Mahşer Nedir?
HomeNe Nedir?

Mahşer Nedir?

mahşer isim, din b. Arapça ma§şer 1 . Kıyamet günü dirilenlerin toplanacaklarına inanılan yer. 2 . mecaz Büyük kalabalık: ...

Demokratik Ortam Nedir? Nasıl Olur?
Kılavuz Nedir?
Teknolojinin Çevresel Etkileri

mahşer
isim, din b.
Arapça ma§şer

1 . Kıyamet günü dirilenlerin toplanacaklarına inanılan yer.
2 . mecaz Büyük kalabalık:



"Yangın yeri bir mahşer."- H. Taner.





  • Mahşer sözcüğünün eş anlamlısı nedir?


  • Mahşer günü ve sonrası nedir?


  • Mahşer-i Cümbüş


  • Paylaş  

  • Paylaş

  • Paylaş



Mahşer
MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi





İslâm inanışına nazaran, kıyamette dirilen insanların Arasat alanında toplanması.



Mahşer



Bazı dinî inanışlara nazaran ölülerin dirilerek Dünya yaşantılarındaki tutumlarından hesaba çekilmek suretiyle Tanrı'ın önünde toplanacakları günün adıdır. Mahşer, toplanma yeri anlamına gelir.



Sebep: iç başlık




Arasât meydanı - Mahşer yeri.

(Arasât meydanı)na (mevkıf) ve (mahşer yeri) de denir. Burada bulunanların iyi mi dâvet edileceklerini âlimlerimiz başka başka söylemiş oldu. Tefsîrlerde anlatıldığı şeklinde, sahih hadislerde de bildirilmiştir. Allahü teâlânın en ilkin hükm edeceği, kâtillerdir. Ve en ilkin ecrlerini vereceği kimseler de îmanı doğru olan âmâlardır. Evet! Bir münâdî nidâ eder ki: (Dünyada görmekten men olunanlar nerededirler?) Onlara denilir ki: (Siz Allahü teâlânın cemâline bakmaya herkesten daha çok lâyıksınız). Bundan sonrasında cenâb-ı Hak, onlara hayâ muamelesi eder de (Sağ tarafa gidiniz!) buyurur.

Bunlar için bir sancak bağlanıp Şu'aybın eline verilir. Şu'ayb onlara imam olur. Onlarla berâber, nûr meleklerinden, hesapsız melek vardır. Adedlerini Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Onların yanına varırlar. Ve sırâtı yıldırım şeklinde geçerler. Sabrda ve hilmde onlardan herbiri, Abdüllah ibni Abbâs ve ona bu ümmet içinde, benzeyen kimseler gibidir. [Abdüllah 68 [m. 687] de Tâifte vefât etti.]

Bundan sonrasında (Belâlara sabr edenler nerededir?) diye nidâ olunur. Ve meczûmîn yâni cüzzâm denilen miskin hastaları ve sârî hastalıklara yakalanmış olanlar getirilir. Allahü teâlâ, onlara selâm verir. Onlar dahî sağ tarafa emrolunurlar. Onlar için de, yeşil bir sancak bağlanır. Eyyûbın eline verilir. Eshâb-ı yeminin imamı olur. Mübtelâ olanın sıfatı sabr ve hilmdir. Ukayl ibni Ebî Tâlib ve bu ümmetten Onun emsâli şeklinde olanlar böyledir.

Bundan sonrasında nidâ olunur ki: (İslâm düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına aldanmayıp, Ehl-i sünnet îtikatına sımsıkı sarılan ve bu doğru îmanını ve nâmusunu kemâl derecede muhâfaza eden îmanlı ve iffetli gençler nerededirler?) Bunlar da getirilir. Allahü teâlâ bunlara da selâm verip, merhabâ, der. Ve murâd buyurduğu kelâm ile iltifât eder. Bunlara dahî (Sağ tarafa gidiniz) buyurur. Bunlar için de, bir sancak bağlanıp Yûsüfın eline verilir. Yûsüf onların imamı olur. Bu şekilde gençlerin sıfatı haramlardan, yabancı hanım ve kızlardan sakınmaktır. Râşid bin Süleymân ve bu ümmetten onun emsâli şeklinde olanlar böyledir.

Bundan sonrasında bir nidâ dahî çıkar ki: (Allahü teâlâ için birbirlerine muhabbet edenler ve müslümanları sevenler ve kâfirleri, mürtedleri sevmiyenler nerededir?) denir. Onlar dahî Allahü teâlânın huzuruna götürülür. Allahü teâlâ, onlara da merhabâ deyip, ne murâd buyurur ise, onunla iltifâta mazhar olurlar. Sağ tarafa gitmeye emrolunurlar. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmiyenlerin sıfatı da sabr ve hilmdir ki dünyevî sebeplerden dolayı müminlere ne darılırlar ve ne de fenalık ederler. Hz. Ali ve bu ümmetten Ona benzeyenler bunlardandır.

