avrupa veya Roma yönetimi altındaki dönem,arkaik devlet örgütlü toplum aşamasıdır.
Oysa bu dönemi izleyen ortaçağ toplumları,aynı aşamanın az gelişmiş ve küçük örnekleridir.
Yani ortaçağ eskiçağdan sonra geldiği için toplumsal aşamanın daha gelişmiş olması gerektiği gibi bir mantık yanıltıcıdır.
*
Birbirinden ayrılmış zaman dönemleri,bölgeler veya belirli olaylar toplumsal evrimin farklı aşamalarının belirleyici unsurlarıdır. Buna rağmen,asıl önemli unsur örgütlenme biçimidir.
Süreç içindeki evrim aşamaları birbirlerinden belirli teknolojilere göre ayrılamazlar.
Veya evrim aşamaları belirli teknolojiler ölçü alınarak tanımlanamazlar.
Örneğin bir göçebe grubu küçük klan şeklinde olabileceği gibi merkezi bir otoriteye bağlı olabilir.
Diğer taraftan,önceden belirlenmiş ve şaşmaz bir aşama zinciri olan toplum yoktur.
Lewis H.Morgan bütün toplumların aynı aşamadan geçtiğini ileri sürmüştü.
Ancak bu tek çizgili evrim düşüncesi günümüzde önemini kaybetmiştir.
Evrim süreci,toplumun olanakları değerlendirmesiyle yakından ilgilidir.
Toplumlar,fiziksel açıdan içinde bulundukları konumlarından ve komşu toplumlarla ilişkilerinden lanan çevresel etkilere kendilerini uydururlar.
*
Tarihte, herhangi bir toplumun geçirdiği kültürel evrimin,kendinden daha ileri bir başka toplumun istilası sonucu ortaya çıktığı çok görülmüştür.
Öyle ki toplumların kendi içlerinde büyümeleri bile bu kadar önemli sonuçlar doğurmamıştır.
Bin yıl kadar önce Kuzey Amerika'da yaşayan yerli kabile toplumları,Meksika'dan gelen kültürel etkilerle daha karmaşık olan merkezi otoriteye geçtiler.
Daha sonraki tarihlerde Avrupalı sömürgeciler güneyde köleliğe dayalı tarım toplumu oluşturdular.
A.B.D. dönemindeki iç savaşta sanayileşmiş kuzeye yenilen güney bölgeleri uzun yıllar gelişme gösteremedi.
Sanayileşmiş kent toplumuna geçmeleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında mümkün oldu.
1960'lı yıllarda yapılan çalışmalarla uzay çağına,sonra da sanayi ötesi elektronik topluma geçen toplumun bir parçası oldu.
*
Bazı durumlarda fiziksel çevreye uyum,daha yüksek örgütlenme biçimine yol açar.
Yani toplum bir önceki aşamasına oranla daha karmaşık bir örgütlenmeye girmiş olur.
Sosyo-ekonomik kalkınma bu şekilde mümkün hale gelir.
Nitekim Kuzey Avrupa'da sanayi devrimi sonucu yeni bir toplum oluşmuştur.
Çok daha eski dönemlerde Yakın Doğu'da tarımın ilk kez ortaya çıkmasıyla yeni bir toplumun oluşması da bilinen örneklerdendir.
Şu halde toplumsal evrim,temel olarak toplumların değişik çevrelere uyum sağlamakta gösterdikleri farklılaşma sürecidir.
Bu süreç aynı örgütsel yapıda çeşitlemeler getirdiği gibi,bazen de değişiklikler yeni örgütlenmelere yol açarlar.
*
Tarımsal üretimin başlaması toplumda temel değişikliklere yol açmıştır.
Birtakım bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi sonucunda ,insanların fiziksel çevreyle ilişkisi kökten değişmiştir.
Teknik aşamalarla tarım geliştikçe nufus ta artmıştır.
Bu nufus artışının,avcı ve toplayıcı topluluklardaki nufus artışından yirmi katı fazla olduğu tahmin edilmektedir.
Ancak bazı toplumlar yerleşik düzene geçmiş olmalarına rağmen yeni örgütlenme biçimi oluşturamadılar.
Bunlar, tarım öncesi avcı ve toplayıcı toplumlar gibi eşitliğe ve kan bağına dayanan toplum anlayışını sürdürdüler.
Basit tekniklerle yapılan tarıma dayalı üretimde,elde edilen ürünlerin eşit şekilde tüketilmesi ve kan bağına dayalı sosyal ilişkilerin sürdürülmesi ekonomik gelişmeyi engeller.
Ancak belirli bölgelerde,o döneme özgü teknolojik ve ekonomik özellikler nedeniyle merkezi otoriteye,yani hiyerarşiye dayalı daha gelişmiş ve daha karmaşık toplumlar oluştu.
*
Eşitlikçi kabile toplumları ile merkezi otoriteye bağlı toplumlar arasındaki fark,kurumsal yönden merkezileşme derecesidir.
Kabile toplumlarında önderlik kısa sürelidir.
Zira önderlik eden kişinin bu görevi sürdürmesi genellikle onun fiziksel gücü ile ilgilidir.
Oysa veraset yolu ile geçen şeflik kurumu otoritenin daha kalıcı olmasına yol açar.
Böylece belirli politikaların daha uzun süre uygulanmasına fırsat verir.
Sonuçta kabile toplumlarına oranla merkezi otoriteler daha büyük,daha karmaşık ve daha sıkı kaynaşmış toplum yapısı ortaya çıkarır.
Toplum böyle bir yapıya ulaşınca tek tek kişiler veya bazı aileler ya da bir takım gruplar hem siyasal iktidar hem de servetler üzerinde söz sahibi olurlar.
Aynı zamanda ekonomik yaşamdaki rolleri açısından da farklı konum elde ederler.
Böylece merkezi otoriteye bağlı toplumlar hem genişlemeye hem de daha büyük ölçüde merkezileşmeye hazır hale gelirler.
*
Akrabalığa dayanan eşitlikçi toplumların sosyal kurumları,çok sayıdaki insanın birbiriyle çatışan isteklerini denetleyecek güçte değildir.
Bu tip toplumlar akrabalık etkisi ile kendilerini belirli alanlarda sınırlama yolunu seçerler.
Buna karşılık merkezi otorite uygulayan toplumlar daha geniş coğrafi bölgelerde ve daha fazla insan üzerinde egemenlik kurarlar.
Böyle özellikteki toplumların eski Mezopotamya'da ilk devlet düzeyinde örgütlenmiş toplumların öncüleri olduğu sanılmaktadır.
Bunlar merkezi otoriteyle başlayan evrim çizgisini devam ettirdiler.
Egemenlik, ailelerden baskı gücü bulunan gruplara geçti.
Farklı grupları zorla birleştiren,nufusun artmasına ve merkezileşmeye yol açan bu gelişme,yeni bir aşama başlattı.
Böylece daha basit toplumlar yok oldu.
Peynirin üretim aşamaları nedir?
Sadaka ve zekatın bireysel ve toplumsal açıdan faydaları nelerdir?
Yünün üretim aşamaları nelerdir?
DEVLET ÖNCESİ TOPLUM
Bugün bizler yaşamımızın her alanında ve her anında devletin varlığını farkında olsak ta olmasak ta hissederiz.Devlet,kişilere ve eşyaların mülkiyetine güvence sağlayan bir kurumdur.Bizim bakış açımıza bağlı olarak onu ne şekilde nitelersek niteleyelim politik bir otorite olmaksızın düzenli işleyen toplumsal yaşam düşünemeyiz.Oysa tarihin eski dönemlerinde devletin olmadığı toplumlar vardı.Resmi hukuk sistemine sahip olmayan bu tip toplumlar,kişisel çıkarların şiddet ve anarşiye yol açmaması için çok kuvvetli olan geleneksel kurallara uymak zorundaydılar.Yani toplumların düzenini devlet değil,örf ve adetler sağlıyordu.Devlet öncesi toplumları tanıyabilmek için bazı kavramların yakından incelenmesi gereklidir.
Soy zincirleri,soy grubu anlamına gelir.İlkel toplumda üyelik,yani o topluma mensup olmak,ortak bir atadan gelmekle mümkündür.Bu ise ya erkekler yoluyla yani babaerkil,ya da kadınlar yoluyla yani anaerkil olarak belirlenir.Ortak bir atadan erkek veya kadın yoluyla gelme durumu,yaygın olan toplumsal gruplardır.Soy zincirleri dışardan evliliğe dayanır.Yani eşler başka gruplardan seçilir.bu nedenle toplum birden çok soydan oluşuyordu.
