Ayasofya kilesenin camiye niçin dönüştürüldü? Ayasofya'nın Camiye Dönüştürülmesi Osmanlılar, Hıristiyanlara ilişkin bir şehr...
Ayasofya kilesenin camiye niçin dönüştürüldü?
Ayasofya'nın Camiye Dönüştürülmesi
Ayin esnasında bazen bazı din adamları ortaya çıkarak, bu paravanın önünde duran ambon ya da kürsüde İncil'den parçalar okurlardı, İmparatorluk katedrali ve doğudaki Hıristiyanlık âleminin ana patrikliğinin merkezi olması sebebiyle, buradaki ayinler kendine özgü bir halde yönetilirdi. Ortadaki çok önemli alan, amacı kısmen imparatorun görkemini duyuru etmek olan geçit törenleri ve ayin için ayrılmıştı. Ayinin başlangıcında imparator, narteksteki merkezi bronz kapıdan geçerek içeri girer, din adamları ve saray erkânı ile cenup nefin doğu ucundaki tahtına doğru ilerlerdi. Ayinin en can alıcı noktasında, Tanrı'nın yeryüzündeki vekili olma hakkını kullanarak patrikle beraber ikonostasisin arkasındaki en mukaddes yere geçerek sunaktaki ekmek ve şarabı kutsardı. Kubbenin altındaki merkezi alan, şaşaalı şov şeklindeki geçit törenlerinin yapıldığı sahne gibiydi. Halk bu tarz şeyleri yan neflerden ve galerilerden izlerdi. Bayanlar galerilerde yer alırken erkekler yan neflerde ayakta dururdu.
Ayasofya camiye dönüştürülünce, çok değişik bir halde kullanılmaya başladı. İslam dininde ruhban sınıfı bulunmadığı benzer biçimde, Hıristiyan litürjisinin bir karşılığı da bulunmamaktadır. Kuran okunmasının ve etik, politik ve toplumsal mevzuları içeren Cuma vaazlarının haricinde camilerdeki tek etkinlik namaz kılmaktır. Bunun için de temel gereksinim, görsel engellemelerin en aza indirgendiği ve müminlerin tek tek ya da beraber namaz kılabilecekleri büyük, kapalı bir alandır. Olması ihtiyaç duyulan belirli öğeler ise, Mekke'ye bakan ve duaların oraya önem vererek edilmiş olduğu, duvarda bir niş biçimindeki mihrap ile vaazların verildiği, yükseltilmiş bir platform olan minber ve aptes alınacak bir yerdir. İç mekandaki bu kolay öğelere ek olarak, müezzinin günde beş kez çıkıp müminleri namaza çağrı etmek için ezan okuyacağı yüksek bir minare gerekmektedir.
Camilerin tasarımında mühim bir özellik de, putperestlik olarak kabul edilen insan ya da hayvan suretlerinin resmedilmesinin yasak olmasıdır. Hıristiyan kiliseleri İncil'den hikayeleri ya da dini konulmuş olan işleyen heykeller, resimler ve vitraylarla süslenmişken Müslümanların dini yapıları soyut süslemeler ve hüsnühat ile görsel olarak zenginleştirilmiştir.
Ayasofya'nın çok önemli kubbesinin altındaki iç mekân muhteşem bir yakarma alanı oluşturmaktaydı. Sadece bu alanda hiçbir engel bulunmamasını sağlamak için sunak masası, ikonostasis ve kiliseye ilişkin öteki eşya çıkarıldı. Kilisenin ekseni Mekke'ye doğru değil, doğuya yönelik olduğundan on aşama daha güneye doğru, yeni eksende bir mihrap inşa edildi. Minber de aynı yöne çevrildi. Buna ek olarak, mihraptan Mekke'ye doğru uzanan, kıble ekseniyle dik açı oluşturacak şekilde apsise oluşturulan yere, iki geniş basamak yapılmış oldu. İlk minber ve mihrap çabucak yapılmış ve ondan sonra da bugün hâlâ duran, daha kalıcı tasarımlarla değiştirilmiştir. İslam'ın zaferinin kuvvetli sembolleri olarak mihrabın tarafındaki duvarlara Hz. Muhammed'e ilişkin seccadeler ve zafer sancakları asılmıştır. Bunlar, bugün yerinde bulunmamaktadır sadece I. Süleyman'ın 1526 yılındaki Macaristan seferi esnasında Buda Katedrali'nden harp ganimeti olarak alınan devasa şamdanlar mihrabın yanında hâlâ durmaktadır.