Bundan sonrasında, bir nidâ dahî çıkar ki: (Allahü teâlânın korkusundan haram işlemiyenler ve ağlayanlar nerededir?) denir. Onlar da götürülür. Bunların gözyaşları, şehitler kanı ve ulemânın mürekkebi ile tartılır. Gözyaşı ağır gelir. Bunların da sağ tarafa gitmesi emrolunur. Onlar için her renkle süslenmiş bir sancak bağlanır. Zîrâ bunlar, çeşitli haram işliyenlerin içinde bulunmuş olduğu, Tanrı rahîmdir, affeder diye aldatılmaya çalışmış olduğu hâlde, haram işlememişlerdi. Çeşidli günahlardan sakınarak Allahü teâlânın korkusundan ağlamışlardı. Meselâ, biri Allahü teâlânın korkusundan, biri dünyaya düşkün olmaktan ve öbürü pişmanlıktan ağlamıştı. Bunların sancakları Nuha verilir. Âlimler onların önlerine geçmek isterler. (Bunların ağlamalarının Tanrı için olmasını biz öğrettik) derler. Bir nidâ gelir ki: (Yâ Nuh, olduğun şeklinde dur!). Nuh derhal durur. O cemaat de Onunla berâber dururlar.

Ehl-i sünnet âlimlerinin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır. Âlimlerin mürekkebi ağır gelip, sağ tarafa emrolunurlar. Şehitler için de safranlı bir sancak emrolunur. Yahyâın eline verilir. Yahyâ önlerinden gider. Âlimler önlerine geçmek istiyerek derler ki: (Şehitler bizim ilmimizden öğrenerek çarpıştılar. Biz onlardan ileri gitmeye daha ziyâde lâyıkız). Bu zamanda Allahü teâlâ lütfünü ortaya koyup, meâlen buyurur ki: (Âlimler benim yanımda Peygamberlerim gibidir). Âlimlere hitâben: (Arzu ettiğiniz kimselere şefaat ediniz) buyurur. Âlimler, ehl-i beytine ve komşusuna ve mümin kardeşlerine ve talebelerinden kendilerine tâbi olanlara şefaat ederler.

Şöyleki ki, âlimlerden her biri için bir meleğe nidâ ettirilir. Melek insanlara bağırır ki: (Filan âlime Allahü teâlâ şefaat etmekle emreyledi. Kim ki onun bir işini görüverdiyse, yâhut bir lokma yiyecek yidirdiyse, yâhut bir içim su verdiyse, yâhut kitaplarını yaydı ise, onlara şefaat edecektir) der. O âlime bir iyilik yapanlar, kitaplarını dağıtanlar kalkarlar. O âlim de, o kimselere şefaat eder.

Hadis-i şerifte bildirildi ki, en ilkin şefaat edenler Resûllerdir. Sonrasında Nebîler, sonrasında Âlimlerdir. Âlimler için bir beyaz sancak bağlanır. İbrâhîma verilir. İbrâhîm gizli saklı marifetleri ortaya çıkarmak bakımından Resûllerin en ileride olanıdır. Bunun için sancak kendisine verilir.

Bundan sonrasında gene bir münâdî nidâ eder ki: (Nafakası için hergün çalışıp terliyen ve kazanılmış olduğu ile kanaat eden fakirler nerededir?) denir. Fakirler de Allahü teâlânın huzuruna götürülür. Allahü teâlâ taltîf edip, (Merhabâ ey dünya kendileri için zindân olan kimseler) buyurur. Bunların da Eshâb-ı yemin (Aden ehli) ile berâber olmaları emrolunur. Bunlar için de, bir sarı sancak bağlanıp, Ãsâın eline verilir. Ãsâ bunlara imam olur.

Bundan sonrasında gene bir münâdî nidâ eder ki: (Agniyâ yâni Şükreden, mallarını, paralarını, dînî kuvvetlendirmek, müslümanları zâlimlerden korumak için veren zenginler nerededir?) denir. Onlar da götürülür. Onlara ihsân etmiş olduğu şeyleri cenâb-ı Hak, beşyüz yıl tâdâd ettirir. Yâni zenginlik ile ne yaptıklarının Hesabını sorar. Bunlar için dahî renklerle bir sancak bağlanıp Süleymâna verilir. Süleymân bunlara imam olur. Bunlara da, Eshâb-ı yemine ulaşmalarını buyruk buyurur.

Hadis-i şerifte bildirildi ki, dört şey, dört şeye şehâdet etmelerini taleb ederler. Malları ile, mevki'leri ile müslümanlara eziyyet edenlere nidâ olunur ki, (Sizi Allahü teâlâya ibâdetten ne mal meşgûl etti?). Onlar der ki: (Allahü teâlâ bizlere mülk ve aşama verdi. Bizi onlar, Allahü teâlânın hakkını yerine getirmekten men eyledi). Gene onlara (Mal mülk cihetinden siz mi büyüksünüz, yoksa Süleymân mı büyüktür?) denir. Onlar (Süleymân büyüktür) derler. (Öyleki ise, onu benim için ibâdet etmekten, o mal mülk men etmedi de sizi mi men etti) buyurur.