Kabile toplumları çeşitli bölümlerden oluşur.Bu bölümler arasında kan bağı,evlilik, gelenekler,ortak bir ata,alış veriş ve törensel işbölümü gibi ilişkiler vardır.Şimdi bir kabile köyünü ele alalım.Hayalimizde bu köyü şu şekilde düşünelim:
Kartal bölümü:Kurt klanı ve Ayı klanı olarak iki ayrı bölgede yaşıyor.
Karga bölümü:Ceylan klanı ve Geyik klanı olarak iki ayrı bölgede yaşıyor.
Evlenmeler Kartal ve Karga bölümleri arasında mümkündür.Soy zinciri gerçek bir kan bağı sistemidir.Klan ise soy zinciri ve aile bağlarının ötesinde,üyelerini bağlayan ve savaş ya da din gibi ortak çıkarlarda birleştiren kültürel bir gruplaşmadır.Kurt ve Ayı klanlarına ait üyelerin aynı atadan gelen ortak gelenekleri vardır ve birbirlerine çok yakın akrabadırlar.Bu sebeple Karga bölümündeki Geyik ve Ceylan üyeleri ile evlenebilirler.Nufus artınca klan parçalanır ve bazı üyeler yeni bir köy kurarlar.Bunlar da zamanla öteki bölümlerin parçalanmış soylarıyla birleşirler.Böylece klan ve ikili örgütlenme yeni yerleşme bölgesinde tekrarlanmış olur.Büyüme ve parçalanma sonucu klan üyeleri kabile bölgesine dağılmış olur.Evlilikler aynı köyde de olsa farklı köyde de olsa gene iki ayrı bölüm arasında yapılır.İki bölüm arasındaki karşılıkli evlilik ve klanlar arası ilişkiler,kabileyi kaynaştıran bağlardır.Kurt klanına ait bir kişi başka köylerde de kendi klanının veya kardeş klanın üyelerini bulabilir.Gerektiğinde bu kişilerden yardım isteyebilir.Ayrıca kendi klanından kadınlarla evli olan Geyik ve Ceylan klanları ile akrabadır.
Devlet öncesi toplumlar büyüklükleri,bölümlerinin özellikleri ve bunların birleşme biçimlerine göre iki değişik türe ayrılır.Birinci tür,eşitlikçi kabile toplumudur.Aile,soy zinciri ve klan gibi bölümler ekonomik faaliyetlerde uzmanlaşmamıştır.Sosyal olarak eşit durumdadırlar ve kan bağı,evlilik ve soy gibi ilişkilerle kaynaşmışlardır.Her bölümün ayrı bir yetkilisi vardır.Aile reisi aile içindeki kadın ve çocukların lideridir.Yaşlılar gençlerden daha çok söz sahibidir.Ancak toplumsal bölümler arasındaki ilişkileri veya çalışmaları organize eden herhangi bir lider yoktur.
Erkekler ve kadınlar arasında bazı iş bölümleri olsa da her kişi kendi çalışma alanında aynı işle uğraşır.Böylece bütün ailelerin ekonomik faaliyetleri birbirine benzer.Herkesin oturduğu ev,üzerlerine giydikleri giysiler ve taktıkları süsler aynıdır.Kabile üyelerinin hepsi aynı çeşit araç kullanır,aynı yiyecekleri yer.Dinsel töreleri ve taptıkları tanrılar da ortaktır.Ancak bu durum toplumsal bölümlerin kendi kendilerine yetme sonucunu verdiği için birbirleriyle gerçek anlamda kaynaşmalarını engelleyen bir özellik taşır.Zira bir veya birkaç bölümün yok olması toplumun tümüne hiçbir zarar vermez.Sistemdeki bağlar üretim sürecinde işbirliği sağlamadığı için toplumun aşama yapması zaten mümkün değildir.Bazı toplumlarda kabile başkanı olsa bile etkili şekilde emir verme yetkisi yoktur.Veya zamanla sınırlıdır.Örneğin sadece av sırasında veya bazı törenlerde emir verme durumundadır.
Devlet öncesi ikinci örgüt türü şeflik veya hiyerarşik toplumdur.Uzmanlaşmış bölümler birbirine bağımlıdır.Basit te olsa bölümler arasında ekonomik dayanışma görülür.Bölümler birbirlerine benzerler ama siyasal ve ekonomik faaliyetlerde rütbe ve mevki farklılıkları vardır.Bazı aileler veya gruplar şef düzeyinde iken diğerleri halk konumundadır.Tek tek bireyler veya bazı aileler ya da bazı köy grupları ekonomik alanda uzman hale gelmiştir.Örneğin birtakım kişiler el sanatlarında,bazı aileler balıkçılık alanında bazı köyler de çiftçilikte yetkinlik kazanmışlardır.Bu uzmanlaşma genellikle şeflerin yönetiminde yürütülür.
Bir şefin gücü diğer kabile liderlerinin gücünden farklıdır.Şefler ekonomik faaliyetin yöneticisidir.Ev,tarla ve otlak için toprak dağıtımı yapmak onun yetkisindedir.Bazı ların mevsimsiz kullanımını önlemek için tabular koyar.En önemlisi de dinsel gücü vardır.Ayrıca çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaptığı için hukuksal yönleri de vardır.
Devlet öncesi toplumda sosyal faaliyetler akrabalar arasındadır.Bir soy zinciri içindeki yaşlı kuşaktan olan tüm erkekler ‘baba',onların karıları ise ‘ana'dır.Bir kişinin karısının soy zincirinden olan tüm kadınlar ‘gelin',onların erkek kardeşleri ‘kayınbirader'dir.Aynı kuşaktan olan tüm klan üyeleri ‘kardeş' ve ‘bacı'dır.Akrabalığa ait görgü kuralları günümüz kanunları gibidir.Bu kuralların çiğnenmesi mutlaka cezalandırılmayla sonuçlanır.Örneğin bir babaya saygı göstermemek,bacıların yanında cinsel konulardan söz edilmesi.bir kardeşle yemeğin paylaşılmaması gibi suçlar,alaya alınmaktan başlayıp toplumdan kovulmaya kadar uzanan cezaları kapsar.Elbette yasa uygulayıcı resmi bir kurum yoktur.Ama yanlış davranışlarla başa çıkmanın belirli yolları vardır.Suç işleyen kişiler suçu işledikleri şekilde ceza görürler.Öç almak, zarara uğrayan kişinin hakkıdır.Bu durum ilkel toplumlarda görülen bireycilik olgusu ile ilgili bir konudur.
*
ESKİ DEVLETLER VE İMPARATORLUKLAR
Uygarlık kavramının bizde çağrıştırdığı düşünce, teknoloji alanındaki yaratıcılıktır.Bu nedenle eski uygarlıklardan söz ederken onların yaratıcılık özelliğinden yoksun olduklarını görme eğilimimiz vardır.Buna bağlı olarak durgun toplumlar olduklarını düşünebiliriz.Ancak kaba taslak bir tarih incelemesi bile bunun pek doğru olmadığını ortaya çıkarır.Daha işin başında gözümüze çarpan en büyük özellik,geçmişteki uygarlıkların siyasal devlet örgütüne dayanmış olmasıdır.Böyle bir örgütlenmenin temelinde çeşitli sosyal ve ekonomik kurumlar olması gerektiğine göre,eski uygarlıkların hiç te küçümsenmeyecek işleri başarmış olduklarını anlarız.
Eski uygarlıklar zaman süreci içinde birçok siyasal ideoloji oluşturmuşlardır.Toplumların her türlü yaşam alanını kapsayacak biçimde toplumsal kurumlar ve bunların örgütlenme biçimleri yer almıştır.Hem ideoloji hem de toplumsal kurumların örgütlenme biçimleri oldukça kapsamlıdır.
Yönetim biçimleri totaliter veya o günkü şartlar çerçevesinde demokratik tarzdaydı.Devler işlerinin yürütülmesi için zaman zaman aşırıya kaçan bürokrasileri vardı.Sınıf veya kast sistemleri toplumun temelini oluşturuyordu.