Fatih, kuleden çanları indirtmiş, kubbenin tepesindeki haçı da çıkarttırmıştır; marangozlarına da, kılınacak ikinci cuma namazına yetişmek suretiyle ahşap bir minare yapmalarını emretmiştir. Bu minarenin ne resmi ne de tasviri bulunmaktadır ve bununla ilgili deliller de çelişkilidir. Padişahın, harp sürecinin baskısı altında mancınıklar, surlar ve köprüler hayata geçirmeye alışık askeri mühendislerinin, büyük keresteleri kesip ayağa dikerek Ayasofya'nın cenup cephesinde alelacele bir kule oluşturdukları hayal edilebilir. Hatta, girişin üstündeki ahşap çan kulesini bu amaç için uyarlamış olmaları daha ihtimaller içinde gözükmektedir. Şartlar ne olursa olsun, İstanbul'daki ilk minareden müezzinin ezan okumuş olduğu anın ne olursa olsun çok etkisinde bırakan olduğu kesindir.
Mehmet, kentteki ilk medreseyi de inşa ettirmiş ve cami ile ona bağlı binaların, bu amaç için tahsis etmiş olduğu dükkanların kirasıyla desteklenmesini elde etmiştir.
BAKINIZ
Adana'nın nüfusunun fazla olmasının sebebi nedir?
PLT değerlerinin yüksek olmasının sebebi nedir?
Yumurtalıklarda aşırı kızarma olmasının sebebi nedir?
İstanbul'un Osmanlılar tarafınca fethinden sonrasında Ayasofya, Sultan Fatih Mehmet'in emri ile camiye çevrilerek muhafaza edilmiş ve 1935'den müze haline getirilerek korunması sağlanmıştır. Ayasofya'nın bugünkü şekli,imparator İustinianos devrinde M.S. VI. yüzyılın birinci yarısında tamamlanmıştır.
Bununla birlikte Ayasofya'nın, ilk kere Büyük Konstanjtinos'un imparatorluk merkezini Byzantion'a getirerek şehri onarmaya başladığı sıralarda (M.S. 326), kurulduğu kabul edilmektedir. Fakat bu bina çok minik görüldüğünden ya da öteki bir fikre gore, bir zelzele sonunda yıkılmış olduğundan, imparatorun oğlu Konstantinos onu yeni baştan daha büyük ve süslü olarak tekrardan inşa ettirmiş ve 15 Şubat 360'da açılışını yapmıştır. Basilika şeklinde ve üstü ahşap bir çatı ile örtülü olduğu tahmin edilen bu kilise, sarayın ve şehrin en büyük kilisesi olduğundan, Megale Ekklesia (=Büyük Kilise) diye anılıyordu. Fakat daha sonraları, V. yüzyıldan başlayarak, “İlâhî Hikmef'in remzi sayılan “Hagia Sophia†adı ön plâna geçmiş ve bu ad tüm Bizans devri süresince devam edip Osmanlılar zamanında Ayasofya şeklinde yaşamıştır.
II. Konstantinos'un yaptırdığı kilise, devrin meşhur din adamlarından Patrik İoannes Khrysostomos'un sürgüne gönderilmesi üstüne başgösteren ayaklanmada (20 Haziran 404) yanıp harap olmuş; bunun yerine tekrardan meydana getirilen bina II. Theodosios devrinde (8 Ekim 415) yine halka açılmıştır.
II. Theodosios devrinde (532) Ocak ayının 13/14 gecesi, Hippodrom'da süregelen ve İustianos'un tahtını kaybetmesine sebep olacak derecede genişleyen bir ayaklanmada -Nika ayaklanması- şehrin büyük kısmı ateşe verildiği sırada Ayasofya da yakılmıştır.
Büyük yangından kırk gün sonrasında temeli atılan binanın 27 Aralık 537'de açılış töreni yapılmıştır. Sadece 7 Mayıs 558'deki bir depremde büyük kubbenin doğu tarafı yıkılmış, kilise onarılarak 2 Aralık 562'de yine açılmıştır.
