HomeNe Nedir?

Edebiyat-ı Cedide Nedir

Edebiyat-ı Cedide Nedir ? (Servet-i Fünun) : Edebiyat-ı Cedide 1896’da Servet-i Fünun dergisini çıkaran ozan ve yazarların meydana getirmiş...

Edebiyat-ı Cedide Nedir ? (Servet-i Fünun) : Edebiyat-ı Cedide 1896’da Servet-i Fünun dergisini çıkaran ozan ve yazarların meydana getirmiş olduğu diri bir akımdır. İmparatorluğun baskıları sonucu dağılan bu ozan ve yazarlar ayrı ayrı bağlı bulundukları fikirleri yaymaya devam etmişlerdir. Edebiyat-ı Cedide şairleri, yalnız aydınlara seslenmişler, (sanat için sanat) ilkesini benimsemişlerdir. Fransız romantiklerini, parnasyonleri ve sembolist şairleri örnek almışlardır. Tevfik Fikret, Cenap Şžahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Süleyman Nazif, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın tarafınca yürütülen bu akım, Serveti-i Fünun dergisini sürdüren, kendilerine Fecr-i Ati’ciler denilen Ahmet Haşim, Refik Halid, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Mithat ve Ahmet Rasim şeklinde yazar ve şairler tarafınca aynı ilkelerle seyredildi. Her iki grup da eserlerinde Arapça ve Farsça sözcükleri kucak dolusu kullanmışlar ve bu bakımdan genç kuşaklar tarafınca şiddetle eleştirilmişlerdir.


Servet-i Fünun Periyodunun Genel Özellikleri

1) ‘Sanat için sanat’ ilkesine beğlıdırlar.
2) Cümlenin mısra ya da beyitte tamamlanması kuralını yıkmışlar ve cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beyitin tümce üstündeki egemenliğine son verirler. Tümce istediği yerde bitebilir.
3) Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü kullanırlar. Fakat aruzun dizeler üstündeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde aniden çok kalıba yer vermişlerdir.
4) Onlar ‘her şey şiirin mevzusu olabilir’ görüşünü benimsemişler; fakat devrin siayasal baskıları sebebiyle sevgi, tabiat, aile yaşamı ve gündelik yaşamın rahat mevzularına eğilmişlerdir.
5) Şžiirde ilk kez bu zamanda mevzu bütünlüğü sağlanmıştır.
6) ‘Sanatkârâne üslup’ ve yeni bir ‘vokabüler’ (sözvarlığı) yaratma kaygısıyla oldukça ağır bir dil kullanmışlardır.
7) ‘Kafiye kulak içindir’ görüşünü benimserler.
8.) Şžiirde üç değişik şekil kullanmışlardır.
a) Garp’dan aldıkları ’sone’ ve ‘terza-rima’
b) Divan edebiyatından alıp, türlü değişimlerle kullandıkları müstezat (özgür müstezat)
c) Bütünüyle kendi yarattıkları şekiller
9) Şžiirde olduğu şeklinde romanda da (devrin siyasal baskıları sebebiyle) toplumsal konulardan uzak dururlar.
10) Romanda, romantizmin kimi izleri bulunmakla beraber genel olarak realizme bağlıdırlar.
11) Romanda da dil ağır, üslup sanatkârânedir.
12) Roman tekniği sağlamdır.
13) Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma yoluna gittikleri için mevzular, İstanbul’un türlü kesimlerinden alınmalıdır.
14) Betimlemeler gözleme dayalıdır ve nesneldir.
15) Bu dönem sanatçıları, devrin siyasal baskıları sebebiyle gazetecilik, tiyatro şeklinde alanlara pek fazla eğilmemişlerdir.
16) Her bakımdan Avrupalılaşmak gerektiğine inanmışlar ve Garbın ilim, sanat ve edebiyatından yararlanmaya çalışmışlardır.
17) Dîvan edebiyatı büyük seviyede zaafa uğratılmış, en küçük bir hamle yapamayacak hale getirilmiştir.
18) “Sanat, sanat içindir” anlayışı hakimdir. Bu nedenle sanatçılar halk yerine aydın zümreye seslenmişlerdir.
19) Ortaya koyulan edebî ürünlerin ağırlık noktasını sevgi, doğa, acıma, sanatkârın kendi günlük yaşayışı ve yakın çevresi şeklinde ferdî mevzular ve ruhsal tahliller teşkil eder.
20) Şžiir, öykü, roman, edebi eleştiri, yazı ve mensur şiire çok ehemmiyet verilerek bu türlerde Batılı örneklere erişilmiş; tiyatro, gülmece ve edebiyat zamanı şeklinde türler sönük kalmıştır.
21) Bu dönem şairleri, Dîvan edebiyatı nazım şekillerinin pek çoğuna yer vermediler. Verdiklerinde ise çok büyük farklılık yaptılar. Bununla birlikte Fransız şiirinden aldıkları sone-terza-rimo şeklinde Garp edebiyatını klasik nazım şekillerini kullandılar.
22) Hece vezni önemsenmemiş, bu vezinle bir tek çocuk şiirleri yazılmıştır. Aruza ehemmiyet verilmiştir. Nazım, nesre yaklaştırılmıştır. Göze nazaran kafiye değildir, kulağa nazaran kafiye anlayışı benimsenmiştir.
23) En kusurlu yönleri, dil ve üsluptur. “Sanat, sanat içindir” anlayışı ile hareket ettikleri için, konuşma dilinden uzaklaşarak, anlaşılamayan bir dil ile süslü, yapmacık bir söyleyişe yöneldiler.