Eski uygarlıklardaki kentler, günümüzdekilerden hem işlevleri yönünden hem de nitelikleri bakımından oldukça farklı özellikler gösterir.O dönemdeki kentllerin birkaçı hariç hepsi çok küçüktü.Bazısı kent devlet şeklinde örgütlenmişti ve nufuslarının büyük bölümünü köylüler oluşturuyordu.Eski Mısır ve Amerika toplumlarındaki kentler daha da değişik özelliktedir.Buralarda memur,rahip ve zanaatçılar yerleşmişti,dolayısı ile kentler küçük tören merkezi konumundaydılar.Eski toplumların başlıca geçim kaynağı tarım olduğu için tarımla uğraşanların kurdukları kentler elbette sanayi,ticaret ve mali faaliyetlerin yürütüldüğü merkezler olamazdı.İnka'larda olduğu gibi bazı kentler de bugünkülere benzer şekilde siyasal yönetim merkezleriydi.
Eski uygarlıklardaki toplumsal kurumların örgütlenme biçimlerinden birisi de yerel yönetimler ve profesyonel ordulardır.Özellikle imparatorluklarda tüm toplumu teşkil eden halklar arasında kültürel farklılıklar olduğu için ve topraklar bir hayli geniş yer kapladığından profesyonel ordu gereksinimi en yüksek noktadaydı.Savunma ve fetih için olduğu kadar iç düzenin korunması için de gerekliydi.Bu konudaki en önemli örneği Roma İmparatorluğunda görüyoruz.Romalılar,değişik bölgeler ve bağımlı krallıklarda bulunan çeşitli halkları bir arada tutma başarısı göstermişlerdir.Bu başarılarının temelinde askerlerine kollektif bir kişilik kazandırmaları olmuştur.Ordular önemli ların kontrolunu yaparlarken bir taraftan da ulaşım yollarını geliştiriyorlardı.
Nüfus sayımı eski devletlerin önemli bir özelliği olmuştur.Devletin toplayacağı vergi ancak bu yolla belirlenirdi.Vergilendirme şekli ise kişilerin emeğini kullanmak veya tarımsal ürünlerden pay almaktı.
Eski dönemlerde bilim adamları devlet tarafından desteklenmek durumundaydılar.Zira planlama ve yönetim işleri için bilimsel yöntem gerekir.Eski Mısırlıların 365 günlük takvimi bulmaları ve Nil nehrinin taşkınlık dönemlerini takip yıldızları gözlemlemek sayesindedir.
Eski uygarlıklardaki toplumsal kurumların örgütlenme biçimlerine verilecek diğer örnekler arasında mahkemeleri,site denetçilerini ve dinsel kurumları sayabiliriz.
Sümer ve Akad gibi devletlerin nüfusları ve yerleşim alanları oldukça küçüktü.Yönetim tarzı teokratikti ve idareyi rahipler yürütüyordu.Rahip-kral denilen bu tip devletlerde din adamları insanlar ile tanrı arasında aracılık görevini üstlenmişlerdi.O günlerin inanışını kabullenen halk,zor kullanmaya gerek kalmadan topluma yararlı olan dinsel görev ve törenlerde bir araya gelirdi.İnsanların devlete bağlılığı ve hizmeti bu şekilde güvence altına alınırdı.Sosyal ve ekonomik yönden güç kazanan kişilerin ordu liderliğini ele geçirmesi ile sivil yönetim etkili olmaya başladı.Bu sivil kişiler,yani rahip olmayanlar ordularını beslemek ve onların donanımını sağlamak için gerekli ları da kontrolleri altına aldılar.Askeri yayılma da bu şekilde başlamış oldu.Asur,Hitit,Mısır ve Pers gibi ilk imparatorluklar,fetih yoluyla birleştirilmiş tek tek devletlerdi.
Çok güçlü görünmelerine rağmen eski imparatorlukların çok önemli zaafları,toplumların birliğinin zayıflığı idi.İmparatorluk yönetimi konusunda henüz deneyim yoktu, imparatorluk kültürü yetersizdi.Bu nedenle yapılan fetihler,çok derin olan etnik ve bölgesel farklılıkları ortadan kaldıramadı veya ayırımları törpülüyemedi.Diğer taraftan bu tip imparatorlukların oluşturdukları siyasal örgütlerin merkezi hükümetlere karşı bağlılığı sağlanamıyordu.O günün şartları gereğince ulaşım ve haberleşme çok sınırlı olduğu için merkezi hükümet, çekirdek diyebileceğimiz dar bir alanda bulunuyor,bu alan dışındaki bağımlı bölgelerin yönetimi yerel yöneticilere bırakılıyordu.Bu yöneticiler kendi bölgelerine ait geliri gene kendileri topluyor,ordularını kendi denetimlerine aldıkları zaman merkeze kolayca baş kaldırabiliyorlardı.Böyle kopmalar sonucu imparatorluk zayıflıyor,komşu devletler veya göçebe kabilelerin saldırıları karşısında dağılıp gidiyordu.
Eski hükümdarların merkezi bürokrasiyi geliştirmeleri ve süreç içinde oluşacak dağılmaları önlemek için çözümler üretmesi gerekiyordu.Yerel yöneticilerin sık sık değiştirilmesi,onlarla hükümdar ailesi arasında evlilik bağları kurulması gibi çareler bulundu.Ayrıca görevlilerin bağlılığını güvence altına almak için onların akrabalarından bazılarının merkezde rehin tutulması gibi kurnazlıklar uygulandı.Zaman geçtikçe yerel yönetimleri denetim altında tutma yöntemleri bir hayli genişledi.Etkili bir casusluk sistemi kuruldu.Siyasal destek verme karşılığında tüccarlara,kentlere ve din adamlarına ayrıcalıklar tanındı.Yolların,kanalların,haberleşme sistemlerinin ve gemiciliğin geliştirilmesi hızlandı.Ama tarihin gelişim süreci içinde toplumların geçireceği dönüşümler karşısında bu çareler de yetersiz kalmaya mahkumdu.
*
ESKİ DÖNEMLERDE KÖYLüLER
Eski uygarlıkların yazılı olan tarihlerini gözden geçirirken karşımıza hep krallar,imparatorlar,rahipler,düşünürler,sanatkarl ar ve kentliler çıkar.Onların yazdıklarını okur,yaptıkları eserleri inceler ve bize ulaşan etkinliklerini değerlendiririz.Oysa eski uygarlıkların nüfusunun büyük bir çoğunluğunu köylü ve çiftçiler oluşturuyordu.Bu insanların yaşamları siyasal gelişmelerden çok az etkilenirdi.Ama yarattıkları ekonomik ürünlerle tarım dışında faaliyet gösteren uzmanların çalışmalarını sağlıyorlardı.
Devletin köylülere sağladığı olanaklar sulama,sellerin kontrol sistemleri,düşmanlara karşı koruma ve kıtlık durumunda yardım gibi alanları kapsıyordu.Buna karşılık köylüler,topraklarının ve emeklerinin büyük bir bölümünü diğer sınıfları beslemek için kullanmak zorundaydılar.üstelik askerlik yapma yükümlülükleri de vardı.
Eski uygarlıklar döneminde köylülerin yaşam biçimleri,gelir dağılımdaki ekonomik düzeyleri ve yaptıkları işler bakımından,kendilerinden önceki tarımsal kabile üyelerinden pek farkı yoktu.Sadece toplumda bir sınıf olarak yer alıyorlardı.Tarımsal kabile konumundan köylü sınıfının oluşması,devlet dediğimiz kurum sayesindedir.O dönemler için yeni bir yönetim biçimi olan devlet,köylüye tarlasını sürmek için saban,toprakları için sulama olanakları ve üretimde bulunmaları için tarla sağlamıştı.Böylece köylüler daha disiplin gerektiren daha ileri bir tarımsal sistem içinde çalışıyorlardı.Bu durumda kabile üyelerinden farklı olarak pazarda satmak üzere bazı ürünler yetiştirebiliyorlardı.Sattığı ürünler karşılığında kendisinin üretemediği malları ve uzmanlaşmış hizmetleri satın alıyorlardı.Diğer taraftan devletin memurları ve din adamları köylere gittikçe köylü,kendi topluluğundan daha geniş bir sosyo-ekonomik sistemle ilişkiye giriyordu.Ayrıca kentlerde ortaya çıkan bilgi ve kültürden yararlanma şansları da vardı.Kendilerinden önceki kabile toplumundan farkları bu kadardı.