Bundan sonrasında, (Ehl-i belâ nerededir?) denilir. Onlar da getirilir. Onlara denilir ki: (Sizi Allahü teâlâya ibâdetten men eden şey nedir?) Onlar da derler ki: (Allühü teâlâ, bizi dünyada derdlere, sıkıntılara mübtelâ kıldı. Onun için zikrinden ve hakkıyle ibâdetten yoksun olduk). Onlara denilir kiBelâ cihetinden size gelen belâ mı, yoksa Eyyûba gelen belâ mı çok idi?). Onlar (Eyyûba gelen çok idi) derler. (Öyleki ise, Onu Allahü teâlânın zikrinden ve Onun dînini kullarına yaymaktan ve hakkını ikâmeden belâ men etmedi de sizi mi etti) denir.

Bundan sonrasında (Gençler ve memlûkler yâni köle ve câriyeler nerededir?) derler. Onlar da, Allahü teâlânın huzuruna getirilir. Onlara denilir ki; (Sizi Allahü teâlâya ibâdetten men eden şey nedir?). Onlar da, (Allahü teâlâ bizlere cemâl ve güzellik verdi. Onunla aldandık, gençlik zevklerine daldık. Gençlik bizde hep duracak sandık. Allahü teâlânın dînini öğrenmedik. Hakkını yerine getiremedik) derler. Memlûkler de (Kölelik ve câriyelik ve beylere kulluk ettik. Dünya büyüklerine tapındık. Din câhili kaldık. Aldandık. Yâ Rabbî, Senin hakkını yerine getirmekten yoksun olduk) derler. Onlara hitâben denilir ki; (Siz mi, yoksa Yûsüf mı daha güzel idi?) Onlar (Yûsüf idi) derler. (Öyleki ise, Hz. Yûsüfü, kul itaatinde iken hakkullahı ikâme etmekten asla birşey men etmedi de sizi mi etti) denir.

Bundan sonrasında (Çalışmıyan, tenbel, fukara nerededir?) diye nidâ olunur. Onlar da götürülür. Onlara da, (Sizi Allahü teâlâya kulluk vazîfesini yapmaktan men eden nedir?) denilir. Onlar (İş yapmadık. Sanat öğrenmedik. [Kahvelerde, sinemalarda, maçlarda vakit geçirdik.] Allahü teâlâ da, bizi dünyada yoksulluk ile mübtelâ kıldı. Yoksulluk ve tenbellik bizim kulluk vazîfemizi yapmamıza manî oldu) derler. Onlara hitâben, (Siz mi daha fakirdiniz, yoksa Ãsâ mı?) diye suâl olunur. Onlar da (Ãsâ bizlerden daha fukara idi) derler. (Öyleki ise, o denli yoksulluk Onu kulluk vazîfelerini yapmaktan, din bilgilerini yaymaktan men etmedi de, sizi mi men etti?) denir.

Bir kimse bu dört şeyden birine yakalanırsa, bunların sahibini düşünsün! Peygamberimiz duâsında (Yâ Rabbî! Zenginlik ve yoksulluk fitnesinden sana sığınıyorum) diye duâ ederdi.

Ãsâdan öğrenek alınız ki, dünyada birşeye mâlik olmadı. Bir yün cübbeyi yirmi yıl giydi. Seyâhati esnâsında, sadece bir bardak ve bir kara kilim ve bir tarağı vardı. Birgün, birinin, eli ile su içtiğini görmüş oldu. Bardağı attı. Birgün de, bir insanın eliyle sakalını tararken görmüş oldu. Tarağı da attı. Der ki, benim hayvanım ayağımdır. Evim mağaralardır. Yiyeceğim yerin otlarıdır. İçeceğim ırmakların sularıdır. [Hâlbuki, islâm dîni bu şekilde değildir. Çalışıp helâl kazanmak ibâdettir. Çok çalışıp, çok kazanmak ve kazandığını, islâmiyetin emrettiği iyi bölgelere vermek lâzımdır.

(Râmûz-ül-ehâdîs)de yazılı hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Eshâbım için, fukara olmak saadettir. Âhir zamanda gelecek olan ümmetim için, varlıklı olmak saadettir.) Şimdi âhir zamandayız. Günah işleyenlerin, fitne çıkaranların, ibâdetlere bid'at karıştıranların çoğaldığı bir zamandayız. Bu zamanda helâlı, haramı, bid'atleri ve küfre sebep olan şeyleri öğrenmek ve bunlara uymak ve helâl yoldan kazanarak varlıklı olmak büyük ibâdettir. Kazanılmış olduğu ile fakirlere ve Ehl-i sünnet bilgilerini yürüyerek müslümanlara yardım etmek büyük saadettir. Bu saadete kavuşanlara müjdeler olsun!]