Servet-i Fünun Edebiyatını Hazırlayan Siyasal ve Toplumsal Sebebler

Avrupai Türk edebiyatının ikinci ve toplu hareketi 1895 senesinde, Servet-i Fünûn mecmuasında toplanan genç edebiyatçılar tarafınca yapılmış oldu. II. Abdülhamit’in saltanat süreci edebiyatı üç bölümde incelenmektedir:
1. Dönem: Tanzimat edebiyatı ile, Servet-i Fünûn edebiyatı arası.
2. Süreci: Servet-i Fünûn edebiyatı oluşturur. Bu da ama beş altı yıl devam edebildi.
3. Dönem: Bu dönem Servet-i Fünûn’dan sonrasında II. Meşrutiyet’in ilanına kadar devam eden dönem.

Servet-i Fünûn garp tesirindeki Türk edebiyatının II. mühim safhasıdır. Bu edebiyat, Sultan Abdülhamit zamanında doğmuş, gelişmiş ve gene bu devirde son bulmuş bir edebiyattır.

Türk edebiyatı alt tarafta bahsedeceğimiz ideolojiler etrafındaki mücadeleleriyle önemli bir rol oynar. Kimi zaman de bizzat hazırladığı bu vakaların güçlü tesiri altında kalır.

Gelişen ideolojileri şu başlıklar halinde ele alabiliriz:
1. Osmanlıcılık
2. İslamcılık
3. Medeniyetçilik
4. Türkçülük

Her birisi cemiyetin ayrı bir realitesini karşılayan bu ideolojilerin etrafındaki savaşım, kim bilir Çağdaş Türk Edebiyatının aslolan tarihini yapar.

Medeniyetçilik ideolojisiyle hareket eden ozan ve yazarlardan, Hamit ve Recaizade şu fikirleri ileri sürüyorlardı:
1-İslam uygarlığı devrini tamamlamıştır.
2-Avrupada düşüncesiyle, sosyolojisiyle ve tekniği ile yeni bir uygarlık çıkmıştır.
3-Osmanlı devletini bu uygarlık er-geç yıkacaktır.

Bu açıklamalarla Avrupa’nın tablosunu çiziyorlardı. Bu tablo karşısında bizde vaziyet nasıldı?
Bu dönem bilhassa imparatorluk üstünde fena emeller besleyen, Avrupalı devletlerin bu emellerini gerçekleştirmek için, içte ve dışta türlü oyunlar sergilemeye çalışmış oldukları bir devredir.İmparatorluk ise, kendisine ‘hasta adam’ gözüyle bakılan devleti bir süre daha ayakta tutabilmek için bazı sıkı tedbirler alabilmek zorunda kalır. Bu devrin sert görünüş özgürlük anlayışını sanki bir fikri durağan hale getiren bu devir gençlerinde ruhi bir bunalım yaratmıştır.

