Varlık Felsefesi Nedir

Prof. Dr. İsmail Özçelik'e gönülden teşekkürlerimizle. VARLIK FELSEFESİ Felsefenin temel ilgi alanlarından biri de, varoluşu, bizzat var...

Prof. Dr. İsmail Özçelik'e gönülden teşekkürlerimizle.
VARLIK FELSEFESİ

Felsefenin temel ilgi alanlarından biri de, varoluşu, bizzat varlığı, araştırmaktır. Bir varlık hakikaten var mıdır. Eğer var ise, nasıl varolmuştur. Bu varlık Gerçek manada mıdır?; yoksa düşünsel boyutta mıdır?. İşte Felsefenin bu ilgi boyutundaki halinin açıklaması, ontolojiye dayanmaktadır. Ontolojinin temel gayesi varolmanın anlamını araştırmaktır. Bu hususla ilgili olarak ontoloji, gerçeklerle açıklanamayan sorulara,yanıtlar bulmaya iş yapmaktadır. Gerçek (gerçek) ve ideal (düşüncel) varlık alanları, töz (cevher) ve öz ile oluş nedir benzer biçimde sorular ontolojinin (varlık öğretisinin) temel sorunlarıdır. Ontoloji bu haliyle, öğretim ve öğrenme mevzularına odaklanmıştır. Bu aşamada birbirlerinden etkilenen disiplinler, nihai manada interdisipliner yaklaşımla, Eğitim Felsefesini, dünyaya getirmişlerdir. İlgili izah etme ve varsayımlar ilkçağlara kadar dayanmaktadır. Fakat ontolojinin bir felsefe dalı olması ve bu ismi alması 17. yüzyılda Wolf’a dayanmaktadır. 18 ve 19 yüzyilda Kant ve Hegel’in bu alandaki çalışmalarını, 20. yüzyılda Hartmann izlemiştir. Fakat naüreldir ki varlık problemi ilk günden bu yana felsefeyi meşgul etmiştir. Ilk başlarda tabiat filozoflarının ilgilenilmiş olduğu varlık problemi,onların derhal peşinden Atina idealistlerinin doğa ötesi anlayışında temel mesele olmuştur. Varoluşu idealist bir anlayışla ele alabilmek orta çağlarında karakteristiği olarak karşımıza çıkar. Şžimdi bu tarz şeyleri açıklamaya çalışalım:

İLKÇAÄž MADDECİLERİ
İlkçağ Maddecileri (Tabiat Filozofları) Thales’ten Demokritos’a kadar uzanan ve coğrafya olarak Anadolu’da yaşayan düşünürlere verilen addır. Maddeci düşünürler; evrenin bir yaratıcısı olmadığı ve öncesiz bir var oluş içinde olduğu düşüncesindedirler. Onlara bakılırsa “Hiçten bir şey olmaz.” Evrenin de bir ilk şekli, ilk olanı, arkhé’si vardır. Her şey arkhénin dönüşümü sonucu şimdiki halini almıştır. O süre, Arkhe’ye, nesnelerin, ilk hali diyebiliriz. Thales’e (625-545) bakılırsa ilkolan sudur. Her şey sudan gelir ve gene suya dönecektir. Dünya da sonsuz su (okeanos) içinde yüzer. Arkhe’nin ne olduğu mevzusunda çok değişik isimlendirmelere rastlanmaktadır. İlkolan kimi süre toprak, hava, su ya da ateş ya da bunların kombinasyonu şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bir takım hallerde ise, sayı, apeiron (sınırsızlık-sonsuzluk) sperma (tohum) ya da atom olarak, belirmektedir. Garp Felsefesinin ilk filozofu. M.Ö. 6. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Thales'te, felsefe bakımından ehemmiyet taşıyan husus, onun 'Neyin var olduğu', 'Neyin gerçek olduğu' ya da 'Neyin hakikaten var olduğu' sorusu üstünde düşünmüş olmasından meydana gelmektedir.

O, tabiatta mevcud nesnelerin tüketici yönden, bir listesini yapmayı amaçlamamış, fakat şeylerin varlığa gelmeleri ve bir süre sonra da yok olup gitmeleri olgusundan etkilenmiştir.