Allahü teâlânın indirdiği bazı suhûflarda da bildirilmiştir ki, (Ey Âdem oğlu! Hastalık ve günah işlemek yaşam hâllerindendir. Müte'ammiden [kin güderek] adam öldürmenin kefaretinden, hatâen öldürmenin kefareti ehven görülür, buna kısâs olunmaz ise de, bu da çok fena iştir. Bundan da sakın!)

Büyük günahların sahibinin kalbinde îman var ise, azâbdan sonrasında şefaate kavuşur. Allahü teâlâ, onlara ikrâm eder. Binlerce yıl geçtikten sonrasında, onları Cehennemden çıkarır. Hâlbuki, Cehennemdekilerin derileri yandıktan sonrasında, yeniden yaratılmaktadır. Hasen-i Basrî, (Keşke ben, bu şekilde olan şahıs olsaydım) buyururdu. Kuşku yoktur ki, Hasen-i Basrî âhiret hâllerini iyi bilen bir zâttır. [Hasen-i Basrî 110 [m. 728] de vefât etti.] Kıyâmet gününde, bir müslüman getirilir. Onun asla hasenesi (iyiliği) yoktur ki, mîzânında ağır gelsin. Allahü teâlâ, onun îmanına hürmeten ona rahmet olarak buyurur ki: (İnsanlara git, sana hasene ve sevap verecek bir kimse ara. Onun ikrâmı sebebiyle Cennete giresin!). O kimse gider. İnsanlar içinde arzusuna kavuşturacak bir kimse arar. Hâlini anlatacak bir kimse bulamaz. Kime söyler ve sorarsa: (Benim de mîzânımın hafîf gelmesinden korkuyorum. Ben senden daha çok muhtacım) der. Bu hâline çok üzülür. Yanına bir şahıs gelmiş olarak, (Ne istiyorsun?) der. Bu da, (Bir haseneye [sevaba] muhtacım. Onu bir ihtimal bin kişiden istedim. Her biri behâne edip esirgediler) der. Bu şahıs, ona der ki, (Allahü teâlânın huzuruna vardım. Sayfamda bir sevaptan başka sevap bulamadım. O da beni kurtarmaya yetmez. Onu sana bağışlama edeyim. Benden onu al!). O kimse, ferah ve neşeli olarak gider. Allahü teâlâ, o kulun hâlini bilmiş olduğu hâlde, (Iyi mi geldin?) diye suâl eder. O şahıs ile olan macerayı haber verir. O hasenesini veren kulu da Allahü teâlâ huzuruna çağırır. Buyurur ki: (Ãman sahiplerine benim keremim, senin kereminden, ihsânından daha çoktur. Din kardeşinin elinden tut, Cennete gidiniz).

Mîzânın iki gözü berâber olup, sevap gözü ağır gelmezse, Allahü teâlâ buyurur ki: (Bu, ne Aden ehlindendir, ne de Cehennem ehlindendir). Bunun üstüne, bir melek; bir sayfa getirip seyyiât [günah] kefesi üstüne kor ki, onda yalnız (üf) yazılmıştır. O göz hasene üstüne ağır basar. Şu sebeple (üf) lâfzı, anaya, babaya isyân kelimesidir. Şahıs bununla, Cehenneme atılması emrolunur. O şahıs ise, iki tarafa bakınır. Allahü teâlâ tarafınca kendisinin çağrılmasını ister. Allahü teâlâ bunu çağırır. Ve der ki: (Ey âsî kul! Niçin seni çağırmamı istiyorsun?) O kul: (Yâ Rabbî! Anladım ki anama babama âsî olduğum için Cehenneme gideceğim. Onların azâbını bana ilâve buyur da, (Onları Cehennemden azâd et!) diyince, Allahü teâlâ buyurur ki: (Anana babana dünyada âsî oldun. Âhırette ikrâm ettin. Onların elinden yapış da, Cennete götür).

Cennete gönderilmiyenleri melekler yakalarlar. Şu sebeple melekler, âhıret ahkâmını çok iyi bilirler. Hattâ, âhıretten nasibi olmıyan bir kavme nidâ olunur ki, bunlar âhıretin odunudurlar. Cehennemi doldurmak için halk olundular. Onlara hitâben Allahü teâlâ Sâffât sûresi yirmidördüncü âyetinde meâlen, (Onları durdurun, onlar suâl olunacaklardır) buyurur.