Bilhassa devletin içten ve dıştan maruz kalmış olduğu bu tehlikeleri önleyebilmek için alınan tedbirler, Tanzimatçıların haiz oldukları özgürlük havasına olanak vermiyordu.Bu imkansızlık gençleri ruhi bunalımlara sevk ediyordu.1877 Osmanlı-Rus harbinin fena neticelenmesi üstüne,1876’da açılan Meclis-i Mebusan yine kapatılır.Devlet Rumeli’de istiklalini kazanmaya çalışan azınlıklar karşısında dahi zayıf duruma düşer.Dünyayı kaplayan özgürlük, milliyet ve bağımsızlık cereyanlarının, bilhassa batılı büyük devletlerin gayretleriyle hızla gelişmesi, devlet yönetimini de bunaltır.Bu nedenle alınan tedbirlerin dozu birazcık daha artar.Kendi tebası olan yabancı toplulukların dıştan desteli isyan teşebbüslerini önleme imkanı daralır.Büyük devletlerin her varlıklı coğrafyaya haiz olma istekleri gittikçe bir tutku halini alır.Kendi aydınları tarafınca dahi desteklenme talihini kaybeden imparatorluk yönetiminin alınan bu sıkı tedbirlerin sebebini açıklayamaması, yönetimi gençlerin gözünde tek suçlu durumuna düşürüyordu.

İdealist fikirlerle ortaya çıkan Jön Türklerin dış tehlikeler karşısında tam bir ulusal bütünlük içinde bulunulmak yerine, işi Ermenilerle iş birliği meydana getirecek kadar ileri götürmeleri, yönetimin almış olduğu tedbirleri daha da arttırmasına neden olur.Ayrıca saray yönetimi içinde, hoşnutsuzluğu gittikçe nefrete dönüşen bu gençleri dış tehlikeler karşısında uyanık olmaya çağıracak tecrübeli ve bilgili kişiler bulunmamaktaydı. Devletin maruz kalmış olduğu bu tehlikeler karşısında bir kısım münevverler hadiselere kayıtsız kalırken, bir bölümü ise kendisini koyu bir Avrupa perestliğin kucağına atıyordu. Babıali’nin nüfusunu Abdülhamit, tamamıyla ortadan kaldırıp, Yıldız’ı hakim vaziyete getirmiş,iktidar mevkilerine kendine uygun adamları geçirmek suretiyle, mutlak bir disiplin mekanizması kurmuştu.Bu hakimiyetini denetim altında tutabilmek için bir hafiye teşkilatı kurmuştu.Bu o şekilde yaygınlaştı ki hepimiz padişaha yaranmak için birer hafiye kesilmişti.

Çizdiğimiz bu siyasal tablonun karşısına medeniyetçiler şu görüşlerini ileri sürdüler:
1-Batıdaki fikirleri, yaşayışları, tekniği tıpkı almalıyız.
2-Bir Avrupalı şeklinde olursak, onlara benzediğimiz için Avrupalılar bizlere saldırmazlar.

Medeniyetçiler, önceleri açıkladıkları şeklinde ‘İslam uygarlığı devrini tamamlamıştır’ derlerken, Avrupalıların (Hıristiyan) uygarlık ve tekniğinin hızla geliştiğini ileri sürmekteydiler.Oysa şunu unutuyorlardı, fanatik oldukları bu uygarlık, bir zamanlar Osmanlı devletinin himmetine muhtaç ve Osmanlı-İslam uygarlığı hayranı idi.Onlar Orta çağ engizisyonunu yaşarken, bizde ilim ve fen diri bir biçimde devam ediyordu. Garp; fikirde, sosyolojide ve teknikte bir gelişme göstermiştir.Ama Servet-i Fünûn gençliğine nazaran bizler bunların hepsini tıpkı almalıyız. Ama şunu akıl edemediler ki; her milletin fikir, yaşayış ve toplumsal yapısı farklıdır.

