Radyo Astronomi 70 m çaplı Radyo teleskop, Goldstone Gözlemevi, Kaliforniya Radyo astronomi, gök cisimlerinin radyoelektrik dalgal...
Radyo Astronomi

Radyo astronomi, gök cisimlerinin radyoelektrik dalgaları alanındaki elektromanyetik ışımasını inceleyen gökbilim dalıdır.
1931'de Karl G. Jansky gökcisimlerinin radyo dalgaları ile ışıma yaptığını keşfetti. Evren'de, hiçbir cisim mutlak sıfır denilen sıcaklıkta veya onun altında bir sıcaklık olamaz. Mutlak sıfır, 0 Kelvin ya da -216,16 °C'dir. Her cisim mutlak sıfırın üzerinde bir sıcaklığa sahip olduğundan elektromanyetik enerji üretir. Sıcaklığa bağlı olarak bu enerji artar ya da azalır. Sıcaklık arttıkça, evrenin frekanslara olan dağılımı değişir ve yüksek enerjili paketlerin sayısı artar. Kuramsal olarak, evrendeki tüm cisimlerden çıkan elektromanyetik enerji ölçülebilinir.
Gökadamızın (Samanyolu) radyo ışınımının alınması ilk kez 1931'de gerçekleştirilmişse de, radyo astronomi, ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, radar tekniğinden yararlanılarak geliştirilmiştir. Günümüzde radyo teleskopların, Bonn radyo teleskobunda olduğu gibi çapları 100 m'yi bulan parabol biçimi, hareketli antenleri vardır ve atmosferi aşabilen 10 m'den 0,5 milimetreye kadar dalga boyundaki bütün radyo dalgalarını gözlemleyebilmektedirler. Ayrıca, farklı kıtalardaki birçok teleskobun gruplandırılmasıyla, gökyüzünün bazı bölümlerinin radyo haritaları çıkarılabilmekte ve saniyenin binde biri kadar daire yaylarındaki ayrıntılar incelenebilmektedir. Bütün bu teknik çabalar, radyo gözlemlerinin astronomiye katkısıyla açıklanabilir. Güneş dışındaki yıldızların kolayca gözlemlenmelerini sağlayacak yoğunlukta radyo ışınımları bulunmamakla birlikte, yıldızlararası uzay bölgesi radyo astronominin önemli inceleme alanlarından biridir.
Samanyolu'nu kaplayan iyonlaşmamış çok büyük boyutlu hidrojen bulutları, ancak hidrojenin 21 cm'lik tayf çizgisiyle saptanabilir. Bu çizginin gözlemlenmesi, Samanyolu'nun sarmal biçimli olduğunu göstermeyi (gözlemci içinde bulunduğundan o tarihe kadar gösterilemiyordu) ve dönme hızını incelemeyi sağlamıştır.
Astronomlar tarafından yıldızların doğduğu bölgeler sayıldıkları için son yıllarda büyük ilgi çeken karanlık bulutsular da yalnızca radyo dalgaları aracılığıyla incelenebilir. Santimetre ve milimetre uzunluklarında radyo dalgalarının incelenmesiyle, söz konusu bölgelerde OH, CO, gibi, hattâ etil alkol, vb. organik moleküller gibi karmaşık moleküller bulunmuş, bazı uzmanlar buna dayanarak, yaşamın kaynağının Samanyolu içinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Radyo astronomi ayrıca, ışınları normal gökadalarından çok daha güçlü olan kasarların bulunmasını sağlamış, böylece evrenin gözlemlenebilir sınırları daha da geriletilmiştir.
Radyoteleskopların en önemli avantajı birbirlerine bağlanabilmeleridir. Buna interferometre denir. SETI adında bir program radyo-teleskoplarla gökyüzünden gelecek yapay radyodalgalarını arıyor ve evrende tek olup olmadığımızı araştırıyor.
Türkiye'de Radyo astronomi 1995 yılında Ukrayna Bilimler Akademisinden 2m'lik 1 mm'lik bir radyoteleskop kısmen BM tarafından finanse edilerek 38.000 USD'ye alınmıştır. Fakat 1997 Ağustosta ani elektrik kesintisi yüzünden bozulmuş ve 15.000 USD bulunamadığı için hala bozuktur.
Tarihçe

Gök cisimlerinin radyo dalgaları yayabileceği düşüncesi bu olgu ispatlanmadan önce üzerinde tartışılan bir konuydu. 1860'lı yıllarda James Clerk Maxwell'in elektromanyetik olayları açıklamak için ortaya attığı denklemler, yıldızlardan lanan ışınımın dalga boyunun herhangi bir uzunlukta olabileceğini gösterdi. Thomas Edison, Oliver Lodge ve Max Planck gibi birçok tanınmış bilim adamı güneşin radyo dalgaları yayabileceği öngürüsünde bulunmuştu. Logde güneşten lanabilecek radyo sinyallerini gözlemlemeye çalışmış ancak o zamanki teknik yetersizliklerden dolayı başarılı olamamıştı.
