LEB a. (fars. leb). Esk. 1. Dudak: "Sana aid lebimdeki bûse" (Baha Tevfik). 2. Kıyı, kenar. 3. Leb-a-leb - LEBALEB. II Le...
LEB a. (fars. leb). Esk.
1. Dudak: "Sana aid lebimdeki bûse" (Baha Tevfik).
2. Kıyı, kenar.
3. Leb-a-leb - LEBALEB. II Leb-be-leb, leb-ber-leb, dudak dudağa. || Leb-beste, konuşmayan, suskun: "Vechinde dururdu ayn-i şebnem / Leb-beste iken o şuhı güllem" (A. H. Tarhan). || Leb -cünban, dudak kımıldatan; konuşan. || Leb-kûşa, dudak açan; konuşan, söyleyen: "Olunca tıfl-ı melek-çehre leb-kûşayı figan" (Tevfik Fikret). || leb-riz, dolu, ağzına kadar dolu: "...isimlerini işitince niçin yüreklerimiz lebriz-i şevk ve hamiyet oluyor" (İsmail Suphi, XIX. yy.). || Leb-teşne, susamış: "Leylin emerr emerr lebi şifinde toplanan/nûşâbe-i sükûnu leb -teşne-i türab" (Tevfik Fikret). || lebi âftâb,gölge. || Lebi cû, ırmak kıyısı. || Le-i cûybar, su kıyısı. || Leb-i derya - LEBİDERYA. || Lebi gülfam, gül renkli dudak: "Kim leb-i gül-fâmı dönmüş gonce-i nilüfere" (Nedim, XVII. yy.). || Lebi hadra. ufuk. || Lebi handan, gülen, gülümseyen dudak: "Hande sığmaz goncenin zira lebi handanına" (Nedim, XVII. yy.). || Leb-i keştigâh. ırmağın geçit veren kısmı. || Leb-i lâl, konuşmayan, dilsiz: "dönerim: penceremde bir leb-i lâl I bana vaz-ı pür iğbirâ- riyle / bahseder ta uzakta bir yerden" (Tevfik Fikret). || Leb-i sağar, kadehin kenarı. || Leb-i ierzan, titreyen dudak: "Lebiler- zanımdan / Ateşin pürfeveran / Elfazı perişani..." (C.S. ErozanL || Lebi şefkat, şefkat, acıma dudağı: "Önümde Göksu, yeşil sath-ı bîkarâriyle / beyaz köpük dökerek nazlı nazlı dalgalanan 7 denizde bir leb-i şefkat, bir incizâb arıyor" (Tevfik Fikret).
4. Kimi sözcüklerle birleşerek ödat yapar: gorıce-leb (gonca dudaklı, ufak ağızlı), huşk-leb (dudakları kurumuş), şeker-leb (şeker dudaklı) vb.
—Ed. Leb değmez, içinde b, p, m, f, v şeklinde dudak ünsüzleri bulunmayan sözcüklerle yazılmış şiir. (Dudak değmez de denir.) [Bk. ansikl. böl ]
—ANSİKL. Leb değmez diye adlandırılan şiirlerde dudak ünsüzleri bulunmadığı için bunlar, dudaklar birbirine değdirilmeden okunması mümkün. Saz şairleri bu tür şiirleri okurken dudakların birbirine değmediğini göstermek için dudakları arasına dikine bir dikiş iğnesi yerleştirirlerdi. Remzi Dede'nin ' 'İariki aşka gir ehl-i Hûda ol / Gönül gel layık-ı heri'tila ol" matlaıyla başlamış olan gazeli bu türe örnektir.
1. Dudak: "Sana aid lebimdeki bûse" (Baha Tevfik).
2. Kıyı, kenar.
3. Leb-a-leb - LEBALEB. II Leb-be-leb, leb-ber-leb, dudak dudağa. || Leb-beste, konuşmayan, suskun: "Vechinde dururdu ayn-i şebnem / Leb-beste iken o şuhı güllem" (A. H. Tarhan). || Leb -cünban, dudak kımıldatan; konuşan. || Leb-kûşa, dudak açan; konuşan, söyleyen: "Olunca tıfl-ı melek-çehre leb-kûşayı figan" (Tevfik Fikret). || leb-riz, dolu, ağzına kadar dolu: "...isimlerini işitince niçin yüreklerimiz lebriz-i şevk ve hamiyet oluyor" (İsmail Suphi, XIX. yy.). || Leb-teşne, susamış: "Leylin emerr emerr lebi şifinde toplanan/nûşâbe-i sükûnu leb -teşne-i türab" (Tevfik Fikret). || lebi âftâb,gölge. || Lebi cû, ırmak kıyısı. || Le-i cûybar, su kıyısı. || Leb-i derya - LEBİDERYA. || Lebi gülfam, gül renkli dudak: "Kim leb-i gül-fâmı dönmüş gonce-i nilüfere" (Nedim, XVII. yy.). || Lebi hadra. ufuk. || Lebi handan, gülen, gülümseyen dudak: "Hande sığmaz goncenin zira lebi handanına" (Nedim, XVII. yy.). || Leb-i keştigâh. ırmağın geçit veren kısmı. || Leb-i lâl, konuşmayan, dilsiz: "dönerim: penceremde bir leb-i lâl I bana vaz-ı pür iğbirâ- riyle / bahseder ta uzakta bir yerden" (Tevfik Fikret). || Leb-i sağar, kadehin kenarı. || Leb-i ierzan, titreyen dudak: "Lebiler- zanımdan / Ateşin pürfeveran / Elfazı perişani..." (C.S. ErozanL || Lebi şefkat, şefkat, acıma dudağı: "Önümde Göksu, yeşil sath-ı bîkarâriyle / beyaz köpük dökerek nazlı nazlı dalgalanan 7 denizde bir leb-i şefkat, bir incizâb arıyor" (Tevfik Fikret).
4. Kimi sözcüklerle birleşerek ödat yapar: gorıce-leb (gonca dudaklı, ufak ağızlı), huşk-leb (dudakları kurumuş), şeker-leb (şeker dudaklı) vb.
—Ed. Leb değmez, içinde b, p, m, f, v şeklinde dudak ünsüzleri bulunmayan sözcüklerle yazılmış şiir. (Dudak değmez de denir.) [Bk. ansikl. böl ]
—ANSİKL. Leb değmez diye adlandırılan şiirlerde dudak ünsüzleri bulunmadığı için bunlar, dudaklar birbirine değdirilmeden okunması mümkün. Saz şairleri bu tür şiirleri okurken dudakların birbirine değmediğini göstermek için dudakları arasına dikine bir dikiş iğnesi yerleştirirlerdi. Remzi Dede'nin ' 'İariki aşka gir ehl-i Hûda ol / Gönül gel layık-ı heri'tila ol" matlaıyla başlamış olan gazeli bu türe örnektir.
Kaynak: Büyük Larousse
leb ingilizcesi
1. obs. lip.
2. obs. edge; rim; shore.
- demeden leblebiyi idrak etmek to anticipate correctly what someone is going to say; to be able to read someone´s thoughts.
1. obs. lip.
2. obs. edge; rim; shore.
- demeden leblebiyi idrak etmek to anticipate correctly what someone is going to say; to be able to read someone´s thoughts.
YORUMLAR