Bu bunalımlı ve buhranlarla dolu zor dönem 1908’de son bulur. Devlet yönetimi İttihat ve Terakki cemiyetinin eline geçer. Fakat felaketler zinciri gene de son bulmaz. Devlet İttihat ve Terakkinin tecrübesiz hareketi sonucu Balkan harbinin getirmiş olduğu başarısızlıklarla sürüklenir.

Bu edebiyat o devrin siyasal şartları, anlatırken d belirtildiği şeklinde, hürriyetsizlik anlayışının o dönem gençlerince bir bunalım olarak görüldüğü devrede kuruldu.Bu dönem, garbın bir tek edebiyat membaı olarak görüldüğü şeklinde, özgürlük membaı olarak ta görüldüğü devredir. Bu zamanda batıya olan hayranlık had safhaya ulaşmıştır. Bu siyasal dönemde yetişip edebiyat halletmeye çalıştırlar.Bu şekilde bir vaziyet tüm millette doğurduğu hastalık, melankoli, yaşamdan bezginlik ve kaygısızlık şüphesiz onlarında ruhunda aynı tesiri uyandıracaktı.

Bu cereyanın edebiyatçıları, doğu kültüründen evvel ve doğu edebiyatından ilkin garp edebiyatını tanımışlardır. Hatta aralarında bu konuyu bir iftihar vesilesi sayanlar da vardır. Toplumsal meselelerin serbestçe konuşulamayışı,bu hususta kendini göstermek isteyen iradelerin susturuluşu, herkeste bir neme lazımcılık hissi doğurmuştu.Hepimiz kendi derdine ve kendi keyfine düşmüş,toplumsal mesuliyet duygusu tamamen yok olmuştu.Meseleleri söz söylemek olan edebiyatçılar başka mevzular aramaya başlamışlardı. Şžu fikirleri ileri sürdüler:
a-Avrupa imparatorluk ve derebeylik periyodunu aşmıştır.(1789 Fransız ihtilali ile)
b-Avrupa da (özellikle Fransa’da) burjuvazi ismi verdiğimiz şehirlilerle işçiler şeklinde iki katman vardır. Bu iki tabakanın çekişmesiyle iki edebiyatta buna bağlıdır. Bizde de benzeri yapılar gerçekleşmediği takdirde, edebiyatımızın gelişmesi mümkün değildir.

Servet-i Fünün Sanat Anlayışının Başlangıcı

Tevfik Fikret ve Ahmet İhsan Recaizade Mahmut Ekrem’in talebeleri olmak bu sebeple onunla yakından temasta idiler. Halid, İzmir’de üstadı eserlerinden tanıyor, hatta görüşüp konuşuyorlardı. H.Cahit ise daha birleşmeden ilkin Fikret’i tanıyordu. Özetlemek gerekirse bu edebiyat cereyanı içindekiler birbirlerini daha öncesinden tanımış ve kaynaşmışlardı.

Servet-i Fünûncuların tertipli eğitim görmeleri, okudukları Avrupai mekteplerde, Avrupalı edipleri yakından öğrenmeleri ve nerede ise hepsinin orta katman ailelerden gelmeleri, onlarda ortak bir sanat zevkinin doğmasına yol açmıştır. Fakat aynı sanat zevkine haiz olmalarına karşın bu zevki aksettirişleri farklıdır.

Bu edebiyatta Tanzimat’ta olduğu şeklinde bir siyasal ve etken bir fonksiyon yoktur. Çok fazla alafrangalılık bu edebiyatın en fazlaca kınanan özelliklerindendir. Memleket meseleleri ve Anadolu insanının yaşayışı,bir takım minik denemeler haricinde bu edebiyatta mevcut değildir.Yaşadıkları siyasal devir onları hakikatten kaçmalarına,günlük meselelerle ilgilenmemelerine sebep olmuş. Hüzne düşkünlük ferdiyetçilik şeklinde duygularını beslemiştir.