Gözlemlenebilen ilk astronomik radyo sinyali 1931 yılında Bell Telefon Laboratvuarlarında çalışan Karl Guthe Jansky adındaki bir mühendisin, okyanus aşırı kısa dalga ses iletimi esnasında meydana gelen parazitleri incelemesi sırasında kaydedildi. Jansky büyük doğrusal bir antenle meydana gelen girişimi araştırırken kayıt cihazının bilinmeyen bir tan gelen ve sürekli kendini tekrar eden bir sinyali tesbit ettiğini gördü. Sinyalin günde bir defa tepe değeri yapması Jansky'e girişim kaynağının güneş olabileceğini düşündürdü. Devam eden incelemeler ışınım kaynağının güneşin doğuş ve batışını tam olarak takip etmediğini ancak 23 saat 56 dakika süren bir döngüde kendini tekrar ettiğini ortaya çıkardı. Gözlemlerini o zamana kadar optik gözlemlerle elde edilmiş gökbilim haritalarıyla karşılaştıran Jansky ışınımın Samanyolu'ndan landığını ve gökadanın merkezine doğru Yay Takımyıldızı yönünde en güçlü değerine ulaştığını gördü. 1933 yılında bu keşfini tüm dünyaya duyurdu. Jansky, Samanyolu gökadasından lanan radyo dalgalarını araştırmaya devam etmek istedi ancak Bell şirketi kendisini başka bir projeye atayınca çalışmalarını bırakmak zorunda kaldı ve gökbilim alanında başka araştırma yapmadı.
1937 yılında Grote Reber 9 metre çaplı parabolik bir radyo teleskop inşa ederek bu bilim dalının gelişmesine büyük katkıda bulundu ve ilk defa gökyüzünün radyo frekansları yardımıyla haritasının çıkarılması projesini yürüttü. 27 Şubat 1942 yılında İngiliz Ordusunda çalışan J.S. Hey adındaki bir araştırma subayı güneşin radyo dalgaları yaydığını keşfetti. 1950'lerin başında Cambridge üniversitesinden iki bilim adamı Martin Ryle ve Antony Hewish Cambridge İnterferometresini kullanarak ünlü 2C ve 3C kataloglarını oluşturdular.
70 m çaplı Radyo teleskop, Goldstone Gözlemevi, Kaliforniya
Radyo astronomi, gök cisimlerinin radyoelektrik dalgaları alanındaki elektromanyetik ışımasını inceleyen gökbilim dalıdır.
1931'de Karl G. Jansky gökcisimlerinin radyo dalgaları ile ışıma yaptığını keşfetti. Evren'de, hiçbir cisim mutlak sıfır denilen sıcaklıkta veya onun altında bir sıcaklık olamaz. Mutlak sıfır, 0 Kelvin ya da -216,16 °C'dir. Her cisim mutlak sıfırın üzerinde bir sıcaklığa sahip olduğundan elektromanyetik enerji üretir. Sıcaklığa bağlı olarak bu enerji artar ya da azalır. Sıcaklık arttıkça, evrenin frekanslara olan dağılımı değişir ve yüksek enerjili paketlerin sayısı artar. Kuramsal olarak, evrendeki tüm cisimlerden çıkan elektromanyetik enerji ölçülebilinir.
Gökadamızın (Samanyolu) radyo ışınımının alınması ilk kez 1931'de gerçekleştirilmişse de, radyo astronomi, ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, radar tekniğinden yararlanılarak geliştirilmiştir. Günümüzde radyo teleskopların, Bonn radyo teleskobunda olduğu gibi çapları 100 m'yi bulan parabol biçimi, hareketli antenleri vardır ve atmosferi aşabilen 10 m'den 0,5 milimetreye kadar dalga boyundaki bütün radyo dalgalarını gözlemleyebilmektedirler. Ayrıca, farklı kıtalardaki birçok teleskobun gruplandırılmasıyla, gökyüzünün bazı bölümlerinin radyo haritaları çıkarılabilmekte ve saniyenin binde biri kadar daire yaylarındaki ayrıntılar incelenebilmektedir. Bütün bu teknik çabalar, radyo gözlemlerinin astronomiye katkısıyla açıklanabilir. Güneş dışındaki yıldızların kolayca gözlemlenmelerini sağlayacak yoğunlukta radyo ışınımları bulunmamakla birlikte, yıldızlararası uzay bölgesi radyo astronominin önemli inceleme alanlarından biridir.
