Marcel Proust Nedir

“Proust’gil denklem hiçbir süre kolay değildir” Bu denklemin zorluğu kitabın ve Proust’un hacminden meydana gelmektedir bir çok süre. K...

“Proust’gil denklem hiçbir süre kolay değildir”

Bu denklemin zorluğu kitabın ve Proust’un hacminden meydana gelmektedir bir çok süre. Karşılaşılan ilk güçlük, Türkçe’de yedi ayrı dilde yayılarak piyasaya çıkan serinin aslında tek bir kitap bulunduğunun kavranılmasıdır. Evvel kitap hakkında hiçbir şey bilmediğimizi varsayarsak son cildi okumaya başlayana kadar aylardır esrik bir şehvetle okuduğumuz şeylerin, çevresinde dolaşan yüksek sosyetenin, aşkın, kıskançlığın - ki son ikisi Proust’ta bir çok süre iç içedir - Sodom’un ve Gomorra’nın, sanatın, uykusuzluğun, hastalığın aslında tek bir romanın parçası bulunduğunu tam anlamıyla algı etmemiz mümkün değildir.
Tüm kitaba dıştan bir tüm olarak bakıp yeniden okumaya başlanıldığında, her şeyin büyük bir incelikle kurgulanmış bir düşüncenin ürünü olduğu fark ediliyor. Sadece bu kadar çok sayfaya (yararlanılan baskılarda toplam 3026 sayfa) ve yedi cilde yayılan bir eseri tam anlamıyla kavramak ilk tahlifte zor oluyor. Doğal bunu başardıktan sonrası - doğal başarabildiysek - daha zor değilse.
Bu bağlamda, bilhassa son cildin, kitap üstüne meydana getirilen tartışmalara Proust’un katkısı olarak değerlendirilebilecek bir çok kısmı vardır. Sadece bu eserin yazardan ayrı bir yolculuğa başladığı gerçeğini göz ardı etmek için kafi değildir.
Bu incelemenin konusunu oluşturan siyaset yaklaşımlarının anlaşılabilmesi için ilk olarak Proust’un bireyi, yaşamı, aşkı algılayışı netleştirilmelidir. Bu netleşmeyle, siyaset bağlamında, Proust’un insanlığın n eski miraslarından önde gelen isimsel fikir kavrayışına yaklaşımı, çağına yapmış olduğu tanıklık, özelde Fransa zamanı. Genel anlamda ise dünyada sınıfların birbirini algılayışı mevzusundaki ufuk açıcı bir halde çekmiş olduğu “röntgenleri” açıklanmaya çalışılacaktır.
Son olarak bu incelemede, zorunlu kalınmadıkça Proust’un hayatına göndermelerde bulunmaktan kaçınılacak ve Yitik Dönemin İzinde bu spekülasyonun çok olduğu dikenli alana asla girmeden çözümlenmeye çalışılacaktır. Gene bu bağlamda Yitik Dönemin İzinde’nin anlatıcısından bahsederken Marcel, Proust’gil denkleminin çözümünden bahsederken ise Proust İsimleri kullanılacaktır.