Yapılan her türlü sosyolojik araştırmalar, köylülerin yaşamlarını geliştirecek nesne ve düşünce unsurları ile ilgilenmeye gerek duymadıklarını ortaya çıkarmaktadır.Kentlerde bulunan vasıfsız kişiler gibi köylüler de siyasi faaliyet alanında kısırdılar.Bu nedenle her türlü politik mücadelede kolayca saf dışı kaldılar.
Daha sonra yeni bir insan tipi olan ‘yurttaş' sadece kentlerde ortaya çıkınca da köylüler bu konuma uzak kaldılar.Yurttaşlar devlet karşısında yasalara dayalı hak ve yetkileri olan insanlardı.Eski yasaların daha çok devleti korumaya yönelik hükümleri zamanla yurttaşı korumaya doğru oldu.Bütün bunlardan köylülerin yararlanması genellikle gecikmeli bir seyir izlemiştir.
Bugün bizler yaşamımızın her alanında ve her anında devletin varlığını farkında olsak ta olmasak ta hissederiz.Devlet,kişilere ve eşyaların mülkiyetine güvence sağlayan bir kurumdur.Bizim bakış açımıza bağlı olarak onu ne şekilde nitelersek niteleyelim politik bir otorite olmaksızın düzenli işleyen toplumsal yaşam düşünemeyiz.Oysa tarihin eski dönemlerinde devletin olmadığı toplumlar vardı.Resmi hukuk sistemine sahip olmayan bu tip toplumlar,kişisel çıkarların şiddet ve anarşiye yol açmaması için çok kuvvetli olan geleneksel kurallara uymak zorundaydılar.Yani toplumların düzenini devlet değil,örf ve adetler sağlıyordu.Devlet öncesi toplumları tanıyabilmek için bazı kavramların yakından incelenmesi gereklidir.
Soy zincirleri,soy grubu anlamına gelir.İlkel toplumda üyelik,yani o topluma mensup olmak,ortak bir atadan gelmekle mümkündür.Bu ise ya erkekler yoluyla yani babaerkil,ya da kadınlar yoluyla yani anaerkil olarak belirlenir.Ortak bir atadan erkek veya kadın yoluyla gelme durumu,yaygın olan toplumsal gruplardır.Soy zincirleri dışardan evliliğe dayanır.Yani eşler başka gruplardan seçilir.bu nedenle toplum birden çok soydan oluşuyordu.
Kabile toplumları çeşitli bölümlerden oluşur.Bu bölümler arasında kan bağı,evlilik, gelenekler,ortak bir ata,alış veriş ve törensel işbölümü gibi ilişkiler vardır.Şimdi bir kabile köyünü ele alalım.Hayalimizde bu köyü şu şekilde düşünelim:
Kartal bölümü:Kurt klanı ve Ayı klanı olarak iki ayrı bölgede yaşıyor.
Karga bölümü:Ceylan klanı ve Geyik klanı olarak iki ayrı bölgede yaşıyor.
Evlenmeler Kartal ve Karga bölümleri arasında mümkündür.Soy zinciri gerçek bir kan bağı sistemidir.Klan ise soy zinciri ve aile bağlarının ötesinde,üyelerini bağlayan ve savaş ya da din gibi ortak çıkarlarda birleştiren kültürel bir gruplaşmadır.Kurt ve Ayı klanlarına ait üyelerin aynı atadan gelen ortak gelenekleri vardır ve birbirlerine çok yakın akrabadırlar.Bu sebeple Karga bölümündeki Geyik ve Ceylan üyeleri ile evlenebilirler.Nufus artınca klan parçalanır ve bazı üyeler yeni bir köy kurarlar.Bunlar da zamanla öteki bölümlerin parçalanmış soylarıyla birleşirler.Böylece klan ve ikili örgütlenme yeni yerleşme bölgesinde tekrarlanmış olur.Büyüme ve parçalanma sonucu klan üyeleri kabile bölgesine dağılmış olur.Evlilikler aynı köyde de olsa farklı köyde de olsa gene iki ayrı bölüm arasında yapılır.İki bölüm arasındaki karşılıkli evlilik ve klanlar arası ilişkiler,kabileyi kaynaştıran bağlardır.Kurt klanına ait bir kişi başka köylerde de kendi klanının veya kardeş klanın üyelerini bulabilir.Gerektiğinde bu kişilerden yardım isteyebilir.Ayrıca kendi klanından kadınlarla evli olan Geyik ve Ceylan klanları ile akrabadır.
Devlet öncesi toplumlar büyüklükleri,bölümlerinin özellikleri ve bunların birleşme biçimlerine göre iki değişik türe ayrılır.Birinci tür,eşitlikçi kabile toplumudur.Aile,soy zinciri ve klan gibi bölümler ekonomik faaliyetlerde uzmanlaşmamıştır.Sosyal olarak eşit durumdadırlar ve kan bağı,evlilik ve soy gibi ilişkilerle kaynaşmışlardır.Her bölümün ayrı bir yetkilisi vardır.Aile reisi aile içindeki kadın ve çocukların lideridir.Yaşlılar gençlerden daha çok söz sahibidir.Ancak toplumsal bölümler arasındaki ilişkileri veya çalışmaları organize eden herhangi bir lider yoktur.
Erkekler ve kadınlar arasında bazı iş bölümleri olsa da her kişi kendi çalışma alanında aynı işle uğraşır.Böylece bütün ailelerin ekonomik faaliyetleri birbirine benzer.Herkesin oturduğu ev,üzerlerine giydikleri giysiler ve taktıkları süsler aynıdır.Kabile üyelerinin hepsi aynı çeşit araç kullanır,aynı yiyecekleri yer.Dinsel töreleri ve taptıkları tanrılar da ortaktır.Ancak bu durum toplumsal bölümlerin kendi kendilerine yetme sonucunu verdiği için birbirleriyle gerçek anlamda kaynaşmalarını engelleyen bir özellik taşır.Zira bir veya birkaç bölümün yok olması toplumun tümüne hiçbir zarar vermez.Sistemdeki bağlar üretim sürecinde işbirliği sağlamadığı için toplumun aşama yapması zaten mümkün değildir.Bazı toplumlarda kabile başkanı olsa bile etkili şekilde emir verme yetkisi yoktur.Veya zamanla sınırlıdır.Örneğin sadece av sırasında veya bazı törenlerde emir verme durumundadır.
Devlet öncesi ikinci örgüt türü şeflik veya hiyerarşik toplumdur.Uzmanlaşmış bölümler birbirine bağımlıdır.Basit te olsa bölümler arasında ekonomik dayanışma görülür.Bölümler birbirlerine benzerler ama siyasal ve ekonomik faaliyetlerde rütbe ve mevki farklılıkları vardır.Bazı aileler veya gruplar şef düzeyinde iken diğerleri halk konumundadır.Tek tek bireyler veya bazı aileler ya da bazı köy grupları ekonomik alanda uzman hale gelmiştir.Örneğin birtakım kişiler el sanatlarında,bazı aileler balıkçılık alanında bazı köyler de çiftçilikte yetkinlik kazanmışlardır.Bu uzmanlaşma genellikle şeflerin yönetiminde yürütülür.
Bir şefin gücü diğer kabile liderlerinin gücünden farklıdır.Şefler ekonomik faaliyetin yöneticisidir.Ev,tarla ve otlak için toprak dağıtımı yapmak onun yetkisindedir.Bazı ların mevsimsiz kullanımını önlemek için tabular koyar.En önemlisi de dinsel gücü vardır.Ayrıca çatışan taraflar arasında arabuluculuk yaptığı için hukuksal yönleri de vardır.
Devlet öncesi toplumda sosyal faaliyetler akrabalar arasındadır.Bir soy zinciri içindeki yaşlı kuşaktan olan tüm erkekler ‘baba',onların karıları ise ‘ana'dır.Bir kişinin karısının soy zincirinden olan tüm kadınlar ‘gelin',onların erkek kardeşleri ‘kayınbirader'dir.Aynı kuşaktan olan tüm klan üyeleri ‘kardeş' ve ‘bacı'dır.Akrabalığa ait görgü kuralları günümüz kanunları gibidir.Bu kuralların çiğnenmesi mutlaka cezalandırılmayla sonuçlanır.Örneğin bir babaya saygı göstermemek,bacıların yanında cinsel konulardan söz edilmesi.bir kardeşle yemeğin paylaşılmaması gibi suçlar,alaya alınmaktan başlayıp toplumdan kovulmaya kadar uzanan cezaları kapsar.Elbette yasa uygulayıcı resmi bir kurum yoktur.Ama yanlış davranışlarla başa çıkmanın belirli yolları vardır.Suç işleyen kişiler suçu işledikleri şekilde ceza görürler.Öç almak, zarara uğrayan kişinin hakkıdır.Bu durum ilkel toplumlarda görülen bireycilik olgusu ile ilgili bir konudur.
