Kanıtlamak, bir düşünceye katılmama nedenini ifade ederek o düşünceden değişik olan bir düşünceyi ortaya koymak ve bu düşüncenin bir başkası...
Kanıtlamak, bir düşünceye katılmama nedenini ifade ederek o düşünceden değişik olan bir düşünceyi ortaya koymak ve bu düşüncenin bir başkasınca kabul edilmesini sağlamaktır. Kanıtlayıcı anlatımın temel gayesi, inandırma, aydınlatma, kendi görüşünü bir başkalarına kabul ettirmedir. Bu gaye, kanıtlayıcı anÂlatımı açıklayıcı ve öğretici anlatımdan ayrıştıran en mühim fardır. Açıklayıcı anlatımda bilgilendirme ve öğretme; kaÂnıtlayıcı anlatımda doğru bilinenlerin yanlış, yanlış bilinenlerin de doğru bulunduğunu kanıtlama gayesi vardır.Kanıtlayıcı Anlatımın Özellikleri:
1. İnandırma, aydınlatma, kendi görüşünü kabul ettirme gaye edinilir.
2. Kavramları tanımlama ve izah etme önemlidir.
3. Okuyucu ve dinleyiciyi ikna etmek, düşündürmek ve üstünde durulan mevzudan uzaklaşmamak için bir takım kelime, kelime grupları ve cümleler yeniden edilir.
4. Konuşmacı ve yazar üstünde durduğu mevzuyu aydınlatmak ve fikirlerini kabul ettirmek için örneklere başvurur.
5. Konuşmacı ve yazar mevzuyu aydınlatmak maksadıyla değişik kişilerin düşüncelerine müracaat eder.
6. Kelimeler ve kelime grupları gerçek anlamında kullanılır.
7.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
8. "Tanımlama, açıklayıcı betimleme, sınıflandırma örneklendirme, karşılaştırma, şahit gösterme, sayısal verilerden yararlanma " benzer biçimde düşünceyi geliştirme yollarından faydalanılır.
9. Kanıtlayıcı anlatımda hitap edilen toplumun kültür düzeyi ve beklentileri önemlidir.Kanıtlayıcı Ifade Örneği
Yazarlık Kabiliyeti Yiter mi?
Yazarlık kabiliyeti yiter mi? Eskiden yitmeyeceği kanısmdaydım. Yazar nihayet, ilerleyemez, bir noktada kalırdı; niçin kabiliyetini yitirsindi? Bu mevzuda okuduğum iki yazı bende karıncalanma yarattı. Bunlardan biride birisi oldukça eski: Bir gülmece dergisinde kim bilir bir Halkevi Dergisi'nde (unuttum şimdi), Hüseyin Rifat'ın eskiden ne güzel şiirler yazdığı, hatta Hayyam'dan ne güzel çeviriler yapmış olduğu ama geriye kalan kabiliyetini iyiden iyiye yitirdiği söyleniyordu. Fazla önemsememiş olacağım ki ya da Hüseyin Rifat benzer biçimde hiçbir vakit yakınlık duymadığım bir şairle ilgili bir saptama bende hiçbir izlenim uyandırmamış olacak ki okuyup geçmiştim. Sonrasında bigün Sartre (Satr)'ın 'Edebiyat Nedir?'ini okudum (O kitabın çok mühim olduğunu düşündüğüm son kısımı, kısaca yarısı Türkçeye çevrilmedi). Sartre da Fransız edebiyatında bir takım yazarların kabiliyetlerini yitirdiklerinden söz ediyordu. O vakit, o Gülmece Dergisi'ndeki ya da Halkevi Dergisi'ndeki yazı da dirildi, yem' bir güncellik kazanmıştır bende.
Ama gene de yalnızca bir soruydu bu bana ait için: Yazar, nasıl olurdu da yazarlık kabiliyetini yitirirdi? Okumuş olduklarını asla mi asla okumamış, daha önemlisi, yazmış olduklarını asla mi asla yazmamış bir duruma nasıl gelebilirdi?
Bu iki yazıyı okuyuşumun üstünden seneler geçti. Sonunda şu kanıya vardım: Yitiyor, yitebiliyor. Bir ozan bigün daha fena bir ozan, bir yazar daha fena bir yazar hâline gelebiliyor. Hatta, bir bakıma kendi eski yazdıklarının okuru olma düzeyini geriye kalan tutturamamaya başlıyor. Bu konuyu, bir şairin, bir yazarın belirgin aniden oluştuğu zirve anına ya da durumuna geriye kalan tekrar ulaşamaması gerçeğiyle karıştırmayalım. Koşullar değişmiş olduğu için geri düşmüş olmak da ayrı şey. Yeni durumlara ayak uyduramamadan da eskimiş olmaktan da başka bir şey bana ait demek istediğim. Başarısızlıktan söz etmiyorum.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu son yıllarda eskimişti. Ama bir Necip Fazıl Kısakürek'te bir beceri erozyonu olmuştur. Bir Falih Rıfkı Atay da öyleki... John Steinbeck (Con Staynbek)'in son yıllarında, bu şekilde bir vaziyet görülmüştür. O şekilde ki bu yazara Nobel Ödülü'nün verilişi bir takım çevrelerde sürpriz olarak karşılanmıştı
Cemal SÜREYA
YORUMLAR