Samanyolu'nu kaplayan iyonlaşmamış çok büyük boyutlu hidrojen bulutları, ancak hidrojenin 21 cm'lik tayf çizgisiyle saptanabilir. Bu çizginin gözlemlenmesi, Samanyolu'nun sarmal biçimli olduğunu göstermeyi (gözlemci içinde bulunduğundan o tarihe kadar gösterilemiyordu) ve dönme hızını incelemeyi sağlamıştır.
Astronomlar tarafından yıldızların doğduğu bölgeler sayıldıkları için son yıllarda büyük ilgi çeken karanlık bulutsular da yalnızca radyo dalgaları aracılığıyla incelenebilir. Santimetre ve milimetre uzunluklarında radyo dalgalarının incelenmesiyle, söz konusu bölgelerde OH, CO, gibi, hattâ etil alkol, vb. organik moleküller gibi karmaşık moleküller bulunmuş, bazı uzmanlar buna dayanarak, yaşamın kaynağının Samanyolu içinde olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Radyo astronomi ayrıca, ışınları normal gökadalarından çok daha güçlü olan kasarların bulunmasını sağlamış, böylece evrenin gözlemlenebilir sınırları daha da geriletilmiştir.
Radyoteleskopların en önemli avantajı birbirlerine bağlanabilmeleridir. Buna interferometre denir. SETI adında bir program radyo-teleskoplarla gökyüzünden gelecek yapay radyodalgalarını arıyor ve evrende tek olup olmadığımızı araştırıyor.
Türkiye'de Radyo astronomi 1995 yılında Ukrayna Bilimler Akademisinden 2m'lik 1 mm'lik bir radyoteleskop kısmen BM tarafından finanse edilerek 38.000 USD'ye alınmıştır. Fakat 1997 Ağustosta ani elektrik kesintisi yüzünden bozulmuş ve 15.000 USD bulunamadığı için hala bozuktur.
Tarihçe
Grote Reber'in radyo teleskobu - Wheton, 1937
Gök cisimlerinin radyo dalgaları yayabileceği düşüncesi bu olgu ispatlanmadan önce üzerinde tartışılan bir konuydu. 1860'lı yıllarda James Clerk Maxwell'in elektromanyetik olayları açıklamak için ortaya attığı denklemler, yıldızlardan lanan ışınımın dalga boyunun herhangi bir uzunlukta olabileceğini gösterdi. Thomas Edison, Oliver Lodge ve Max Planck gibi birçok tanınmış bilim adamı güneşin radyo dalgaları yayabileceği öngürüsünde bulunmuştu. Logde güneşten lanabilecek radyo sinyallerini gözlemlemeye çalışmış ancak o zamanki teknik yetersizliklerden dolayı başarılı olamamıştı.
Gözlemlenebilen ilk astronomik radyo sinyali 1931 yılında Bell Telefon Laboratvuarlarında çalışan Karl Guthe Jansky adındaki bir mühendisin, okyanus aşırı kısa dalga ses iletimi esnasında meydana gelen parazitleri incelemesi sırasında kaydedildi. Jansky büyük doğrusal bir antenle meydana gelen girişimi araştırırken kayıt cihazının bilinmeyen bir tan gelen ve sürekli kendini tekrar eden bir sinyali tesbit ettiğini gördü. Sinyalin günde bir defa tepe değeri yapması Jansky'e girişim kaynağının güneş olabileceğini düşündürdü. Devam eden incelemeler ışınım kaynağının güneşin doğuş ve batışını tam olarak takip etmediğini ancak 23 saat 56 dakika süren bir döngüde kendini tekrar ettiğini ortaya çıkardı. Gözlemlerini o zamana kadar optik gözlemlerle elde edilmiş gökbilim haritalarıyla karşılaştıran Jansky ışınımın Samanyolu'ndan landığını ve gökadanın merkezine doğru Yay Takımyıldızı yönünde en güçlü değerine ulaştığını gördü. 1933 yılında bu keşfini tüm dünyaya duyurdu. Jansky, Samanyolu gökadasından lanan radyo dalgalarını araştırmaya devam etmek istedi ancak Bell şirketi kendisini başka bir projeye atayınca çalışmalarını bırakmak zorunda kaldı ve gökbilim alanında başka araştırma yapmadı.
1937 yılında Grote Reber 9 metre çaplı parabolik bir radyo teleskop inşa ederek bu bilim dalının gelişmesine büyük katkıda bulundu ve ilk defa gökyüzünün radyo frekansları yardımıyla haritasının çıkarılması projesini yürüttü. 27 Şubat 1942 yılında İngiliz Ordusunda çalışan J.S. Hey adındaki bir araştırma subayı güneşin radyo dalgaları yaydığını keşfetti. 1950'lerin başında Cambridge üniversitesinden iki bilim adamı Martin Ryle ve Antony Hewish Cambridge İnterferometresini kullanarak ünlü 2C ve 3C kataloglarını oluşturdular.
