Mezopotamya Temel Britannica Mezopotamya, Sümer, Babil ve Asur şeklinde en eski ve büyük uygarlıkların doğduğu bölgedir. "İki...
Mezopotamya
Temel Britannica
Mezopotamya, Sümer, Babil ve Asur şeklinde en eski ve büyük uygarlıkların doğduğu bölgedir. "İki ırmağın arasındaki bölge" anlaÂmına gelen Mezopotamya ismi Yunanca mesos (ara, orta) ve potamos (ırmak) sözcüklerinÂden gelir. Bu isim, Dicle ve Fırat ırmaklarının verimli vadileri ile bu iki ırmağın içinde kalan topraklar için kullanılmaktadır. GünüÂmüzde Mezopotamya, Irak'ın bir kısmını ihtiva eder.
Mezopotamya'nın batısında Suriye ve AraÂbistan çölü, kuzeyinde Anadolu ve doğusunÂda İran vardır. Cenup ucu Basra Körfezi'ne kadar uzanır. Mezopotamya'nın cenup bölüÂmü çok sıcak düzlük bir bölgedir. Şark Anadolu Bölgesi'ndeki karlı dağlardan doğan ve Güneydoğu Toroslar'daki kar ve yağmur sulanyla kabaran Dicle ve Fırat, Bağdat yakınÂlarında birbirlerine çok yaklaşır, güneydoğuÂya doğru devam eder ve Kurna kentinde birleşirler. Birleştikten sonrasında Şattü'l-Arap ismini alan ırmak Basra Körfezi'nden denize dökülür. 5.000 yıl içinde, bir zamanlar körfeÂzin bir parçası olan 240 kilometreden daha uzun bir alan ırmağın taşımış olduğu çamurlarla dolmuştur. Irmakların oluşturduğu dar topÂrak şeridinin iki yanı çöldür. Dicle ve Fırat'ın sürükleyip getirmiş olduğu topraklar Mezopotamya' nın güneyinin çok verimli olmasına yol açÂmıştır. 4.000-5.000 senelik bir çok şehir kalıntıÂsı, eski zamanlarda bu bölgenin nüfusunun çok yoğun bulunduğunun kanıtıdır. Dümdüz uzaÂnan ova, Bağdat'ın kuzeyinde oldukça verimli ve daha ılıman iklimli bir yaylaya dönüşür.
Arkeolojik araştırmalar Mezopotamya'da ilk insanların kuzeyde minik köylerde yaşaÂdıklarını ve İÖ 4000 yıllarında çanak çömlek ve kumaş üretip, komşuları ile tecim yaptıkÂlarını göstermektedir. Ana uğraşları ziraat olmakla beraber bu insanoğlu avcılık ve balıkçıÂlık da yapıyorlardı.
Irmaklar bölgenin cenup kısmına yeni topraklar oluşturdukça, köylerde yaşayan inÂsanlar gruplar halinde güneye göç etmeye başladılar. En eski köylerin bazılarının kalınÂtılarını açığa çıkaran arkeologlar, türlü aletÂler buldular. Ama bu insanların ırkları ve dilleri mevzusunda belgeler günümüze ulaşmaÂmıştır.
İÖ 3000'lerde Mezopotamya'da değişik inÂsan toplulukları yaşıyordu. Kuzeyde, ArapÂlarla ve Yahudiler'le ırk ve dil bakımından akraba olan Sami kabileler yerleşmişti. KöÂkenleri ve ırk bağlantıları bilinmeyen SümerÂler güneyde yaşıyorlardı. Mezopotamya'nın diğeri halkları da, büyük olasılıkla kuzeydeki ve doğudaki dağlık bölgelerden gelmiş olarak yerÂleşmişlerdi.
İÖ 4000-3000 içinde Sümerler çok parÂlak bir uygarlık yarattılar. Ur, Uruk ve Eridu şeklinde malum ilk metropoller ve yazı Sümer uygarlığının ürünüdür. Mezopotamya Sümer-ler'den sonrasında Babilliler'in, Asurlular'ın, Persler'in ve Eski Yunanlılar'ın yönetimine girdi. Bir süre sonra yüzyıllar boyu Romalılar, İskitÂler, Partlar ve Persler arasındaki savaşlara sahne oldu. İS 7. yüzyılda Arapkir'in eline geçen Mezopotamya'da 11. ve 12. yüzyıllarda kısa süreli Selçuklu egemenlikleri görüldü. 13. yüzyılda bölgeyi salgın eden Moğollar, toprakları sulayan büyük sulama sistemlerini yıktılar. Mezopotamya 16. yüzyılda OsmanlıÂların eline geçtiyse de bölümde tam bir Osmanlı egemenliği sağlanamadı. I. Dünya Savaşı'nın sonunda ise bölgenin büyük bölüÂmünü oluşturan Irak, İngilizler'in eline geçti. Daha sonraları Mezopotamya'da bulunan petrol, Irak'ın sınırlarının içinde kaldı.
Bununla birlikte Mezopotamya ile ilgili başka mevzular için bakınız:
Temel Britannica
Mezopotamya, Sümer, Babil ve Asur şeklinde en eski ve büyük uygarlıkların doğduğu bölgedir. "İki ırmağın arasındaki bölge" anlaÂmına gelen Mezopotamya ismi Yunanca mesos (ara, orta) ve potamos (ırmak) sözcüklerinÂden gelir. Bu isim, Dicle ve Fırat ırmaklarının verimli vadileri ile bu iki ırmağın içinde kalan topraklar için kullanılmaktadır. GünüÂmüzde Mezopotamya, Irak'ın bir kısmını ihtiva eder.
Mezopotamya'nın batısında Suriye ve AraÂbistan çölü, kuzeyinde Anadolu ve doğusunÂda İran vardır. Cenup ucu Basra Körfezi'ne kadar uzanır. Mezopotamya'nın cenup bölüÂmü çok sıcak düzlük bir bölgedir. Şark Anadolu Bölgesi'ndeki karlı dağlardan doğan ve Güneydoğu Toroslar'daki kar ve yağmur sulanyla kabaran Dicle ve Fırat, Bağdat yakınÂlarında birbirlerine çok yaklaşır, güneydoğuÂya doğru devam eder ve Kurna kentinde birleşirler. Birleştikten sonrasında Şattü'l-Arap ismini alan ırmak Basra Körfezi'nden denize dökülür. 5.000 yıl içinde, bir zamanlar körfeÂzin bir parçası olan 240 kilometreden daha uzun bir alan ırmağın taşımış olduğu çamurlarla dolmuştur. Irmakların oluşturduğu dar topÂrak şeridinin iki yanı çöldür. Dicle ve Fırat'ın sürükleyip getirmiş olduğu topraklar Mezopotamya' nın güneyinin çok verimli olmasına yol açÂmıştır. 4.000-5.000 senelik bir çok şehir kalıntıÂsı, eski zamanlarda bu bölgenin nüfusunun çok yoğun bulunduğunun kanıtıdır. Dümdüz uzaÂnan ova, Bağdat'ın kuzeyinde oldukça verimli ve daha ılıman iklimli bir yaylaya dönüşür.
Arkeolojik araştırmalar Mezopotamya'da ilk insanların kuzeyde minik köylerde yaşaÂdıklarını ve İÖ 4000 yıllarında çanak çömlek ve kumaş üretip, komşuları ile tecim yaptıkÂlarını göstermektedir. Ana uğraşları ziraat olmakla beraber bu insanoğlu avcılık ve balıkçıÂlık da yapıyorlardı.
Irmaklar bölgenin cenup kısmına yeni topraklar oluşturdukça, köylerde yaşayan inÂsanlar gruplar halinde güneye göç etmeye başladılar. En eski köylerin bazılarının kalınÂtılarını açığa çıkaran arkeologlar, türlü aletÂler buldular. Ama bu insanların ırkları ve dilleri mevzusunda belgeler günümüze ulaşmaÂmıştır.
İÖ 3000'lerde Mezopotamya'da değişik inÂsan toplulukları yaşıyordu. Kuzeyde, ArapÂlarla ve Yahudiler'le ırk ve dil bakımından akraba olan Sami kabileler yerleşmişti. KöÂkenleri ve ırk bağlantıları bilinmeyen SümerÂler güneyde yaşıyorlardı. Mezopotamya'nın diğeri halkları da, büyük olasılıkla kuzeydeki ve doğudaki dağlık bölgelerden gelmiş olarak yerÂleşmişlerdi.
İÖ 4000-3000 içinde Sümerler çok parÂlak bir uygarlık yarattılar. Ur, Uruk ve Eridu şeklinde malum ilk metropoller ve yazı Sümer uygarlığının ürünüdür. Mezopotamya Sümer-ler'den sonrasında Babilliler'in, Asurlular'ın, Persler'in ve Eski Yunanlılar'ın yönetimine girdi. Bir süre sonra yüzyıllar boyu Romalılar, İskitÂler, Partlar ve Persler arasındaki savaşlara sahne oldu. İS 7. yüzyılda Arapkir'in eline geçen Mezopotamya'da 11. ve 12. yüzyıllarda kısa süreli Selçuklu egemenlikleri görüldü. 13. yüzyılda bölgeyi salgın eden Moğollar, toprakları sulayan büyük sulama sistemlerini yıktılar. Mezopotamya 16. yüzyılda OsmanlıÂların eline geçtiyse de bölümde tam bir Osmanlı egemenliği sağlanamadı. I. Dünya Savaşı'nın sonunda ise bölgenin büyük bölüÂmünü oluşturan Irak, İngilizler'in eline geçti. Daha sonraları Mezopotamya'da bulunan petrol, Irak'ın sınırlarının içinde kaldı.
Bununla birlikte Mezopotamya ile ilgili başka mevzular için bakınız:
Mezopotamya Bölgesi'nin coğrafi özellikleri nedir?
Mezopotamya sanatı hakkında bilgi verebilir misiniz?
Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarının dini inançları hakkında bilgi verir misiniz?
COĞRAFİ KONUM
Aslen Mezopotamya'nın tabii sınırları yoktur. Bölge güneybatıda Suriye Çölüne, kuzeydoğuda İran Yaylasına, kuzeyde Fırat ve Dicle vadileri ile Anadolu'ya açıktır. İşte bu jeolojik yapı yüzünden Mezopotamya tarihte hem bu yönlerden gelebilecek istilâlara açık kalmış hem de Mezopotamya'da oluşan uygarlığın dışarıya yayılması kolay olmuştur.
Genel anlamda iki ırmak arasındaki bölge kastedilmekle birlikte, tarihte bölgedeki siyasal oluşumlar da dikkate alınarak Şimal Suriye ve Basra Körfezi'nin doğusu da Mezopotamya Zamanı içinde ele alınarak incelenmiştir. Bu sebeple uzmanlar bölgeyi iki ana kısma tasnif ederek ele almışlardır.
Toroslardan Bağdat'a kadar olan kısım Yukarı Mezopotamya (Asur ülkesi) olarak adlandırılmıştır. Güneydeki Bağdat'tan körfeze kadar olan alüvyonlu mıntıkaya ise sırasıyla Akad, Babilonya, Sümer; Basra Körfezinin doğusundaki mıntıkaya ise Elam ismi verilmiştir. Güneydeki kısım daha genel olarak Kalde diye de adlandırılmıştır.
MEZOPOTAMYA TARİHİNDE SİYASAL GELİŞMELER VE ÖZELLİKLER
Bölge Asya-Akdeniz içinde bir geçiş noktası olması sebebiyle Asya'dan gelen ve sulak toprak arayan kavimlerin ilk uğrak yeri olmuştur. Kuraklık çeken Arabistan'ın göçebe kabileleri içinse bir çekicilik merkezidir. Bu nedenle mıntıkaya tarih içinde Asyalı, Sami (Arabistanlı) ve Hint-Avrupalı bir sürü kavim yerleşmiştir.
Bölümde bir taraftan bir devletin uzun soluklu ve kesin hakimiyeti kurulamazken başka taraftan bölgenin ırkî yapısı da yeni yeni ırkların katılıp kaynaşması ile sürekli bir melezleşme yaşamıştır. Bu şekilde tabii sınırları olmayan Mezopotamya; hem değişik kavimlerin yargı sürdüğü hem de Mısır'a bakılırsa daha karma bir kültürün geliştiği bir alan olmuştur.
Bölge tarihinin ana dönemlerini değişik tarihlerde değişik kavimler belirler. Bu tür şeyler; M.Ö. IV.-III. bin yılda Sümerler ve şehir devletleri, M.Ö. III.bin yılda Akadlar (Şark Samileri), M.Ö. II.bin yılda Babilliler (Garp Samileri), M.Ö. l.bin yılda Asurlular ve Aramilerdir.
SüMERLER (M.Ö. 3500-2350)
Sümerler Eski Tunç periyodunun başlangıcında (M.Ö. IV.bin senenin sonlarına doğru) Mezopotamya'ya geldiler. Mezopotamya'nın o sıradaki yerli halkının kimliği bugün tam olarak bilinmiyor. Sümerlerin menşei de bütünüyle aydınlatılmış değildir. Sümerlerin kökeni uzmanlarca her ne kadar Hint kültürü (İndus kültürü) içinde aransa dahi nereden geldikleri kati bir şekilde belirlenmiş değildir. Fakat lisanlarına ve antropolojik bulgulara bakarak onların Hint-Avrupalı ve Sami kavimlerden ayrı olduklarını söylemek mümkündür.