Solgun çiçeklerden, düşmüş sarı yapraklardan bahseden ve hanım denince bunun dahi veremlisinin makbul sayıldığı bu devrin özelliği,onların hususi hayatlarına girmiştir.Verem, intihar, kimsesizlik ve inziva, aşkı ölümle neticelenmek, sarı-siyah şeklinde daha çok hastalığı ve ölümü temsil renkler, karanlık mevzular onların ortak sanat çizgileridir.

Servet-i Fünûn Edebiyatı 1895 senesinde başladı. Bu senenin sonlarında Recaizade’nin teşvik ve vesilesiyle, Servet-i Fünûn mecmuasının kafa muharrirliği, onun en kıymetli talebesi Tevfik Fikret’e verildi. Bu sanat çizgisine dahil olup başka dergilerde (Mektep, Maarif, Gömü-i Fünûn, Mirsat ve Bilgi) yazan pek çok ozan ve yazar Servet-i Fünûnda toplandı. Hep aniden Servet-i Fünûn edebiyatı denilen bir edebi çığırı açtılar.

Servet-i Fünun Edebiyat Anlayışı

1. Uygar Fransız edebiyatına benzer eserler ver­mek ve bu eserlerde sanat için sanat anlayışına bağlı kalmaktır.
2. Servet-i Fünûncuların örnek aldıkları Fransız yazarları, realist­lerle natüralistlerdir. Aynı edebiyatın şiirde yapmış olduğu yeniliklerde kısmen Parnasse, kısmen Symbolisme akımlarının izleri vardır.
3. Bu edebiyatın bir başka özelliği, Avrupa tipi eserler vermek yolunda Tanzimat edebiyatından daha becerikli, daha çalışkan oluşudur.
4. Servet-i Fünûncular, kendi­lerinden önceki Avrupaî Türk edebiyatını hem iptidaî, hem yetersiz buluyorlardı. Onlara nazaran, Tanzimat edebiyatı: “J.-J. Rousseau'dan beş on sayfa, La Fontaine' den efsaneleşmiş, Vefik Paşa'nın Moliere adaptasyonları, sayısı onu geçmediği halde sanat bakımından başarı göstermiş sayılamayacak hikâye"den ibaret­ti. Servet-i Fünûncular, Türkiye'ye tam anlamıyla Avrupai bir edebiyat getirdiklerine inanıyorlardı.
5. Servet-i Fünûncular, herhangi bir halk sınıfına hitap etmekten uzak kalmışlardır. Servet-i Fünûncular, yurt çoğunluğunun bedii-içtimai gereksinimlerini dü­şünmemiş: Yurdun, İstanbul dışı hayatiyle çok az ilgilenmiş, mevzularını Avrupa­lılaşmış aydınların hayatından almış ve gene onlar için yazılmış bir salon edebiyatı meydana getirmişlerdir.
6. Eserlerini mübalağalı derecede aristokrat bir üslupla yazma­ları, baskısı yüzünden hiçbir toplumsal hareketin başına geç­mek imkânı bulamayışları; nihayet, karakter bakımından toplumcu olmaktan çok, sanatkâr bir ruh taşımaları, onları daha oldukça yüksek sanat eseri oluşturma anlayışına bağlı bı­rakmıştır.