Astronomi (Uzay) Haberleri
Gökbilim (Astronomi)
Astronomi Tarihi
Radyoastronomi
Temel Britannica
20. yüzyılın ortalarıÂna kadar astronomlar evreni yalnızca optik teleskopların yardımıyla gözlemleyebiliyorÂlardı; yani gezegenleri, yıldızları, ışıyan gaz bulutlarını ve gökadaları, ancak bu gökcisimÂlerinin gönderdiği ışıktan yararlanarak inceleÂyebiliyorlardı. Ama evrendeki pek çok cisim, görünür ışık dalga boylarının dışında kalan elektromagnetik ışınım dalga boylarında çok daha parlaktır. Radyo dalgaları, kızılötesi ışınım ya da X ışınları yayan yıldızları ve gökadaları "görmek" için özel teleskoplara ve detektörlere gerek vardır. Dünyanın en iyi kızılötesi teleskopları, Havvaii'deki sönmüş Mauna Kea Yanardağı'nın tepesi gibi, hava kirliliğinin olmadığı yüksek dağ zirvelerinde kurulmuştur. X ışını detektörlerinin ise atÂmosferin dışına, yani uzaya gönderilmesi geÂrekir. Gökcisimlerinin yaydığı gözle görüleÂmeyen ışınların incelenmesine dayalı en eski ve en gelişkin astronomi dalı radyoastronomidir ve radyoastronomların bulmuş oldukları gökcisimlerinin varlığından bugüne kadar en küçük bir kuşku bile duyulmamıştır.
Evrenin bir radyoteleskoptan görünüşü, optik teleskoplardan yararlanılarak oluşturuÂlan resminden çok farklıdır. Yıldızların, gökadaların ve başka gökcisimlerinin gönderdikÂleri ışığı optik teleskoplarla doğrudan gözlemÂleyebiliriz. Radyoastronomlar ise uzaydan gelen radyo dalgalarını saptamaya uğraşırlar ve varlığını saptadıkları bu dalgaların ne anlama geldiğini çözebilmek için bilgisayar gibi karmaşık aygıtlar kullanırlar. Güneş'ten gelen radyo dalgalarının şiddetinin ya da yeğinliğinin, Güneş lekesi çevrimine bağlı olarak değiştiği saptanmıştır. Jüpiter gezegeni de güçlü bir radyo dalgası kaynağıdır. Bu gezegen geniş ve güçlü bir magnetik alanla çevrilidir. Elektrik yüklü parçacıklar bu alandan geçerken radyo dalgaÂları yayar. Radyoteleskoplar, Güneş sistemiÂnin ötesinden, örneğin Samanyolu GökadaÂsı'ndan ya da bulutsu denen büyük gaz bulutlarından da radyo dalgaları alırlar. Bizim gökadamız olan Samanyolu'nda, pulsar denen ve sık aralıklarÂla ışınım darbeleri (vurular) salan radyo dalgası ları vardır; Samanyolu'nun ötesindeyse son derece güçlü radyogökadalar ve kuvazarlar yer alır. Uzayın derinliklerinde, evrenin doğuş anından artakalmış bir radyo fon ışıması vardır; bu ışıma, "büyük patlama"nın (Big Bang) halen sürmekte olan yankısıdır.
Radyoastronominin Ortaya Çıkması
1932'de ABD'li elektrik mühendisi Kari Jansky (1905-50), Samanyolu'ndan gelen dalgalan toplayabilen ilk radyoteleskopu yapÂtı. Bu buluş büyük heyecan uyandırdı; çünkü Jansky, sıradan bir radyo antenini Samanyolu'na doğru yönelttiğinde, radyo alıcısında hafif bir ıslık sesi belirdiğini saptamıştı. 1940'larda İngiliz bilim adamı J. S. Hey, radar sistemlerinde rastlanan garip sinyal karışmaÂlarının aslında Güneş'ten gelen radyo dalgalaÂrından landığını fark etti. Aşağı yukarı aynı sıralarda ABD'li amatör astronom Grote Reber (doğumu 1911) ilk gerçek radyotelesÂkopu yaptı ve bu aygıtla, Samanyolu'nun merkezinde güçlü bir radyo kaynağının bulunduğunu saptadı. Başlangıçta atılan bu küÂçük adımlardan günümüzün dev radyoteleskopları doğdu.
Evrenin Doğası
Radyoastronomi evren konusundaki bilgileriÂmize iki büyük katkıda bulunmuştur. BirinciÂsi, radyogökadalara ve kuvazarlara ilişkindir. Radyoastronomlarca yürütülen araştırmalar, radyogökadaların bir zamanlar bugünkünden daha çok olduğunu ortaya koymaktadır; çünÂkü bize daha yakın olanlardan çok daha fazlası çok uzaklardadır (ve dolayısıyla da çok daha eski zamanlara aittir). Bu durum, bir zamanlar bazı astronomlarca çok tutulan ve evrenin temel görünümünün hiçbir zaman değişmediğini ileri süren "durağan hal" kuraÂmının yanlış olduğunu gösterir.