1. BÖLÜM

POLİTİKA

1. Fert ya da “Ben”

Proust’un bireyi ya da insanı algılayışı mevzusundaki ilk ipucunu insanoğlunun varoluş sebebi mevzusunda verdiği “basit” cevapta bulmak mümkündür. Proust bireyi “kendinden başka varoluş sebebi olmayan benzersiz bir insan” benzer biçimde algılar. Şu demek oluyor ki varlığının amacı kendini gerçekleştirmektir. Bu aşamada erken bir dönemde yapılmış Marksist bir tahlildeki yorumu aktarmak yararlı olacaktır: “Proust’un gerek felsefesinde, gerek yaşamında en ehemmiyet verdiği şey insan kişiliğidir, her şeyden ilkin de kendi kişiliğidir.
Yaşam her şeyden ilkin benim yaşamımdır”
Bazı insanların kafalarının emek harcama şeklinin kimi zaman çok esrarengiz olabildiği bir sır değildir. Hayal güçleri onlara bir çok süre o uykuyla uykusuzluk arasındaki anda hayatları süresince yaşabilecekleri tüm acıları yaşatabilir. En fazlaca eğlendikleri anlamış olur hayallerindedir, gene en iyi orgazmlarını o uykuyla uyanıklık arasındaki saatlerde yaşamışlardır. Elbet ki bunun bir bedeli olduğu unutulmamalıdır. Gerçeklik bir çok süre, bu insanlarda hayal gücünün gölgesinde kalır. Gerçek, hayallerin yanında siliktir, tatsızdır. Yitik Dönemin İzinde’de Marcel bu bedeli öder derhal her sahnede: Opera’da, Albertine’e olan aşkında, Guermantes’lerde, Balbec’te, Venedik’te. Dolayısıyla anlatıcı, ki Marcel olarak anmaya devam edeceğiz, zihninin kurbanıdır aslında. Bireyi algılayışı da bu zihnin emek harcama şeklinden meydana gelmektedir. Zihnin bu şekilde emek harcaması zaman içinde bir içe dönüş sürecine niçin olmuş - burada asla dışa açılmamış olma ihtimali göz ardı edilmemelidir ve Marcel’in tüm hayatına damgasını vurmuştur.
Marcel’in gerçek anlamda haiz olduğu tek şeyi, hastalıklı bir bedeni olduğu da hatırlanırsa, yalnız zihnidir. Gene kitapta “eserleri beyninden sanki ameliyatla çıkarılıp alınmışâ€ yazar Bergotte’un Marcel’e “Hastasınız diye size acımak yanlış olur. Zira zihinsel mutluluğa sahipsiniz” demesi bu bağlamda ele alınmalıdır.
Sadece Proust’un bireye, kişiliğe ve zihne verdiği ehemmiyet ve bu tarz şeyleri kavrayışı bireyci liberal ideolojilerin kavrayışsından çok daha farklıdır. Onun bu kavrayışı yalnız kendinden ya da bahsettiğimiz zihinsel yapı türevlerinden meydana gelmektedir. Ki bunun bir çok süre sanatçılara atfedildiği görülmektedir. Aslında alttan alta hastalıklı bir ideal tip çizimi yapılmaktadır. Örnek vermek gerekirse Nietzche’nin üstün insan muhayyilesi ile ferdin kendi psikanalizi içinde belirsiz bir noktada gel gitleri olmaktadır. Üstün insana yaklaştığı noktalar bir sonraki bölümde açıklamaya çalışacağımız sanatçının görevi ve işlevi noktalarında ortaya çıkmakta, ferdin kendi psikanalizini yapması ise “paragraf buluş edilmemiş benzer biçimde “ duran, o uzun değerlendirmesi zor ve anlaşılmayan kendiyle diyaloglarında ortaya çıkmaktadır. Kimi süre kişinin kendi psikanalizini okumuş benzer biçimde oluruz. Sadece Proust’un bireyciliğinin durduğu yer bence en fazlaca Hayyam’ın şu dizelerine yakındır:
“Ben olmayınca bu güller, bu serviler tok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu seraplar yok.
Sabahlar akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.”
Dolayısıyla Proust’tan kendine verdiği ehemmiyet liberal ideolojilerin ekonomik özgürlükler mevzusunda takındığı maskeden arınmış, çok daha değişik bir boyuta aittir. Hatta ilk tahlilde kulağa acayip de gelse, sosyalizmin bir çok süre ütopik olarak değerlendirilen, ferdin daha azca emek harcama ve daha çok boş vakitle özgürleşebileceği ideallerine daha yakın durmaktadır. Kullanıldığı sınıflar açısından bakıldığında paradoksal bir halde karşımıza çıkan “emek en yüce değerdir” söyleminin karşısına, boş dönemin ortaya neler çıkarabildiğinin bir kanıtıdır.
Son olarak Proust, açıklamaya çalıştığımız kişilikleri; “gelişme yasası tamamen içsel olanlar” olarak tanımlamaktadır.