Sümerlerin ilkin Eridu'da yerleştikleri, bir süre sonra Uruk'da siyasal bir merkez kurmuş oldukları sanılıyor. M.Ö. 3.5OO-3.OOO yılları içinde büyük bir kültürün varlığı kanıtlanmıştır ki bunun ilk Sümer kültürü olduğu sanılıyor. Sümer kültürünün gelişimini şu aşamalarla izlemek mümkündür:
M.Ö. 3.500-3.200: Sümerlerin ortaya çıkışı (Şehir devletleri devri)
M.Ö. 3.200-3.100: Uruk Devri (Yazının icadı)
M.Ö. 3.100-2.900: Cemdet Nasr Devri (Sümerlerin Kahramanlık Çağı)
M.Ö. 2.900-2.350: Erken Sülâleler Devri (Zamanı devirlere giriş periyodu),
M.Ö. 2.500-2.350: I.Ur ve Lagaş Sülâleler Devri (Sümer Arkaik Devri)
SüMERLERİN "KENT DEVLETLERİ" DÖNEMİ
Bir takım tarihçiler Sümer dilindeki bir takım kelimelerin ve M.Ö.4500-4000 yıllarına tarihlenen Türkistan-Aşkabad'daki Anau Kültürü'nün Mezopotamya'daki Elam-Sus kültürleri ile benzerliğinden yola çıkarak Sümerlerin Orta Asya kökenli olabileceklerini öne sürerler. Gerçi bu iddia onların arî ırktan oldukları iddiası şeklinde ispatlanmış değildir.
Genel anlamda kabul edilen görüş, Sümerlerin Mezopotamya'ya oradaki yerli halka bakılırsa daha gelişmiş bir kültürle geldikleridir. İşte bu sebeple Sümerler güneydeki bataklık bölümde yaşayan kavimlerin medeniyetine kendi kültürlerinden bir takım unsurları katarak mevcut köyleri ve köy kültürünü kent ve kent kültürü hâline getirdiler.
Merkezî bir mabet çevresinde kurulan ve etrafı bir surla güvenlik altına alınan bu minik Sümer şehir devletleri bağımsız birer siyasal birim olarak devrin başlıca karakteristiğini oluştururlardı. Eridu, Uruk, Lagaş, Kiş, Nippur, Umma, Erek şeklinde şehir devletleri (site) içinde ilk başta Uruk önder bir rol oynamıştır. Bu şehir devletleri toprak ve su meseleleri yüzünden birbiriyle çatıştıkları şeklinde sık sık da göçebelerin saldırılarına uğruyordu.
Sümerlerin Mezopotamya'da kurmuş oldukları bu kentlerin başlangıcında bununla beraber ordu komutanlığı ve yargıçlıkla ilgili görevleri de uhdesinde bulunduran bir rahip-kral (Ensi) bulunuyordu. Ensi; hem devletin hem de din adamlarının başıydı. Şehirler Zikkurat ismi verilen dikdörtgen plânlı tapınaklar çevresinde oluşurken her şehrin kendine özgü bir tanrısı vardı ve tapınaklar da aslına bakarsan her şeyin (kentin ve şehir topraklarının) sahibi bu tanrılar için yapılıyordu. Bundan dolayı ilk başlarda askerler tanrının evini ve mülkünü tanrı adına yönetirken egemen sınıfı da oluşturuyorlardı.
İlk dönem Sümer kültüründe her şeyin site tanrısına, bu sebeple tanrı adına tapınağa ait olması yüzünden bir süre sonra “tapınak sosyalizmi†ya da "teokratik devlet sosyalizmi" adıyla tanımlanacak olan bir toplumsal üretim ve iyelik şekli oluştu.
Bu zamanda din adamları cemiyet gözünde giderek saygınlık kazandılar. Bu şekilde mabet topraklarından elde edilmiş ürünlerden din adamları, askerler, yöneticiler ve bu ürünleri mabet adına içeride ve dışarıda pazarlayan tüccarlar da faydalanır olmuşlardır.
Şehir devletçiklerinin birbirleri ile ve kendilerine hücum eden göçebe topluklarla mücadelelerinin sıklığı askerlerin önemini giderek artırıyordu. Devletin başı olan "rahip-kral"ın bu şeklinde savaşlar zamanında atadığı komutanlar giderek askerî işlerin yanında sivil işlere de karışmaya başladılar ve güçleri de buna paralel olarak arttı.
Sonuçta din adamları ile askerlerin arası açılırken tapınakların yanında saraylar da terfi etti ve yönetici kadro askerlerden oluştu. Bundan böyle “rahip-kralâ€ın yerini "asker-kral" alırken tapınakların geliri de bu kadronun eline geçti. Bu değişiklik üretim araçlarının din adamlarınca ortak yönetildiği kamusal iyelik düzeninden hususi iyelik düzenine geçişe de yol açtı.
Yeni elde edilmiş topraklar bundan sonra tapınağın denetimine bırakılmazken, kısa süre önce mabet adına tecim meydana getiren tüccarlar bundan sonra kendi hesaplarına çalışıp mühim iktisadî güç kazanacaklar ve bu vaziyet toplumsal sınıflaşmayı da etkileyecektir.
URUK VE CEMDET NASR DÖNEMLERİ (M.Ö. 3200 - 2900/2750)
Sümer bölgesinde ilk uygarlığın doğuşundan (M.Ö. 3500'lerden) M.Ö. 2900/2750'lere kadar geçen dönem "Uruk Devri" ve onu takiben "Cemdet Nasr Devri" diye adlandırılır. Bu dönem kültürleri; yazının yeni başladığı ve tam gelişmediği dönemlerdir. Bundan dolayı bu devirlerin zamanı ama arkeolojik araç-gereç ve mitolojilerle tespit edilebilmektedir.
Bu tabloda en mühim ekonomik nitelikli mühürler ve vazolar üstündeki resimlerdir. Bir takım tarihçilerin "Sümerlerin Kahramanlık Çağı" ismini verdikleri bu döneme ait Sümer kral listelerinin ilk kısımları geniş seviyede efsanevî niteliktedir ve burada bir takım kent isimleri ile kral isimleri geçmektedir.
Bu döneme ait en mühim belge Uruk Kralı Gılgamış'a ait efsaneleri gösteren sonraki döneme ait tabletlerdir. Gılgamış Destanı, tarihin en eski yazılı destanının ismi olup, 12 kil tablete Akad çivi yazısı ile kaydedilmiştir. Uruk kralı Gılgamış'ın ölümsüzlüğü arayışının öyküsünün anlatıldığı destan bununla beraber Nuh Tufanı'nın daha eski sürümünü de barındırmaktadır.
Gılgamış, en yakın dostu Enkidu'nun ölümünün arkasından giriştiği ölümsüzlüğe yetişme çabasının nafile bulunduğunu ve Tanrı Enlil'in öğütleriyle, insanoğlunun ama büyük bir isim bırakmakla ölümsüzlüğe erişebileceğini kabul etmiştir.
Destan, tarihte malum en eski medeniyetlerden olan Sümerlerin yaşayışları hakkında bilgi verir ve kendisi de ilk yazılı destan olma hususi durumunu taşır. Gılgamış Destanı'nın en mühim özelliklerinden birisi de, anlattığı "Tufan" öyküsünün, üç büyük dinin mukaddes kitaplarında yer almasıdır. "Ölümsüzlük Otu" öyküsü, Türk-İslam dünyasının "Lokman Doktor" söylemine benzemektedir.
Bilgi eksikliğine karşın gene de bu devrin toplumsal yapısını, yükseldikçe küçülen kademeli yapılardan oluşan tapınak mimarisini, bir siyasal birlik kurulamadığı için her sitenin bir siyasî şef idaresinde bağımsız olarak yaşadığını ve Sümer yerleşim alanının giderek kuzeye doğru yayıldığını biliyoruz.
Başka taraftan Sümer şehir devletleri ortaya koydukları uygarlığa lüzumlu maden ve malzemeyi (kereste şeklinde) bulabilmek için İndus'tan Nil nehrine kadar olan geniş bir coğrafyada ticarî faaliyette bulunarak çağdaş cemiyet kavram ve sistemini buralara taşıyarak buralarda da uygarlığın doğuşuna katkıda bulunmuşlardır. Nitekim Mezopotamya'da uygarlık M.Ö. 3500'lerde başlarken benzer şartları taşıyan Mısır'da M.Ö. 3000, İndus civarında M.Ö. 2500'lerde başlar.
ER/ERKEN SüLALELER DEVRİ
Eski Mezopotamya tarihinde Cemdet Nasr devrinin sonundan Akad Devleti'nin kurulmasına kadar geçen zamana (M.Ö. 2900/2750-2.350) Er/Erken Sülâleler Devri denir. Bu zamanda Kiş, Uruk, I.Ur ve Lagaş şeklinde sülâleler öne çıkar. Er Sülâleler periyodu ile Mezopotamya ve Sümerlerin zamanı devirlerine de tam anlamıyla girilmiş olunur.
Çünkü bu döneme ait yazılı belgeler boldur. Bilhassa Sümer mitolojisi, destanları, ağıt metinleri, tarihî kayıtlar, kral listeleri şeklinde araç-gereç bu dönemleri oldukça iyi aydınlatır. Bu devrin en mühim sitesi olan Lagaş'da bulunan yüzlerce tabletten yalnız Lagaşâ€˜ın tarihini değildir komşu şehirlerin tarihini ve bölgenin toplumsal, siyasal ve ekonomik yapı ve ilişkilerini de öğrenmek mümkündür.
Bu zamanda Kiş kenti şimal Sümer bölgesinin yönetim merkezi olur. Fakat kısa sürede siyasal gelişmelerin ağırlık merkezi tekrardan güneye döner. Bunun sebebi güneyde M.Ö. 2500'den itibaren I. Ur Sülalesi zamanında Ur kentinin gelişmesiyle süregelen dönüşümdür. Bu konuyu Lagaş kenti izler.
Lagaş'la beraber o güne kadar Ensi (Patesi) ismini alan site yöneticileri bundan sonra "Lugal" (Kral) unvanını alır. Lagaş kentinde M.Ö. 2440 senesinde Eannatum'un başa geçmesiyle Lagaşâ€˜ın parlak periyodu başlar. Eannatum iyi bir asker ve devlet adamı olarak Umma ve Uruk sitelerine Lagaş'ın üstünlüğünü kabul ettirir.
Eannatum'dan sonrasında Lagaş bir süre Umma ile çatışır. Ayrıca içerde din adamları nüfuz kazanarak devlet idaresini ele geçirip halkı baskı altında tutarlar. İktidarı yozlaşmış rahip-yöneticilerin elinden alacak isyanın başlatıcısı ve önderi bir asker-yönetici olan ve Er Sülâleler döneminde Lagaş sülâlesinin son kralı olan Urukagina olacaktır (M.O. 2425-2400/2360).
Urukagina, tabletlerinde iktidara geldiği sırada ülkenin içinde bulunmuş olduğu şartları ve yoksulluk ve yozlaşmayı anlatır. Bir süre sonra da rahipler sınıfının insanları iyi mi sömürdüğünü açıklayıp kendi koyduğu yasaları belirtir. Aslen bu yaptıklarıyla Urukagina; tarihin tanımış olduğu ilk toplumsal reformcudur. Onu mühim meydana getiren da budur. O; "mabet sosyalizmi" sebebiyle rahiplerin çok artan nüfuzuna karşı çıkarak geniş halk kitlelerine karşı adil davranılmasını isteyip bu yönde düzenlemelerde bulunmuştur.
Yapmış olduğu toplumsal reformlarla rahiplerin ayrıcalıklarını azaltırken ilk hukuk kurallarını da yayımlamıştır. Buna bakılırsa mabet sosyalizmi ekonomisinde ürettiğini tapınağa getiren halk bundan sonrasında bu konuyu hususi mülkiyetinde bulundurma ya da satma hakkını elde ediyordu. Başka taraftan kral ve adamlarının da vatandaşların mülkünü zorla almasının önüne geçiliyordu.
Kısacası Urukagina mabet sosyalizmi adıyla adlandırılan rejimi değiştirerek hususi mülkiyetin doğuşuna neden olan, böylelikle Sümer tapınağının enerjisini ve kuvvetini de azaltan, her yönüyle "hukuk devleti" anlayışının ilk emarelerini sergileyen bir toplumsal reformcudur.
("özgürlük: amargi" sözcüğü ile ilk kez onun tabletlerinde karşılaşırız).
Er Sülâleler devrindeki bu gelişmelere karşın Mezopotamya'da hemen hemen güçlü bir devlet kurulamamıştır. Her şehirde bir sülâle yargı sürerken bir sürü mamur kent ortaya çıkmıştır ve bu şehirlerde bilhassa mimarî açıdan dikkati çeken anıtsal tapınaklar, kent surları ve kanallar yapılmıştır.
I. UR VE LAGAŞ SüLÂLELERİ DEVRİ (SüMER ARKAİK DEVRİ)
"Sümerlerin Arkaik Devri" de denilen I.Ur ve Lagaş sülâleleri döneminde Ur ve Lagaş sitelerinin ikisinin aynı anda geliştiği, bu iki siteye ait buluntuların birbirini tamamlayarak periyodu aydınlattıkları görülür. Ur'daki kral mezarları buluntuları maden işçiliğindeki gelişmeyi, ölümden sonrasında bir yaşamın varlığına olan inancı gösterir.
Ur; Sümerlerin bu dönemdeki din ve sanat anlayışını aydınlatır. Lagaş ise devrin toplumsal ve siyasal yönünü aydınlatır. Çünkü Lagaş tabletleri daha çok Lagaş'ın komşu sitelerle -özellikle Umma ile- olan dış mücadelelerini ve saray-tapınak (askerler-rahipler) içinde geçen iç mücadelesini anlatır ki sonuçta iç mücadeleyi şahsi mülkiyeti güvence altına alan toplumsal reformları meydana getiren asker Urukagina kazanır. Fakat o da derslik farklarını tam olarak ortadan kaldıramadığı şeklinde bu reformları başka Sümer sitelerine taşıyamaz.