İkinci büyük katkı, 1965'te mikrodalga fon ışımasının keşfedilmesidir. Birçok kuramcı bunun son yarım yüzyıl içinde astronomideki en önemli bulgu olduğu görüşündedir. Belirli hiçbir kaynağa bağlı değilmiş gibi gözüken bu şaşılacak derecede kuvvetli ışınımın varlıÂğını ABD'deki radyoastronomlar saptadılar. Dünya'ya kadar ulaşan bu ışınım gökyüzünün bütün kesimlerinde aynı şiddetteydi. AstroÂnomların pek çoğu bu ışınımın evrenin çok erken bir evresinden artakaldığı düşüncesinÂdedir. Hatta bu ışınım onlara göre evrenin genişlemesini başlatan ateş topunun kalıntılaÂrı da olabilir.
Temel Britannica
20. yüzyılın ortalarıÂna kadar astronomlar evreni yalnızca optik teleskopların yardımıyla gözlemleyebiliyorÂlardı; yani gezegenleri, yıldızları, ışıyan gaz bulutlarını ve gökadaları, ancak bu gökcisimÂlerinin gönderdiği ışıktan yararlanarak inceleÂyebiliyorlardı. Ama evrendeki pek çok cisim, görünür ışık dalga boylarının dışında kalan elektromagnetik ışınım dalga boylarında çok daha parlaktır. Radyo dalgaları, kızılötesi ışınım ya da X ışınları yayan yıldızları ve gökadaları "görmek" için özel teleskoplara ve detektörlere gerek vardır. Dünyanın en iyi kızılötesi teleskopları, Havvaii'deki sönmüş Mauna Kea Yanardağı'nın tepesi gibi, hava kirliliğinin olmadığı yüksek dağ zirvelerinde kurulmuştur. X ışını detektörlerinin ise atÂmosferin dışına, yani uzaya gönderilmesi geÂrekir. Gökcisimlerinin yaydığı gözle görüleÂmeyen ışınların incelenmesine dayalı en eski ve en gelişkin astronomi dalı radyoastronomidir ve radyoastronomların bulmuş oldukları gökcisimlerinin varlığından bugüne kadar en küçük bir kuşku bile duyulmamıştır.
Evrenin bir radyoteleskoptan görünüşü, optik teleskoplardan yararlanılarak oluşturuÂlan resminden çok farklıdır. Yıldızların, gökadaların ve başka gökcisimlerinin gönderdikÂleri ışığı optik teleskoplarla doğrudan gözlemÂleyebiliriz. Radyoastronomlar ise uzaydan gelen radyo dalgalarını saptamaya uğraşırlar ve varlığını saptadıkları bu dalgaların ne anlama geldiğini çözebilmek için bilgisayar gibi karmaşık aygıtlar kullanırlar. Güneş'ten gelen radyo dalgalarının şiddetinin ya da yeğinliğinin, Güneş lekesi çevrimine bağlı olarak değiştiği saptanmıştır. Jüpiter gezegeni de güçlü bir radyo dalgası kaynağıdır. Bu gezegen geniş ve güçlü bir magnetik alanla çevrilidir. Elektrik yüklü parçacıklar bu alandan geçerken radyo dalgaÂları yayar. Radyoteleskoplar, Güneş sistemiÂnin ötesinden, örneğin Samanyolu GökadaÂsı'ndan ya da bulutsu denen büyük gaz bulutlarından da radyo dalgaları alırlar. Bizim gökadamız olan Samanyolu'nda, pulsar denen ve sık aralıklarÂla ışınım darbeleri (vurular) salan radyo dalgası ları vardır; Samanyolu'nun ötesindeyse son derece güçlü radyogökadalar ve kuvazarlar yer alır. Uzayın derinliklerinde, evrenin doğuş anından artakalmış bir radyo fon ışıması vardır; bu ışıma, "büyük patlama"nın (Big Bang) halen sürmekte olan yankısıdır.
Radyoastronominin Ortaya Çıkması
1932'de ABD'li elektrik mühendisi Kari Jansky (1905-50), Samanyolu'ndan gelen dalgalan toplayabilen ilk radyoteleskopu yapÂtı. Bu buluş büyük heyecan uyandırdı; çünkü Jansky, sıradan bir radyo antenini Samanyolu'na doğru yönelttiğinde, radyo alıcısında hafif bir ıslık sesi belirdiğini saptamıştı. 1940'larda İngiliz bilim adamı J. S. Hey, radar sistemlerinde rastlanan garip sinyal karışmaÂlarının aslında Güneş'ten gelen radyo dalgalaÂrından landığını fark etti. Aşağı yukarı aynı sıralarda ABD'li amatör astronom Grote Reber (doğumu 1911) ilk gerçek radyotelesÂkopu yaptı ve bu aygıtla, Samanyolu'nun merkezinde güçlü bir radyo kaynağının bulunduğunu saptadı. Başlangıçta atılan bu küÂçük adımlardan günümüzün dev radyoteleskopları doğdu.