Aslolan kilisenin kapladığı alan kareye yakın bir dikdörtgen şeklindedir. Doğudaki.mihrap ile birlikte iç yüzölçümü 80, 9 m. boy, (mihrapsız 74,8 m) ve 70 m enindedir. Bu geniş alanın orta kısmını 24,3m. yükseklikte dört büyük fil ayağına dayanan 33 m. çapında büyük bir kubbe örtmektedir. Kubbenin yerden yüksekliği 55,6 m., kendi iç yüksekliği de 13,8m. olup iskeleti tuğladan yapılmış 40 kaburgadan ibarettir. Bunların içinde üst tarafları kemer şeklinde olan 40 pencere vardır. Büyük fil ayaklarını birbirine bağlayan dört büyük kemerin -15,65m. yükseklikte- birleştikleri noktalarda üç köşeli birer pandantif meydana gelmiştir.
Binanın ağırlığını taşıyan sütunların sayısı 107 olup bunlardan 40 tanesi aşağıda, 67 tanesi de yukarıdadır. Sütunların bir çok verde antico denilen yeşil 66 renkli somaki mermerden bir kısmı da koyu vişne renginde Mısır portfirindendir. Mermer kaplamaların üst kısımlarıyla tüm kemer, tonoz ve kubbeler mozaikle kaplıdır. Mozaiklerin haçlı ve insan figürlü olan kısımları evvelâ badana ve sonrasında 1847-1849'da meydana getirilen onarmada, yağlı boya ya da üç santimetre genişliğinde bir alçı tabakasıyla örtülmüştür. Bunlar 1932 yılından beri temizlenip meydana çıkarılmaktadır.
29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul'un kurtarılışı ile Ayasofya kilisesi de Osmanlıların eline geçmiş, Fatih ilk Cuma namazını burada kılmıştır. Osmanlıların Ayasofya'ya girdikleri vakit, bina içine sığınmış olan sivil halkı öldürdükleri ve Fatih'in içeriye atla girmiş olduğu benzer biçimde sonradan düşmanca birçok söylentiler ortaya çıkarılmışsa da, Fatih'in Ayasofya'nın içine yaya olarak girmiş olduğu muhakkak olduğu benzer biçimde, Osmanlıların Ayasofya'ya girişini görenlerin hiçbirisi de, halkın öldürüldüğünden ya da binaya karşı bir hürmetsizlikten bahsetmemişlerdir. Osmanlılar Ayasofya'ya karşı daima büyük bir ilgi ve saygı göstermişler ve yaptıkları ustaca onarımlar ve dayanak duvarlarıyla bu büyük anıtın günümüze kadar ayakta durabilmesini sağlamışlardır.
Fatih'in direktifiyle Ayasofya Kilisesi'nin camiye çevrilmesi üstüne lüzumlu bazı değişimler yapılmış ve binanın esas yapısı olduğu benzer biçimde korunmuş, hattâ insan figürlü mozaiklere de dokunulmamıştır. Bunların ondan sonra, Kanunî devrinde, badana ile örtüldükleri anlaşılmaktadır. Güneydoğudaki büyük dayanak duvarları Fatih devrinde yapıldığı benzer biçimde bu taraftaki tuğla minarenin de -genel olarak- Fatih devrinden kalma olduğu kabul edilmektedir. II. Bayezid devrinde kuzeybatı köşesindeki zarif ince minare, II. Selim devrinde de batı tarafındaki iki kalınca minare Mimar Sinan eliyle yapılmıştır. III. Murat devrinde Mimar Sinan imparator Andronikos tarafınca yaptırılmış olan payandaları tekrardan örmek ve yeni dayanak duvarları eklemek suretiyle camii çökme tehlikesinden kurtarmıştır. Gene bu devirde imparator kapısının sağ ve solunda -iç tarafta- Bergama'dan getirilmiş Hellenistik devir mahsulü iki büyük mermer küp yerleştirilmiş, büyük fil ayakları önünde görülen zarif müezzin mahfilleri yaptırılmıştır. Mihrabın iki tarafındaki iki büyük şamdan ise Kanunî Sultan Süleyman tarafınca Budin'den getirilerek camiye vakfedilmiştir.