Servet-i Fünun Edebiyatında Dil Anlayışı

1. Servet-i Fünûn yazarları, Namık Kemal'den çok, Abdülhak Hamid'in eserlerindeki yeni ve alımlı Osmanlı Türkçesini beğenmişlerdir.
2. Servet-i Fünûn lisanı fazla külfetli ve aristokrat bir dildir.Yazılarında süslü cümleler kullanarak, zarif, uyumlu, fakat işitilmemiş kelimeler sıralamak hevesindedirler.
3. On­lar, özellikle Farsça kelimelerin söylenişinde âdeta bir alafrangalık buluyor, Farisî terkiplerle birleşik sıfatları, Fransızca söyleyişleri andırdıkları ve herkesçe bilin­meyen sözler oldukları için, zevk ve hevesle kullanıyorlardı.
4. Fransızcada rastla­dıkları Neige d'or (Altın kar) terkibini Farsça, berf-i zerrîn ifadesiyle, Frisson iamineux (Işıklı titreyiş) terkibini, lerze-i rûşen şekliyle Fârisîleştirmekte hususi uyum buluyorlardı.
5. Dilde milliyetçilik hareketleri­nin güçlü bir çığır halini almadığı o devirde, halk Türkçe’sinin inceliklerini bil­meyen Servet-i Fünûncular için, Servet-i Fünûn dilinden başka bir lisan kullan­mak kolay değildi.
6. Servet-i Fünûn lisanı, mütevazi Türkçe bakımından za­rarlı olmuş, fakat edebiyat sanatının gelişmesine ve daha varlıklı bir ifade va­sıtası bulmasına hizmet etmiştir.
7. Fikret'in, Cenab'ın, Süleyman Nazif'in şiir ve ne­sirlerinde örneklerini gördüğünüz ve Halid Ziya'nın yazılarında süslü cümleleriy­le karşılaştığınız Servet-i Fünıın dili, sanatkârlarının zevkle, hatta sevgiyle kul­landıkları bir lisandı.
8. Bu dil, çok fazla bir biçimde Farisî terkipleri ve bazı Ede­biyat-ı Cedîde vasf-ı terkibîleri ile, doğrusu Fars kaidesiyle meydana getirilen birleşik sıfatlar­la süsleniyor, kolaylığını, ahengini ve akıcılığını bu güzel, fakat yabancı unsur­lardan alıyordu.
9. Ara sıra: Sâât-ı semenfâm = Yasemin renkli saatler şeklinde, devrin klasik lisan kurallarına ve klasik söyleyiş mantığına aykırı olarak meydana getirilen bu yabancı terkiplerin Servet-i Fünûn diline -bütün itirazlara rağmen- bir ve­cize zarifliği ve bir vecize zenginliği verdiği meydandadır.
10. Servet-i Fünûn Edebiyatı'nın en mühim başarısı, edebiyat türlerinde yapmış olduğu yeniliklerde ve bu türlere daha Avrupaî bir görüşle bakmasındadır. Bu sebeple, Edebiyat-ı Cedide'yi, belirgin başlı edebiyat türlerine nazaran gözden geçirmek yöntemiyle tanıtmak daha yerinde olur.

Servet-i Fünun Şžiiri

1.Edebiyat-ı Cedide şiiri, gerek dil, gerek biçim, gerek şiir anlayışı bakımından Tanzimat şiirinden epey fark­lıdır. Servet-I Fünûn şiirinde her şeyden ilkin, bir musiki zevki ve güçlü bir musiki lisanı vardır. Bu lisan, dış musikisi, vezin ve biçim kusurluğu bakımından en ziyade Fikret'in nazmında gelişmiş; iç musikîsi, doğrusu doyurucu şiir olabilmek hususi durumunu de en fazlaca Cenab'ın şiirlerinde göstermiştir.
2. Ede­biyat-ı Cedîde şairleri, açık ve kapalı hecelerden kurulu Türkçe’ye Divan edebiyatı yüzyıllarının kazandırdığı üçüncü heceyi, doğrusu, uzun heceyi mısralarında Türk­çe’nin tabiî bir sesi şeklinde kullanmışlardır.
3. Servet-i Fünûn şairleri, aruzun Türk dili musikisine en uygun kalıplarına zevkle ve ihtimamla seçerek kullanmış, Türkçe’yi bu vezinlere yerleştirmekte ustalık göstermişlerdir.
4. Edebiyat-ı Cedide şairlerinin nazım şekilleri bakımından yaptıkları değişik­lik, Avrupa şiirinin klasik bir nazım şekli olan sonnet'yi kullanmaları ve gene aruz vezniyle bir özgür nazım hareketi yapmalarıdır.
5. Onların, Divan şiirindeki müstezat şeklini genişleterek yaptıkları bir özgür nazım cereyanı, özellikle Fikret ve Cenab şeklinde şairler tarafınca başarıyle yürütül­müştür.
6. Kafiye anlayışları da şekilden çok ses benzerliğine dayanır. Ser­vet-i Fünûncular bu anlayışı, Recaîzade Ekrem'in, kafiye göz için değildir, kulak içindir· cümlesiyle ifade ediyorlardı.
7. Divan şiirinde bir mısra, ya da bir beyitte tamamlanan manzum tümce an­layışı da, kati olarak Servet-i Fünûncular tarafınca değiştirilmiştir. Bir sözün bir beyitte başlayıp, başka bir -veya birkaç- beyit süresince de­vam ederek, bir başka beytin ortalarında bitmesi tarzındaki özgür söyleyişi, ke­sin olarak -ve âdeta kendi şiirlerinin karakteristik vasfı halinde- uygulama eden şairler, Servet-i Fünûn şairleridir.
8. Edebiyat-ı Cedîdecilerin şiirde yaptıkları başka bir yenilik de, onun mevzuu­nu genişletmiş olmalarıdır: Şžiirimizde ilkin Hamid'in eserlerinde başlamış olan bu çe­şitlilik, Servet-i Fünûncuların elinde hızla yayılmış ve Türk dilini yaşamın iyi, fena, çirkin, güzel, her hali, her duygusu, her düşüncesi, her sesi, her hadisesi için. şiir söylemek yolunda bir gelişmeye ulaştırmıştır. Fakat bu çeşitlilik, şiirleşen heyecanların yüceliğine engel olmamış, Servet-i Fünûncular, âdî duyguları, âdi sözlerle söyleyip, şiiri bayağılığa düşürmemişlerdir.