*
ESKİ DEVLETLER VE İMPARATORLUKLAR
Uygarlık kavramının bizde çağrıştırdığı düşünce, teknoloji alanındaki yaratıcılıktır.Bu nedenle eski uygarlıklardan söz ederken onların yaratıcılık özelliğinden yoksun olduklarını görme eğilimimiz vardır.Buna bağlı olarak durgun toplumlar olduklarını düşünebiliriz.Ancak kaba taslak bir tarih incelemesi bile bunun pek doğru olmadığını ortaya çıkarır.Daha işin başında gözümüze çarpan en büyük özellik,geçmişteki uygarlıkların siyasal devlet örgütüne dayanmış olmasıdır.Böyle bir örgütlenmenin temelinde çeşitli sosyal ve ekonomik kurumlar olması gerektiğine göre,eski uygarlıkların hiç te küçümsenmeyecek işleri başarmış olduklarını anlarız.
Eski uygarlıklar zaman süreci içinde birçok siyasal ideoloji oluşturmuşlardır.Toplumların her türlü yaşam alanını kapsayacak biçimde toplumsal kurumlar ve bunların örgütlenme biçimleri yer almıştır.Hem ideoloji hem de toplumsal kurumların örgütlenme biçimleri oldukça kapsamlıdır.
Yönetim biçimleri totaliter veya o günkü şartlar çerçevesinde demokratik tarzdaydı.Devler işlerinin yürütülmesi için zaman zaman aşırıya kaçan bürokrasileri vardı.Sınıf veya kast sistemleri toplumun temelini oluşturuyordu.
Eski uygarlıklardaki kentler, günümüzdekilerden hem işlevleri yönünden hem de nitelikleri bakımından oldukça farklı özellikler gösterir.O dönemdeki kentllerin birkaçı hariç hepsi çok küçüktü.Bazısı kent devlet şeklinde örgütlenmişti ve nufuslarının büyük bölümünü köylüler oluşturuyordu.Eski Mısır ve Amerika toplumlarındaki kentler daha da değişik özelliktedir.Buralarda memur,rahip ve zanaatçılar yerleşmişti,dolayısı ile kentler küçük tören merkezi konumundaydılar.Eski toplumların başlıca geçim kaynağı tarım olduğu için tarımla uğraşanların kurdukları kentler elbette sanayi,ticaret ve mali faaliyetlerin yürütüldüğü merkezler olamazdı.İnka'larda olduğu gibi bazı kentler de bugünkülere benzer şekilde siyasal yönetim merkezleriydi.
Eski uygarlıklardaki toplumsal kurumların örgütlenme biçimlerinden birisi de yerel yönetimler ve profesyonel ordulardır.Özellikle imparatorluklarda tüm toplumu teşkil eden halklar arasında kültürel farklılıklar olduğu için ve topraklar bir hayli geniş yer kapladığından profesyonel ordu gereksinimi en yüksek noktadaydı.Savunma ve fetih için olduğu kadar iç düzenin korunması için de gerekliydi.Bu konudaki en önemli örneği Roma İmparatorluğunda görüyoruz.Romalılar,değişik bölgeler ve bağımlı krallıklarda bulunan çeşitli halkları bir arada tutma başarısı göstermişlerdir.Bu başarılarının temelinde askerlerine kollektif bir kişilik kazandırmaları olmuştur.Ordular önemli ların kontrolunu yaparlarken bir taraftan da ulaşım yollarını geliştiriyorlardı.
Nüfus sayımı eski devletlerin önemli bir özelliği olmuştur.Devletin toplayacağı vergi ancak bu yolla belirlenirdi.Vergilendirme şekli ise kişilerin emeğini kullanmak veya tarımsal ürünlerden pay almaktı.
Eski dönemlerde bilim adamları devlet tarafından desteklenmek durumundaydılar.Zira planlama ve yönetim işleri için bilimsel yöntem gerekir.Eski Mısırlıların 365 günlük takvimi bulmaları ve Nil nehrinin taşkınlık dönemlerini takip yıldızları gözlemlemek sayesindedir.
Eski uygarlıklardaki toplumsal kurumların örgütlenme biçimlerine verilecek diğer örnekler arasında mahkemeleri,site denetçilerini ve dinsel kurumları sayabiliriz.
Sümer ve Akad gibi devletlerin nüfusları ve yerleşim alanları oldukça küçüktü.Yönetim tarzı teokratikti ve idareyi rahipler yürütüyordu.Rahip-kral denilen bu tip devletlerde din adamları insanlar ile tanrı arasında aracılık görevini üstlenmişlerdi.O günlerin inanışını kabullenen halk,zor kullanmaya gerek kalmadan topluma yararlı olan dinsel görev ve törenlerde bir araya gelirdi.İnsanların devlete bağlılığı ve hizmeti bu şekilde güvence altına alınırdı.Sosyal ve ekonomik yönden güç kazanan kişilerin ordu liderliğini ele geçirmesi ile sivil yönetim etkili olmaya başladı.Bu sivil kişiler,yani rahip olmayanlar ordularını beslemek ve onların donanımını sağlamak için gerekli ları da kontrolleri altına aldılar.Askeri yayılma da bu şekilde başlamış oldu.Asur,Hitit,Mısır ve Pers gibi ilk imparatorluklar,fetih yoluyla birleştirilmiş tek tek devletlerdi.
Çok güçlü görünmelerine rağmen eski imparatorlukların çok önemli zaafları,toplumların birliğinin zayıflığı idi.İmparatorluk yönetimi konusunda henüz deneyim yoktu, imparatorluk kültürü yetersizdi.Bu nedenle yapılan fetihler,çok derin olan etnik ve bölgesel farklılıkları ortadan kaldıramadı veya ayırımları törpülüyemedi.Diğer taraftan bu tip imparatorlukların oluşturdukları siyasal örgütlerin merkezi hükümetlere karşı bağlılığı sağlanamıyordu.O günün şartları gereğince ulaşım ve haberleşme çok sınırlı olduğu için merkezi hükümet, çekirdek diyebileceğimiz dar bir alanda bulunuyor,bu alan dışındaki bağımlı bölgelerin yönetimi yerel yöneticilere bırakılıyordu.Bu yöneticiler kendi bölgelerine ait geliri gene kendileri topluyor,ordularını kendi denetimlerine aldıkları zaman merkeze kolayca baş kaldırabiliyorlardı.Böyle kopmalar sonucu imparatorluk zayıflıyor,komşu devletler veya göçebe kabilelerin saldırıları karşısında dağılıp gidiyordu.
Eski hükümdarların merkezi bürokrasiyi geliştirmeleri ve süreç içinde oluşacak dağılmaları önlemek için çözümler üretmesi gerekiyordu.Yerel yöneticilerin sık sık değiştirilmesi,onlarla hükümdar ailesi arasında evlilik bağları kurulması gibi çareler bulundu.Ayrıca görevlilerin bağlılığını güvence altına almak için onların akrabalarından bazılarının merkezde rehin tutulması gibi kurnazlıklar uygulandı.Zaman geçtikçe yerel yönetimleri denetim altında tutma yöntemleri bir hayli genişledi.Etkili bir casusluk sistemi kuruldu.Siyasal destek verme karşılığında tüccarlara,kentlere ve din adamlarına ayrıcalıklar tanındı.Yolların,kanalların,haberleşme sistemlerinin ve gemiciliğin geliştirilmesi hızlandı.Ama tarihin gelişim süreci içinde toplumların geçireceği dönüşümler karşısında bu çareler de yetersiz kalmaya mahkumdu.