IV. Murat zamanında duvarları süsleyen âyetler Bıçakçızâde Mustafa Çelebi tarafınca yazılmıştır.
Caminin cenup galerisinin peşinde, güzel bir parmaklık ile ayrılan duvarları İznik ve Kütahya çinileriyle süslenmiş olan kitaplık, I. Mahmut devrinde yapılmıştır; içinde pek kıymetli yazma kitaplar vardır.
Abdülmecit devrinde caminin içi ve dışı esaslı surette onarılmıştır. İsviçreli mimar Gaspar Fossati'nin sorumluluğu altında iki yıl devam eden bu emekler esnasında (1847-1849) büyük kubbe demir çemberlerle sağlamlaştırılmış, tehlikeli bir halde eğrilmiş olan 13 sütun düzeltilmiş, mozaikler açılarak bozuk olan kısımları onarıldıktan sonrasında haçlı ve insan figürlü olanların üst kısımları kapatılmış, başka kısımları ise açık bırakılmıştır. III. Ahmet ve I. Mahmut devirlerinde değişimler gören Hünkâr mahfili bugünkü şekli almış, binanın dışı sıvanarak üstü şimdi de mevcut olan kırmızı yollu sarı badana ile badanalanmış ve nihayet minarelerde lüzumlu onarımlar yapılmıştır. Binanın içinde ikinci kat galerileri hizasında duvarlara asılmış olan 7,5 m. çapındaki Çıharyar-ı güzin levhaları bu devirde kazasker hattat Mustafa İzzet Efendi tarafınca yazılmıştır (bunlardan evvelki levhaları hattat Teknecizade İbrahim Efendi yazmıştı). Büyük kubbenin içini süsleyen âyet de Mustafa İzzet Efendi'nin eseridir. Ayasofya'ya bitişik ve aralıklı olmak suretiyle gerek Bizans, gerekse Osmanlı devirlerinde yapılmış çeşitli binalar vardır. Bizans devrinde yapılmış olanlardan büyük kısmı bugün ortadan kalkmıştır. Şimdi bulunanlardan vaftishane (baptisterion) cenup kapısının sağında (içinde Sultan Mustafa ve İbrahim yatmaktadır), yuvarlak planlı gömü dairesi kuzeybatıdadır.
Cenup tarafındaki bahçede her biri ince birer sanat ve mimarlık eseri olan ve dış yüzleri mermerle kaplanmış bulunan padişah türbeleri yapılmıştır. Bunlardan en eskisi II. Selim türbesi olup Mimar Sinan'ın eseridir. Cenup batısındaki türbe III. Murat'a ilişkin olup, Mimar Davut Ağa tarafınca yapılmıştır. Türbenin bitişiğindeki minik bina III. Mehmet'in tahta çıkar çıkmaz öldürttüğü minik şehzadeler için yapılmıştır. Bahçenin doğu tarafında ise III. Mehmet'in kendi türbesi bulunmaktadır. Bugün Ayasofya İstanbul'un eski eserler müzelerinden biridir
Bu bildiri 'en iyi yanıt' seçilmiştir.
Ayasofya'nın Camiye Dönüştürülmesi
Ayin esnasında bazen bazı din adamları ortaya çıkarak, bu paravanın önünde duran ambon ya da kürsüde İncil'den parçalar okurlardı, İmparatorluk katedrali ve doğudaki Hıristiyanlık âleminin ana patrikliğinin merkezi olması sebebiyle, buradaki ayinler kendine özgü bir halde yönetilirdi. Ortadaki çok önemli alan, amacı kısmen imparatorun görkemini duyuru etmek olan geçit törenleri ve ayin için ayrılmıştı. Ayinin başlangıcında imparator, narteksteki merkezi bronz kapıdan geçerek içeri girer, din adamları ve saray erkânı ile cenup nefin doğu ucundaki tahtına doğru ilerlerdi. Ayinin en can alıcı noktasında, Tanrı'nın yeryüzündeki vekili olma hakkını kullanarak patrikle beraber ikonostasisin arkasındaki en mukaddes yere geçerek sunaktaki ekmek ve şarabı kutsardı. Kubbenin altındaki merkezi alan, şaşaalı şov şeklindeki geçit törenlerinin yapıldığı sahne gibiydi. Halk bu tarz şeyleri yan neflerden ve galerilerden izlerdi. Bayanlar galerilerde yer alırken erkekler yan neflerde ayakta dururdu.