Lagaş'ta bu gelişmeler olurken onun başka siteler üstündeki egemenliğinin yaygın olmamasından yararlanan Umma Kralı Lugalzaggisi Lagaş'ı ele geçirir. Lugalzaggisi, Lagaş haricinde Uruk da dahil olmak suretiyle belirgin başlı Sümer kentlerini ele geçirerek tüm Mezopotamya'yı birleştirmek için mücadeleye atılmış ve yayılmasını sürdürerek "ülkeler kralı" unvanıyla ve Sümer tarihinde ilk kez Şimal Suriye üstünden Akdeniz'e ulaşmıştır.
Bu şekilde Sümerler büyük bir devlet çerçevesi içinde ilk kez bir araya gelmiş olurlar. Fakat bu birlik anlaşılan bir "şehirler birliği" (konfederasyon) şeklinde olup merkezî bir devlet şeklinde gerçekleşememiştir. Sümerlerin yapamadığını o sırada Orta Mezopotamya'da sivrilen ve Sami asıllı bir kavim olan Akadlar gerçekleştirecek ve Sümerler egemenliklerini bu kavme terk etmek zorunda kalacaklardır.
AKAD İMPARATORLUĞU (M.Ö. 2350-2150)
Akad (Akkad/Akkade/Agade) Bağdat'ın güneyinde kalan, Şark Samilerinin ilk yerleşim yeri olan bölgenin merkezinin adıdır. M.Ö. 4000'lerde Akadların mensup olduğu Şark Samilerinden ilk kavimler Arabistan'dan çıkarak Orta Mezopotamya'ya gelip yerleşirler. Sonraki yıllarda bu tarz şeyleri başka gruplar takip eder. Sümer bölgesine sızan bu Sami kavimleri yüzyıllarca yarı göçebe bir yaşam yaşarken Sümer kültürünü benimseyerek ama kendi kültürlerini de tamamen terk etmeden yaşamışlar ve çoğalmışlardır.
Ayrıca halkı giderek yalnız Samilerden oluşan metropoller meydana getirmişlerdir. M.Ö. 2350'lerde de kendi kültürleriyle ortaya çıkarak Mezopotamya'ya hakim olmuşlar; bölgedeki Sümer hakimiyetine son verirken Sümerler de bundan sonrasında Akadların kurmuş oldukları devletin idaresinde sakin bir halk olarak yaşamışlardır.
Akad kültürü; Samilerin kendilerine özgü Sami kültürleri ile Sümer kültürünün kaynaşmasından oluşmuştur. Bu yeni kültür; Akkade şehrinde kurduğu devletle, Ön Asya'da site devletinden imparatorluğa geçişi elde eden mühim bir dönüm noktasının da başlatıcısı olur. Sümer'deki bir türlü çözülemeyen şehir devletleri arası cenk meselelerini Akadlı askerler tüm şehir devletlerini bir yönetim altında toplamak ve göçebe toplulukların saldırılarına karşı birleştirmekle çözmüşlerdir.
Akadlı I.Sargon M.Ö. 2350 dolayında Sümer şehirlerini tek tek ele geçirirken bununla beraber bölümde hem Sami kavimlerin Akad önderliğindeki hakimiyetini hem de şehir devletlerinden bölgesel devlete geçişi gerçekleştiriyordu.
Sümer kral sıralamasında ülkesini 56 yıl yönettiği yazılı olan Akad Devletinin kurucusu Sargon Kiş sitesinde -soylu bir sınıftan gelmemekle birlikte- üst düzey bir görevli iken krallığı eline geçirmiş, M.Ö. 2350'de Umma Kralı Lugalzaggisi'ye karşı yapmış olduğu harpte Sümerleri yenerek Akad'ı Cenup Mezopotamya'nın yönetim merkezi yapmıştır.
Bu şekilde onun adıyla anılan ****** eliyle Mezopotamya'da M.Ö. 2350-2150 yılları içinde sürecek "Sami kökenli kavimlerin egemenliği" de adım atmıştır. Fakat I. Sargon'u tarih sahnesine çıkaran yalnız o zamanki yüksek kültür alanını siyasal mealde da birleştirmesi değildir.
I.Sargon; devamlı bir ordu kurarak doğuda Elam'a, kuzeydeki dağ kavimlerine, Suriye ve Lübnan'a, Anadolu'da Toroslara kadar yapmış olduğu askerî seferlerle tarihte ilk kez “dünya hakimi†sanına kavuşmuştur. I.Sargon'un kurduğu imparatorluk Güneybatı İran'dan Akdeniz'e kadar uzanıyor, Anadolu'nun güneydoğusu ve Şimal Suriye'yi de içine alıyordu.
Bu devletin bununla birlikte Kıbrıs ve Hindistan ile de tecim bağları vardı. Basra Körfezi'ndeki adalara deniz seferi düzenleyen I.Sargon'un hem kara ordusu yanında kuvvetli bir donanmaya da haiz bulunduğunu hem de bu geniş yayılma alanı yardımıyla aslolan merkez olan ve tehlikeye açık Mezopotamya'ya sulh ve itimat getirdiğini anlıyoruz.
Onun aslolan merkez olan Mezopotamya ve Mezopotamya'nın çıkarlarını korumak ve sürdürmek adına çevre alanlara yapmış olduğu seferler; barışı güvence altına alabilmek için yapılmış emperyalist bir yayılma olarak değerlendirilir. Akad'ın bu aşama geniş bir alanda egemenlik kurabilmesinin ve gücünün dayanak noktaları; askerî yönden kuvvetli olması, yönetim mekanizmasındaki olabildiğince merkeziyetçi örgütlenme ve bir tür feodal düzendi.
I.Sargon'un kurduğu devletin yönetimi tam bir merkezî karakter kazanamamıştır. Çünkü sitelerin başındaki ensiler gene var olmuş, Sargon da bu siteleri egemenliği altına alırken onlara "bağlı beylik/ vassal devlet" statüsü uygulamıştır.
I.Sargon'dan sonrasında gelen halefleri (ardılları) içinde torunu Naram-Sin (M.Ö. 2270-2233) döneminde Akad Devleti fetihlerle Garp İran ve Arabistan içlerine, avrupada Kıbrıs adasına kadar genişlemiştir. Dönemindeki belgelerde Naram-Sin'in Anadolu'da 17 kralla savaştığı belirtilirken bu belgeler bununla beraber Anadolu geçmişine de ışık tutmaktadır. Devletini bu aşama genişleten Naram-Sin'in yaptıklarının anlatıldığı stelde Naram-Sin "dört iklimin kralı" unvanını almıştır.
Naram-Sin'den sonraki krallar döneminde Akad Devleti giderek zayıflar. Bunun sebepleri; devletin içindeki Sümer sitelerinin ve onların rahip krallarının (ensi) isyanları, Zagros Dağları'nda yaşayan kavimlerin saldırıları ve Elamlıların Mezopotamya'ya yaptıkları akınlardır.
Ortalama 200 yıl kadar devam eden Akad İmparatorluğu M.Ö. 2150 senesinde Zagros Dağları (şimdiki Luristan bölgesi)'ndan gelen ve Mezopotamya larının "dağların ejderhaları" diye bahsetmiş olduğu Gutiler tarafınca yıkıldı. Derhal tüm Akad şehirlerinin yağmalayıp yok eden Gutiler bölümde ama 50 yıl kadar kalabildiler. Çünkü Sümer şehirleri bunlarla savaşım edip Mezopotamya'dan çıkarma başarısını gösterirken aynı zamanda "Sümer Klâsik Çağı"nı da başlatıyorlardı.
YENİ SüMER DEVLETİ (SüMERLERİN KLASİK DEVRİ/SüMER RÖNESANSI DÖNEMİ)
Akad hakimiyetinin sona ermesinden Babil Devleti dönemine kadar olan süreye (M.Ö.2150-1950) Yeni Sümer Devleti (Sümerlerin Klâsik Devri/ Sümer Rönesansı Süreci) denir. Gutilerin Mezopotamya'dan çıkarılması, bölgedeki varlıklarını hâlâ kuvvetli bir şekilde sürdüren Sümerlerin son bir parlak dönem yaratmaları için uygun ortamı oluşturmuştur ve böylelikle Sümer kültürü yeniden canlanırken Uruk, Ur, Lagaş hanedanları şeklinde hanedanlar tarih sahnesine çıkar. M.Ö. II.bin yıl başlarında III.Ur sülâlesinden Lagaş Kralı Gudea döneminde varlıklı bir tecim kenti olan Lagaş ve Uruk bu yeni devrin karakteristiğini oluşturdular.
Sümer ve Akad krallarının unvanlarını alan bu dönem kralları zamanında bir sürü sanat eseri ve mabetler yapılmış, bilimsel yaşam ve hukuk ilerlemiştir. Ur kralı Ur-Nammu döneminde tüm siteler tekrardan tek bir egemenlik altında toplanıp devletin sınırları I.Sargon dönemindeki şeklinde Elam ve Asur'a kadar uzanacaktır.
Ur-Nammu'yu aslolan mühim kılan -dönemindeki siyasal genişleme ve maddî uygarlıktaki zenginlik kadar- bu kralın o güne kadar sözlü gelenek-görenek şeklinde varlığını sürdüren kanunları yazdırarak ilk yazılı hukuk metnini oluşturmasıdır. Oğlu Şulgi ise; kanunları sistematik bir şekilde bir araya toplamıştır. Bu zamanda Anadolu'ya (Kappadokya'ya) tecim kolonileri gönderilir.
Sümerlerin tekrardan güçlendiği bu devrin sonlarına doğru Mezopotamya doğudan ve garptan bir kez daha yabancı kavimlerin yeni göçlerinin yarattığı tehlikelerin tehdidine maruz kalır. Fırat ve Dicle nehirlerinin birbirlerine yakınlaştığı Mari bölgesi ve civarına yerleşen Sami ırkından Amurrular (Amorritler) garptan, Elamlılar ise doğudan Ur sitesi yönetimindeki Mezopotamya'ya saldırdılar. Ur Kralı, Elamlılarla yapmış olduğu bir harpte yenilip tutsak fikir M.Ö. 2.000 yıllarında Sümerlerin bölgedeki egemenliği de biter.
UR SüLALESİNDEN SONRA MEZOPOTAMYA (M.Ö. 2000-1800)
Bu dönem; Mezopotamya'da egemenliğin Sümerlerden Samilere geçiş devridir. M.Ö. II.bin yıl başlangıcında tüm Mezopotamya'ya egemenliğini kabul ettiren III.Ur sülâlesinin Elamlılar ve Amurrularca yıkılmasından sonrasında Sümer ülkesinde siyasî birlik bozulmuştur. Bu şekilde Mezopotamya tarihinde "İsin-Larsa Devri" ismi verilen ve kent devletlerinin egemen olduğu bir dönem ortaya çıktı.
Aralarında İsin ve Larsa da olmak suretiyle Eşnuna, Mari, Terga, Hana, Babil ve Asur şeklinde bir sürü site bağımsız hâle geldi. Pek çok Samilerce kurulan bu siteler içinde devamlı çatışmalar vardı ve bu vaziyet M.Ö. 18.yüzyıl ortalarına dek sürecektir. Bilhassa İsin ve Larsa arasındaki mücadelenin temel sebebi ise Nippur'a hakim olarak Basra Körfezi ticaretini elde tutmaktır.
Şehir devletleri arasındaki çatışmalarından yararlanan Elamlılar Aşağı Mezopotamya'yı istilâ ederek kendi devletlerini kurdular. Mahalli kralların kendi sitelerini yönetmesine müsaade eden Elam Devleti kendi sonunu hazırlar ve bu şehir devletlerinden birisi olan Babil isyan ederek bölgedeki Elam işgaline ve karışıklığa son verir. Aynı dönemde kuzeyde de Asur kentinin gittikçe geliştiği görülür.
BABİLLİLER ESKİ BABİL DÖNEMİ/1.BABİL DEVLETİ (M.Ö. 1800-1600)
M.Ö. 2.000 yıllarında Arabistan yarımadasından çıkan bir takım göçebe kavimler Akdeniz kıyılarına gelip yerleşirken bunlardan biride Amurru (Garp Samileri) koluna mensup bazıları Mezopotamya'nın Akad bölgesine sızarak buraya daha evvel gelmiş Sami gruplarla birleşerek büyük bir Sami topluluğu oluşturdular ve senelerce Sümer-Akad hakimiyetinde onların kültürüyle bütünleşerek yaşadılar. Babil şehrini de bu tür şeyler kurdu.
Amurrular, III.Ur sülâlesi döneminde Sümer-Akad devletinin zayıflamasından yararlanıp daha evvel işçi, tacir, ücretli asker vb. olarak bilhassa çevresinde toplandıkları Babil'de üstünlüğü ele geçirip bir prenslik kurdular. Bu sitenin ilk yöneticilerinin Elamlılara bağlı olduğu sanılıyor. Bir süre sonra coğrafî konumunun uygunluğundan da yararlanan Babil sitesinin krallık durumuna gelmesi M.Ö. XIX.yüzyıldır.
Babil'in 6. kralı Hammurabi M.Ö. ortalama 1790'larda ilkin Sümer ve Akad kentlerini Elam Kralı Rim-Sin'i yenerek ve Elamlıları mıntıkadan çıkararak tek bir yönetim çevresinde birleştirdi. Bu şekilde Sümer ve Akad ülkesinin kurtarıcısı durumuna yükselen Hammurabi, devletinin sınırlarını kuzeydeki Asur ve Fırat boylarında bulunan ve gene Samilerce kurulan Mari sitelerini de ile birlikte genişletirken bununla beraber bölgesel bir devletten imparatorluğa geçişi de elde etmiştir. Bu devlete tarihte I. Babil Devleti (Eski Babil Krallığı) denir.
