İstanbul’da manavlık eskiden bu yana bir takım mesleklerde olduğu şeklinde seyyah ve dükkânda olmak suretiyle iki şekilde yapılmıştır. Bunla...
İstanbul’da manavlık eskiden bu yana bir takım mesleklerde olduğu şeklinde seyyah ve dükkânda olmak suretiyle iki şekilde yapılmıştır. Bunlara kendi bostanında ya da bahçesinde yetiştirdiği sebze ve meyve satanları da eklemek gerekir.
Seyyah manavların, sayısı sebze ve meyvenin bollaştığı yazları çoğalırdı. Sırtlarına aldıkları küfelerle mahalle aralarında dolaşan seyyah manavlar, mallarını dükkân sahibi olan manavlardan daha ucuza sattıklarından halk tarafınca da tercih edilirlerdi.
Seyyah manavlar, eskiden, şimdi el otomobiliyle dolaşanlarda olduğu şeklinde, küfelerinde her tür sebze ve meyveye yer vermezler, çoğu zaman tek tür mal satarlardı. En fazla satışı meydana getirilen meyve ve sebzeler ise patlıcan, portakal, kavun ve karpuzdu. Seyyah manavların büyük bölümü mevsimlik olarak Anadolu’dan gelen kişilerdi. Konya, Akseki, Ürgüp, Balıkesir civarından gelen bu kişiler, pazarlarda, şehrin işlek yerlerinde, camilerin, medreselerin, çarşıların, sebillerin çevrelerinde köprü girişinde, Uzunçarşı, Eminönü civarında dolaşırlardı.
Seyyah manavların nerede ise hepsi eğilip kalkarken ya da hareket ederken büyük kolaylık elde eden şalvar giyerler, başlıklarının üstüne de renkli çevre sararlardı. Alacalı mintanlarının üstüne camedan ya da cepken giyerlerdi. Bazılarının baldır üstüne takılmış kalınca tozluklar ve ayaklarında kalınca nalçalı kunduralarla dolaştıkları görülürdü.
Seyyah manavların taşıdıkları büyük küfelerin ağırlıkları yüz kilodan aşağı olmazdı. Bir ellerinde tartıları ve bir sopanın ucuna taktıkları ağırlıkları başka ellerinde de yassı sepetler içindeki meyveleriyle yüksek sesle bağırarak dolaşan meyve satıcıları da vardı. Bu satıcıların yüksek seslerinden mahalle hanımefendileri rahatsız olurlar, uyuttukları evlatlarının uyanmasından ya da korkmasından dolayı satıcılarla münakaşa, hatta kavga dahi ederlerdi. Manavlar boğazlarından aşağıya sarkan gümüş kösteklerinin yanında bir de ip sarkıtırlar, bu ipin ucunda da bir kese bulundururlardı. Sattıkları malın parasını bu keseye koyarlardı. Saatlerini ve keselerini de bellerine sardıkları kuşaklarının arasına sokarlardı. Bir takım satıcılar da feslerinin içine kalınca bir kesekâğıdı ya da bir asma yaprağı yerleştirir, paralarını üst üste koyarak burada muhafaza ederlerdi. Bir takım seyyah manavlar, iki şahıs dolaşırlar, küfeyi de nöbetleşe taşırlardı. Patlıcan ve portakal satıcılarının içinde Yahudiler ya da Rumlar da vardı.
Avrupalı ressamlar, İstanbul’daki seyyah manavların gravürlerini çizerek seyahatnamelerinde bol miktarda kullanmışlardır.
Ahmed Rasim, sebze ve meyve satıcılarının sokaklarda dolaşırken tıpkı bir ozan tavrıyla ve değişik şiirlerle mallarını sattıklarını; Üç kuruşa domates /Dört kuruşa patates, Gül yapraklı ıspanak/ Süt ak sakız kabak şeklinde kafiyeli sözlerle mallarını cazip hale getirdiklerini belirtmektedir.
Eski manavların bir bölümü kimi zaman devamlı kimi zaman de mevsimlik olarak dükkânlarda etkenlik gösterirdi. Yazları mevsimlik kavun-karpuzcular, geceleri de yattıkları bu yerlerde ticaretlerini yürütürlerdi. Marmara Bölgesi’nde yetişen sebze ve meyveler, Meyvehoş Gümrüğü’ne getirilir ve manav esnafı da bir nevi hal olan bu yerden mallarım alırdı. 1560’ta piyasaya sürülen bir fermanda da İstanbul’a gelen yaş sebze ve meyve kayıklarının iskeleye uğramadan satış yaptıklarını, bu usulün yasaklandığını ve mal getiren kayıkların iskeleye girerek belli başlı kanunlara nazaran satış yapmalarının lüzumlu olduğu emredilmiştir.
Günümüzde de el otomobili ya da kamyonetle satış icra eden sebze ve meyve satıcıları İstanbul’u semt semt, köy köy dolaşmakta fakat bunlara “manav” denilmemektedir. Manav sözü bugün için durağan dükkânlarda sebze ve meyve satan esnaf için kullanılmaktadır.
Kaynak: İstanbul Ansiklopedisi, Uğur Göktaş
YORUMLAR