2. Aşk ve Sanat

Proust’gil aşk anlatışında, ortaya koymaya çalıştığımız iki unsur; “ödenen bedel” ve “ben”, etkilidir.
Zihnin emek harcama şekli ve hayal gücünün o karşı konulmaz gücü nesnel anlamda aşkta “haz” duymayı engeller. Marcel bir sahnede itiraf eder: “İnsanı çarpan bir elektrik akımı benzer biçimde aşklarım da beni çarptı, onları yaşadım, hissettim, fakat görmeyi ya da düşünmeyi asla başaramadım.”
Marcel, tüm kitap süresince bazı şeyleri arzular, yaşar bunlarda etkisi altına alan hazlar tadar, hemen sonra ise çoğuna haiz olmayı başarır. Netice ise tam bir hüsrandır. Albertine’i öpmek isterken, öpünce yaşamış olduğu hayal kırıklığı (“öpmek için dudaklarımızın yapısı ne kadar yanlışsa”) , Guermontes Prensi’yle tanıştığında yaşadıkları, ‘Bergotte’la tanışması vs. sıralama uzatılabilir. Bu bağlamda anladığım kadarıyla tek bir mevzuda hayal kırıklığı yaşamamıştır. Fakat bu mevzu birazcık daha beklemek zorunda. Marcel’in istediği şeye ulaşmış olduğu anda yaşamış olduğu hüsran ödediği bedeldir. Bunu genel anlamda yapmayı tercih etmediği bir genellemeyle anlatır. “Fakat her şeye karşın, bir varlık ıstırap çekmeden sevemeyecek, gerçekleri öğrenemeyecek kadar kusurlu bir yapıya sahipse (tabiatta bu varlık insandır bir ihtimal), bu varlığın yaşamı sonunda bezdirici hale gelir”
“Ben faktörü” ise aşkta çok daha şaşırtıcı bir rol oynar. Marcel’in aşkları kendinden doğar. “Sevdiğimiz süre, aşk o denli büyüktür ki, bir tüm olarak içimize sığmaz, sevdiğimiz insana doğru yayılır.” Şu demek oluyor ki kendine olan sevgisi aslında aşkının da membaıdır. Sadece kendine ilişik olan bir şeyin ona değişik bir görüntü altında dönmesi, kendine olan sevgisinden çok daha çekici, tutkulu ve etkileyicidir. Bu da Marcel’in yürek daralmalarını, kıskançlığını, haiz olma isteğini, tutkusunu aşk haricinde da sevgisinin ilk türünde annesinde de gözlenmesini açıklıyor. Ayrıca bilhassa birinci ciltteki annesine olan aşırı sevgisi ile ruh çözümü içinde başka bir bağlantı daha kurulabilir bir ihtimal.
Bu tür bir aşk tasavvuru ister istemez Marx’tan yapılacak bildik bir alıntıyı akla getiriyor: Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız, doğrusu sevgi olarak sevginiz karşılığında sevgi yaratmıyorsa, seven bir şahıs olarak dışavurumunuzla kendinizi sevilen bir şahıs yapamıyorsanız, sevginiz güçsüzdür, bir talihsizliktir.”
Benzerlik çarpıcı doğrusu. Kim bilir bu o zamanda yaygın olan bir fikir tarzıdır.
Proust’un uzun seneler yazmak için uzun seneler beklemesi benzer biçimde, yazarın anlatıcısı Marcel de senelerce biriktirir. Sosyete, savaşlar, Dreyfus Vakası, arkadaşlıkları, dolayısıyla yaşanmışlıkları onun biriktirdikleridir. Peki Proust yazarken ne yapmak ister? Ve Söyler?
Bir taraftan oldukça fazla alıntı yapma riskini göze alıp, bir taraftan da Proust’un alıntı fırsatını karçırmamamız gerektiği yöndeki öğüdünü hatırlayınca cevabı gene Proust’a bırakıyorum: “Bir yazarın görevi ve işlevi, tercümanlıktır” Proust kişiliği kavrayışla uyumlu bir halde ferdin içine dönmesini, kendini anlamasını, sorgulamasını sağlamaya çalışır. Proust okurken, kimi süre Marcel’le aranızda paralellik kurarak kendinize bir çok sual da sorsanız, Proust’a içinizde ne var ise onu uyandırma ihtimali devamlı saklıdır. Bir devrimciyse içinizdeki bir devrimci, yazarsa bir yazar, snobsa bir snob, beş para etmez salağın tekiyseniz de onu ortaya çıkarabilir, doğal kitabı elinizden atmadıysanız.
Proust’un politik işlevi sizi dönüştürmek değil, içinizdekini açığa çıkarmanızı sağlamaktır.
Yalnız bunu yaparken sanat içerikli açıdan ödün vermeyi kesinlikle reddeder. Proust’un Fransız dilinde kalıpları kırmaya yönelik bir çabası olduğu görülüyor. Sadece bunu yaparken sanatı izah etme çabasından da kaçınır. “Gerçek sanatın bunca beyanata ihtiyacı yoktur, sükunet içinde icra edilir” der.