Hammurabi periyodu Eski Babil Krallığı'nın zirve noktasıdır. Hammurabi, kişiliği bakımından üstünde özellikle durulması ihtiyaç duyulan mühim bir kraldır. Çünkü devrin siyasal ve sosyo-ekonomik ortamından yararlanıp eski dönemin kuvvetli devletlerinden birisini ortaya çıkarırken bir imparatorluk kurucusu olarak siyasal alandaki asker-komutan kişiliği kadar, Babil devletinin idarî, malî, hukukî alanlardaki yapılanmasındaki teşkilatçılığı onun toplumsal kişiliğini de mühim kılar.
İyi bir komutan ve yönetici olan Hammurabi bununla beraber tüm gücüyle Mezopotamya'yı Samileştirdi ve Babil kültürünü Mezopotamya kültürü hâline getirdi. Hammurabi ilk kez ve tam anlamıyla merkezîleşmiş bir devlet yönetimi oluşturdu. O güne kadar Sümer siteleri birlik hâline getirilse dahi başlarındaki ensilerin varlığına izin verildiğini, bunların merkezî idareye sık sık karşı çıkmaları sebebiyle kurulan imparatorlukların zayıf düştüğünü görüp bu mahalli yöneticileri sitelerin başından ile birlikte yerine kendisine bağlı valiler atadı.
Ordunun ve yönetimin kendi soyunun elinde toplanmasına bilhassa dikkat etti. Öte taraftan Babil şehri, devletin merkezi olarak kültür ve sanat ürünlerinin, ekonomik zenginliklerin getirilip toplandığı bir merkez oldu.
Bu şekilde Babil'in merkez ve taşradaki birimlerinin sıhhatli bir şekilde işleyebilmesini sağlayacak bir bürokratik kadro oluşturdu. Devletin başındaki kral olarak kendisi idareyi tek elden ve monarşik tarzda yönetmeye başladı. Bu yönetimi destekleyecek şekilde merkeze bağlı, geçimini kendilerine tahsis edilen topraklardan elde eden bir ordu oluşturdu.
Hammurabi'yi tarihte mühim bir Sami imparatorluğu kurması kadar kanunları da ünlendirmiştir. Hammurabi'nin M.Ö. 1750'li yıllarda oluşturduğu sanılan kanunlarını, bölgesel devletten imparatorluğa geçiş sürecinde mıntıkalara bakılırsa değişmeyen bir örnek hukuk ve yönetim anlayışı oluşturmak için yapmış olduğu sanılmaktadır.
Eski Sümer ve Akad kanunlarının, törelerinin ve fermanlarının toplanıp günün şartlarına bakılırsa tekrardan düzenlenmesiyle oluşturulan ve tarihte malum ilk tertipli kanun derlemesi olan Hammurabi Kanunları; merkezî iktidarın bürokrasiden sonrasında tüm ülkeyi denetlemesini elde eden bir aracı olmuştur.
Bu kanunlarla bununla beraber tüm ülkede durağan pazar tutarları da (fiyat kontrolü) geliştirilmiştir. Hammurabi, yapmış olduğu tüm bu yasal tanzim etme ve reformlarla donuklaşmış “tanrı-kral" anlayışından toplumsal yönü olan "hayırsever hükümdar" terimine geçişi de elde etmiştir ki, kendisi de yaptıklarını ve yasal düzenlemelerini anlattığı taş abidesinde "adil bir kral olarak halkı için yapmış olduğu iyilik ve bayındır faaliyetlerini" dile getirir.
ASURLULAR (M.Ö. 2000- 626 / 620)
M.Ö. 2300-2000 yılları arasındaki süreçte Garp Samileri halkları Orta Mezopotamya ve Babil'e doğru hareketlenerek buralara yerleşmişlerdir. Asurluların; Akadcada Amorit, Sümercede Martu olarak anılan ve Sami kökenli bir dil konuşan bu Sami orijinli gruplarla Şimal Mezopotamya'da eski Tel Halaf kültüründen gelme ve içlerinde Subaruların da bulunmuş olduğu bölgenin Asya kökenli eski halklarının kaynaşması ile oluşan melez bir ırk olduğu bilinmektedir.
Asur (Assur) sitesi, tanrı Asur adına kurulmuş ve kurum zamanı de tam olarak bilinmeyen bir şehirdir. Halkı da bu kentin ismini taşır. Bu şekilde M.Ö. 2.300-2.000 yılları arasındaki süreçte yörenin kültürü, politikası, dinî ve toplumsal yaşamı üstünde eski unsurlara son verilerek derin izler bırakan bir gelişme ve değişme yaşanmaya başlanır.
İlk dönemleri hakkında fazla bilgi edinilemeyen Asurlular Hititlerden ilkin Anadolu'da ticarî faaliyetlerde bulunup bilhassa Kapadokya'da tecim kolonileri (Kültepe) kurmuşlar ve bu dönemlerde Akadların hakimiyeti altında yaşamışlardır.
ESKİ ASUR ÇAĞI (M.Ö. 2000-1600)
Asur'u bağımsız bir kent devleti haline getiren kral İluşumadır (M.Ö. 2000). Daha sonraki krallar ülkenin imarı için çalışmışlardır. M.Ö. 1900'lerde Asur Krallığı giderek güçlenir ve tarih sahnesine çıkmaya başlar. Asur'u Orta Dicle Vadisi'nin en mühim devleti hâline getiren I.Şamşi Adaddır.
Bu zamanda Asur Krallığı'nın sınırları (bir takım askerî hücum ve politik değişmelere bağlı olarak bazen değişmekle beraber) doğudaki Zagros Dağları'ndan avrupada Fırat nehrine, kuzeyde Toroslardan güneyde Babil düzlüklerine kadar genişlemiştir.
Bunca genişlemeye karşın Asurluların rahat olduğu söylenemez. Zira Fırat'ın batısında ve Zagros Dağların'da yaşayan (Turuklular, Lulublar, Gutiler şeklinde) göçebe kavimler Asur ülkesine yaptıkları saldırılarla Asur'un güvenliğini hep tehdit eder olmuşlardır. I.Şamşi Adad'ı mühim kılan bir başka niçin de politik genişlemeye paralel olarak geniş bir yayılma politikası etrafında Anadolu'ya kadar erişmesi ve bu topraklara giden tecim yollarını ele geçirmesidir.
Bu zamanda Asur ve Anadolu arasındaki topraklarda siyasal egemenlik kuran güç bununla beraber aynı güzergah üstündeki tecim yollarının kullanımını da tekeli altına almıştır. Asurlular da bu tabloda Şimal Mezopotamya'ya hakim olmakla Asur-Anadolu arasındaki ticarete güvenlik elde etmiş ve tekel kurmuşlardır.
Eski Asur Devleti'nin ömrü uzun olmamıştır. I.Şamşi Adad'dan sonrasında enerjisini kaybeden Asur Devleti'ni Babil hükümdarı Hammurabi, Babil'e bağlamıştır. Bu şekilde Asur, M.Ö. 14.yüzyıla kadar Babil ve Mitanni devletlerinin siyasal nüfuzu altında kalmıştır.
Asurlular, M.Ö. 14.yüzyılda Hurri-Mitanni Devleti'nin Hitit hücumlarıyla zayıflamasından sonrasında tekrardan bağımsızlığına kavuşarak Yukarı Mezopotamya, Güneydoğu Anadolu ve hatta Babil'i de egemenliği altına alabilmiştir. Bu şekilde Asurlular Mezopotamya'nın Babillilerden sonraki egemeni olmuşlar, Babil Devleti'nin yöntemlerini benimsemişlerdir.
ORTA ASUR ÇAĞI (M.Ö. 1500-1000)
Amarna Çağı diye malum (Amarna; bir Mısır şehri ve Ön Asya'nın bu dönem zamanı ile ilgili çok sayıda Akadca belgenin bulunmuş olduğu bir arşive haiz) M.Ö. 1400-1300 yıllarında Babil ve Mitanni nüfuzu altında kalan Asur, bağımsız olunca da Babille olan mücadelesini sürdürdü. I.Salmanassar döneminde (M.Ö. 1275-1245) Mitanni ve Kassitlerle meydana getirilen savaşlarda başarıya ulaşmış olunup Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu ele geçirilir.
I.Salmanassar'ın oğlu I.Tukulti-Nunirta'dan sonrasında Asur, Babil hakimiyeti altına girerken kral I.Aşşurdan döneminde ise (M.Ö. 1179-1134) Babil'e vergi vermek suretiyle tekrardan bağımsız oldu. Kral I.Tiglatpilesar döneminde ise (M.Ö. 1112-1074) Asur devleti yeni bir yükseliş periyodu yaşayarak tekrardan büyük devlet oldu.
Asur Krallığı Suriye ve Şark Anadolu'yu kendine bağlayarak Akdeniz'e kadar ulaştı. Asur'un bu yeni yükselişini M.Ö. 1200'lerde vuku bulan Ege Göçleri sebebiyle Hitit Devleti'nin yıkılması ve bu sebeple kuzeyden gelen Hitit tehlikesinin ortadan kalkması ve Aşağı Mezopotamya bölgesinin yerleşik hayata geçerek bundan sonra savaşçılık özelliklerini kaybeden Kassitlerden kurtarılmasının yarattığı uygun siyasal ortam elde etmiştir.
Fakat Asur'un bu periyodu de fazla uzun sürmemiş ve Orta Asur Devleti M.Ö. 1050'den sonrasında Arami göçünün etkisiyle yıkılmıştır. Bu zamanda Sümer-Akad kültürü sebebiyle ortak özellikler gösteren Mezopotamya halkına yeni bir etnik öğe olarak Aramiler de katılacak ve bölge tekrardan şekillenecektir.
YENİ ASUR ÇAĞI (M.Ö. 1000-620)
I.Tiglatpilesar'ın ölümü ile genişlemesi duran ve hatta bir sürü yerde hakimiyetini kaybeden Asur'un bu duraklama ve gerileme periyodu ortalama 200 yıl kadar sürmüştür. Bu aradaki uygun ortamdan yararlanan Ön Asya şehir devletleri varlıklarını kendi başlarına sürdürecekler; Aramiler Suriye'de güçlü bir devlet kurarken İbraniler ve Fenikeliler de gelişecekler, Şark Anadolu'da ise Urartu Devleti kuvvetlenecektir.
M.Ö. 9.yüzyılda Asur devletinin başına bir takım kesin ve kuvvetli kişilikli hükümdarın geçmesiyle Asur tekrardan büyük bir güç hâline gelmiş ve Asur İmparatorluğunun temelleri atılmıştır. ll.Assurnasirpal (M.Ö. 883-858) Aramilerin elindeki Şimal Suriye'yi ele geçirip yeni bir başkent olarak Kalah'ı kurarken; onun halefi lll.Salmanassar ise kuzeydeki Urartu Devleti ile savaşmış, doğudaki Medler'i egemenliği altına almış, avrupada Toroslara kadar ulaşmıştır.
Yeni Asur Devleti (M.Ö. 745-612); bir darbe ile iktidarı yakalayan ve Asur'un en mühim krallarından birisi olan lll.Tiglatpilesar tarafınca kurulmuştur. III.Tiglatpilesar (M.Ö. 745-727) Babilonya ile kurduğu ittifak yardımıyla Urartu saldırılarını geri püskürtmekle kalmamış, Suriye'yi ve Babilonya'yı eline geçirmiş, ününü ve tesirini Yemen'e kadar ulaştırmıştır. Son aşama katı bir yönetim politikası izlemiş, krallığı döneminde egemenlik alanı içindeki yerleşimlerin yerini değiştirmiştir.
III.Tiglatpilesar'ı takip edenler devleti genişletmeyi sürdürürler. II.Sargon döneminde (M.Ö.722-705) Asur en kuvvetli ve merkezî devlet düzeyine ulaşırken; II.Sargon M.Ö. 722'de Samaria merkezli İsrail ve Yuda devletlerini ve Kıbrıs'ı eline geçirmiş, sonrasında Urartuları yenip başkentleri Tuşpa'yı yıkmış, kendi hükümet merkezini ise Durşarrukin'e taşımıştır.
Sanherib (M.Ö. 705-681) ise M.Ö. 689'da Asur'a karşı ittifak meydana getirmeye çalışan Babil'i tümüyle tahrip etmiş, Fenikelilerden Tir şehrini almış, Yahudilere din değiştirtip tekrardan egemenlik altına almış ve parlak bir başkent olarak Ninive'yi kurdurmuştur.
Assarhaddon zamanında (M.Ö. 680-669) ise Asur İmparatorluğu Mısır'ı da ile birlikte en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Fakat Asur'un kuzeyden gelen Kimmer tehlikesi ile uğraşmasından yararlanan Mısır M.Ö. 655'lerde Asurbanippal döneminde tekrardan bağımsızlığına kavuşurken; Asur İmparatorluğu, Kimmer tehlikesini akıllı bir siyaset seyredip İskitlerle ittifak yaparak önlemiştir. Asurbanippal (M.Ö. 669-627) Mısır'ı elde tutmayı başaramamakla beraber Babil ve Elam civarındaki isyanları bastırıp Elam Devleti'ni ortadan kaldırdı (M.Ö.639).
ülke bu zamanda bayındır edilerek yeni şehirler kurulmuş, örnek kütüphane ve arşivler meydana getirilmiştir. Fakat Asur İmparatorluğu ile İran'daki Medler içinde tampon bir bölge olan Elam Devleti'nin ortadan kalkmasıyla Medler çok geçmeden saldırıya geçtiler ve böylelikle Asur'un bu görkem devrinden derhal sonrasında imparatorluk dönemiyle tam bir çelişki teşkil eden hızlıca çöküş çağına girildi.