Bunlar habs olunurlar. Tâ ki, kendilerine, Sâffât sûresi yirmibeşinci âyet-i kerimesinde meâlen, (Size ne oldu ki, birbirinize yardım etmiyorsunuz?) buyuruluncaya kadar bırakılırlar. Böylece, teslim olurlar. Günahlarını itiraf ederler ve hepsi Cehenneme gönderilirler. Bu şekilde ümmet-i Muhammedin büyük günah işliyenleri getirilir. İhtiyâr, genç, adam, hanım nerede ise hepsi bir araya toplanır. Cehennemin bekçisi olan (Mâlik) onlara bakmış olduğu zaman der ki: (Siz, eşkiyâ zümresindensiniz. Ammâ görüyorum ki, ne eliniz bağlanmış ve ne de yüzünüz kararmış. Sizden güzel kimse Cehenneme gelmedi). Onlar da (Yâ Mâlik! Biz Muhammed aleyhisselâmın ümmetiyiz. Lâkin işlediğimiz günahlar Cehenneme sürükledi. Bizi bırak da günahlarımıza ağlıyalım) derler. Mâlik onlara: (Ağlayınız! Fakat şimdi size ağlamak yarar vermez!) der.

Nice orta yaşlılar (derdlerim, sıkıntılarım arttı!) diyerek ağlarlar.

Bir ihtiyâr adam ellerini beyaz sakalı üstüne koyup (Âh gençlik geçti. Elem, üzüntü arttı. Zelîl oldum, rezil oldum!) diye ağlar.

Nice delikanlılar (Âh gençliği elden kaçırdım! Yâni gençliğimin kıymetini bilmedim!) diye ağlarlar.

Nice hanımefendiler, saçlarından tutup (Eyvâh! Yüzüm kara oldu, rezil oldum!) diye ağlarlar.

Allahü teâlâ tarafınca (Yâ Mâlik! Bu tarz şeyleri birinci Cehenneme koy) diye nidâ gelir. Cehennem bu tarz şeyleri içine alırken, (Lâ ilâhe illallah) diye bağırışırlar. Cehennem bu sözü işitince, bunlardan beşyüz senelik öteye kaçar. [Bir şeyin çok bulunduğunu bildirmek için, bunu büyük rakamla bildirmenin Arabistânda âdet olduğu (İbni Âbidîn)in (El-hazer vel-ibâha) kısmında yazılıdır. Yâni büyük rakamlar, miktârı değil, çokluğu bildirirler.] [Muhammed ibni Âbidîn 1252 [m. 1836] da Şâmda vefât etti.] Gene bir nidâ gelir ki: (Ey Cehennem! Bu tarz şeyleri içine al! Yâ Mâlik! Bu tarz şeyleri birinci Cehenneme koy!) Bu süre gök gürültüsü şeklinde, bir gürültü işitilir. Cehennem bunların kalblerini yakmak isteyince, Mâlik, Cehennemi men eder. (Ey Cehennem, kendisinde Kur'an-ı kerim olan ve îman kabı olan kalbi yakma! Rahmân olan Allahü teâlâya secde eden alınları yakma!) der. Bu hâl üzre, Cehenneme atılır. Görülür ki, bir kişinin feryâdı Cehennem ehlinin seslerinden daha çoktur. Bunu Cehennemden çıkarırlar. Hâlbuki, derisi yanmış. Allahü teâlâ ona: (Sana ne oldu ki, Cehennem ehlinin en fazla bağıranı sensin?) buyurur. O şahıs der ki: (Yâ Rabbî! Beni hesaba çektin. Senin rahmetinden daha ümidimi kesmedim. Bilirim ki, sen beni işitirsin. Onun için çok bağırdım) der. Allahü teâlâ, meâl-i şerifi, (Bir kimse Allahü teâlânın rahmetinden ümidini keserse, o kimse ehl-i dalâlettir) olan Hicr sûresinin ellialtıncı âyet-i kerimesi ile hitâb buyurup, (Git seni mağfiret ettim) der.

Gene bir şahıs Cehennemden çıkar. Allahü teâlâ: (Ey kulum, Cehennemden çıktın. Hangi amelinle Cennete gireceksin?) diye suâl eder. O kul: (Yâ Rabbî! Ben âcizim, azıcık şeyden başka bir şey istemem) der. O kimse için Cennetten bir ağaç gösterilir. Allahü teâlâ: (Gördüğün şu ağacı sana versem, başkasını ister misin?) buyurur. O kul; (Yâ Rabbî! İzzetin ve celâlin hakkı için, başkasını istemem) der. Allahü teâlâ (Bu sana benden bağışlama olsun!) buyurur. O ağacın meyvesinden yiyip gölgesinde gölgelendikten sonrasında, ondan daha güzel başka bir ağaç gösterilir. O kimse, o ağaca çokca bakar. Allahü teâlâ: (Sana ne oldu? Ona da mı muhabbet ettin?) buyurur. O kul, (Evet yâ Rabbî) der. Allahü teâlâ: (Sana onu da versem, başkasını istemez misin?) buyurur. (İstemem yâ Rabbî) der. O ağacın meyvesinden yir. Gölgesinde gölgelenir. Ondan daha güzel bir ağaç gösterilir. Bu kimse, ona da bakakalır. Cenâb-ı Hak ona hitâben: (Bunu da sana versem, başkasını istemez misin?) buyurur. (İzzetin hakkı için, istemem yâ Rabbî) der. O süre, Cenâb-ı Hak, râzı olup, o mümin kimseyi, affbuyurur. Cennete idhâl eder.

