Eski dönemlerde misafiri gereği benzer biçimde ağırlayıp hoş tutmak, dini vecibelerden sayılmış, konuk Tanrının gönderilmiş olduğu bir nimet...
Eski dönemlerde misafiri gereği benzer biçimde ağırlayıp hoş tutmak, dini vecibelerden sayılmış, konuk Tanrının gönderilmiş olduğu bir nimet olarak kabul edilmiştir. Konuk gelmeyen evler, komşular ve mahalle sakinleri içinde iyi kabul edilmezdi.
Gündüz konağa gelen misafirler, kapının halkasına dahi vurmaya fırsat bulamadan ayvaz tarafınca karşılanır ve buyur edilirdi. Gelen konuk harem ağası tarafınca teslim alınır, kadınsa harem kapısına götürülerek kalfaya; erkekse selamlığa çıkarılarak ağaya bırakılırdı. Eğer konuk mütevazı bir aileye gelmişse gene kapıda hoş geldiniz denilerek karşılanır, konuk odasına buyur edilirdi.
Eski İstanbul’da gece misafirlikleri yegâne zaman geçirilecek, dostlukları pekiştirecek ziyaretlerdendi. Ellerindeki işkembe fenerle gece misafirliğine gelenlere, karşılandıktan sonrasında çubuk ve kahve ikram edilirdi. Saraylarda ve konaklarda çubukçubaşıların idaresindeki çubuk ağaları bu hizmete tahsis edilmişti. Çubuklar konuk adedine nazaran evvelinde hazırlanmış olur, çubukçular tarafınca en hatırlı misafirden adım atmak suretiyle ikram edilirdi.
Kahve ikramımın da devirlere nazaran değişik şekilleri olurdu. Hususi olarak pişirilen kahveler, zarf içindeki fincanlarda nezaketle sunulurdu. Misafirlere kahveden sonrasında harup, koruk, ahududu, demirhindi benzer biçimde İstanbul halkının çok sevilmiş olduğu şerbetler ikram edilirdi. Şerbetten sonrasında meyve ve tatlı da muhakkak surette verilmesi lüzumlu yiyeceklerdendi. Kışın misafirlere sunulan en mühim içeceklerden birisi de bozaydı. Boza sıcak leblebiyle beraber ikram edilirdi. Yemeğe duracak olanlara emek isteyen yemekler yapılırdı. Bu ikram esnasında muhakkak et yemeği ve tatlı bulundurulurdu.
Günübirlik misafirliklerden başka gece yatısına kalan misafirler de olurdu. Bu şekilde misafirlere en iyi oda açılır, hususi olarak gizlenen, işli yatak takımları, yastıklar çıkarılırdı. Mevsim kış ise odaya bir de mangal bırakılırdı. Misafire çıkarılacak havlulara özellikle dikkat edilirdi. Bu havlular, değişik çiçek motifleriyle, bazıları da güzel özdeyişler ve beyitlerle işlenmiş olurdu. “Sabah-ı şerifler hayırlı olsun” ibresi, en fazlaca işlenen sözdü. Bundan başka, Safa geldin gözümün nuru kusura asla nazar etme /Bu yaz burada ye iç eğlen sakın kış gelmeden gitme beyti, havlulara sıkça işlenirdi.
Yaz aylarım Boğaziçi’nde geçirenler sık sık konuk baskınlarına uğrardı. Bu misafirlerin pek çok bir haftalığına, hatırlıları ise bir ya da birden fazla aylığına konuk gelirlerdi. Eski sayfiyelerde âdeta aileden kabul edilen ve gelmesi dört gözle beklenen müdavim misafirler, kendi hizmetçileri, kalfaları ve âdetleriyle gelirlerdi. Hattâ, gelmesi beklenip de bir türlü gelmeyen, varlıklarına alışılmış misafirlerin evlerine haberciler gönderilerek davet edilirlerdi.
Yalılarda oturan kibar İstanbullular, misafirlerini uğurlarken kendi bahçelerinde yetiştirdikleri çiçeklerden, meyvelerden armağan paketleri hazırlarlardı. Konuk de gelirken bir armağan getirmişse ona mukabele etmek ev sahibinin dikkat etmesi ihtiyaç duyulan kurallardandı.
Misafiri gücendirmek Tanrı’yı gücendirmek benzer biçimde kabul edildiğinden “Tanrı misafiri” tabiri, İstanbul’da yaygın olarak kullanılırdı. Ev sahibinin misafirine olmasıyla birlikte misafirin de ev sahibine karşı vazifeleri vardı. İkram edilen yemeklerin bitirilmesi, yemekten sonrasında dua edilmesi, misafirin yapmakla yükümlü olduğu şeylerdendi. Misafirlerin oturacağı odalar hususi olarak tanzim edilir, süslenir, başka zamanlarda bu odalara kimse sokulmazdı. Bir takım kibar konaklarının misafire ayrılmış odalarının yüksek yerlerine, Misafirim safa geldin başın kaldır tavana bak/Şükür gerdanını gördüm otur bundan böyle safana bak benzer biçimde beyitler asılırdı.
Eski İstanbul’da hanımefendilerin “nöbet” dedikleri gece misafirlikleri mahalle hanımları içinde aksatmadan yapılırdı. Nöbet kimin evinde ise telaşı gündüzden başlar, şerbetler ezilir, yemiş tepsileri hazırlanırdı. Zaman erişince üç-dört mumlu pirinç fenerleri çeken ağaların arkasından hanımlar, kafileler halinde gelmeye başlardı. Erkekler içinde da söz konusu misafirlikler, davet ve ziyafetler noksan olmazdı. Bilhassa helva sohbetleri İstanbul kış gecelerinin konuk ağırlama geleneği içinde anılabilir. Bununla birlikte ramazanlarda verilen iftar ziyafetleri de kendilerine özgü geleneklere haiz misafirliklerdendi.
Tekkelerin de kendi kurumsal yapıları içinde konuk gelenekleri vardı. Tekkeye, ziyaret amacıyla uzak yerlerden tavsiyeyle ya da iş için gelen misafirlerin güler yüzle karşılanıp ağırlanması da anane haline gelmişti. Bilhassa Bektaşîler içinde misafirliğe de çok ehemmiyet verilmiştir. Bir Bektaşî evine ya da tekkeye konuk gelmesi Hz Ali’nin gelmesi benzer biçimde kabul edilmişti. Misafirin de bir Bektaşî evine gideceği vakit “lokma” denilen ekmek, “çerağ” denilen mum ve “dem” denilen içkiyi götürmesi âdetti.
Günümüzde değişim gösteren yaşam şekli geleneksel konuk ağırlama âdetlerinin birçoğunu ortadan kaldırmış, kalanlar da fazlaca değişikliğe uğramıştır.
YORUMLAR