M.Ö. 65O'de tekrardan kurulup M.Ö. 626'da da tekrardan bağımsızlığını kazanan Babil ile birleşen Medler M.Ö. 614'de Asur'u, M.Ö. 612'de de Ninive'yi ele geçirip tahrip etmişlerdir. Asurluların son direnişi de M.Ö. 6O9'da kırılmıştır. O güne kadar mağluplarına gaddar ve sert davranmakla ve bu sebeple nefret uyandırmakla ünlü Asurlular'a bu kez Medler ve Babilliler çok gaddar davranarak tüm Asur şehirlerini yerle bir ettiler ve topraklarını da aralarında paylaştılar.
YENİ BABİL (KALDE) DEVLETİ DÖNEMİ (M.Ö. 626-539)
Asur devletinin ortadan kalkması üstüne doğusu ve kuzeyi Medlerin elinde bulunan Mezopotamya'da üstünlük bir kez daha Babillilerin eline geçmiştir. Fakat Babil halkı Eski Babil Devleti dönemine bakılırsa fazlaca değişmişti. Çünkü Sami göçü esnasında gelen bir Arami kabilesi olan Kaldeliler M.Ö. 1000 yıllarında Babil'e ulaşmışlar ve kuvvetli Babil kültürünü benimseyerek yazı dili olarak Babil dilini almışlardır. Mezopotamya içinden lanan bu son siyasal oluşuma Babil şehri ve onun hakim unsuru Kaldelilerin etkinliğine bakılarak Yeni Babil/Kalde Devleti denir.
Yeni Babil Devletini, ilkin Babil'e bağımsızlık kazandıran sonrasında da Medlerle birlik olup Asuru yıkan kral Nabupolassar kurmuştur. Onu takip eden II.Nabukadnezzar (M.Ö. 605-562) döneminde devlet zirve noktasına ulaşır. Mısır'da firavun Amasis'e karşı çıkan isyanlardan istifade ile Mısır üstüne yürümüş, Nil deltasındaki Mısır kentlerini yağmalamıştır.
M.Ö. 586'da Kudüs'ü ile birlikte buradaki Yuda Devletine son vermiş, Kudüs'ü tahrip ederken Yahudileri Babil'e sürgün edip mıntıkaya kendi adamlarını yönetici olarak atamıştır. Bölgedeki isyanlar sürünce bu kez M.Ö. 582/581'de daha şiddetli bir şekilde cezalandırılan Yahudiler tekrardan sürgüne tâbi tutuldular.
Bu şekilde Yahudilerin M.Ö. 536'ya kadar devam eden yeni sürgün dönemleri başladı. Doğudaki kuvvetli Med Devleti ile dostane ilişkiler kurmanın rahatlığı ile Nabukadnezar hem Asurla hem de Suriye'deki devletler ve Mısırla savaşım edebilmiş, bu barışın verdiği güvence ile başkent Babil'i tekrardan inşa etmiştir. Fethettiği ülkelerden ele geçirdiği larla Babil'de Marduk Tapınağı, zikkuratlar, tapınaklar, kral sarayı şeklinde bir sürü yeni yapı yapılmış ya da genişletilmiştir. Babil'in Asma Bahçeleri de bu zamanda yapılmıştır.
Nabukadnezzar'dan sonraki krallar döneminde Babil devleti iç yapısındaki sağlamlığını yitirmiş ve yönetimde rahipler giderek güç ve etkinlik kazanır olmuşlardır. Ayrıca İran'da Medlerin yerine Perslerin geçmesi hem Yeni Babil Devleti'nin hem de Mezopotamya'nın geleceğini etkileyen yeni sonuçlara yol açtı. Kyros (Kirus) yönetimindeki Persler Anadolu'daki Lidya Devletini yendikten sonrasında M.Ö. 539'da Babil'i de ile birlikte Eski Ön Asya'nın tarihî mirasına konmuşlardır.
M.Ö. 539'DAN SONRA MEZOPOTAMYA
Mezopotamya M.Ö. 539-331 içinde Perslerin egemenliği altında kalmıştır. Başlangıçta site devletlerine verilen kısmî özerklik çıkan isyanlar üstüne tamamen ortadan kaldırılırken M.Ö.478'lerde Babil Krallığı Perslerce feshedildi. Mıntıkaya bir süre sonra Büyük İskender, onun ölümünden sonrasında Suriye'de kurulan Hellenistik Selevkos (Seleukos) Krallığı egemen olur ve her iki dönemde de bölge önemini muhafaza edip şehirler parlak dönemler yaşar. Fakat bir süre sonra mıntıkaya hakim olan Partlar döneminde (M.Ö. 141-M.S. 226) parlak dönem son bulur.
Bölgedeki Roma egemenliği kısa sürmüştür. Yeni bir Pers devleti olan Sasaniler (226-640) döneminde Mezopotamya Sasanilerin elinde kalmakla beraber Roma/Bizans-Sasani mücadelesinin geçmiş olduğu alanlardan birisi olur. M.S. 640'larda bölgeyi Araplar ele geçirir.
Aslen Mezopotamya'nın tabii sınırları yoktur. Bölge güneybatıda Suriye Çölüne, kuzeydoğuda İran Yaylasına, kuzeyde Fırat ve Dicle vadileri ile Anadolu'ya açıktır. İşte bu jeolojik yapı yüzünden Mezopotamya tarihte hem bu yönlerden gelebilecek istilâlara açık kalmış hem de Mezopotamya'da oluşan uygarlığın dışarıya yayılması kolay olmuştur.
Genel anlamda iki ırmak arasındaki bölge kastedilmekle birlikte, tarihte bölgedeki siyasal oluşumlar da dikkate alınarak Şimal Suriye ve Basra Körfezi'nin doğusu da Mezopotamya Zamanı içinde ele alınarak incelenmiştir. Bu sebeple uzmanlar bölgeyi iki ana kısma tasnif ederek ele almışlardır.
Toroslardan Bağdat'a kadar olan kısım Yukarı Mezopotamya (Asur ülkesi) olarak adlandırılmıştır. Güneydeki Bağdat'tan körfeze kadar olan alüvyonlu mıntıkaya ise sırasıyla Akad, Babilonya, Sümer; Basra Körfezinin doğusundaki mıntıkaya ise Elam ismi verilmiştir. Güneydeki kısım daha genel olarak Kalde diye de adlandırılmıştır.
MEZOPOTAMYA TARİHİNDE SİYASAL GELİŞMELER VE ÖZELLİKLER
Bölge Asya-Akdeniz içinde bir geçiş noktası olması sebebiyle Asya'dan gelen ve sulak toprak arayan kavimlerin ilk uğrak yeri olmuştur. Kuraklık çeken Arabistan'ın göçebe kabileleri içinse bir çekicilik merkezidir. Bu nedenle mıntıkaya tarih içinde Asyalı, Sami (Arabistanlı) ve Hint-Avrupalı bir sürü kavim yerleşmiştir.
Bölümde bir taraftan bir devletin uzun soluklu ve kesin hakimiyeti kurulamazken başka taraftan bölgenin ırkî yapısı da yeni yeni ırkların katılıp kaynaşması ile sürekli bir melezleşme yaşamıştır. Bu şekilde tabii sınırları olmayan Mezopotamya; hem değişik kavimlerin yargı sürdüğü hem de Mısır'a bakılırsa daha karma bir kültürün geliştiği bir alan olmuştur.
Bölge tarihinin ana dönemlerini değişik tarihlerde değişik kavimler belirler. Bu tür şeyler; M.Ö. IV.-III. bin yılda Sümerler ve şehir devletleri, M.Ö. III.bin yılda Akadlar (Şark Samileri), M.Ö. II.bin yılda Babilliler (Garp Samileri), M.Ö. l.bin yılda Asurlular ve Aramilerdir.
SüMERLER (M.Ö. 3500-2350)
Sümerler Eski Tunç periyodunun başlangıcında (M.Ö. IV.bin senenin sonlarına doğru) Mezopotamya'ya geldiler. Mezopotamya'nın o sıradaki yerli halkının kimliği bugün tam olarak bilinmiyor. Sümerlerin menşei de bütünüyle aydınlatılmış değildir. Sümerlerin kökeni uzmanlarca her ne kadar Hint kültürü (İndus kültürü) içinde aransa dahi nereden geldikleri kati bir şekilde belirlenmiş değildir. Fakat lisanlarına ve antropolojik bulgulara bakarak onların Hint-Avrupalı ve Sami kavimlerden ayrı olduklarını söylemek mümkündür.
Sümerlerin ilkin Eridu'da yerleştikleri, bir süre sonra Uruk'da siyasal bir merkez kurmuş oldukları sanılıyor. M.Ö. 3.5OO-3.OOO yılları içinde büyük bir kültürün varlığı kanıtlanmıştır ki bunun ilk Sümer kültürü olduğu sanılıyor. Sümer kültürünün gelişimini şu aşamalarla izlemek mümkündür:
M.Ö. 3.500-3.200: Sümerlerin ortaya çıkışı (Şehir devletleri devri)
M.Ö. 3.200-3.100: Uruk Devri (Yazının icadı)
M.Ö. 3.100-2.900: Cemdet Nasr Devri (Sümerlerin Kahramanlık Çağı)
M.Ö. 2.900-2.350: Erken Sülâleler Devri (Zamanı devirlere giriş periyodu),
M.Ö. 2.500-2.350: I.Ur ve Lagaş Sülâleler Devri (Sümer Arkaik Devri)
SüMERLERİN "KENT DEVLETLERİ" DÖNEMİ
Bir takım tarihçiler Sümer dilindeki bir takım kelimelerin ve M.Ö.4500-4000 yıllarına tarihlenen Türkistan-Aşkabad'daki Anau Kültürü'nün Mezopotamya'daki Elam-Sus kültürleri ile benzerliğinden yola çıkarak Sümerlerin Orta Asya kökenli olabileceklerini öne sürerler. Gerçi bu iddia onların arî ırktan oldukları iddiası şeklinde ispatlanmış değildir.
Genel anlamda kabul edilen görüş, Sümerlerin Mezopotamya'ya oradaki yerli halka bakılırsa daha gelişmiş bir kültürle geldikleridir. İşte bu sebeple Sümerler güneydeki bataklık bölümde yaşayan kavimlerin medeniyetine kendi kültürlerinden bir takım unsurları katarak mevcut köyleri ve köy kültürünü kent ve kent kültürü hâline getirdiler.
Merkezî bir mabet çevresinde kurulan ve etrafı bir surla güvenlik altına alınan bu minik Sümer şehir devletleri bağımsız birer siyasal birim olarak devrin başlıca karakteristiğini oluştururlardı. Eridu, Uruk, Lagaş, Kiş, Nippur, Umma, Erek şeklinde şehir devletleri (site) içinde ilk başta Uruk önder bir rol oynamıştır. Bu şehir devletleri toprak ve su meseleleri yüzünden birbiriyle çatıştıkları şeklinde sık sık da göçebelerin saldırılarına uğruyordu.
Sümerlerin Mezopotamya'da kurmuş oldukları bu kentlerin başlangıcında bununla beraber ordu komutanlığı ve yargıçlıkla ilgili görevleri de uhdesinde bulunduran bir rahip-kral (Ensi) bulunuyordu. Ensi; hem devletin hem de din adamlarının başıydı. Şehirler Zikkurat ismi verilen dikdörtgen plânlı tapınaklar çevresinde oluşurken her şehrin kendine özgü bir tanrısı vardı ve tapınaklar da aslına bakarsan her şeyin (kentin ve şehir topraklarının) sahibi bu tanrılar için yapılıyordu. Bundan dolayı ilk başlarda askerler tanrının evini ve mülkünü tanrı adına yönetirken egemen sınıfı da oluşturuyorlardı.
İlk dönem Sümer kültüründe her şeyin site tanrısına, bu sebeple tanrı adına tapınağa ait olması yüzünden bir süre sonra “tapınak sosyalizmi†ya da "teokratik devlet sosyalizmi" adıyla tanımlanacak olan bir toplumsal üretim ve iyelik şekli oluştu.
Bu zamanda din adamları cemiyet gözünde giderek saygınlık kazandılar. Bu şekilde mabet topraklarından elde edilmiş ürünlerden din adamları, askerler, yöneticiler ve bu ürünleri mabet adına içeride ve dışarıda pazarlayan tüccarlar da faydalanır olmuşlardır.
Şehir devletçiklerinin birbirleri ile ve kendilerine hücum eden göçebe topluklarla mücadelelerinin sıklığı askerlerin önemini giderek artırıyordu. Devletin başı olan "rahip-kral"ın bu şeklinde savaşlar zamanında atadığı komutanlar giderek askerî işlerin yanında sivil işlere de karışmaya başladılar ve güçleri de buna paralel olarak arttı.
Sonuçta din adamları ile askerlerin arası açılırken tapınakların yanında saraylar da terfi etti ve yönetici kadro askerlerden oluştu. Bundan böyle “rahip-kralâ€ın yerini "asker-kral" alırken tapınakların geliri de bu kadronun eline geçti. Bu değişiklik üretim araçlarının din adamlarınca ortak yönetildiği kamusal iyelik düzeninden hususi iyelik düzenine geçişe de yol açtı.
Yeni elde edilmiş topraklar bundan sonra tapınağın denetimine bırakılmazken, kısa süre önce mabet adına tecim meydana getiren tüccarlar bundan sonra kendi hesaplarına çalışıp mühim iktisadî güç kazanacaklar ve bu vaziyet toplumsal sınıflaşmayı da etkileyecektir.