Bunu söylerken bir taraftan da sanatçıyı fildişi kulesine yollamaya da niyetli gözükür. Sanatçının “vatana hizmet” etmesinin tek yolunun sanatın kendisiyle uğraşmak bulunduğunu ifade eder. Bu bir seçimdir ve elbet ki topluma dönüştürmede ya da hizmet etmede birincil bir ehemmiyet arz etmez. Ne meydana getirecek, ne söyleyecekse bunun sanatın ve estetiğin yüceliği altında; havada uçuşan polenlerin burnumuza girip kaşındırması ya da bazılarında tüm vücudunuzu kızarıklıklar içinde bırakması benzer biçimde yapar. Proust yalnız alerjik bünyelerde etkilidir.
Bir sonraki bölüme geçmemizi kolaylaştıracak bir alıntıyla bu bahsi kapatabiliriz: “Sorun ‘aylakların harcı’ olan üslup özelliklerini feda ederek sanatı halkın ulaşabileceği bir seviyeye getirmek idiyse, aslolan cahillerin elektrik işçileri değil, sosyete mensupları bulunduğunu bilecek kadar yüksek sosyete girip çıkmıştım”

3. Burjuvazi-Aristokrasi ve Çağa Tanıklık

Yitik Dönemin İzinde’nin dekoru yüksek sosyetedir. Yeni varlıklı burjuvazi ve onun kadar varlıklı olmayan bir aristokrasi. Sadece unutulmamalıdır ki bu bağlamda söylenecek her şey bu kitabın ikincil önemdeki dekorunun incelenmesidir.
Yitik Dönemin İzinde’de ince bir aristokrasi eleştirisi gözlenebilir. Proust’un da ifade etmiş olduğu benzer biçimde “bu kitapta aristokrasi öteki toplumsal sınıflara oranla daha yoz olmakla suçlanırmış benzer biçimde görünüyor”
Aristokrasini yok olmaya yüz tutmuş bir derslik olarak yozlaşmış niteliğinin ortaya serilmesi, bu sınıfa olan hayranlığın yerini alıyor. Aslında Proust’un bu eseri burjuvazinin aristokrasiye karşı yüzyıllardır verdiği mücadelenin bir nevi zafer nişanıdır. Aristokrasinin çöküşü gözler önüne serilirken, ironik bir halde burjuvazi de tüm irade zayıflıkları ve çirkinleriyle ele alınır. Sadece bu ele alma tamamen etik ve kültürel boyuttadır. Etik yozlaşmışlığın yanında kültürel yetersizlik Marcel tarafında üzülerek gözlenir. Proust’un gözlem kabiliyetinden ziyade, röntgen çekebilme kabiliyetinin çok garip örneklerini bu bağlamda görürüz.
Bu aşamada bu iki sınıfın birbirini algılayışı ve davranışları Proust tarafınca asla vulgarlaşmadan gösterilir. Aristokrasinin kendine özgü gururunu ve geçmişinden gelen prestijini koruma çabalarıyla, burjuvazinin iktidarında kendinden önceki sınıfa iyi mi özendiğinin, kıskançlığının, ona erişme çabasının iyi mi içini kemirdiğinin, aristokrasinin temsilcisi olarak seçilen M. De Charlos ve sonradan görme bir burjuva olan Mme vardır. Örneklerinde çok açık bir halde görürüz. M. De Charlos kitabın sonunda yaşlanmış, ölmek suretiyle bir haldeyken sağlığında asla merhaba vermeyeceği birine pek de ne yaptığını bilmeden merhaba verir. M. De Charlos Proust tarafınca tanınamaz ve acz içinde tasvir edilir.
Mme Verdarin ise gene kitabın sonunda yapmış olduğu birliktelikleri sonucunda Guermantes Prensesi olmuştur. Fakat daha çok bir aristokrasi karikatürü gibidir.
Bu ironik tablo, burjuvazi-aristokrasi ilişkisinin yapılabilecek en iyi tasvirlerinden birini ortaya koyar.
Bunun haricinde Proust, eserinde dönemin mühim vakalarına kayıtsız kalmamıştır. Dreyfus Vakası’nın ve Birinci Dünya Savaşı’nın tesirleri kitaba da yansımıştır. Dreyfus Vakası’nda açıklamaya çalıştığımız sanat anlayışıyla uyumlu bir halde açıktan açığa bir savunu içine girmese de, Dreyfus yanlısı bulunduğunu hissettirir Onun tercihi, olayın yansımalarını göstermek olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili pasajlar ise kitabın kim bilir en başarısız ve boğucu kısımlarıdır. Burada tavrını açıkça ortaya koyan Proust kim bilir kendisiyle çelişmiş olmasından bir süre burada bocalar. Her neyse ki kendin kurtarmayı başarır.

