Sadrazam (Vezir-i Azam): [Özet] Günümüzde başbakan konumundaki sadrazam, padişahın mutlak vekili olup yönetimde padişahtan sonrasında en ye...
Sadrazam (Vezir-i Azam): [Özet] Günümüzde başbakan konumundaki sadrazam, padişahın mutlak vekili olup yönetimde padişahtan sonrasında en yetkili kişidir. Devletin en yüksek rütbeli memuru durumundadır. Fatih’ten itibaren Divan’ın da başkanı olan sadrazam bir çok süre padişah adına devleti yönetim etmiştir. Padişah bulunmadığı zamanlarda orduya da Serdar-ı Ekrem unvanıyla sadrazam komuta ederdi.
Sadrazam (Vezir-i Azam): [Özet]
Osmanlıların ilk dönemlerinde divanda yalnız bir vezir bulunuyordu. O da ilmiye sınıfına mensuptu. Hemen sonra vezir sayısı artınca birinci vezire "Vezir-i Âzam" denildi. Vezir-i âzam (bugünkü başbakan konumunda) padişahtan sonrasında devletin en büyük reisi ve hükümdarın mutlak vekili olduğundan sözü ve yazısı padişahın iradesi ve fermanı demekti. Ek olarak tüm işlerde birinci merci vezir-i âzamdı.Vezir-i âzam padişah fermanıyla atanır ve hükümdarın mutlak vekilidir. İcabında padişah adına Divân-ı Hümâyuna başkanlık ederdi.. O gelmeden divan toplantısı yapılamazdı. Herhangi bir sebeple divan toplantısına katılamayacaksa ya da serdar-ı ekrem olarak ordunun başlangıcında bulunuyorsa vekili olan "sadaret kaymakamı" Divân-ı Hümâyun toplantısına başkanlık ederdi.Pâdişahın elips şeklindeki altın bir mührü vezir-i âzamlığın alameti olarak yanlarında bulunurdu. Vezir devlet işlerinde tüm salahiyet ve mesûliyetlere haiz olduğu şeklinde tüm azil ve atama işleri de onun isteği ve yetkisi ile olurdu. Bu dönemlerde hükümdarlarca hiçbir taleplerinin reddedilmemesi âdet haline gelmişti.
Kanunnâme metinleri incelendiğinde vezir-i âzamlar padişahın vekili olarak büyük ve geniş yetkilere haiz olan kimselerdi. Hepimiz onun emirlerine itaat etmekle yükümlü görünmektedir. Şu sebeple o padişahı temsil etmekteydi. Vezir-i âzam (Kanunî döneminden itibaren) sadrazamlar padişahın yüzük şeklindeki tuğralı altın mührünü taşırlardı. Vezir-i âzamların öteki vezirlerden farkları "mühr-i hümâyun" denilen bu mühür ile olup hükümdarlık salâhiyetinin icrasına ve padişahın kendisini vekil ettiğine dâir bir kanıt olduğundan onlar bu mührü örülmüş bir kese içinde koyunlarında taşırlardı. Vezir-i âzamın görevden alınması ya da ölümü halinde "mühr-i hümâyun" ikinci ya da üçüncü vezire verilirdi. Mühr-i hümâyun ya divana gönderilmek ya da vezir-i âzam olacak kimsenin huzura kabul edilmesi sûretiyle verilirdi.
Osmanlı Devleti'nde XVIII. asrın ilk yarılarına kadar yalnız devlet merkezinde bulunup divân-ı hümâyuna katılmakla görevli (bugünkü devlet bakanları konumunda)"kubbealtı veziri" ya da "kubbenişîn" denilen vezirler vardı. Bunların sayıları(en fazla 7) pek fazla değildi. Kubbealtı vezirleri divanda kıdem sırasına bakılırsa otururlardı.
Fâtih Sultan Mehmet'ten itibaren hükümdarlar Divân-ı Hümâyun toplantılarına katılmayı terk edip divan başkanlığını sadrazama bıraktıktan ve XVI. asrın ikinci yarısında bu toplantılar haftada dört güne düşürüldükten sonrasında hükümdarlar kafesli bir pencerenin peşinden divanı izler; arz odasında sadrazamın verdiği bilgi ve açıklamaları dinleyerek görüşmelerden haberdar olurdu.
YORUMLAR