URUK VE CEMDET NASR DÖNEMLERİ (M.Ö. 3200 - 2900/2750)
Sümer bölgesinde ilk uygarlığın doğuşundan (M.Ö. 3500'lerden) M.Ö. 2900/2750'lere kadar geçen dönem "Uruk Devri" ve onu takiben "Cemdet Nasr Devri" diye adlandırılır. Bu dönem kültürleri; yazının yeni başladığı ve tam gelişmediği dönemlerdir. Bundan dolayı bu devirlerin zamanı ama arkeolojik araç-gereç ve mitolojilerle tespit edilebilmektedir.
Bu tabloda en mühim ekonomik nitelikli mühürler ve vazolar üstündeki resimlerdir. Bir takım tarihçilerin "Sümerlerin Kahramanlık Çağı" ismini verdikleri bu döneme ait Sümer kral listelerinin ilk kısımları geniş seviyede efsanevî niteliktedir ve burada bir takım kent isimleri ile kral isimleri geçmektedir.
Bu döneme ait en mühim belge Uruk Kralı Gılgamış'a ait efsaneleri gösteren sonraki döneme ait tabletlerdir. Gılgamış Destanı, tarihin en eski yazılı destanının ismi olup, 12 kil tablete Akad çivi yazısı ile kaydedilmiştir. Uruk kralı Gılgamış'ın ölümsüzlüğü arayışının öyküsünün anlatıldığı destan bununla beraber Nuh Tufanı'nın daha eski sürümünü de barındırmaktadır.
Gılgamış, en yakın dostu Enkidu'nun ölümünün arkasından giriştiği ölümsüzlüğe yetişme çabasının nafile bulunduğunu ve Tanrı Enlil'in öğütleriyle, insanoğlunun ama büyük bir isim bırakmakla ölümsüzlüğe erişebileceğini kabul etmiştir.
Destan, tarihte malum en eski medeniyetlerden olan Sümerlerin yaşayışları hakkında bilgi verir ve kendisi de ilk yazılı destan olma hususi durumunu taşır. Gılgamış Destanı'nın en mühim özelliklerinden birisi de, anlattığı "Tufan" öyküsünün, üç büyük dinin mukaddes kitaplarında yer almasıdır. "Ölümsüzlük Otu" öyküsü, Türk-İslam dünyasının "Lokman Doktor" söylemine benzemektedir.
Bilgi eksikliğine karşın gene de bu devrin toplumsal yapısını, yükseldikçe küçülen kademeli yapılardan oluşan tapınak mimarisini, bir siyasal birlik kurulamadığı için her sitenin bir siyasî şef idaresinde bağımsız olarak yaşadığını ve Sümer yerleşim alanının giderek kuzeye doğru yayıldığını biliyoruz.
Başka taraftan Sümer şehir devletleri ortaya koydukları uygarlığa lüzumlu maden ve malzemeyi (kereste şeklinde) bulabilmek için İndus'tan Nil nehrine kadar olan geniş bir coğrafyada ticarî faaliyette bulunarak çağdaş cemiyet kavram ve sistemini buralara taşıyarak buralarda da uygarlığın doğuşuna katkıda bulunmuşlardır. Nitekim Mezopotamya'da uygarlık M.Ö. 3500'lerde başlarken benzer şartları taşıyan Mısır'da M.Ö. 3000, İndus civarında M.Ö. 2500'lerde başlar.
ER/ERKEN SüLALELER DEVRİ
Eski Mezopotamya tarihinde Cemdet Nasr devrinin sonundan Akad Devleti'nin kurulmasına kadar geçen zamana (M.Ö. 2900/2750-2.350) Er/Erken Sülâleler Devri denir. Bu zamanda Kiş, Uruk, I.Ur ve Lagaş şeklinde sülâleler öne çıkar. Er Sülâleler periyodu ile Mezopotamya ve Sümerlerin zamanı devirlerine de tam anlamıyla girilmiş olunur.
Çünkü bu döneme ait yazılı belgeler boldur. Bilhassa Sümer mitolojisi, destanları, ağıt metinleri, tarihî kayıtlar, kral listeleri şeklinde araç-gereç bu dönemleri oldukça iyi aydınlatır. Bu devrin en mühim sitesi olan Lagaş'da bulunan yüzlerce tabletten yalnız Lagaşâ€˜ın tarihini değildir komşu şehirlerin tarihini ve bölgenin toplumsal, siyasal ve ekonomik yapı ve ilişkilerini de öğrenmek mümkündür.
Bu zamanda Kiş kenti şimal Sümer bölgesinin yönetim merkezi olur. Fakat kısa sürede siyasal gelişmelerin ağırlık merkezi tekrardan güneye döner. Bunun sebebi güneyde M.Ö. 2500'den itibaren I. Ur Sülalesi zamanında Ur kentinin gelişmesiyle süregelen dönüşümdür. Bu konuyu Lagaş kenti izler.
Lagaş'la beraber o güne kadar Ensi (Patesi) ismini alan site yöneticileri bundan sonra "Lugal" (Kral) unvanını alır. Lagaş kentinde M.Ö. 2440 senesinde Eannatum'un başa geçmesiyle Lagaşâ€˜ın parlak periyodu başlar. Eannatum iyi bir asker ve devlet adamı olarak Umma ve Uruk sitelerine Lagaş'ın üstünlüğünü kabul ettirir.
Eannatum'dan sonrasında Lagaş bir süre Umma ile çatışır. Ayrıca içerde din adamları nüfuz kazanarak devlet idaresini ele geçirip halkı baskı altında tutarlar. İktidarı yozlaşmış rahip-yöneticilerin elinden alacak isyanın başlatıcısı ve önderi bir asker-yönetici olan ve Er Sülâleler döneminde Lagaş sülâlesinin son kralı olan Urukagina olacaktır (M.O. 2425-2400/2360).
Urukagina, tabletlerinde iktidara geldiği sırada ülkenin içinde bulunmuş olduğu şartları ve yoksulluk ve yozlaşmayı anlatır. Bir süre sonra da rahipler sınıfının insanları iyi mi sömürdüğünü açıklayıp kendi koyduğu yasaları belirtir. Aslen bu yaptıklarıyla Urukagina; tarihin tanımış olduğu ilk toplumsal reformcudur. Onu mühim meydana getiren da budur. O; "mabet sosyalizmi" sebebiyle rahiplerin çok artan nüfuzuna karşı çıkarak geniş halk kitlelerine karşı adil davranılmasını isteyip bu yönde düzenlemelerde bulunmuştur.
Yapmış olduğu toplumsal reformlarla rahiplerin ayrıcalıklarını azaltırken ilk hukuk kurallarını da yayımlamıştır. Buna bakılırsa mabet sosyalizmi ekonomisinde ürettiğini tapınağa getiren halk bundan sonrasında bu konuyu hususi mülkiyetinde bulundurma ya da satma hakkını elde ediyordu. Başka taraftan kral ve adamlarının da vatandaşların mülkünü zorla almasının önüne geçiliyordu.
Kısacası Urukagina mabet sosyalizmi adıyla adlandırılan rejimi değiştirerek hususi mülkiyetin doğuşuna neden olan, böylelikle Sümer tapınağının enerjisini ve kuvvetini de azaltan, her yönüyle "hukuk devleti" anlayışının ilk emarelerini sergileyen bir toplumsal reformcudur.
("özgürlük: amargi" sözcüğü ile ilk kez onun tabletlerinde karşılaşırız).
Er Sülâleler devrindeki bu gelişmelere karşın Mezopotamya'da hemen hemen güçlü bir devlet kurulamamıştır. Her şehirde bir sülâle yargı sürerken bir sürü mamur kent ortaya çıkmıştır ve bu şehirlerde bilhassa mimarî açıdan dikkati çeken anıtsal tapınaklar, kent surları ve kanallar yapılmıştır.
I. UR VE LAGAŞ SüLÂLELERİ DEVRİ (SüMER ARKAİK DEVRİ)
"Sümerlerin Arkaik Devri" de denilen I.Ur ve Lagaş sülâleleri döneminde Ur ve Lagaş sitelerinin ikisinin aynı anda geliştiği, bu iki siteye ait buluntuların birbirini tamamlayarak periyodu aydınlattıkları görülür. Ur'daki kral mezarları buluntuları maden işçiliğindeki gelişmeyi, ölümden sonrasında bir yaşamın varlığına olan inancı gösterir.
Ur; Sümerlerin bu dönemdeki din ve sanat anlayışını aydınlatır. Lagaş ise devrin toplumsal ve siyasal yönünü aydınlatır. Çünkü Lagaş tabletleri daha çok Lagaş'ın komşu sitelerle -özellikle Umma ile- olan dış mücadelelerini ve saray-tapınak (askerler-rahipler) içinde geçen iç mücadelesini anlatır ki sonuçta iç mücadeleyi şahsi mülkiyeti güvence altına alan toplumsal reformları meydana getiren asker Urukagina kazanır. Fakat o da derslik farklarını tam olarak ortadan kaldıramadığı şeklinde bu reformları başka Sümer sitelerine taşıyamaz.
Lagaş'ta bu gelişmeler olurken onun başka siteler üstündeki egemenliğinin yaygın olmamasından yararlanan Umma Kralı Lugalzaggisi Lagaş'ı ele geçirir. Lugalzaggisi, Lagaş haricinde Uruk da dahil olmak suretiyle belirgin başlı Sümer kentlerini ele geçirerek tüm Mezopotamya'yı birleştirmek için mücadeleye atılmış ve yayılmasını sürdürerek "ülkeler kralı" unvanıyla ve Sümer tarihinde ilk kez Şimal Suriye üstünden Akdeniz'e ulaşmıştır.
Bu şekilde Sümerler büyük bir devlet çerçevesi içinde ilk kez bir araya gelmiş olurlar. Fakat bu birlik anlaşılan bir "şehirler birliği" (konfederasyon) şeklinde olup merkezî bir devlet şeklinde gerçekleşememiştir. Sümerlerin yapamadığını o sırada Orta Mezopotamya'da sivrilen ve Sami asıllı bir kavim olan Akadlar gerçekleştirecek ve Sümerler egemenliklerini bu kavme terk etmek zorunda kalacaklardır.
AKAD İMPARATORLUĞU (M.Ö. 2350-2150)
Akad (Akkad/Akkade/Agade) Bağdat'ın güneyinde kalan, Şark Samilerinin ilk yerleşim yeri olan bölgenin merkezinin adıdır. M.Ö. 4000'lerde Akadların mensup olduğu Şark Samilerinden ilk kavimler Arabistan'dan çıkarak Orta Mezopotamya'ya gelip yerleşirler. Sonraki yıllarda bu tarz şeyleri başka gruplar takip eder. Sümer bölgesine sızan bu Sami kavimleri yüzyıllarca yarı göçebe bir yaşam yaşarken Sümer kültürünü benimseyerek ama kendi kültürlerini de tamamen terk etmeden yaşamışlar ve çoğalmışlardır.
Ayrıca halkı giderek yalnız Samilerden oluşan metropoller meydana getirmişlerdir. M.Ö. 2350'lerde de kendi kültürleriyle ortaya çıkarak Mezopotamya'ya hakim olmuşlar; bölgedeki Sümer hakimiyetine son verirken Sümerler de bundan sonrasında Akadların kurmuş oldukları devletin idaresinde sakin bir halk olarak yaşamışlardır.
Akad kültürü; Samilerin kendilerine özgü Sami kültürleri ile Sümer kültürünün kaynaşmasından oluşmuştur. Bu yeni kültür; Akkade şehrinde kurduğu devletle, Ön Asya'da site devletinden imparatorluğa geçişi elde eden mühim bir dönüm noktasının da başlatıcısı olur. Sümer'deki bir türlü çözülemeyen şehir devletleri arası cenk meselelerini Akadlı askerler tüm şehir devletlerini bir yönetim altında toplamak ve göçebe toplulukların saldırılarına karşı birleştirmekle çözmüşlerdir.
Akadlı I.Sargon M.Ö. 2350 dolayında Sümer şehirlerini tek tek ele geçirirken bununla beraber bölümde hem Sami kavimlerin Akad önderliğindeki hakimiyetini hem de şehir devletlerinden bölgesel devlete geçişi gerçekleştiriyordu.
Sümer kral sıralamasında ülkesini 56 yıl yönettiği yazılı olan Akad Devletinin kurucusu Sargon Kiş sitesinde -soylu bir sınıftan gelmemekle birlikte- üst düzey bir görevli iken krallığı eline geçirmiş, M.Ö. 2350'de Umma Kralı Lugalzaggisi'ye karşı yapmış olduğu harpte Sümerleri yenerek Akad'ı Cenup Mezopotamya'nın yönetim merkezi yapmıştır.
Bu şekilde onun adıyla anılan ****** eliyle Mezopotamya'da M.Ö. 2350-2150 yılları içinde sürecek "Sami kökenli kavimlerin egemenliği" de adım atmıştır. Fakat I. Sargon'u tarih sahnesine çıkaran yalnız o zamanki yüksek kültür alanını siyasal mealde da birleştirmesi değildir.
I.Sargon; devamlı bir ordu kurarak doğuda Elam'a, kuzeydeki dağ kavimlerine, Suriye ve Lübnan'a, Anadolu'da Toroslara kadar yapmış olduğu askerî seferlerle tarihte ilk kez “dünya hakimi†sanına kavuşmuştur. I.Sargon'un kurduğu imparatorluk Güneybatı İran'dan Akdeniz'e kadar uzanıyor, Anadolu'nun güneydoğusu ve Şimal Suriye'yi de içine alıyordu.
Bu devletin bununla birlikte Kıbrıs ve Hindistan ile de tecim bağları vardı. Basra Körfezi'ndeki adalara deniz seferi düzenleyen I.Sargon'un hem kara ordusu yanında kuvvetli bir donanmaya da haiz bulunduğunu hem de bu geniş yayılma alanı yardımıyla aslolan merkez olan ve tehlikeye açık Mezopotamya'ya sulh ve itimat getirdiğini anlıyoruz.