Servet-i Fünun Öykü ve Romanı

1. Bu edebî tür, daha Tanzimat yıl­larında dahi, yeni şiirin görmüş olduğu seviyede itiraz görmemiş, bünyesindeki Avrupaî yenilikleri Türk yaşam ve edebiyatına daha kolay kabul ettirmiştir. Bunun başÂ­lıca sebebi, gazeteciliğin kuruluşundan bu zamana kadar edebiyatta nesrin daha geniş bir rağ­bet görmesi, nazmın ise derhal yalnız şiirde kullanılan bir ifade vasıtası haline gelmesidir.
2. Roman, Türk edebiyatında âdeta yepyeni bir edebî tür diye karşı­lanmış, onun, eski ve manzum Şžark hikâyelerinin yerini almış olduğu, muhafazakârlarca fark edilmemiştir. Bu sebeple, ilkin çeviri eserlerle başlamış olan Avrupaî Türk ro­manı, kısa zamanda telif eserlerin yazılmasını teşvik eden, geniş bir rağbet gör­müştür.
3. Servet-i Fünûn romancıları içinde ilk öğrenimlerinden bu zamana kadar, Avrupa dillerini ve edebiyatlarını öğrenmiş bulunanlar vardı. Bu tür şeyler, roman zevkini ya direkt doğruya Garp edebiyatından, ya da gene Garp tesiri altında gelişen Tan­zimat romanından almış bulunuyorlardı. Yeni romancılar, eski Türk edebiyatına zevk, biçim ve edebî anlayış bakımından bağlı bulunmadıkları için, Türkiye'de Av­rupaî roman ve hikâyenin gelişmesi yolunda tam bir yüreklilikle ve geriye bakma­dan çalışabilmişlerdir.
4.Tanzimat'ın hikâye ve romanı, Fransız romantiklerinden birazcık da realistler­den örnek almıştı. Servet-i Fünûn romancılarına örnek olanlar da, genel olarak gerçekçi ve natüralist Fransız edebiyatıyle, gene Fransa'da bir ruhsal roman çı­ğırı açan yazarlardır.
5. Garp'ya dönüşün güçlü oluşu ve eski Şark'dan hatıra taşımayışı yüzünden, Servet-i Fünûn romanının yalnız roman mimarîsi değildir, yaşamı ve kahramanları da birazcık Avrupaîdir. Bununla birlikte, Edebiyat-ı Cedîde romancılarının roman dünyamıza içinde bulundukları toplumsal yaşamdan bir takım güçlü tipler ve görüntüler getirdikleri inkâr olunamaz. Halid Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Ce­mil tipi, Sevgi-ı Memnu'daki Firdevs Hanım, Nihâl ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaşamışlardı.
6. Servet-i Fünûn'un minik hikâyesi, daha çok, Sami Paşazade Sezaî'nin ulaşÂ­tığı merhaleden harekete geçmiş durumdadır. Servet-i Fünûn yazarlarının kitaplar dolusu minik hikâyeler yazmaları çok önemlidir, Bu yazarların yaşadıkları çağ­lar, Türkiye'de minik hikâye edebiyatının altın devri sayılır. Ufak hikâyenin, yazarlar ve okuyanlar içinde görmüş olduğu rağbet, Servet-i Fünûn'dan sonrasında da yeni bazı minik hikâyecilerin yetişmesini elde etmiştir.