'Neyin var olduğu' sorusunu yanıtlamanın en mühim yolu, onun gözünde birlik ile çokluk ya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu bir şekilde ifade edebilmekten geçmiştir. Gözle görünen bireysel varlıkların ve değişmelerin oluşturduğu kaosun, çokluğun peşinde akılla anlaşılabilir, kalıcı ve devamlı bir gerçekliğin var olduğuna inanmıştır. Thales, çokluğun kendisinden türediği, çokluğun gerisindeki bu birliğin 'su' bulunduğunu öne sürmüştür. Kendisinden önceki felsefenin bir mealde tarihini yazmış olan Yunan filozofu Aristoteles, Thales'i bu sonuca, herşeyin sıvı bir varlıktan beslendiği, sıcağın da sudan türeyip, suyla beslendiği, herşeyin tohumunun nemli bir yapıda olduğu gözleminin götürdüğünü belirtir. Gene, Thales'in Akdeniz'i aşarak, Mısır'a yapmış olduğu seyahatler, suyun insan yaşamı üstündeki önemi ve kıymetini ona göstermiş olabilir. Thales'i arkhe’nin su olduğu sonucuna götürmüş olan nedenler ne olursa olsun, onu felsefe tarihinde ilk felsefeci olarak mühim kılan şey, verdiği yanıttan çok, sordurulmuş olduğu sorudur. Buna bakılırsa, o varlığın ya da dünyanın nihai ve en yüksek doğasının ne olduğu sorusunu sormuş olduğundan önemlidir.

İlk çağ maddecileri içinde öne çıkan düşünürlerin başlangıcında Efesli Herakleitos (540-480) gelir. İlk varlık olarak ateşi kabul eden Herakleitos; evreni karşıtlıkların zıtlığı ve birlikteliği ile açıklamaktadır. Tanrı da ihtiyarlık ile gençlik, gece ile gündüz benzer biçimde zıtlıkların arkasında bir olan noustur, akıldır. Ona bakılırsa evrende değişmeyen tek şey değişimdir. Bu yüzden de “ Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. Çünkü hem ırmak değişmiştir; hem de bizler.” . Kati bir gerçeklikten söz edilemeyeceğini ve her şeyin insanoğlunun kavrayışına bakılırsa bulunduğunu söylemiştir. Her şey görecedir ve sezgiyle görülebilir. Evrendeki her şey hareket halindedir ve değişmektedir. Çeşitlilik vardır ve bu sonsuza kadar gitmektedir. Her şey kendi karşıtına dönüşmektedir ve alevden oluşmuştur. Dünya tektir, onu ne bir tanrı, ne de bir insan yaratmıştır. O kendi yasasına bakılırsa tutuşan ve sönen sonsuz bir ateştir ve hep öyleki kalacaktır.Ölümsüzlüğün ve diri ateşin oyunundan bahsetmiş ve bu oyunda ateşin kendisi ile oynadığını söylemiştir. Bu yorumda gizli saklı olarak, Tanrı hüviyetine oturtulan ateş, bir tek kendisini muhatap almaktadır. Bu nedenle eğer oyun oynayacaksa; Tanrı kendisiyle ya da kendi kendiyle oynayacaktır. Ateş dönüşüm içindedir; buğu olur, su olur, toprak olur. İlginç bir kişilik olan Heraklitos Efesos'ta saltanat devam eden mühim bir ailenin evladı olmasına karşın dağlarda yalnız yaşamayı seçmiştir. Kendisini arayarak, bulmaya çalışmıştır.

Maddeci görüşü son noktasına taşıyan da Teos’lu Demokritos’tur. (460-370) Ona bakılırsa evrenin temel yapı taşı bölünemeyen madde kısaca atomdur. Diri-cansız, bitki-hayvan, insan-ruh her şeyin temelinde atom vardır. Atomlar yapısal olarak aynı oldukları halde hareket alanları, hareket hızları, ağırlıkları, dizilişleri farklılık göstermektedir. Bu sebeple yeryüzündeki maddeler, birbirlerinden, değişik şekilde oluşmaktadır. İnsan duyu organları ile ama maddenin dış görünüşü hakkında bilgi sahibi olabilir. Ama maddenin temelini olusturan atomlar hakkında bilgi edinilemez. Bu yüzden de maddelere ait bilgilerimiz doğruluktan yoksundur ve karanlıktır.