Âhıretin şaşılacak işlerindendir ki, bir şahıs de Allahü teâlânın huzuruna götürülür. Allahü teâlâ, onu hesaba çeker. Hasenât ve seyyiâti tartılır. O kimse, herhâlde bilir ki, Allahü teâlâ, o süre, o kimsenin hesabından başka bir şeyle meşgûl olmadı. Fakat öyleki değil. Bir ihtimal o anda milyonlarca, sayısını Allahü teâlâdan başka kimse bilemiyeceği miktârda kimselerin hesabına bakıldı. Onların her biri zanneder ki, hesap, o anda sadece ona mahsûstur.

Orada bazısı bazısını görmez. Birisi ötekinin kelâmını işitmez. Bir ihtimal, her biri, Cenâb-ı Hakkın perdeleri altındadır. Sübhânallah ki, ne kuvvet ve ne büyük kudrettir. İşte bu Lokman sûresinin yirmisekizinci âyetinin, (Sizin dünyada ve sonrasında âhırette yaratılmanız bir nefes alacak kadar zamandadır) meâl-i şerifi ile bildirilen zamandır. Cenâb-ı Hakkın bu kavlinde sırlar vardır ki, o zamansız ve mekânsız olmak sırrıdır. Şu sebeple, Allahü teâlânın mülkü için, ef'âli ve işleri için had ve amaç yoktur. Fe-subhânallah ki, fiillerinden hiçbiri başka işleri yapmasına engel olmaz.

İşte bu zamanda, şahıs oğluna gelir ve: (Ey oğul! Ben sana elbiseler giydirdim ki, sen kendin elbise giymeye kâdir değildin. Seni doyurdum ve su verdim ki, bunlardan elbet sen âciz idin ve çocukluğunda seni muhâfaza eyledim ki, sen kendine zarar veren şeyleri def' etmeye ve yarar veren şeyi istemeye kâdir değildin. Nice meyveleri benden istedin. Satın alıp sana getirdim. Sana dînini, îmanını öğrettim. Seni Kur'an-ı kerim hocasına gönderdim. Lâkin, işte kıyâmetin sertliğini görüyorsun. Günahımın çokluğunu da biliyorsun. Bir miktârını üstüne al! Tâ ki, günahım azalsın. Bana bir iyilik, bir sevap ver ki, mîzânım onun sebebi ile ziyâde olsun) der. Oğlu ondan kaçar ve der ki: (O bir sevaba, ben senden daha çok muhtacım).

Böylece, evlat ile ana içinde bu işlem geçer, zevc ve zevce de birbirleriyle bu şekilde konuşurlar. Kardeş kardeşle bu muameleyi yaparlar. İşte Allahü teâlâ hazretlerinin (Abese) sûresinin yirmidördüncü âyetinin, (O gün insân kardeşinden ve ana evladından kaçar) meâl-i şerifi bu hâli haber vermektedir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (İnsanlar kıyâmet günü çıplak haşr olunurlar). Âişe-i Sıddîka vâlidemiz, bunu işittikleri zaman, (Bazısı bazısına bakmazlar mı?) buyurdu. Peygamber efendimiz Abese sûresindeki, (Kıyâmet gününde her insanın hâli, kendisini ötekinin hâlinden ve durumundan uzaklaştırır) meâlindeki otuzyedinci âyet-i kerimeyi okuyuverdiler. Peygamberimiz bu hadis-i şerifi ile murâd buyurdular ki, kıyâmet gününün sertliği ile meşakkati, insanların birbirlerine bakmalarına engel olur.

İnsanlar bu zamanda bir yerde toplanırlar. Onların üstüne siyah bir bulut gelir. O bulut insânlar üstüne (Suhûf-i müneşşere) yâni amel defterlerini yağdırır. Müminin sayfası, sanki gül yaprağı üstüne yazılmıştır. Kâfirlerin ise, sedir yaprağı üstüne yazılmış gibidir.

Sayfalar uçarak iner. Her insanın sağ ya da sol tarafınca gelir. Bu ise, ihtiyârî değildir. Nitekim, Cenâb-ı Hak, İsrâ sûresinin onüçüncü âyetinde meâlen, (Biz azîm-üş-şân insan için sayfası açılmış olarak kendisine vâsıl olan kitap göndeririz) buyurur.

Âlimlerden bazıları buyurur ki, Kevser Havzı Sırâtı geçtikten sonrasında getirilir. Bu ise, yanlıştır. Zîrâ Sırâtı geçen kimse, tekrar Havza gelmez.