Devrin Mühim Sanatçıları:

Tevfik Fikret
Cenab Şžehabeddin
Halit Ziya Uşaklıgil
Mehmet Rauf
Süleyman Nazif
Faik Ali Ozansoy
Ali Ekrem Bolayır (A. Ender)
Süleyman Nesib
Hüseyin Suat Yalçın
Hüseyin Siret Özsever
Celal Sahir Erozan
Hüseyin Cahit Yalçın
Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Servet-i Fünun ile Tanzimat Edebiyatı Arasındaki Farklar

1. Tanzimat Edebiyatı’nda şiirin mevzusu güzel olan her şeydir, Servet-i Fünûn’da güzel kelimesi kaldırılmış ve şiirin mevzusu sınırsız bir biçimde genişletilmiştir.
2. Tanzimat‘ta rağbet görmüş olan doğa ötesi ve toplumsal mevzular Servet-i Fünûn’da önemli bir yer tutmaz.
3. Tanzimat Edebiyatı’nda dil ve üslup, Servet-i Fünûn’a nazaran daha mütevazi ve anlaşılırdır.
4. Tanzimat Edebiyatı’nda tiyatro ön plandayken, Servet-i Fünûn’da şiir, roman ve öykü ön plandadır.
5. Tanzimatçılar “cemiyet için sanat” görüşünü benimserken, Servet-i Fünûncular “sanat için sanat” görüşünü benimsemişlerdir.
6. Servet-i Fünûn Edebiyatı Tanzimat‘a nazaran halktan uzaklaşmıştır. Çünkü, Servet-i Fünûn aydın kesime hitap eder.
7. Tanzimatçılar realizm ve romantizme ehemmiyet verirken, Servet-i Fünûncular parnasizm ve sembolizme ehemmiyet vermişlerdir.

Ad

Anlamı Nedir?,22,Biyoloji Konu Anlatımı,25,Cilt Bakımı,82,Coğrafya Ders Anlatımı,978,Genel,46,Güzel Sözler,16075,Music,1,Ne Nedir?,32164,Resimli Sözler,4111,Saç Sağlığı,119,Sağlık Bilgileri,1596,Soru-Cevap,10236,Sports,1,Tarih Konu Anlatımı,5,Teknoloji,36,Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımı,2,
ltr
item
Ders Kitapları Konu Anlatımı: Edebiyat-ı Cedide Nedir
Edebiyat-ı Cedide Nedir
Ders Kitapları Konu Anlatımı
https://ders-kitabi.blogspot.com/2017/06/edebiyat-cedide-nedir.html
https://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/2017/06/edebiyat-cedide-nedir.html
true
5083728687963487478
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi hiçbir mesaj bulunamadı HEPSİNİ GÖR Devamı Cevap Cevabı iptal Silmek Cevabı iptal Home SAYFALARI POST Hepsini gör SİZİN İÇİN ÖNERİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH Tüm Mesajlar İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Pazar Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şu anda... 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago İzleyiciler Takip et THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Tüm Kodunu Kopyala Tüm Kodunu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalanmıştır. Kodları / metinleri kopyalayamıyor, kopyalamak için lütfen [CTRL] + [C] tuşlarına (veya Mac ile CMD + C'ye) basınız Table of Content