Onun aslolan merkez olan Mezopotamya ve Mezopotamya'nın çıkarlarını korumak ve sürdürmek adına çevre alanlara yapmış olduğu seferler; barışı güvence altına alabilmek için yapılmış emperyalist bir yayılma olarak değerlendirilir. Akad'ın bu aşama geniş bir alanda egemenlik kurabilmesinin ve gücünün dayanak noktaları; askerî yönden kuvvetli olması, yönetim mekanizmasındaki olabildiğince merkeziyetçi örgütlenme ve bir tür feodal düzendi.
I.Sargon'un kurduğu devletin yönetimi tam bir merkezî karakter kazanamamıştır. Çünkü sitelerin başındaki ensiler gene var olmuş, Sargon da bu siteleri egemenliği altına alırken onlara "bağlı beylik/ vassal devlet" statüsü uygulamıştır.
I.Sargon'dan sonrasında gelen halefleri (ardılları) içinde torunu Naram-Sin (M.Ö. 2270-2233) döneminde Akad Devleti fetihlerle Garp İran ve Arabistan içlerine, avrupada Kıbrıs adasına kadar genişlemiştir. Dönemindeki belgelerde Naram-Sin'in Anadolu'da 17 kralla savaştığı belirtilirken bu belgeler bununla beraber Anadolu geçmişine de ışık tutmaktadır. Devletini bu aşama genişleten Naram-Sin'in yaptıklarının anlatıldığı stelde Naram-Sin "dört iklimin kralı" unvanını almıştır.
Naram-Sin'den sonraki krallar döneminde Akad Devleti giderek zayıflar. Bunun sebepleri; devletin içindeki Sümer sitelerinin ve onların rahip krallarının (ensi) isyanları, Zagros Dağları'nda yaşayan kavimlerin saldırıları ve Elamlıların Mezopotamya'ya yaptıkları akınlardır.
Ortalama 200 yıl kadar devam eden Akad İmparatorluğu M.Ö. 2150 senesinde Zagros Dağları (şimdiki Luristan bölgesi)'ndan gelen ve Mezopotamya larının "dağların ejderhaları" diye bahsetmiş olduğu Gutiler tarafınca yıkıldı. Derhal tüm Akad şehirlerinin yağmalayıp yok eden Gutiler bölümde ama 50 yıl kadar kalabildiler. Çünkü Sümer şehirleri bunlarla savaşım edip Mezopotamya'dan çıkarma başarısını gösterirken aynı zamanda "Sümer Klâsik Çağı"nı da başlatıyorlardı.
YENİ SüMER DEVLETİ (SüMERLERİN KLASİK DEVRİ/SüMER RÖNESANSI DÖNEMİ)
Akad hakimiyetinin sona ermesinden Babil Devleti dönemine kadar olan süreye (M.Ö.2150-1950) Yeni Sümer Devleti (Sümerlerin Klâsik Devri/ Sümer Rönesansı Süreci) denir. Gutilerin Mezopotamya'dan çıkarılması, bölgedeki varlıklarını hâlâ kuvvetli bir şekilde sürdüren Sümerlerin son bir parlak dönem yaratmaları için uygun ortamı oluşturmuştur ve böylelikle Sümer kültürü yeniden canlanırken Uruk, Ur, Lagaş hanedanları şeklinde hanedanlar tarih sahnesine çıkar. M.Ö. II.bin yıl başlarında III.Ur sülâlesinden Lagaş Kralı Gudea döneminde varlıklı bir tecim kenti olan Lagaş ve Uruk bu yeni devrin karakteristiğini oluşturdular.
Sümer ve Akad krallarının unvanlarını alan bu dönem kralları zamanında bir sürü sanat eseri ve mabetler yapılmış, bilimsel yaşam ve hukuk ilerlemiştir. Ur kralı Ur-Nammu döneminde tüm siteler tekrardan tek bir egemenlik altında toplanıp devletin sınırları I.Sargon dönemindeki şeklinde Elam ve Asur'a kadar uzanacaktır.
Ur-Nammu'yu aslolan mühim kılan -dönemindeki siyasal genişleme ve maddî uygarlıktaki zenginlik kadar- bu kralın o güne kadar sözlü gelenek-görenek şeklinde varlığını sürdüren kanunları yazdırarak ilk yazılı hukuk metnini oluşturmasıdır. Oğlu Şulgi ise; kanunları sistematik bir şekilde bir araya toplamıştır. Bu zamanda Anadolu'ya (Kappadokya'ya) tecim kolonileri gönderilir.
Sümerlerin tekrardan güçlendiği bu devrin sonlarına doğru Mezopotamya doğudan ve garptan bir kez daha yabancı kavimlerin yeni göçlerinin yarattığı tehlikelerin tehdidine maruz kalır. Fırat ve Dicle nehirlerinin birbirlerine yakınlaştığı Mari bölgesi ve civarına yerleşen Sami ırkından Amurrular (Amorritler) garptan, Elamlılar ise doğudan Ur sitesi yönetimindeki Mezopotamya'ya saldırdılar. Ur Kralı, Elamlılarla yapmış olduğu bir harpte yenilip tutsak fikir M.Ö. 2.000 yıllarında Sümerlerin bölgedeki egemenliği de biter.
UR SüLALESİNDEN SONRA MEZOPOTAMYA (M.Ö. 2000-1800)
Bu dönem; Mezopotamya'da egemenliğin Sümerlerden Samilere geçiş devridir. M.Ö. II.bin yıl başlangıcında tüm Mezopotamya'ya egemenliğini kabul ettiren III.Ur sülâlesinin Elamlılar ve Amurrularca yıkılmasından sonrasında Sümer ülkesinde siyasî birlik bozulmuştur. Bu şekilde Mezopotamya tarihinde "İsin-Larsa Devri" ismi verilen ve kent devletlerinin egemen olduğu bir dönem ortaya çıktı.
Aralarında İsin ve Larsa da olmak suretiyle Eşnuna, Mari, Terga, Hana, Babil ve Asur şeklinde bir sürü site bağımsız hâle geldi. Pek çok Samilerce kurulan bu siteler içinde devamlı çatışmalar vardı ve bu vaziyet M.Ö. 18.yüzyıl ortalarına dek sürecektir. Bilhassa İsin ve Larsa arasındaki mücadelenin temel sebebi ise Nippur'a hakim olarak Basra Körfezi ticaretini elde tutmaktır.
Şehir devletleri arasındaki çatışmalarından yararlanan Elamlılar Aşağı Mezopotamya'yı istilâ ederek kendi devletlerini kurdular. Mahalli kralların kendi sitelerini yönetmesine müsaade eden Elam Devleti kendi sonunu hazırlar ve bu şehir devletlerinden birisi olan Babil isyan ederek bölgedeki Elam işgaline ve karışıklığa son verir. Aynı dönemde kuzeyde de Asur kentinin gittikçe geliştiği görülür.
BABİLLİLER ESKİ BABİL DÖNEMİ/1.BABİL DEVLETİ (M.Ö. 1800-1600)
M.Ö. 2.000 yıllarında Arabistan yarımadasından çıkan bir takım göçebe kavimler Akdeniz kıyılarına gelip yerleşirken bunlardan biride Amurru (Garp Samileri) koluna mensup bazıları Mezopotamya'nın Akad bölgesine sızarak buraya daha evvel gelmiş Sami gruplarla birleşerek büyük bir Sami topluluğu oluşturdular ve senelerce Sümer-Akad hakimiyetinde onların kültürüyle bütünleşerek yaşadılar. Babil şehrini de bu tür şeyler kurdu.
Amurrular, III.Ur sülâlesi döneminde Sümer-Akad devletinin zayıflamasından yararlanıp daha evvel işçi, tacir, ücretli asker vb. olarak bilhassa çevresinde toplandıkları Babil'de üstünlüğü ele geçirip bir prenslik kurdular. Bu sitenin ilk yöneticilerinin Elamlılara bağlı olduğu sanılıyor. Bir süre sonra coğrafî konumunun uygunluğundan da yararlanan Babil sitesinin krallık durumuna gelmesi M.Ö. XIX.yüzyıldır.
Babil'in 6. kralı Hammurabi M.Ö. ortalama 1790'larda ilkin Sümer ve Akad kentlerini Elam Kralı Rim-Sin'i yenerek ve Elamlıları mıntıkadan çıkararak tek bir yönetim çevresinde birleştirdi. Bu şekilde Sümer ve Akad ülkesinin kurtarıcısı durumuna yükselen Hammurabi, devletinin sınırlarını kuzeydeki Asur ve Fırat boylarında bulunan ve gene Samilerce kurulan Mari sitelerini de ile birlikte genişletirken bununla beraber bölgesel bir devletten imparatorluğa geçişi de elde etmiştir. Bu devlete tarihte I. Babil Devleti (Eski Babil Krallığı) denir.
Hammurabi periyodu Eski Babil Krallığı'nın zirve noktasıdır. Hammurabi, kişiliği bakımından üstünde özellikle durulması ihtiyaç duyulan mühim bir kraldır. Çünkü devrin siyasal ve sosyo-ekonomik ortamından yararlanıp eski dönemin kuvvetli devletlerinden birisini ortaya çıkarırken bir imparatorluk kurucusu olarak siyasal alandaki asker-komutan kişiliği kadar, Babil devletinin idarî, malî, hukukî alanlardaki yapılanmasındaki teşkilatçılığı onun toplumsal kişiliğini de mühim kılar.
İyi bir komutan ve yönetici olan Hammurabi bununla beraber tüm gücüyle Mezopotamya'yı Samileştirdi ve Babil kültürünü Mezopotamya kültürü hâline getirdi. Hammurabi ilk kez ve tam anlamıyla merkezîleşmiş bir devlet yönetimi oluşturdu. O güne kadar Sümer siteleri birlik hâline getirilse dahi başlarındaki ensilerin varlığına izin verildiğini, bunların merkezî idareye sık sık karşı çıkmaları sebebiyle kurulan imparatorlukların zayıf düştüğünü görüp bu mahalli yöneticileri sitelerin başından ile birlikte yerine kendisine bağlı valiler atadı.
Ordunun ve yönetimin kendi soyunun elinde toplanmasına bilhassa dikkat etti. Öte taraftan Babil şehri, devletin merkezi olarak kültür ve sanat ürünlerinin, ekonomik zenginliklerin getirilip toplandığı bir merkez oldu.
Bu şekilde Babil'in merkez ve taşradaki birimlerinin sıhhatli bir şekilde işleyebilmesini sağlayacak bir bürokratik kadro oluşturdu. Devletin başındaki kral olarak kendisi idareyi tek elden ve monarşik tarzda yönetmeye başladı. Bu yönetimi destekleyecek şekilde merkeze bağlı, geçimini kendilerine tahsis edilen topraklardan elde eden bir ordu oluşturdu.
Hammurabi'yi tarihte mühim bir Sami imparatorluğu kurması kadar kanunları da ünlendirmiştir. Hammurabi'nin M.Ö. 1750'li yıllarda oluşturduğu sanılan kanunlarını, bölgesel devletten imparatorluğa geçiş sürecinde mıntıkalara bakılırsa değişmeyen bir örnek hukuk ve yönetim anlayışı oluşturmak için yapmış olduğu sanılmaktadır.
Eski Sümer ve Akad kanunlarının, törelerinin ve fermanlarının toplanıp günün şartlarına bakılırsa tekrardan düzenlenmesiyle oluşturulan ve tarihte malum ilk tertipli kanun derlemesi olan Hammurabi Kanunları; merkezî iktidarın bürokrasiden sonrasında tüm ülkeyi denetlemesini elde eden bir aracı olmuştur.
Bu kanunlarla bununla beraber tüm ülkede durağan pazar tutarları da (fiyat kontrolü) geliştirilmiştir. Hammurabi, yapmış olduğu tüm bu yasal tanzim etme ve reformlarla donuklaşmış “tanrı-kral" anlayışından toplumsal yönü olan "hayırsever hükümdar" terimine geçişi de elde etmiştir ki, kendisi de yaptıklarını ve yasal düzenlemelerini anlattığı taş abidesinde "adil bir kral olarak halkı için yapmış olduğu iyilik ve bayındır faaliyetlerini" dile getirir.
ASURLULAR (M.Ö. 2000- 626 / 620)
M.Ö. 2300-2000 yılları arasındaki süreçte Garp Samileri halkları Orta Mezopotamya ve Babil'e doğru hareketlenerek buralara yerleşmişlerdir. Asurluların; Akadcada Amorit, Sümercede Martu olarak anılan ve Sami kökenli bir dil konuşan bu Sami orijinli gruplarla Şimal Mezopotamya'da eski Tel Halaf kültüründen gelme ve içlerinde Subaruların da bulunmuş olduğu bölgenin Asya kökenli eski halklarının kaynaşması ile oluşan melez bir ırk olduğu bilinmektedir.
Asur (Assur) sitesi, tanrı Asur adına kurulmuş ve kurum zamanı de tam olarak bilinmeyen bir şehirdir. Halkı da bu kentin ismini taşır. Bu şekilde M.Ö. 2.300-2.000 yılları arasındaki süreçte yörenin kültürü, politikası, dinî ve toplumsal yaşamı üstünde eski unsurlara son verilerek derin izler bırakan bir gelişme ve değişme yaşanmaya başlanır.
İlk dönemleri hakkında fazla bilgi edinilemeyen Asurlular Hititlerden ilkin Anadolu'da ticarî faaliyetlerde bulunup bilhassa Kapadokya'da tecim kolonileri (Kültepe) kurmuşlar ve bu dönemlerde Akadların hakimiyeti altında yaşamışlardır.