Gene Miletoslu fizik ve tabiat bilimcisi Anaksimandros (M.Ö 610-574) ise her şeyin kaynağını belli başlı bir maddeye bağlamayıp sonsuzluk ve sınırsızlıktan söz etmiştir. Belli başlı özellikleri olan bir varlığın hiçbir şeyin aslı olamayacağını anlatmaya çalışmıştır. 'Sonsuz bir birlikten söz ediliyorsa çokluk niye var?'' ve ' niçin durmadan yineleme var?' benzer biçimde sorulara yanıt aramıştır. Sonsuzluk belirsizdir ve içinde karşıtlıkları barındırır. Her şeyin kendi karşıtına dönüşmeyeceğini, bir tek var olanla değişmenin açıklanamayacağını öne sürmüştür."Her şey her şeyden doğar" demiştir. Hareketin görünüş değildir gerçek bulunduğunu kanıtlamıştır. Anaksagoras varlıkların belirleyicisinin madde bulunduğunu söylemiştir. Sonsuz sayıda maddeden söz etmektedir. Dönemin gerilerinde bir ilk hareketi kabul etmektedir. Hareketini kendinden alan zihin evrende egemen tek varlıktır. Zihinden ilkin kaos vardı, zihin onu keyfince düzenlemiştir. Anaksagoras'ın madde ile ilgili fikirlerini Abdera'lı Demokritos benimsemiş Atomcular felsefe okulunu oluşturmuştur.

Bir başka Miletoslu felsefeci Anaksimenos (MÖ 550-480) Anaksimandros'un öğrencisidir ve her şeyin havadan geldiğini ve havaya döndüğünü, ruhun ise solunan hava bulunduğunu ileri sürmüştür. Ona bakılırsa esas varlık, asal varlık havadır.Sokrates öncesi Anadolu'lu filozoflar evreni anlamaya çalışmış ve evrenin içinde kendi yerlerini sorgulamaya başlamışlardır. Evreni izah ederken kaynağını araştırmış ve belli başlı bir şeye bağlamışlardır.

Daha geç bir dönemden mühim bir felsefeci Sinop'lu Diogenes’tir (M.Ö 413-327). Diogenes bir düşünürün son aşama ilkel bir yaşantı sürmesi icap ettiğini savunuyordu. Ona bakılırsa en üstün iyi erdemdir. Felsefesinin aslı sadelik ve doğadır. Özentiyi, müsrüflüğü kötülemelidir, gereksinimleri en üye indirgemelidir. Bir fıçı içinde yaşayan Diogenes'e bir isteği olup olmadığını soran İskender onun çok meşhur olan şu sözlerine şaşırmıştır "Gölge etme başka kayra istemem". Platon'un 'çılgın Sokrates' söylediği Diogenes yalınayak dolaşır, mabet kapılarında yatar ve gündüz elinde bir fenerle dolaşıp soranlara 'bir insan arıyorum', demiştir.

Tüm bu filozoflar Sokrates öncesi fikir dünyasını yansıtırlar. Fikir üretmekte kendilerine bakılırsa bir sistem oluştururlar. Antik dönemde tabiat olaylarının kişileştirilip tanrılarla simgelenmesini ve efsanelerin yaygınlaşıp geliştirilmesini, onlara tapınılmasını, kısacası pagan tanrılarını kabul etmeyip bunlara bireysel çıkışlar olarak başkaldırmışlardır.

SOFİSTLER İLKÇAÄž SÜPHECİLERİ
“Bilen” anlamına gelen sofist sözcüğü ilkçağda çoğu zaman seyyah ögretmenlik yaparak yaşamlarını çok değişik mekanlarda geçiren düşünürlere verilen bir addır. Sofistler genel anlamda kuşkucu bir yaklaşım içindedirler. İnsan sorununa geniş yer verdikleri fikirleri; görelilikten bilinemezcilige kadar uzanır.

Protagoras’a (482-411) bakılırsa “İnsan her seyin ölçüsüdür, varolanların varlıklarının da; varolmayanların varolmadıklarının da.” Buna bakılırsa her şey için tam karşıt iki sav ileri sürülebilir. Gorgias (483-375) birazcık daha ileri giderek; genel olarak varlık hakkında bilginin olanaksızlığını ileri sürer. Ona bakılırsa hiçbir şeyin varlığı kati değildir. Varlık olsaydı dahi onu bilmek olanaksızdır. Bir biçimde varlığı bilseydik dahi bu durumu başkalarına bildiremezdik.