4. İsimler

“Ilkin kelam vardı” denmesi ya da Kuran’da Adem’in meleklere üstünlüğünün eşyanın isimlerini biliyor olması benzer biçimde gösterilmesi benzer biçimde örneklerin de ortaya serdiği benzer biçimde “isimler”, insanların aklını yüzyıllardır kurcalamaktadır. Pegun (?) inanışlardan tek tanrılı dinlere kadar her yerde bunun izlerini görürüz. Aynı çok güzel bir kız gördüğümüzde bizlere ayrı ayrı şeyler ifade eden gözleri, elleri, saçı, duruşu, elini kaldırışı, vücudu, sesi ve daha birçok hususi durumunu, onun adını bilmeden kavramamızın beynimiz için büyük bir yük olması benzer biçimde, ilk işimiz onun adını öğrenmeye çalışmaktır. Bir kere adını öğrendikten sonrasında ona atfettiğimiz tüm güzellikler o isim altında toplanır. Bu naturel olarak beynimizin ve ruhumuzun taşımak zorunda kalmış olduğu ağırlığı da azaltacaktır. …. (?) yapabilmek ya da ruhunu çalabilmek için ismin bilinmesi gerektiği benzer biçimde Proust da isimlere büyük ehemmiyet verir ve özetlemeye çalıştığımız yaklaşımın da farkındadır.
“Guermontes soyadı da benim için tüm bir feodaliteyi barındırır içinde”
“Balbec, Venedik, Floransa, bu mekanların içinde uyandırdığı arzu, sonunda adların kendisinde toplanmıştı”
Gene Marcel’in Albertine’e olan aşkında, adını öğrenen kadar suratını bir türlü tam olarak kafasında oturtamaz.
Sadece Proust bir taraftan bu tip bir fikir tarzından kaçınamazken bir taraftan da bu fikir tarzının, nesnelerin özünü oluşturan “zihinsel edimi” yok ettiğini ima etmektedir.
“Bir tek kaba ve yanlış algılamanın her şeyi nesneye yüklediğini, aslında her şeyin zihinde bulunduğunu kavramıştım.”
Bu tip bir ifade ilk bakışta materyalizme yönelik bir hücum olarak yorumlanabilse de daha çok karşısında almış olduğu kara (?) ekonomizm ve aşırı maddeciliktir. Proust’un kişiliğe verdiği önemin izlerini burada da görmekteyiz. Bu bağlamda insan beyninin binlerce senedir sürdürdüğü isimsel düşüncenin, kişinin gelişimi önünde bir engel oluşturduğu öne sürülmekte olabilir mi? Nietzschevari üstün insan söylemine yaklaştığı öne sürülebilir mi_ Sorular çoğaltılabilir. Fakat cevaplar için çok erken.