*
ESKİ DÖNEMLERDE KÖYLüLER
Eski uygarlıkların yazılı olan tarihlerini gözden geçirirken karşımıza hep krallar,imparatorlar,rahipler,düşünürler,sanatkarl ar ve kentliler çıkar.Onların yazdıklarını okur,yaptıkları eserleri inceler ve bize ulaşan etkinliklerini değerlendiririz.Oysa eski uygarlıkların nüfusunun büyük bir çoğunluğunu köylü ve çiftçiler oluşturuyordu.Bu insanların yaşamları siyasal gelişmelerden çok az etkilenirdi.Ama yarattıkları ekonomik ürünlerle tarım dışında faaliyet gösteren uzmanların çalışmalarını sağlıyorlardı.
Devletin köylülere sağladığı olanaklar sulama,sellerin kontrol sistemleri,düşmanlara karşı koruma ve kıtlık durumunda yardım gibi alanları kapsıyordu.Buna karşılık köylüler,topraklarının ve emeklerinin büyük bir bölümünü diğer sınıfları beslemek için kullanmak zorundaydılar.üstelik askerlik yapma yükümlülükleri de vardı.
Eski uygarlıklar döneminde köylülerin yaşam biçimleri,gelir dağılımdaki ekonomik düzeyleri ve yaptıkları işler bakımından,kendilerinden önceki tarımsal kabile üyelerinden pek farkı yoktu.Sadece toplumda bir sınıf olarak yer alıyorlardı.Tarımsal kabile konumundan köylü sınıfının oluşması,devlet dediğimiz kurum sayesindedir.O dönemler için yeni bir yönetim biçimi olan devlet,köylüye tarlasını sürmek için saban,toprakları için sulama olanakları ve üretimde bulunmaları için tarla sağlamıştı.Böylece köylüler daha disiplin gerektiren daha ileri bir tarımsal sistem içinde çalışıyorlardı.Bu durumda kabile üyelerinden farklı olarak pazarda satmak üzere bazı ürünler yetiştirebiliyorlardı.Sattığı ürünler karşılığında kendisinin üretemediği malları ve uzmanlaşmış hizmetleri satın alıyorlardı.Diğer taraftan devletin memurları ve din adamları köylere gittikçe köylü,kendi topluluğundan daha geniş bir sosyo-ekonomik sistemle ilişkiye giriyordu.Ayrıca kentlerde ortaya çıkan bilgi ve kültürden yararlanma şansları da vardı.Kendilerinden önceki kabile toplumundan farkları bu kadardı.
Yapılan her türlü sosyolojik araştırmalar, köylülerin yaşamlarını geliştirecek nesne ve düşünce unsurları ile ilgilenmeye gerek duymadıklarını ortaya çıkarmaktadır.Kentlerde bulunan vasıfsız kişiler gibi köylüler de siyasi faaliyet alanında kısırdılar.Bu nedenle her türlü politik mücadelede kolayca saf dışı kaldılar.
Daha sonra yeni bir insan tipi olan ‘yurttaş' sadece kentlerde ortaya çıkınca da köylüler bu konuma uzak kaldılar.Yurttaşlar devlet karşısında yasalara dayalı hak ve yetkileri olan insanlardı.Eski yasaların daha çok devleti korumaya yönelik hükümleri zamanla yurttaşı korumaya doğru oldu.Bütün bunlardan köylülerin yararlanması genellikle gecikmeli bir seyir izlemiştir.
Toplumsal Evrim
Toplumsal evrim kavramı ile toplumların örgütlenme biçimlerini değiştirme sürecini anlarız. Ancak, tarihçilerin olaylara göre ayırdığı dönemlerle, toplumsal evrim aşamaları sınıflandırılması herzaman birbirine uymayabilir. Çoğunlukla yapıldığı gibi Avrupa tarihinin eski, orta ve modern çağlar şeklinde bölünmesi, burada görülen toplumsal evrime uygun olmayabilir. Belirli toplumsal aşamaya ulaşmış bir toplumun daha sonraki tarihlerde daha ileri aşamaya ulaşacağı kesin bir olgu değildir. Nitekim eski Avrupa veya Roma yönetimi altındaki dönem, arkaik devlet örgütlü toplum aşamasıdır. Oysa bu dönemi izleyen ortaçağ toplumları, aynı aşamanın az gelişmiş ve küçük örnekleridir. Yani ortaçağ eskiçağdan sonra geldiği için toplumsal aşamanın daha gelişmiş olması gerektiği gibi bir mantık yanıltıcıdır.
Birbirinden ayrılmış zaman dönemleri, bölgeler veya belirli olaylar toplumsal evrimin farklı aşamalarını belirleyici unsurlar olmasına rağmen, asıl önemli unsur örgütlenme biçimidir. Süreç içindeki evrim aşamaları birbirlerinden belirli teknolojilere göre ayrılamazlar. Veya evrim aşamaları belirli teknolojiler ölçü alınarak tanımlanamazlar.Örneğin bir göçebe grubu küçük klan şeklinde olabileceği gibi merkezi bir otoriteye bağlı olabilir. Diğer taraftan, önceden belirlenmiş ve şaşmaz bir aşama zinciri olan toplum yoktur. Lewis H.Morgan bütün toplumların aynı aşamadan geçtiğini ileri sürmüştü. Ancak bu tek çizgili evrim düşüncesi günümüzde önemini kaybetmiştir. Evrim süreci,toplumun olanakları değerlendirmesiyle yakından ilgilidir. Toplumlar, fiziksel açıdan içinde bulundukları konumlarından ve komşu toplumlarla ilişkilerinden lanan çevresel etkilere kendilerini uydururlar.
Tarihte, herhangi bir toplumun geçirdiği kültürel evrimin, kendinden daha ileri bir başka toplumun istilası sonucu ortaya çıktığı çok görülmüştür. Öyle ki toplumların kendi içlerinde büyümeleri bile bu kadar önemli sonuçlar doğurmamıştır. Bin yıl kadar önce Kuzey Amerika'da yaşayan yerli kabile toplumları, Meksika'dan gelen kültürel etkilerle daha karmaşık olan merkezi otoriteye geçtiler.Daha sonraki tarihlerde Avrupalı sömürgeciler güneyde köleliğe dayalı tarım toplumu oluşturdular.A.B.D. dönemindeki iç savaşta sanayileşmiş kuzeye yenilen güney bölgeleri uzun yıllar gelişme gösteremedi. Sanayileşmiş kent toplumuna geçmeleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında mümkün oldu.1960'lı yıllarda yapılan çalışmalarla uzay çağına,sonra da sanayi ötesi elektronik topluma geçen toplumun bir parçası oldu.
Bazı durumlarda fiziksel çevreye uyum,daha yüksek örgütlenme biçimine yol açar. Yani toplum bir önceki aşamasına oranla daha karmaşık bir örgütlenmeye girmiş olur.Sosyo-ekonomik kalkınma bu şekilde mümkün hale gelir. Nitekim Kuzey Avrupa'da sanayi devrimi sonucu yeni bir toplum oluşmuştur. Çok daha eski dönemlerde Yakın Doğu'da tarımın ilk kez ortaya çıkmasıyla yeni bir toplumun oluşması da bilinen örneklerdendir.Şu halde toplumsal evrim,temel olarak toplumların değişik çevrelere uyum sağlamakta gösterdikleri farklılaşma sürecidir.Bu süreç aynı örgütsel yapıda çeşitlemeler getirdiği gibi,bazen de değişiklikler yeni örgütlenmelere yol açarlar.
Tarımsal üretimin başlaması toplumda temel değişikliklere yol açmıştır. Birtakım bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi sonucunda, insanların fiziksel çevreyle ilişkisi kökten değişmiştir.Teknik aşamalarla tarım geliştikçe nufus ta artmıştır. Bu nufus artışının,avcı ve toplayıcı topluluklardaki nufus artışından yirmi katı fazla olduğu tahmin edlmektedir.Ancak bu toplumlar yerleşik düzene geçmiş olmalarına rağmen yeni örgütlenme biçimi oluşturamadılar. Genel olarak ele alındığında tarım öncesi avcı ve toplayıcı toplumlar gibi eşitliğe ve kan bağına dayanan toplum anlayışını sürdürdüler.Basit tekniklerle yapılan tarıma dayalı üretimde,elde edilen ürünlerin eşit şekilde tüketilmesi ve kan bağına dayalı sosyal ilişkilerin sürdürülmesi ekonomik gelişmeyi engeller.Ancak belirli bölgelerde,o döneme özgü teknolojik ve ekonomik özellikler nedeniyle merkezi otoriteye,yani hiyerarşiye dayalı daha gelişmiş ve daha karmaşık toplumlar oluştu.