İLKÇAÄž İDEALİSTLERİ
Atina’da felsefe başka şehirlerden çok değişik bir yol izler. Sokrates’le başlamış olan, Platon’la devam eden ve Aristoteles’le noktalanan idealist yaklaşımlar yalnızca kendi dönemlerinde değildir, çok sonraları da etkili olmuştur. Bu düşünürlerin kurmuş oldukları ruhçu ve idealist yaklaşım bilhassa de iki büyük dinin resmi görüşlerinin temelini oluşturmuştur. Hıristiyanların yanı sıra İslam dünyası da bu düşünürlere büyük ehemmiyet vermiştir. Platonu EFLATUN olarak tanıyan İslam dünyası, Aristo için de BAŞžÖÄžRETMEN sıfatını kullanmıştır. Varlık hakkında fikirleri idealist olan üçlünün bilginin membaı mevzusundaki yaklaşımları da akılcıdır. Akılcı öğreti bilginin kaynağının öznel ve aldatıcı olan duyu verileri olamayacağı görüşündedir. Akılcı öğreti hepimiz için geçerli olan gerçek bilgilere ama akıl yolu ile ulaşabileceğimiz savındadır. Fakat kendi aralarında da iki değişik yaklaşım sergilerler. Birinci görüş (Sokrates ve Platon) bilgilerin doğuştan insan aklında hazır bulunduğunu; ikinci görüş (Aristoteles) ise doğuştan bilgilerin değildir, bilgiyi elde etmede kullanılan akıl ilkelerinin doğuştan var bulunduğunu ileri sürer.

SOCRATES (Atina; 469-399) Socrates’e bakılırsa insanlara yeni bir sey öğretmek mümkün olmamaktadır. Bu şekilde bir işe kalkışmak da elit bir davranış değildir. Çünkü bilgiler insan aklında doğuştan vardır. Bir süre sonra bu bilgiden etkilenen, psikologlar çevresel öğrenme kuramlarını inşa etmişlerdir. Bilhassa öğrenmenin alışkanlık (habitual) bulunduğunu söylemişlerdir. Onlara bakılırsa latent (gizil) öğrenme bağları aslına bakarsan organizmada doğuşta vardır. Tek yapılabilecek şey, yeniden, egzersiz yöntemiyle bu bağları açığa çıkararak kalıcı hale getirmektir. Bu kuramcılara bakılırsa, öğrenmede alışkanlık ve yeniden esastır.Yapılması ihtiyaç duyulan şey detayları ruhun derinliklerinden gün ışığına çıkartmaktır. Bunun yolu da karşılıklı konuşmadır diyalogdur. Uygun sorularla doğurtulamayacak bilgi yoktur. Sokrates diyalog mevzusunda kendine özgü ince-alaylı bir konuşma sanatı olan ironiyi geliştirmistir. “ Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim.” diyerek yola çıkar. Bilgiyi arama serüveninde; mevzunun uzmanlarıyla, uzmanlık alanlarına giren mevzular üstünde söyleşir. Bir taraftan bilgiyi ararken diger taraftan da bilgilere haiz olduklarını sananlarla ince ince dalga geçer, alay eder. Bu tavrının bedelini “Atina’nın Tanrılarına inanmamak ve gençleri baştan çıkarmak”la suçlandığı mahkemeden almış olduğu ölüm cezası ile ödemiştir. Mahkemede yaptıkları sebebiyle ceza değildir ödül alması icap ettiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin verdiği ölüm cezasının da aslına bakarsak ceza değildir ödül bulunduğunu, çünkü ölümün sonsuz bir uyku ya da bir başka dünyaya göç bulunduğunu; her iki durumda da ceza olamayacağını anlatmıştır.

Korkunun bilgisizlikten kaynaklandığını, neticelerini farkında olduğumuz durumlardan korkulmayacağını söyler. Ölüm cezasının infazını cellâtlara bırakmaz, kendisi uygular ve ögrencilerinin önünde ölür. Bu tavrı kuram-eylem bağlamı açısından tutarlı ama ağlatısal bir örnektir. Kendisini izleyen düşünürler üstünde bilhassa de ethik (ahlak felsefesi) yönünden oldukça etkili olmuştur. Fakat izleyenleri onun haz teorisini (Hedonizm) değişik biçimlerde yorumlayarak değişik dünya görüşlerine ulaşmışlardır. Sokrates’i en iyi anlayan ve en dogru yorumlayan, giderek de görüşlerini sistematik bir biçime sokan Platon’dur.