Yetmişbin [yâni pek çok] kimse ki sıkıntılı hesaba çekilmeden Cennete girerler. Onlar için mîzân kurulmaz. Onlar sayfalar almazlar. Sadece onlara verilen sayfalar üstünde, (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah. Bu filan ibni filanın Cennete girmesinin ve Cehennemden kurtulmasının berâtıdır) yazılıdır. Bir kulun günahları mağfiret olduğu zaman, bir melek onu Arasât meydanına götürür. Ve nidâ ederek: (Bu filan oğlu filandır. Allahü teâlâ, onun günahını affeyledi. Tekrar şakî olmıyacak, saadetle sa'îd oldu) der. O hiç kimseye, bu makamdan ziyâde sevgili hiçbir makam olmaz.

Kıyâmet gününde, Resûller minberler üzerindedirler. Her bir Resûlün minberi, kendi mertebesi miktârıncadır. Ulemâ-i âmilîn, yâni Ehl-i sünnet îtikatında olan ve bildikleri ile amel eden âlimler dahî nûrdan kürsîler üstünde olurlar. Allahü teâlânın dînini korumak ve yaymak için şehit olanlar ile sâlihler, yâni şeriata uymuş olanlar, Kur'an-ı kerimi saygı ile ve tegannî etmeden okuyan hâfızlarla, ezanı sünnete uygun olarak okuyan müezzinler, toprağı miskten olan yerlerdedirler. Bunlar, ahkâm-ı islâmiyyeye tâbi olarak, iyi amel işledikleri için, kürsi sahibidirler ki, Âdem aleyhisselâmdan Fahr-i âlem efendimize kadar gelen tüm Peygamberlerden sonrasında kendilerine, şefaat izni verilecek olanlardandır.

Hadis-i şerifte bildirildi ki, (Kur'an-ı kerim kıyâmet gününde yüzü güzel ve ahlâkı güzel bir kimse sûretinde gelir. Kendisinden şefaat taleb olunur ve şefaat eder. Kendisini mûsikî ile [gazel okur gibi okuyanlardan ve çalgı ve oyun yerlerinde keyflenmek için okuyanlardan ve para kazanmak için] okuyanlardan davâcı olur. Bu şekilde kimselerden hakkını ister. Râzı olduğu kimseleri alıp Cennete götürür).

Dünya [yâni ibâdet etmeye mani olan ve haram işlemeye sebep olan şeyler ve kimseler] da, ihtiyâr, ak saçlı ve bayanların en çirkini sûretinde görülür. İnsanlara denilir ki: (Siz bunu bilir misiniz?) Onlar: (Biz bundan Allahü teâlâya sığınırız) derler. (Siz dünyada buna kavuşmak için birbirinizle çekişirdiniz. Birbirinize de buğz ederdiniz) denilir.

Bu şekilde Cuma dahî sempatik bir insan sûretinde gösterilir. Müminler ona dikkat ile bakarlar. Cuma gününe kıymet verenleri misk ve kâfûr kumları üstünde hıfz eder. Cuma namazı kılan müminler üstünde nûr bulunur ki, hepimiz ona bakıp te'accüb ederler. Cuma gününe yaptıkları saygı sebebi ile Cennete götürülürler.

Ey müslüman kardeşim! Allahü teâlânın rahmetine ve Kur'an-ı kerimin ve islâmın ve Cumanın cömerdliğine bak ki, Kur'an-ı kerim ehli iyi mi kıymetlidir. Namaz, oruç, zekât, sabr ve güzel ahlâktan ibâret olan islâmiyet ise ne kadar çok kıymetlidir.

Ölüm zamanında insanoğlunun çırpınmasından, sıkıntılı görünmesinden mâna çıkaran hiç kimseye kıymet verilmez. Zîrâ yevm-i Hendekte Peygamber efendimizin (Ey, çürüyecek olan cesedlerin Rabbi ve yok olacak olan ruhların yaratıcısı olan Rabbim!) duâsı gösteriyor ki, Allahü teâlânın dilediği her ceset çürür. Ve ruhlar da, kıyâmet zamanı erişince, kötü bulur. Bunların hepsinin yaratıcısı ve Rabbi Allahü teâlâdır. Bu anlatılanların hepsi, ayrı ayrı ilimlere muhtaçdır. Öteki kitaplarımızda bu tarz şeyleri anlattık.

İmâm-ı Gazâlî burada âhıret hâllerini oldukça kısa bir halde anlattığını haber veriyor. Diyor ki, biz bu kitapta, Ehl-i sünnetin tarîklerine müslümanlar sülûk etsin için, ihtisâr kasteyledik. İslâmiyetin aleyhine olan bid'atlere [mezhepsizlere, dinde reformculara] iltifât etme! Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden Ehl-i sünnet âlimlerinin çıkardıkları, anladıkları mânalara sarıl! Başkalarının, insan şeytanlarının uydurmuş olduğu bid'atlere aldanma! Onlardan sakın! Bu sebebden, müminleri, Ehl-i sünnet yoluna sarılanları müjdele!