Evrenin Doğası
Radyoastronomi evren konusundaki bilgileriÂmize iki büyük katkıda bulunmuştur. BirinciÂsi, radyogökadalara ve kuvazarlara ilişkindir. Radyoastronomlarca yürütülen araştırmalar, radyogökadaların bir zamanlar bugünkünden daha çok olduğunu ortaya koymaktadır; çünÂkü bize daha yakın olanlardan çok daha fazlası çok uzaklardadır (ve dolayısıyla da çok daha eski zamanlara aittir). Bu durum, bir zamanlar bazı astronomlarca çok tutulan ve evrenin temel görünümünün hiçbir zaman değişmediğini ileri süren "durağan hal" kuraÂmının yanlış olduğunu gösterir.
İkinci büyük katkı, 1965'te mikrodalga fon ışımasının keşfedilmesidir. Birçok kuramcı bunun son yarım yüzyıl içinde astronomideki en önemli bulgu olduğu görüşündedir. Belirli hiçbir kaynağa bağlı değilmiş gibi gözüken bu şaşılacak derecede kuvvetli ışınımın varlıÂğını ABD'deki radyoastronomlar saptadılar. Dünya'ya kadar ulaşan bu ışınım gökyüzünün bütün kesimlerinde aynı şiddetteydi. AstroÂnomların pek çoğu bu ışınımın evrenin çok erken bir evresinden artakaldığı düşüncesinÂdedir. Hatta bu ışınım onlara göre evrenin genişlemesini başlatan ateş topunun kalıntılaÂrı da olabilir.
Ultra Soğuk Yıldızlardan Rekor Radyo Dalgaları
Arecibo'da ve Puerto Rico'da dünyanın en büyük radyo teleskobunu kullanan Penn State üniversiresi astronomları ultra soğuk yıldızdan göz kamaştırıcı radyo emisyonunu keşfettiler. Jüpiter gezegeninden daha sıcak olmayan, daha önce en düşük gösterişli sıcaklık rekorunu kıran radyo dalgaları tesbit edildi. Penn State Astronomi ve Astrofizik bölümünden ve Exoplanets and Habitable Worlds merkezinden Alex Wolszczan'ın yönettiği ekip aynı zamanda güneş sistemimizin dışında daha önce bulunmamış ilk gezegenlerin kaşifi olan Alex Wolszczan, kahverengi cüceler olarak sınıflandırılan nesnelerden radyo sinyallerini aramak için 305-m (1000-ft) dev teleskobu kullanıyordu.
Bu nesneler çok çok küçük olan, Jüpiter gibi büyük ve diğer normal gezegenler arasında köprü konumundaki soğuk yıldızlardır. Astronomlar Leo (aslan) takımyıldızından 33.6 ışık yılı uzaklıkta olan bir kahverengi cüce olan J1047+21 isimli yıldızla buldular. Bu keşiflerin, evrende başka bir yerde başka bir yaşamı keşfetme şansını artırabileceği düşünülüyor.
Penn State doktora öğrencisi ve aynı zamanda the discovery paper yazarı olan Matthew Route bu konuda görüşünü şöyle ifade ediyor: ‘'Bu nesne şu ana kadar radyo dalgalarıyla keşfedilmiş en soğuk kahverengi cücedir. Bu daha önceki yarı sıcaklık rekorunun sıcaklığıdır ve sadece bu onun Jüpiterden 5 kez daha sıcak olmasını sağlıyor.''
Yeni radyo yıldızı bizim Güneş'imizden çok daha küçük ve soğuk. Dev gezegenlerden (Jüpiter gibi) daha yüksek olmayan yüzey sıcaklığıyla, optik ışıkta neredeyse hiç görülebilir değil. Arecibo'da henüz güçlü manyetik alanda görülmesi gereken radyo parıldamaları görünebilmiş değil, bu diğer benzer yıldızlarda da aynı olabileceğine işaret ediyor.Wolszczan'a göre: ‘'Bu gerçekten heyecan verici bir sonuç. Gelecekte diğer yıldızların etrafındaki henüz keşfedilmemiş dev gezegenleri ve kahverengi cüceleri tesbit edebileceğimizi ümit ediyoruz.''
Diğer yıldızların etrafındaki genç ve sıcak gezegenlerin aynı tarzla tesbit edilebilmesi olasılık dahilinde. Çünkü bu gezegenlerin tesbiti güçlü manyetik alandan elde edilebilir. Wolszczan şöyle tanımlıyor: ‘'Yeryüzünün alanı (manyetik alan), yaşamı güneş rüzgarının zararlı etkilerinden korur.''