PLATON (427-347 Atina) Sokrates’in diyaloglarını yazıya geçirmiştir. O öldükten sonrasında da yapıtlarında Sokrates’i konuşturmaya devam etmiştir. Platon fikirlerini Akademia ismini verdiği okulunda geliştirmiştir. Sokrates’te dağınık olan idealist anlayışları sistematik bir dünya görüşü haline getirmiştir. Platon’a bakılırsa iki ayrı dünya mevcuttur. Bunlardan biride birincisi “idea”larin evrenidir. İdea’lar düşünsel varlıklardır, nesnellik taşımazlar. Fakat gerçektirler. Her İdea’dan bir tane vardır. Hem tek hem de gerçek olan idea’ların bilgisi de tek ve gerçektir. Fakat idea’ları duyu organlarıyla kavramak olanaksızdır. Onlari bilgisine ama akıl yolu ile ulaşabiliriz. Platon bu bilgilere “episteme”, “sophia” (gerçek bilgi) ismini verir.Bu bilginin pesine düşen insan da gerçek bilginin dostu olan filo-sophia kısaca filzoftur.Gerçek bilgiyi elde eden disiplinde felsefedir. İkinci evren ise şu an içinde yaşadığımız “fenomen”ler evrenidir. Fenomenler idea’ların gölgeleridir. Fenomenler evreni nesneldir. Fakat gerçeklikten yoksundur. O bir yanılsamadır (İllizyondur). Sanal bir evrendir. İdea’ların fenomenler evreninde aniden çok gölgesi kısaca yansımaları vardır. Gölgelerin asla birisi tam olarak idea’ları yansıtamazlar. Bir fenomen (gölge) idea’sına ne kadar benzerse o denli o “şey” olur. Varlık dışı kalite kazanır.Fenomenler duyu organları ile kavranırlar. Bizler onlar hakkında bu yolla bilgi sahibi olabiliriz. Fakat bu bilgiler fenomenler evreni benzer biçimde “tek”likten ve “gerçek”likten yoksundurlar. Doxa (sani bilgisi) ismini verdigi bu bilgilerin ardında koşan ve ideaların bilincinde olmayan kişilere sani dostu anlamına gelen filo-dox ismini kullanmıştır. Platona bakılırsa insan ruh olarak idea’lar evreninde yaşar. Bu yüzden de idea’lar bilgilere ruh olarak haizdir. Fakat insan bazen bir gövde içinde fenomenler evrenine ulaşabilmektedir. Fenomenler dünyasında yaşarken idea’ları unutur. Fenomenlerin aldatıcı detayları peşine düşer. Filodox olur. İçlerinden bazıları ise idea’ların bilgisini akılları aracılığı ile anımsarlar ve gerçek bilgilerin peşine giderler. Felsefeci olurlar. O süre özetlemek gerekirse, söylemek gerekirse gerçek bilgilere bir tek filozoflar ulaşabilmektedirler.

ARISTOTELES (384-322 Atina) Ögretmeni Platon’un düsüncelerine katılmadığı için, yetiştiği okula kısaca Akademia’ya yönetici olmayı kabul etmeyip, kendi okulunu, Lyceum’u (lise) açmıştır.