Netice

Burada okuduğunuz satırlar Proust’gil denklemin kendi kafamdaki çözümüne yönelik sayıklamalardır kim bilir. Bu sayıklamalardaki en büyük eksiklik doğal ki bu romanın baş kahramanı olan “zaman”a değinme fırsatı bulamamış olmamdır. Fakat benim de hayatımın baş kahramanı olan dönemin çok süratli akıyor olması paradoksal bir halde kendisini incelememi engellemiştir.
“Ressamların ana tanrıçası”nı Proust’un iyi mi algıladığını incelemek başka bir çalışmaya kalmıştır. Bu incelemenin ikinci bölümünü oluşturacak “zaman”ı tartışmak umuduyla.




Kaynaklar

Marcel Proust’un Eserleri:

- Yitik Dönemin İzinde, çev. Rozo Hakmen
- Susann’ların Tarafı, İstanbul, Yky., 2000 (2. Baskı)
- Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, İstanbul, Yky., 2001 (2. Baskı)
- Guermantes Tarafı, İstanbul, Yky., 2001, (4. Baskı)
- Sodom ve Gomuara, İstanbul, Yky., 2001,(4. Baskı)
- Mahpus, İstanbul, Yky., 2001
- Albertine Yitik, İstanbul, Yky., 2001.
- Yakalanan Süre, İstanbul, Yky., 2001
- Susann’ın Bir Aşkı (Ayrı Basım), çev. Tahsin Yücel, Şžstanbul, Can Yay., t.y.

Öteki Kaynaklar:

- Beckett, Samuel Proust, İstanbul, Metiz, 2001
- Botton, Alain de. Proust Yaşamınızı Iyi mi Değiştirebilir, İstanbul, Sel, 2002 (2. Baskı)
- Kasel, Water. Marcel Proust and the Strategy of Reading, Amsterdam. John Benjamins B.V., 1980.
- Lunacarski, Anatoli Vasilyevic, Sanat ve Edebiyat Üstüne, çev. Kevser Kavala, İstanbul, Adan, 1982.
- Marx, Karl, 1844 Felsefe Yazıları, çev. Murat Belge, Ankara, V. Yayınları, 1986.
- Zola, Emile, Dreyfus Vakası (hakkaniyet için bir savaşın öyküsü), çev. Muammer Tunçer, İstanbul, Yalçın Yay. , 1998 (5. Baskı).

YORUMLAR

Ad

Anlamı Nedir?,22,Biyoloji Konu Anlatımı,25,Cilt Bakımı,82,Coğrafya Ders Anlatımı,978,Genel,46,Güzel Sözler,16075,Music,1,Ne Nedir?,32164,Resimli Sözler,4111,Saç Sağlığı,119,Sağlık Bilgileri,1596,Soru-Cevap,10236,Sports,1,Tarih Konu Anlatımı,5,Teknoloji,36,Türk Dili ve Edebiyatı Konu Anlatımı,2,
ltr
item
Ders Kitapları Konu Anlatımı: Marcel Proust Nedir
Marcel Proust Nedir
Ders Kitapları Konu Anlatımı
https://ders-kitabi.blogspot.com/2017/06/marcel-proust-nedir.html
https://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/
http://ders-kitabi.blogspot.com/2017/06/marcel-proust-nedir.html
true
5083728687963487478
UTF-8
Tüm Yazılar Yüklendi hiçbir mesaj bulunamadı HEPSİNİ GÖR Devamı Cevap Cevabı iptal Silmek Cevabı iptal Home SAYFALARI POST Hepsini gör SİZİN İÇİN ÖNERİLEN ETİKET ARŞİV SEARCH Tüm Mesajlar İsteğinizle eşleşme bulunamadı Ana Sayfaya Dön Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Cuma Cumartesi Pazar Mon Tue Wed Thu Fri Sat January February March April May June July August September October November December Jan Feb Mar Apr May Jun Jul Aug Sep Oct Nov Dec Şu anda... 1 dakika önce $$1$$ minutes ago 1 saat önce $$1$$ hours ago Dün $$1$$ days ago $$1$$ weeks ago more than 5 weeks ago İzleyiciler Takip et THIS PREMIUM CONTENT IS LOCKED STEP 1: Share to a social network STEP 2: Click the link on your social network Tüm Kodunu Kopyala Tüm Kodunu Seç Tüm kodlar panonuza kopyalanmıştır. Kodları / metinleri kopyalayamıyor, kopyalamak için lütfen [CTRL] + [C] tuşlarına (veya Mac ile CMD + C'ye) basınız Table of Content