ESKİ ASUR ÇAĞI (M.Ö. 2000-1600)
Asur'u bağımsız bir kent devleti haline getiren kral İluşumadır (M.Ö. 2000). Daha sonraki krallar ülkenin imarı için çalışmışlardır. M.Ö. 1900'lerde Asur Krallığı giderek güçlenir ve tarih sahnesine çıkmaya başlar. Asur'u Orta Dicle Vadisi'nin en mühim devleti hâline getiren I.Şamşi Adaddır.
Bu zamanda Asur Krallığı'nın sınırları (bir takım askerî hücum ve politik değişmelere bağlı olarak bazen değişmekle beraber) doğudaki Zagros Dağları'ndan avrupada Fırat nehrine, kuzeyde Toroslardan güneyde Babil düzlüklerine kadar genişlemiştir.
Bunca genişlemeye karşın Asurluların rahat olduğu söylenemez. Zira Fırat'ın batısında ve Zagros Dağların'da yaşayan (Turuklular, Lulublar, Gutiler şeklinde) göçebe kavimler Asur ülkesine yaptıkları saldırılarla Asur'un güvenliğini hep tehdit eder olmuşlardır. I.Şamşi Adad'ı mühim kılan bir başka niçin de politik genişlemeye paralel olarak geniş bir yayılma politikası etrafında Anadolu'ya kadar erişmesi ve bu topraklara giden tecim yollarını ele geçirmesidir.
Bu zamanda Asur ve Anadolu arasındaki topraklarda siyasal egemenlik kuran güç bununla beraber aynı güzergah üstündeki tecim yollarının kullanımını da tekeli altına almıştır. Asurlular da bu tabloda Şimal Mezopotamya'ya hakim olmakla Asur-Anadolu arasındaki ticarete güvenlik elde etmiş ve tekel kurmuşlardır.
Eski Asur Devleti'nin ömrü uzun olmamıştır. I.Şamşi Adad'dan sonrasında enerjisini kaybeden Asur Devleti'ni Babil hükümdarı Hammurabi, Babil'e bağlamıştır. Bu şekilde Asur, M.Ö. 14.yüzyıla kadar Babil ve Mitanni devletlerinin siyasal nüfuzu altında kalmıştır.
Asurlular, M.Ö. 14.yüzyılda Hurri-Mitanni Devleti'nin Hitit hücumlarıyla zayıflamasından sonrasında tekrardan bağımsızlığına kavuşarak Yukarı Mezopotamya, Güneydoğu Anadolu ve hatta Babil'i de egemenliği altına alabilmiştir. Bu şekilde Asurlular Mezopotamya'nın Babillilerden sonraki egemeni olmuşlar, Babil Devleti'nin yöntemlerini benimsemişlerdir.
ORTA ASUR ÇAĞI (M.Ö. 1500-1000)
Amarna Çağı diye malum (Amarna; bir Mısır şehri ve Ön Asya'nın bu dönem zamanı ile ilgili çok sayıda Akadca belgenin bulunmuş olduğu bir arşive haiz) M.Ö. 1400-1300 yıllarında Babil ve Mitanni nüfuzu altında kalan Asur, bağımsız olunca da Babille olan mücadelesini sürdürdü. I.Salmanassar döneminde (M.Ö. 1275-1245) Mitanni ve Kassitlerle meydana getirilen savaşlarda başarıya ulaşmış olunup Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu ele geçirilir.
I.Salmanassar'ın oğlu I.Tukulti-Nunirta'dan sonrasında Asur, Babil hakimiyeti altına girerken kral I.Aşşurdan döneminde ise (M.Ö. 1179-1134) Babil'e vergi vermek suretiyle tekrardan bağımsız oldu. Kral I.Tiglatpilesar döneminde ise (M.Ö. 1112-1074) Asur devleti yeni bir yükseliş periyodu yaşayarak tekrardan büyük devlet oldu.
Asur Krallığı Suriye ve Şark Anadolu'yu kendine bağlayarak Akdeniz'e kadar ulaştı. Asur'un bu yeni yükselişini M.Ö. 1200'lerde vuku bulan Ege Göçleri sebebiyle Hitit Devleti'nin yıkılması ve bu sebeple kuzeyden gelen Hitit tehlikesinin ortadan kalkması ve Aşağı Mezopotamya bölgesinin yerleşik hayata geçerek bundan sonra savaşçılık özelliklerini kaybeden Kassitlerden kurtarılmasının yarattığı uygun siyasal ortam elde etmiştir.
Fakat Asur'un bu periyodu de fazla uzun sürmemiş ve Orta Asur Devleti M.Ö. 1050'den sonrasında Arami göçünün etkisiyle yıkılmıştır. Bu zamanda Sümer-Akad kültürü sebebiyle ortak özellikler gösteren Mezopotamya halkına yeni bir etnik öğe olarak Aramiler de katılacak ve bölge tekrardan şekillenecektir.
YENİ ASUR ÇAĞI (M.Ö. 1000-620)
I.Tiglatpilesar'ın ölümü ile genişlemesi duran ve hatta bir sürü yerde hakimiyetini kaybeden Asur'un bu duraklama ve gerileme periyodu ortalama 200 yıl kadar sürmüştür. Bu aradaki uygun ortamdan yararlanan Ön Asya şehir devletleri varlıklarını kendi başlarına sürdürecekler; Aramiler Suriye'de güçlü bir devlet kurarken İbraniler ve Fenikeliler de gelişecekler, Şark Anadolu'da ise Urartu Devleti kuvvetlenecektir.
M.Ö. 9.yüzyılda Asur devletinin başına bir takım kesin ve kuvvetli kişilikli hükümdarın geçmesiyle Asur tekrardan büyük bir güç hâline gelmiş ve Asur İmparatorluğunun temelleri atılmıştır. ll.Assurnasirpal (M.Ö. 883-858) Aramilerin elindeki Şimal Suriye'yi ele geçirip yeni bir başkent olarak Kalah'ı kurarken; onun halefi lll.Salmanassar ise kuzeydeki Urartu Devleti ile savaşmış, doğudaki Medler'i egemenliği altına almış, avrupada Toroslara kadar ulaşmıştır.
Yeni Asur Devleti (M.Ö. 745-612); bir darbe ile iktidarı yakalayan ve Asur'un en mühim krallarından birisi olan lll.Tiglatpilesar tarafınca kurulmuştur. III.Tiglatpilesar (M.Ö. 745-727) Babilonya ile kurduğu ittifak yardımıyla Urartu saldırılarını geri püskürtmekle kalmamış, Suriye'yi ve Babilonya'yı eline geçirmiş, ününü ve tesirini Yemen'e kadar ulaştırmıştır. Son aşama katı bir yönetim politikası izlemiş, krallığı döneminde egemenlik alanı içindeki yerleşimlerin yerini değiştirmiştir.
III.Tiglatpilesar'ı takip edenler devleti genişletmeyi sürdürürler. II.Sargon döneminde (M.Ö.722-705) Asur en kuvvetli ve merkezî devlet düzeyine ulaşırken; II.Sargon M.Ö. 722'de Samaria merkezli İsrail ve Yuda devletlerini ve Kıbrıs'ı eline geçirmiş, sonrasında Urartuları yenip başkentleri Tuşpa'yı yıkmış, kendi hükümet merkezini ise Durşarrukin'e taşımıştır.
Sanherib (M.Ö. 705-681) ise M.Ö. 689'da Asur'a karşı ittifak meydana getirmeye çalışan Babil'i tümüyle tahrip etmiş, Fenikelilerden Tir şehrini almış, Yahudilere din değiştirtip tekrardan egemenlik altına almış ve parlak bir başkent olarak Ninive'yi kurdurmuştur.
Assarhaddon zamanında (M.Ö. 680-669) ise Asur İmparatorluğu Mısır'ı da ile birlikte en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Fakat Asur'un kuzeyden gelen Kimmer tehlikesi ile uğraşmasından yararlanan Mısır M.Ö. 655'lerde Asurbanippal döneminde tekrardan bağımsızlığına kavuşurken; Asur İmparatorluğu, Kimmer tehlikesini akıllı bir siyaset seyredip İskitlerle ittifak yaparak önlemiştir. Asurbanippal (M.Ö. 669-627) Mısır'ı elde tutmayı başaramamakla beraber Babil ve Elam civarındaki isyanları bastırıp Elam Devleti'ni ortadan kaldırdı (M.Ö.639).
ülke bu zamanda bayındır edilerek yeni şehirler kurulmuş, örnek kütüphane ve arşivler meydana getirilmiştir. Fakat Asur İmparatorluğu ile İran'daki Medler içinde tampon bir bölge olan Elam Devleti'nin ortadan kalkmasıyla Medler çok geçmeden saldırıya geçtiler ve böylelikle Asur'un bu görkem devrinden derhal sonrasında imparatorluk dönemiyle tam bir çelişki teşkil eden hızlıca çöküş çağına girildi.
M.Ö. 65O'de tekrardan kurulup M.Ö. 626'da da tekrardan bağımsızlığını kazanan Babil ile birleşen Medler M.Ö. 614'de Asur'u, M.Ö. 612'de de Ninive'yi ele geçirip tahrip etmişlerdir. Asurluların son direnişi de M.Ö. 6O9'da kırılmıştır. O güne kadar mağluplarına gaddar ve sert davranmakla ve bu sebeple nefret uyandırmakla ünlü Asurlular'a bu kez Medler ve Babilliler çok gaddar davranarak tüm Asur şehirlerini yerle bir ettiler ve topraklarını da aralarında paylaştılar.
YENİ BABİL (KALDE) DEVLETİ DÖNEMİ (M.Ö. 626-539)
Asur devletinin ortadan kalkması üstüne doğusu ve kuzeyi Medlerin elinde bulunan Mezopotamya'da üstünlük bir kez daha Babillilerin eline geçmiştir. Fakat Babil halkı Eski Babil Devleti dönemine bakılırsa fazlaca değişmişti. Çünkü Sami göçü esnasında gelen bir Arami kabilesi olan Kaldeliler M.Ö. 1000 yıllarında Babil'e ulaşmışlar ve kuvvetli Babil kültürünü benimseyerek yazı dili olarak Babil dilini almışlardır. Mezopotamya içinden lanan bu son siyasal oluşuma Babil şehri ve onun hakim unsuru Kaldelilerin etkinliğine bakılarak Yeni Babil/Kalde Devleti denir.
Yeni Babil Devletini, ilkin Babil'e bağımsızlık kazandıran sonrasında da Medlerle birlik olup Asuru yıkan kral Nabupolassar kurmuştur. Onu takip eden II.Nabukadnezzar (M.Ö. 605-562) döneminde devlet zirve noktasına ulaşır. Mısır'da firavun Amasis'e karşı çıkan isyanlardan istifade ile Mısır üstüne yürümüş, Nil deltasındaki Mısır kentlerini yağmalamıştır.
M.Ö. 586'da Kudüs'ü ile birlikte buradaki Yuda Devletine son vermiş, Kudüs'ü tahrip ederken Yahudileri Babil'e sürgün edip mıntıkaya kendi adamlarını yönetici olarak atamıştır. Bölgedeki isyanlar sürünce bu kez M.Ö. 582/581'de daha şiddetli bir şekilde cezalandırılan Yahudiler tekrardan sürgüne tâbi tutuldular.
Bu şekilde Yahudilerin M.Ö. 536'ya kadar devam eden yeni sürgün dönemleri başladı. Doğudaki kuvvetli Med Devleti ile dostane ilişkiler kurmanın rahatlığı ile Nabukadnezar hem Asurla hem de Suriye'deki devletler ve Mısırla savaşım edebilmiş, bu barışın verdiği güvence ile başkent Babil'i tekrardan inşa etmiştir. Fethettiği ülkelerden ele geçirdiği larla Babil'de Marduk Tapınağı, zikkuratlar, tapınaklar, kral sarayı şeklinde bir sürü yeni yapı yapılmış ya da genişletilmiştir. Babil'in Asma Bahçeleri de bu zamanda yapılmıştır.
Nabukadnezzar'dan sonraki krallar döneminde Babil devleti iç yapısındaki sağlamlığını yitirmiş ve yönetimde rahipler giderek güç ve etkinlik kazanır olmuşlardır. Ayrıca İran'da Medlerin yerine Perslerin geçmesi hem Yeni Babil Devleti'nin hem de Mezopotamya'nın geleceğini etkileyen yeni sonuçlara yol açtı. Kyros (Kirus) yönetimindeki Persler Anadolu'daki Lidya Devletini yendikten sonrasında M.Ö. 539'da Babil'i de ile birlikte Eski Ön Asya'nın tarihî mirasına konmuşlardır.
M.Ö. 539'DAN SONRA MEZOPOTAMYA
Mezopotamya M.Ö. 539-331 içinde Perslerin egemenliği altında kalmıştır. Başlangıçta site devletlerine verilen kısmî özerklik çıkan isyanlar üstüne tamamen ortadan kaldırılırken M.Ö.478'lerde Babil Krallığı Perslerce feshedildi. Mıntıkaya bir süre sonra Büyük İskender, onun ölümünden sonrasında Suriye'de kurulan Hellenistik Selevkos (Seleukos) Krallığı egemen olur ve her iki dönemde de bölge önemini muhafaza edip şehirler parlak dönemler yaşar. Fakat bir süre sonra mıntıkaya hakim olan Partlar döneminde (M.Ö. 141-M.S. 226) parlak dönem son bulur.
Bölgedeki Roma egemenliği kısa sürmüştür. Yeni bir Pers devleti olan Sasaniler (226-640) döneminde Mezopotamya Sasanilerin elinde kalmakla beraber Roma/Bizans-Sasani mücadelesinin geçmiş olduğu alanlardan birisi olur. M.S. 640'larda bölgeyi Araplar ele geçirir.
Kaynak:msxlabs.org
YORUMLAR