Ayasofya camiye dönüştürülünce, çok değişik bir halde kullanılmaya başladı. İslam dininde ruhban sınıfı bulunmadığı benzer biçimde, Hıristiyan litürjisinin bir karşılığı da bulunmamaktadır. Kuran okunmasının ve etik, politik ve toplumsal mevzuları içeren Cuma vaazlarının haricinde camilerdeki tek etkinlik namaz kılmaktır. Bunun için de temel gereksinim, görsel engellemelerin en aza indirgendiği ve müminlerin tek tek ya da beraber namaz kılabilecekleri büyük, kapalı bir alandır. Olması ihtiyaç duyulan belirli öğeler ise, Mekke'ye bakan ve duaların oraya önem vererek edilmiş olduğu, duvarda bir niş biçimindeki mihrap ile vaazların verildiği, yükseltilmiş bir platform olan minber ve aptes alınacak bir yerdir. İç mekandaki bu kolay öğelere ek olarak, müezzinin günde beş kez çıkıp müminleri namaza çağrı etmek için ezan okuyacağı yüksek bir minare gerekmektedir.
Camilerin tasarımında mühim bir özellik de, putperestlik olarak kabul edilen insan ya da hayvan suretlerinin resmedilmesinin yasak olmasıdır. Hıristiyan kiliseleri İncil'den hikayeleri ya da dini konulmuş olan işleyen heykeller, resimler ve vitraylarla süslenmişken Müslümanların dini yapıları soyut süslemeler ve hüsnühat ile görsel olarak zenginleştirilmiştir.
Ayasofya'nın çok önemli kubbesinin altındaki iç mekân muhteşem bir yakarma alanı oluşturmaktaydı. Sadece bu alanda hiçbir engel bulunmamasını sağlamak için sunak masası, ikonostasis ve kiliseye ilişkin öteki eşya çıkarıldı. Kilisenin ekseni Mekke'ye doğru değil, doğuya yönelik olduğundan on aşama daha güneye doğru, yeni eksende bir mihrap inşa edildi. Minber de aynı yöne çevrildi. Buna ek olarak, mihraptan Mekke'ye doğru uzanan, kıble ekseniyle dik açı oluşturacak şekilde apsise oluşturulan yere, iki geniş basamak yapılmış oldu. İlk minber ve mihrap çabucak yapılmış ve ondan sonra da bugün hâlâ duran, daha kalıcı tasarımlarla değiştirilmiştir. İslam'ın zaferinin kuvvetli sembolleri olarak mihrabın tarafındaki duvarlara Hz. Muhammed'e ilişkin seccadeler ve zafer sancakları asılmıştır. Bunlar, bugün yerinde bulunmamaktadır sadece I. Süleyman'ın 1526 yılındaki Macaristan seferi esnasında Buda Katedrali'nden harp ganimeti olarak alınan devasa şamdanlar mihrabın yanında hâlâ durmaktadır.
Fatih, kuleden çanları indirtmiş, kubbenin tepesindeki haçı da çıkarttırmıştır; marangozlarına da, kılınacak ikinci cuma namazına yetişmek suretiyle ahşap bir minare yapmalarını emretmiştir. Bu minarenin ne resmi ne de tasviri bulunmaktadır ve bununla ilgili deliller de çelişkilidir. Padişahın, harp sürecinin baskısı altında mancınıklar, surlar ve köprüler hayata geçirmeye alışık askeri mühendislerinin, büyük keresteleri kesip ayağa dikerek Ayasofya'nın cenup cephesinde alelacele bir kule oluşturdukları hayal edilebilir. Hatta, girişin üstündeki ahşap çan kulesini bu amaç için uyarlamış olmaları daha ihtimaller içinde gözükmektedir. Şartlar ne olursa olsun, İstanbul'daki ilk minareden müezzinin ezan okumuş olduğu anın ne olursa olsun çok etkisinde bırakan olduğu kesindir.
Mehmet, kentteki ilk medreseyi de inşa ettirmiş ve cami ile ona bağlı binaların, bu amaç için tahsis etmiş olduğu dükkanların kirasıyla desteklenmesini elde etmiştir.
BAKINIZ
Adana'nın nüfusunun fazla olmasının sebebi nedir?
PLT değerlerinin yüksek olmasının sebebi nedir?
Yumurtalıklarda aşırı kızarma olmasının sebebi nedir?
YORUMLAR