Allahü teâlânın emni ve keremi ve ihsânı ile, ismet ve muvaffakiyyet isteriz. Âmîn ve hasbünallah ve ni'mel-vekîl ve sallallahü alâ Muhammedin ve âlihi vesahbihi ecma'în.

Kaynak : Kurani Kerim'de Kiyamet ve Ahiret - Imam Gazali



Sebep: sayfa düzeni



MAHŞER a. (ar. mahşer).

1. Kıyamet günü ölülerin dirilerek toplanacaklarına inanılan yer.

2. Büyük kalabalık.

3. Dünyanın sonuna niçin olacak korkulu yıkım: Kentin depremden sonraki hali mahşer gününden farksızdı.

4. Mahşer şeklinde, bir yerin aşırı seviyede kalabalık bulunduğunu belirtmek için kullanılır. || Mahşer maymunu, midillisi, arabozucu, kısa boylu kimse için söylenir. || Mahşere dönmek, gittikçe kalabalık bir duruma gelmek, çok kalabalıklaşmak: Vakası duyanlar gelmeye başladı, ortalık mahşere döndü. || Mahşere kalmak, bu dünyada gerçekleşmesi olanaksız vaka ya da durum için söylenir. || Mahşerin hayvanı, aziz Yuhanna'nın Mahşerinde mühim bir rol oynayan simgesel canavar.


*-*Ed. Yahudi ya da hıristiyan edebiyatında, tarihin akışı ve günlerin sonuyla ilgili sırları açığa çıkarmayı amaçlayan kitap. Yeni Ahit'in aziz Yuhanna'ya mal edilen son kitabı.


*-*isi. Kıyametin kopması ve tekrardan dirilmeden sonrasında, insanların toplanacakları ve hesaba çekilecekleri yer. (HAŞİR.)


*-*ANSİKL. Sonbahar. sant. Erken Ortaçağ döneminde bazı minyatür okulları mahşeri canlandırdılar; arap etkilerinin belirgin olduğu İspanyol okulu sanatçıları, Beato de Liâbana'nın Comentarios al Apocalipsis adlı yapıtının elyazmalarıyla, Gerona (975), San isidoro de Leön ve Silos (1109) mahşerlerini resimlediler; Stephanius Garsia Placidus'un yapıtı San Severino mahşeri (1028, Bibliothâque nationale, Paris) en tanınmışıdır. Otto dönemine ilişik Bamberg mahşeri (1000'e doğr.) ve XIII. yy. ingilteresi'nden kalma dikkat çekici mahşerler (Cambridge'de Trinity College [1230], Oxford'da Douce mahşerleri [1280-1290]), bu temanın görkemli örnekleridir. XIV. yy.'da bu mevzuyu işleyen başyapıtlar Angers duvar halıları dizisi, XV. yy.'da ise Dürer'in Mahşer gravürleridir (1498): ağaç üzerine yapılmış 14 gravürden oluşan bu dizi kısa .sürede halk tarafınca çok tutuldu ve Düzeltim döneminde çok etkili oldu.

Kaynak: Büyük Larousse





  • Mahşer sözcüğünün eş anlamlısı nedir?


  • Mahşer günü ve sonrası nedir?


  • Mahşer-i Cümbüş


  • Paylaş  

  • Paylaş

  • Paylaş


 

Ad

Anlamı Nedir?,22,Biyoloji Konu Anlatımı,25,Cilt Bakımı,82,Coğrafya Ders Anlatımı,978,Genel,46,Güzel Sözler,16075,Music,1,Ne Nedir?,32164,Resimli Sözler,4111,Saç Sağlığı,119,Sağlık Bilgileri,1596,Soru-Cevap,10236,Sports,1,Tarih Konu Anlatımı,5,Teknoloji,36,Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımı,2,
ltr
item
Ders Kitapları Konu Anlatımı: Mahşer Nedir?
Mahşer Nedir?
http://www.muhteva.com/wp-content/uploads/2017/04/msn_sad-63.gif
Ders Kitapları Konu Anlatımı
https://ders-kitabi.blogspot.com/2017/06/mahser-nedir.html
https://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/2017/06/mahser-nedir.html
true
5083728687963487478
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi hiçbir mesaj bulunamadı HEPSİNİ GÖR Devamı Cevap Cevabı iptal Silmek Cevabı iptal Home SAYFALARI POST Hepsini gör SİZİN İÇİN ÖNERİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH Tüm Mesajlar İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Pazar Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şu anda... 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago İzleyiciler Takip et THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Tüm Kodunu Kopyala Tüm Kodunu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalanmıştır. Kodları / metinleri kopyalayamıyor, kopyalamak için lütfen [CTRL] + [C] tuşlarına (veya Mac ile CMD + C'ye) basınız Table of Content