J1047+21'den radyo sinyallerinin keşfi astronomların çalışma pencerelerini çarpıcı bir biçimde genişletiyor buna manyetik alanı bir araç gibi kullanarak küçük yıldızların içeriği hakkındaki çalışmaları da dahil. Bahsettiğimiz bu cüce kahverenginin sıcaklığında, kendi atmosferi radyo sinyallerin görünmesine izin vermeyen doğal gazlardan oluşmalı.
Bu yüzden sinyali sürdüren enerji yıldızın içindeki derin manyetik alandaki gibi görünüyor, benzeri durum yerküremizi yüksek enerjili partiküllerden korurkenki alanda da görülüyor. J1047+21'den radyo ışımalarının görüntülenmesiyle astronomlar manyetik alanın zamanla nasıl sabit hale geleceğini söyleyecekler ve ışıma süresinden kendi kendinin salgıcılığının genişliğiyle ilgili çıkarımda bulunabilecekler.
Kaynak : (01 Mayıs 2012)
Arecibo'da ve Puerto Rico'da dünyanın en büyük radyo teleskobunu kullanan Penn State üniversiresi astronomları ultra soğuk yıldızdan göz kamaştırıcı radyo emisyonunu keşfettiler. Jüpiter gezegeninden daha sıcak olmayan, daha önce en düşük gösterişli sıcaklık rekorunu kıran radyo dalgaları tesbit edildi. Penn State Astronomi ve Astrofizik bölümünden ve Exoplanets and Habitable Worlds merkezinden Alex Wolszczan'ın yönettiği ekip aynı zamanda güneş sistemimizin dışında daha önce bulunmamış ilk gezegenlerin kaşifi olan Alex Wolszczan, kahverengi cüceler olarak sınıflandırılan nesnelerden radyo sinyallerini aramak için 305-m (1000-ft) dev teleskobu kullanıyordu.
Bu nesneler çok çok küçük olan, Jüpiter gibi büyük ve diğer normal gezegenler arasında köprü konumundaki soğuk yıldızlardır. Astronomlar Leo (aslan) takımyıldızından 33.6 ışık yılı uzaklıkta olan bir kahverengi cüce olan J1047+21 isimli yıldızla buldular. Bu keşiflerin, evrende başka bir yerde başka bir yaşamı keşfetme şansını artırabileceği düşünülüyor.
R. Hurt/NASA
Penn State doktora öğrencisi ve aynı zamanda the discovery paper yazarı olan Matthew Route bu konuda görüşünü şöyle ifade ediyor: ‘'Bu nesne şu ana kadar radyo dalgalarıyla keşfedilmiş en soğuk kahverengi cücedir. Bu daha önceki yarı sıcaklık rekorunun sıcaklığıdır ve sadece bu onun Jüpiterden 5 kez daha sıcak olmasını sağlıyor.''
Yeni radyo yıldızı bizim Güneş'imizden çok daha küçük ve soğuk. Dev gezegenlerden (Jüpiter gibi) daha yüksek olmayan yüzey sıcaklığıyla, optik ışıkta neredeyse hiç görülebilir değil. Arecibo'da henüz güçlü manyetik alanda görülmesi gereken radyo parıldamaları görünebilmiş değil, bu diğer benzer yıldızlarda da aynı olabileceğine işaret ediyor.Wolszczan'a göre: ‘'Bu gerçekten heyecan verici bir sonuç. Gelecekte diğer yıldızların etrafındaki henüz keşfedilmemiş dev gezegenleri ve kahverengi cüceleri tesbit edebileceğimizi ümit ediyoruz.''
Diğer yıldızların etrafındaki genç ve sıcak gezegenlerin aynı tarzla tesbit edilebilmesi olasılık dahilinde. Çünkü bu gezegenlerin tesbiti güçlü manyetik alandan elde edilebilir. Wolszczan şöyle tanımlıyor: ‘'Yeryüzünün alanı (manyetik alan), yaşamı güneş rüzgarının zararlı etkilerinden korur.''
NASA/IPAC/R. Hurt (SSC)
J1047+21'den radyo sinyallerinin keşfi astronomların çalışma pencerelerini çarpıcı bir biçimde genişletiyor buna manyetik alanı bir araç gibi kullanarak küçük yıldızların içeriği hakkındaki çalışmaları da dahil. Bahsettiğimiz bu cüce kahverenginin sıcaklığında, kendi atmosferi radyo sinyallerin görünmesine izin vermeyen doğal gazlardan oluşmalı.