Eşitlikçi kabile toplumları ile merkezi otoriteye bağlı toplumlar arasındaki fark,kurumsal yönden merkezileşme derecesidir.Kabile toplumlarında önderlik kısa sürelidir. Zira önderlik eden kişinin bu görevi sürdürmesi genellikle onun fiziksel gücü ile ilgilidir.Oysa veraset yolu ile geçen şeflik kurumu otoritenin daha kalıcı olmasına yol açar ve belirli politikaların daha uzun süre uygulanmasına fırsat verir.Sonuçta kabile toplumlarına oranla merkezi otoriteler daha büyük,daha karmaşık ve daha sıkı kaynaşmış toplum yapısı ortaya çıkarır.Toplum böyle bir yapıya ulaşınca tek tek kişiler veya bazı aileler ya da bir takım gruplar hem siyasal iktidar hem de servetler üzerinde söz sahibi olurlar.Aynı zamanda ekonomik yaşamdaki rolleri açısından da farklı konum elde ederler.Böylece merkezi otoriteye bağlı toplumlar hem genişlemeye hem de daha büyük ölçüde merkezileşmeye hazır hale gelirler.
Akrabalığa dayanan eşitlikçi toplumların sosyal kurumları, çok sayıdaki insanın birbiriyle çatışan isteklerini denetleyecek güçte değildir. Bu tip toplumlar akrabalık etkisi ile kendilerini belirli alanlarda sınırlama yolunu seçerler. Buna karşılık merkezi otorite uygulayan toplumlar daha geniş coğrafi bölgelerde ve daha kalabalık insan üzerinde egemenlik kurarlar. Böyle özellik gösteren toplumların eski Mezopotamya'da ilk devlet düzeyinde örgütlenmiş toplumların öncüleri olduğu sanılmaktadır.Bunlar merkezi otoriteyle başlayan evrim çizgisini devam ettirdiler. Egemenlik ailelerden baskı gücü bulunan gruplara geçti. Farklı grupları zorla birleştiren, nufusun artmasına ve merkezileşmeye yol açan bu gelişme,yeni bir aşama başlattı. Böylece daha basit toplumlar yok oldu.
***
1. The Joy of Knowledge Encyclopaedia
Toplumsal evrim kavramı ile toplumların örgütlenme biçimlerini değiştirme sürecini anlarız. Ancak, tarihçilerin olaylara göre ayırdığı dönemlerle, toplumsal evrim aşamaları sınıflandırılması herzaman birbirine uymayabilir. Çoğunlukla yapıldığı gibi Avrupa tarihinin eski, orta ve modern çağlar şeklinde bölünmesi, burada görülen toplumsal evrime uygun olmayabilir. Belirli toplumsal aşamaya ulaşmış bir toplumun daha sonraki tarihlerde daha ileri aşamaya ulaşacağı kesin bir olgu değildir. Nitekim eski Avrupa veya Roma yönetimi altındaki dönem, arkaik devlet örgütlü toplum aşamasıdır. Oysa bu dönemi izleyen ortaçağ toplumları, aynı aşamanın az gelişmiş ve küçük örnekleridir. Yani ortaçağ eskiçağdan sonra geldiği için toplumsal aşamanın daha gelişmiş olması gerektiği gibi bir mantık yanıltıcıdır.
Birbirinden ayrılmış zaman dönemleri, bölgeler veya belirli olaylar toplumsal evrimin farklı aşamalarını belirleyici unsurlar olmasına rağmen, asıl önemli unsur örgütlenme biçimidir. Süreç içindeki evrim aşamaları birbirlerinden belirli teknolojilere göre ayrılamazlar. Veya evrim aşamaları belirli teknolojiler ölçü alınarak tanımlanamazlar.Örneğin bir göçebe grubu küçük klan şeklinde olabileceği gibi merkezi bir otoriteye bağlı olabilir. Diğer taraftan, önceden belirlenmiş ve şaşmaz bir aşama zinciri olan toplum yoktur. Lewis H.Morgan bütün toplumların aynı aşamadan geçtiğini ileri sürmüştü. Ancak bu tek çizgili evrim düşüncesi günümüzde önemini kaybetmiştir. Evrim süreci,toplumun olanakları değerlendirmesiyle yakından ilgilidir. Toplumlar, fiziksel açıdan içinde bulundukları konumlarından ve komşu toplumlarla ilişkilerinden lanan çevresel etkilere kendilerini uydururlar.
Tarihte, herhangi bir toplumun geçirdiği kültürel evrimin, kendinden daha ileri bir başka toplumun istilası sonucu ortaya çıktığı çok görülmüştür. Öyle ki toplumların kendi içlerinde büyümeleri bile bu kadar önemli sonuçlar doğurmamıştır. Bin yıl kadar önce Kuzey Amerika'da yaşayan yerli kabile toplumları, Meksika'dan gelen kültürel etkilerle daha karmaşık olan merkezi otoriteye geçtiler.Daha sonraki tarihlerde Avrupalı sömürgeciler güneyde köleliğe dayalı tarım toplumu oluşturdular.A.B.D. dönemindeki iç savaşta sanayileşmiş kuzeye yenilen güney bölgeleri uzun yıllar gelişme gösteremedi. Sanayileşmiş kent toplumuna geçmeleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında mümkün oldu.1960'lı yıllarda yapılan çalışmalarla uzay çağına,sonra da sanayi ötesi elektronik topluma geçen toplumun bir parçası oldu.
Bazı durumlarda fiziksel çevreye uyum,daha yüksek örgütlenme biçimine yol açar. Yani toplum bir önceki aşamasına oranla daha karmaşık bir örgütlenmeye girmiş olur.Sosyo-ekonomik kalkınma bu şekilde mümkün hale gelir. Nitekim Kuzey Avrupa'da sanayi devrimi sonucu yeni bir toplum oluşmuştur. Çok daha eski dönemlerde Yakın Doğu'da tarımın ilk kez ortaya çıkmasıyla yeni bir toplumun oluşması da bilinen örneklerdendir.Şu halde toplumsal evrim,temel olarak toplumların değişik çevrelere uyum sağlamakta gösterdikleri farklılaşma sürecidir.Bu süreç aynı örgütsel yapıda çeşitlemeler getirdiği gibi,bazen de değişiklikler yeni örgütlenmelere yol açarlar.
Tarımsal üretimin başlaması toplumda temel değişikliklere yol açmıştır. Birtakım bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi sonucunda, insanların fiziksel çevreyle ilişkisi kökten değişmiştir.Teknik aşamalarla tarım geliştikçe nufus ta artmıştır. Bu nufus artışının,avcı ve toplayıcı topluluklardaki nufus artışından yirmi katı fazla olduğu tahmin edlmektedir.Ancak bu toplumlar yerleşik düzene geçmiş olmalarına rağmen yeni örgütlenme biçimi oluşturamadılar. Genel olarak ele alındığında tarım öncesi avcı ve toplayıcı toplumlar gibi eşitliğe ve kan bağına dayanan toplum anlayışını sürdürdüler.Basit tekniklerle yapılan tarıma dayalı üretimde,elde edilen ürünlerin eşit şekilde tüketilmesi ve kan bağına dayalı sosyal ilişkilerin sürdürülmesi ekonomik gelişmeyi engeller.Ancak belirli bölgelerde,o döneme özgü teknolojik ve ekonomik özellikler nedeniyle merkezi otoriteye,yani hiyerarşiye dayalı daha gelişmiş ve daha karmaşık toplumlar oluştu.
Eşitlikçi kabile toplumları ile merkezi otoriteye bağlı toplumlar arasındaki fark,kurumsal yönden merkezileşme derecesidir.Kabile toplumlarında önderlik kısa sürelidir. Zira önderlik eden kişinin bu görevi sürdürmesi genellikle onun fiziksel gücü ile ilgilidir.Oysa veraset yolu ile geçen şeflik kurumu otoritenin daha kalıcı olmasına yol açar ve belirli politikaların daha uzun süre uygulanmasına fırsat verir.Sonuçta kabile toplumlarına oranla merkezi otoriteler daha büyük,daha karmaşık ve daha sıkı kaynaşmış toplum yapısı ortaya çıkarır.Toplum böyle bir yapıya ulaşınca tek tek kişiler veya bazı aileler ya da bir takım gruplar hem siyasal iktidar hem de servetler üzerinde söz sahibi olurlar.Aynı zamanda ekonomik yaşamdaki rolleri açısından da farklı konum elde ederler.Böylece merkezi otoriteye bağlı toplumlar hem genişlemeye hem de daha büyük ölçüde merkezileşmeye hazır hale gelirler.
