Ölüm isim 1 . Bir insan, bir hayvan ya da bitkide yaşamın tam ve kati olarak sona ermesi, ahiret yolculuğu, ebedî uyku, emrihak, i...
Ölüm
isim
1 . Bir insan, bir hayvan ya da bitkide yaşamın tam ve kati olarak sona ermesi, ahiret yolculuğu, ebedî uyku, emrihak, irtihal, memat, mevt, vefat:
2 . Ölme biçimi:
3 . İdam cezası:
4 . (ünlem) Ölmesi istenen canlı için kullanılan bir söz:
5 . (mecaz) Sona erme, yok olma, ortadan kalkma:
isim
1 . Bir insan, bir hayvan ya da bitkide yaşamın tam ve kati olarak sona ermesi, ahiret yolculuğu, ebedî uyku, emrihak, irtihal, memat, mevt, vefat:
"Çenesinde babamın ölüm günü gördüğüm sinirli buruşmalar var."- Y. Z. Ortaç.
2 . Ölme biçimi:
"Yanarak ölümü, feciydi."- .
3 . İdam cezası:
"Ölüme mahkûm oldu."- .
4 . (ünlem) Ölmesi istenen canlı için kullanılan bir söz:
"Zalimlere ölüm!"- .
5 . (mecaz) Sona erme, yok olma, ortadan kalkma:
"Minik sanayinin ölümü."- .
Atasözü, deyim ve birleşik fiiller
- ölüm Allah´ın emri
- ölüme koşmak
- ölüm benzer biçimde
- ölüm hak miras helal
- ölümle burun buruna gelmek
- ölümle öç alınmaz
- ölümle pençeleşmek
- ölüm ölüm de hırlamaya ne borcum var?
- ölümü göze almak
- ölümüne susamak
- ölümün soluğunu ensesinde duymak (ya da duymak)
- ölüm var dirim var
Birleşik Sözler
- ölüm cezası
- ölüm dirim
- ölüm döşeği
- ölüm emri
- ölüm fermanı
- ölüm kâğıdı
- hayatta kalma meselesi
- ölüm korkusu
- ölüm oranı
- ölüm orucu
- ölüm sessizliği
- ölüm sigortası
- ölüm sükûtu
- ölüm tazminatı
- bebek ölümü
- beşik ölümü
Anne ölüm hızı ile bebek ölüm hızı nedir?
Eski Türklerde Ölüm ve Ölüm Gelenekleri
Eski Mısır'da Ölüm ve Ölüm Gelenekleri
ÖLüM a.
1. Biyol. Canlı bir yapının (organ, fert, doku ya da hücre) yaşama özgü niteliklerini kati olarak yitirmesi ve yıkıma sürüklenmesi: Kaza üç kişinin ölümüne niçin oldu. Bir arkadaşının ölümünü ailesine bildirmek. (Bk. ansikl böl.)
2. Bir yaşamın, zamanda belli bir an, bir tarih olarak ele alınan sonu: Bir yapıtı yazarının ölümünden sonrasında yayımlamak. Onun ölümünden sonrasında tamamımız büyük bir boşluk hissettik.
3. Ölme şekli, bir ölüme ilişkin ayrıntılar: Organik bir ölüm. Kaza sonucu ölüm. Şerefli bir ölüm. Kuşkulu bir ölüm.
4. Ölümü haber veren şey ya da ölümün dış emareleri, kişileştirilmesi: Yüzüne bakılınca ölüme çok yakın olduğu anlaşılıyordu.
5. Etkinliğin tümüyle durması: Süpermarketlerin gelişimi ufak dükkânların ölümüne niçin oldu.
6. Ölüm cezası; idam: Ölüme mahkûm edilmek.
7. Ruhsal ya da bedensel bakımdan, katlanılmaz çok güç bir durum: Bu sıcakta yola çıkmak bir ölüm.
8. Ölüm Tanrı'ın emri, “er ya da geç hepimiz ölecektir; bu işi yapmak için ölümü bile göze alıyorum†anlamında kati kararlılık belirtmek amacıyla söylenir. || Ölüm değil ya, bir şeyin fazla çekinilecek, korkulacak bir yönü bulunmadığını belirtir. || Ölüm döşeğinde, ölmek üzereyken: Baban ölüm döşeğinde, sen nelerle uğraşıyorsun. || Ölüm fermanı, birinin kati olarak ölmesi mevzusunda verilmiş karar ya da meydana getirilen iş ve hareket. || Hayatta kalma, ölüm dirim, her türlü tehlikeyi düşünerek göze alma. || hayatta kalma meselesi, savaşı, yaşamda kalabilmek ya da varlığını sürdürebilmek için verilen savaşım. || Ölüm sessizliği, derin ve iç karartıcı sessizlik. || ölüm, ecel terleri dökmek, çok güç, sıkıntılı, heyecanlı anlamış olur yaşamak: Sen gelinceye değin ölüm terleri döktüm. || ölüm var, dirim var, "insan yaşayabileceği benzer biçimde her an ölebilir düşüncesiyle davranarak önlemli bulunmalı" anlamında kullanılır: Ölüm var, dirim var, insanoğlunun kenarda birikmiş birkaç kuruşu olmalı. || Ölümle burun buruna gelmek, ölüm tehlikesiyle çok yakından karşılaşıp ondan kurtulmak. || Ölümü göze almak, yaşamını hiçe sayarak ya da ölümden korkmayarak tehlikeli bir işe girişmek: ölümü göze aldıktan sonrasında insan her şeyi yapar. || Ölümün ötesi kolay, “asıl güçlükler yaşarken vardır" anlamında söylenir. || Ölümün soluğu, ölümü haber veren işaretler. || Ölümüne susamak, koşmak, ölümüne yol açabilecek ya da ölümle sonuçlanabilecek tehlikeli işlere girişmek: Ölümüne mi susadın, elektrik direğine çıkılır mı?