Bu yüzden sinyali sürdüren enerji yıldızın içindeki derin manyetik alandaki gibi görünüyor, benzeri durum yerküremizi yüksek enerjili partiküllerden korurkenki alanda da görülüyor. J1047+21'den radyo ışımalarının görüntülenmesiyle astronomlar manyetik alanın zamanla nasıl sabit hale geleceğini söyleyecekler ve ışıma süresinden kendi kendinin salgıcılığının genişliğiyle ilgili çıkarımda bulunabilecekler.
Kaynak : (01 Mayıs 2012)
Dev Teleskop Uzayı Dinleyecek

üç ülkenin projesiyle, evrenle ilgili sorulara cevap aranacak.
Evren nasıl oluştu? Evrende yalnız mıyız? Karanlık enerji nedir? Bilim adamları evrenle ilgili bu tür soruların cevaplarını yüzyıllardır aramaktalar ve bu bağlamda uzayı dinlemek, evrenin sırlarını çözmek için dev bir radyo teleskobunun kurulması planlanıyor.Radyo teleskobunun kurulacağı yer ise uzun süredir tartışılıyordu.
Büyük bir adım olarak görülen dev radyo teleskobunun nereye yerleştirileceği sonunda belli oldu.Projeden sorumlu grup, Güney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın projeye ortaklaşa ev sahipliği yapmasına karar verdi.2024'te tamamlanacak sistemde her biri 15 metre genişliğinde 3 bin çanak ile bunların antenleri yer alacak.
İnşasına 2016 yılında başlanacak sistem, gökyüzünü diğer radyo teleskoplarından 10 bin kat daha hızlı ve 50 kat daha hassas tarayacak.Verilen bilgiye göre, maliyeti 2 buçuk milyar doları bulacak projenin Güney Afrika ve Avustralya ekonomilerine önemli katkı sağlaması bekleniyor.Aralarında çok sayıda teknoloji şirketi, 20 ülkeden 70'den fazla kuruluştan mühendis ve astronomun bulunduğu konsorsiyumu, Kanada, Çin, Almanya ve İtalya gibi ülkeler destekliyor.
Kaynak : Gençbilim (26 Mayıs 2012,21:15)
üç ülkenin projesiyle, evrenle ilgili sorulara cevap aranacak.
Evren nasıl oluştu? Evrende yalnız mıyız? Karanlık enerji nedir? Bilim adamları evrenle ilgili bu tür soruların cevaplarını yüzyıllardır aramaktalar ve bu bağlamda uzayı dinlemek, evrenin sırlarını çözmek için dev bir radyo teleskobunun kurulması planlanıyor.Radyo teleskobunun kurulacağı yer ise uzun süredir tartışılıyordu.
Büyük bir adım olarak görülen dev radyo teleskobunun nereye yerleştirileceği sonunda belli oldu.Projeden sorumlu grup, Güney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda'nın projeye ortaklaşa ev sahipliği yapmasına karar verdi.2024'te tamamlanacak sistemde her biri 15 metre genişliğinde 3 bin çanak ile bunların antenleri yer alacak.
İnşasına 2016 yılında başlanacak sistem, gökyüzünü diğer radyo teleskoplarından 10 bin kat daha hızlı ve 50 kat daha hassas tarayacak.Verilen bilgiye göre, maliyeti 2 buçuk milyar doları bulacak projenin Güney Afrika ve Avustralya ekonomilerine önemli katkı sağlaması bekleniyor.Aralarında çok sayıda teknoloji şirketi, 20 ülkeden 70'den fazla kuruluştan mühendis ve astronomun bulunduğu konsorsiyumu, Kanada, Çin, Almanya ve İtalya gibi ülkeler destekliyor.
Kaynak : Gençbilim (26 Mayıs 2012,21:15)
Radyo Astronomi
MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Kimi gökcisimlerinin yaydıkları radyo sinyallerinin izlenmesiyle yapılan gökbilim incelemesi. Radyo sinyalleri ısıl ışınım yapmayan lardan yayılmaktadır. Bunlar Güneş Sistemi içinden geldiği gibi dışından da gelirler. Radyoastronomide gözlem yapmak için radyoteleskop kullanılır. Kuazarlar ve pulsarlar bu teknikle bulunmuştur. Radyoastronomi, radar aracılığıyla gezegenlerin uzaklığını vb. ölçmekle de uğraşır.
MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Kimi gökcisimlerinin yaydıkları radyo sinyallerinin izlenmesiyle yapılan gökbilim incelemesi. Radyo sinyalleri ısıl ışınım yapmayan lardan yayılmaktadır. Bunlar Güneş Sistemi içinden geldiği gibi dışından da gelirler. Radyoastronomide gözlem yapmak için radyoteleskop kullanılır. Kuazarlar ve pulsarlar bu teknikle bulunmuştur. Radyoastronomi, radar aracılığıyla gezegenlerin uzaklığını vb. ölçmekle de uğraşır.
Astronomi (Uzay) Haberleri
Gökbilim (Astronomi)
Astronomi Tarihi
YORUMLAR