Akrabalığa dayanan eşitlikçi toplumların sosyal kurumları, çok sayıdaki insanın birbiriyle çatışan isteklerini denetleyecek güçte değildir. Bu tip toplumlar akrabalık etkisi ile kendilerini belirli alanlarda sınırlama yolunu seçerler. Buna karşılık merkezi otorite uygulayan toplumlar daha geniş coğrafi bölgelerde ve daha kalabalık insan üzerinde egemenlik kurarlar. Böyle özellik gösteren toplumların eski Mezopotamya'da ilk devlet düzeyinde örgütlenmiş toplumların öncüleri olduğu sanılmaktadır.Bunlar merkezi otoriteyle başlayan evrim çizgisini devam ettirdiler. Egemenlik ailelerden baskı gücü bulunan gruplara geçti. Farklı grupları zorla birleştiren, nufusun artmasına ve merkezileşmeye yol açan bu gelişme,yeni bir aşama başlattı. Böylece daha basit toplumlar yok oldu.
***
1. The Joy of Knowledge Encyclopaedia
TOPLUMSALI OLUŞTURMADA DEĞİŞEN YAKLAŞIMLAR
İnsanlık tarihte sosyal, ekonomik, dinsel, bölgesel ve etnogenetik yapılar oluşturmuş, aşiret, beylik, imparatorluk ve ulus-devlet gibi siyasi oluşumlardan geçmiştir. Arada sentez niteliğinde ya da özgün ama dikkatlerden kaçan sosyal yapı denemeleri de olmuştur.
Farklı düşünürler değişik toplumsal evrim aşamaları ortaya koymuşlardır. Spencer'in ikili, Comte'un üçlü, Marks'ın beşli, Toffler'ın üçlü aşamalara göre toplumsal evrim şemaları çıkardıkları görülüyor. Tarihin akışının bu aşamalara göre kaçınılmaz biçimde gerçekleştiğini ileri sürdüler. İnsanlar kabullendikleri bu bilgilere göre varılacak hedeflere odaklandılar. Aydınlar bu ülkelerini bu hedefe ulaştırmak için toplumlarını düzenlemeye ve harekete geçirmeye zorladılar. Ne yazık ki bu toplumsal evrim aşamaları hep Batılılarca ve Batı toplumunun pratiklerine göre yapılmıştı ve aslında evrensel değildi. her toplumun geçmişi ve şimdisi farklıydı; toplumlar fikir cimnastiğinin ötesine geçerek, çalkalandılar.
Toplumsal adalet, bireyin huzur ve mutluluğu, kültürel kalıtın aktarılması ve yeniden üretilmesi olanakları, her türlü sömürü ve istismarın ortadan kaldırılması, birey ve toplumların doğal yeteneklerini geliştirmeleri için herkes ve her kesime fırsat ve olanak eşitliğinin sağlanmaması insanlığın uygarlaşma yönelimindeki sorunlarını meydana çıkarmıştır.
İnsanlık bu sorunları aşmak için çeşitli din, ideoloji ve sosyal-siyasal sistemler geliştirmiştir. İslam dini “beş parmağın beşi de bir değil†söylemiyle eşitsizlikleri meşrulaştırırken, “komşusu aç iken tok yatan bizden değildirâ€, “kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak†söylemi ve zekât, fitre gibi düzenlemelerle sosyal adaletin de vazgeçilemez olduğunu vurgulamaya çalışmıştır. Diğer din ve kültürlerde de benzerlerini görüyoruz. Demek ki sosyal adalet ihtiyaç ve zorunluluktur. Yoksulluğun yoğun olduğu yerde zenginler ne kadar sağlam kapılı evlerde otururlarsa otursunlar, evlerinde huzur içinde uyuyamamaktadırlar.
İnsanlık uygarlaşma çabasında ideolojiler de geliştirmiştir. En bilinenleri sosyalizm ve liberalizmdir. Bu ideolojiler tarihin başından beri vardılar. Adlarını sonradan koyduk. Sosyalizm eşitliği, liberalizm serbestliği temele alan düzenler kuruyor.
İnka, Aztek, Sümer, eski Mısır ve Doğu toplumları genel olarak devletçi yani günümüzün deyişiyle sosyalist idi. Avrupa'da sosyalizmi Eflatun yazdı. Batılılar ona “komünizmin babası†unvanını verdiler ancak hiç eşitlikçi olmadılar. Sosyal demokrasiyi kurmayı da Batılılar başardı. Sanayi Devriminden sonra Karl Marks sosyalizmi modern sanayi toplumuna uygulayarak “ikinci baba†oldu. Lenin onu Rusya'da kurdu ama uygulamak Stalin'e düştü. Kolay yıkılacak bir sosyalizm kurduğunu ya da uyguladığını düşünebiliriz. Yeterince adil olup olmadığı tartışılabilir ama Stalinci sosyalizmin yıkıntısının altında kalan kitlelerin sosyalizmi aradıklarını gözlemledik. Sosyalizmin kapitalizme göre daha bir insanca olduğunu söyleyebiliriz.
Sosyalizm ve liberalizm sosyal yapıyı sosyal sınıflar üzerinden açıklıyor ve çözümlerini de sınıflar üzerinden yapıyordu. Din, dinler üzerinden, kavimcilerin etnik kökenler üzerinden yaptığı gibi.
Şimdi devir değişti…
Tarım ve sanayi toplumunu geride kalanlar sürdürürken gelişmiş birey ve toplumlar üretimi başka araçlarla yapıyorlar. Devir artık bilgi ve bilişim araçlarına sahip olanların devri…
Dinlerin, ideolojilerin, kültürlerin kendilerini yeniden tanımlamaları, yeniden uygulama ve uygarlaşma çözümlerini sunmaları gerekiyor. Bunu görmüyor da değiliz. Batı merkezli liberal sistem ve düşünürleri toplum açıklamalarını sınıf temelli sosyolojik açıklama yerine etnisite tabanlı antropolojik açıklamaları dayatıyor. Öyle bir gidiş var. Artık “ülke ülke değil, sınıfsal farklılığı kaldırarak herkese eşit imkânlar vererek de değil, ırk ırk kalkınacak ve uygarlaşacağız†diyorlar. Acaba? Çokkültürlülüğün getirildiği yer burası.
Bu anlayış şimdiye değin ilkel bulduğumuz ırkçılık veya kavimciliği hortlatıp mikro milliyetçiciliklere yol açıp açmayacağı okuyucunun cevaplaması istenen bir sorudur. Bırakın bölgeleri, neredeyse her apartman hatta ailelerde farklı kavimler dikkate alındığında bazı toplumlar için felaket zillerinin çaldığı da düşünülebilir. Belki de uygarlaşma adına yeni bir altüst oluş yaşamamız dayatılıyor. Bu altüst oluşun geride kalmanın çırpınışında olan ülkelere dayatılması nasıl bir barbarlık ve bunun farkında olamamak nasıl bir aymazlıktır?
Kavmi, dili, dini, mezhebiyle kültürler insanlığın bilgi deposudur. Hakim kültür tarafından yok edilmesi insanlığa aykırıdır. Yaşatılmalı ve gelişmesine fırsat verilmelidir. Ancak alt kültürleri yaşatalım derken insanları da birbirine kırdırmamalıyız.
İnsanın aptallıkları dillere destandır ama aynı zamanda akıllı bir varlıktır. Özellikle Doğu toplumlarının ilkel kavimcilik batağına düşmeden, birey birey insanca yaşamayı yeniden tesis etmesini bekleme hakkımız vardır. Sorunun çözümü Doğulu da olsa Batıcılaşma mankurtluğuna uğramış olan kendini aydın sanan okumuşlarımızı kendi ayakları üzerinde durmaya ikna etmemizde gizli.
İnsanlaşma ülküsünü yeniden tanımlamak ve tasarlamak yeni görevimizdir. Uygarlığa bu katkı yine Anadolu'dan, yine bizden olmak zorundadır.
Peynirin üretim aşamaları nedir?
Sadaka ve zekatın bireysel ve toplumsal açıdan faydaları nelerdir?
Yünün üretim aşamaları nelerdir?
YORUMLAR