Bir çok kitabının yanı sıra ; doğru düşünmenin yollarını açıklamış olduğu Organon (Alet) adlı kitabı ile de kendi adıyla anılan Klasik Mantık’ın kurucusu olmuştur. Felsefe kendi alanında olmasıyla birlikte bilimsel çalışmalarıyla da mühim olan Aristoteles, ontolojik anlayışını Fizik kitabının peşinden yazdığı ve ismini Fizikten Sonrasında olarak koyduğu Doğa ötesi kitabında ortaya koymuştur. O günden bu yana da doğa ötesi terimi doğaüstü anlamında kullanılmaktadır. Ona bakılırsa iki ayrı evren yoktur. Tek evren vardır. Nesnel olanla gerçek olan ayrı şeyler değildir. Fakat var oluş, iki değişik özün değişik oranlarda birleşmesiyle gerçekleşmektedir. Var oluş form (salt şekil) ile hyle’in (salt madde) birleşmesidir. Saf madde şekil almaksızın var olması imkansız. O ama bir olanaktır, var değildir. Var olabilmesi için kesinlikle form alması gerekir. Varlığın en rahat şekli cansız maddedir. Form Hyle’ye biçim, renk, koku benzer biçimde temel, rahat özellikler vererek onu oluşturur. Varlığın ikinci aşaması bitkilerdir. Bitkiler kendinden önceki varlık tabakasının - cansız maddelerin- tüm özelliklerini taşımanın yanı sıra, özümseme yapma ve benzerini yaratarak çoğalma benzer biçimde özelliklere sahiptirler. Bitkiler daha çok form alıp bu fazla özelliklere haiz olmuşlardır. Varlık tabakalarının üçüncüsü hayvanlardır. Hayvanlar bitkilerden daha çok form sahibi olduklari için onlardan daha mükemmeldirler ve onlarda bulunmayan duyumsama ve yer degiştirme özellikleri vardır. Hayvanlar üstünde yer edinen son varlık tabakası, insanlardır. İnsan akıl sahibi olma özelliği ile başka varlıklardan ayrılır. İnsan aklı doğuştan haiz olduğu akıl ilkeleri ile idrak sürecinden edindiği malzemeleri işleyerek, haiz olduğu, edindiği,duyum süreçlerini bilgi haline getirir. Bu işlemi yaparken de mantık kuralları ile davrandığı oranda doğru bilgilere ulaşabilir. Fakat Aristoteles tüm insanların bu kabiliyetlere haiz olmadığını söyler. Çünkü insanoğlu da tıpkı kendinden önceki tabakalar benzer biçimde kendi içinde değişik tabakalara haizdir. İnsanların en alt basamağını hanımlar oluştururlar ve onlar aklın ilkelerine haiz değildirler. Onların üstünde yer edinen köylü ve köle erkekler de tıpkı hanımlar benzer biçimde akıl ilkelerinden yoksun olarak dünyaya gelirler. Bu yüzden onlar da hanımlar benzer biçimde doğru düşünme kabiliyetinden yoksundurlar. Varlık tabakalarının haricinde form tek başına mevcuttur. Bu hal en yetkin haldir. Salt şekil Tanrıdır.Öte taraftan İslam Felsefesi, gerçeğin bir tek Tanrı katında bulunduğunu ifade ederek, ilk çağ maddeci Filozofları ile benzeşmektedir. Gerçek bilgilere bir tek Tanrı isterse ulaşılabilmektedir. Bu hususa ilişki Südur kısaca boş bölüme doğmayı ileri sürmektedirler. Bu mevzuda İslam düşünürleri İnsanın Tanrısal niteliklere haiz bulunduğunu belirtebilmektedirler. Bir grup ise bu hoşgörülü yaklaşımdan fark göstermiştir. İşte Hallacı Mansur, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli ve Mevlanayı söz mevzusu, sevgi ve hoşgörü ortamında bulmaktayız. Bunun haricinde kalanlar, kesinkes Tanrının, insanı yarattığını va arada hiçbir süre kapanmayacak farklılık bulunduğunu söylemektedirler.

Daha da ileri giderek, tüm Panteistleri dinsizlikle suçlamaktadırlar. Özetle İslamda, varlık sahibi de, hikmet sahibi de Tanrıdır.

Prof. Dr. İsmail Özçelik
12.03.2007

YORUMLAR

Ad

Anlamı Nedir?,22,Biyoloji Konu Anlatımı,25,Cilt Bakımı,82,Coğrafya Ders Anlatımı,978,Genel,46,Güzel Sözler,16075,Music,1,Ne Nedir?,32164,Resimli Sözler,4111,Saç Sağlığı,119,Sağlık Bilgileri,1596,Soru-Cevap,10236,Sports,1,Tarih Konu Anlatımı,5,Teknoloji,36,Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımı,2,
ltr
item
Ders Kitapları Konu Anlatımı: Varlık Felsefesi Nedir
Varlık Felsefesi Nedir
Ders Kitapları Konu Anlatımı
https://ders-kitabi.blogspot.com/2017/05/varlk-felsefesi-nedir.html
https://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/2017/05/varlk-felsefesi-nedir.html
true
5083728687963487478
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi hiçbir mesaj bulunamadı HEPSİNİ GÖR Devamı Cevap Cevabı iptal Silmek Cevabı iptal Home SAYFALARI POST Hepsini gör SİZİN İÇİN ÖNERİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH Tüm Mesajlar İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Pazar Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şu anda... 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago İzleyiciler Takip et THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Tüm Kodunu Kopyala Tüm Kodunu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalanmıştır. Kodları / metinleri kopyalayamıyor, kopyalamak için lütfen [CTRL] + [C] tuşlarına (veya Mac ile CMD + C'ye) basınız Table of Content