*Cez. huk. Ölüm cezası, hükümlünün yaşamına son verilmesiyle yerine getirilen ceza. (Bk. ansikl. böl.)
*Huk. Ölüm karinesi, ölümüne kati olarak bakılmasını gerektirecek durumlarda kaybolan ve cesedi bulunmayan kişinin hakkaten ölmüş sayılması (Türk med. k. md. 30). || Ölüm tazminatı, haksız eylem sonucu birini öldüren kişinin, ölenin yakınlarına ödediği tazminat. (Bk. ansikl. böl.) || Ölüm raporu, bir ölüm vakası üstüne yetkililerce tutulan tutanak. (Bk. ansikl. böl.) || ölüm yardımı, emekli sandıklarıyla toplumsal sigorta kurumlarının ölenin yakınlarına yaptıkları parasal yardım. (Bk. ansikl. böl.) || Ölüme bağlı tutum, kişilerin, ölümlerinden sonrasında netice doğurmak suretiyle yaptıkları hukuksal işlem. (VASİYET, MİRAS SÖZLEŞMESİ.) || Beraber ölüm karinesi * BİRLİKTE.
*isl. Azrail adlı ölüm meleğinin ruhu bedenden ayırması. (Bk. ansikl. böl.)
*Kad. doğ. Yenidoğanın yalancı ölümü, doğumda cansız benzer biçimde görünen ve nefes almayan, fakat kalbi azca ya da çok hızla çarpmakta olan yenidoğanın durumu. (Bu durum bugün Apgar göstergesinin saptanması ile daha iyi belirlenmekte ve entübasyon, oksijenleme ve kalp masajları ile kurtarma odasında acil olarak tedavi edilmektedir.)
*Nörobiyol. Beyin ölümü, beynin hiçbir düzgüsel işlev göremediği bir organizmanın patolojik durumu. (Bk. ansikl. böl.)
*Nüfbil. Ölüm noktası, Lexis diyagramında bir ölümü belirten nokta. || Ölüm oranı, belli bir dönemde bir nüfus içindeki ölümlerin o nüfusa oranı (hayvanlar için de kullanılır). [ÖLüM HIZI ya da KABA ÖLüM ORANI da denir.] (Bk. ansikl. böl.) || Ölüm oranı katsayısı, iki yaş içinde bulunan bir insan grubundaki ölüm sayısının, bu yaşların ilkinde olan insan sayısını gösteren sayı. (Grup için, bu iki yaş arasındaki ölüm olasılığını belirtir) || Aşırı ölüm oranı, karşılaştırma için ele alınan bir ölüm oranına bakılırsa fazla ölüm sayısı. (Bk. ansikl. böl.) || Bebek ölüm oranı, birinci yaş gününe hemen hemen ulaşmamış bebekler içinde bir takvim yılı içindeki ölümlerin, o takvim yılı içindeki doğumlara oranı.
*Psikan. Ölüm dürtüsü, Freud'un ikinci topiğinde, insan varlığında bulunan, fakat ona yabancı olan ve onu yaşamdan uzaklara iten bir gücü belirtir. (Bk. ansikl. böl.)
*Sig. Ölüm sigortası, sigortalının ölmesi durumunda, onun gerçek sahibi yakınlarına bir anaparanın ya da bir iradın ödenmesini güvence eden sigorta.
*Tanrıbil. Tanrı'nın ölümü tanrıbilimi, uygar düşüncede Tanrı fikrinin artık hiçbir rol oynamadığı mevzusundaki toplumbilimsel saptamadan doğan amerikan kökenli tanrıbilimsel fikir akımı. (Bk. ansikl. böl.)
*Tip. Ölümün emareleri, komanın aşıldığını ve adli tıp incelemesi için organların alınabileceğini gösteren veriler (Bk, ansikl. böl.) || Yalancı ölüm, kalp ve solunum işlevlerinin kısa bir süre için durması ya da ileri derecede yavaşlamasıyla belirgin durum. (işlevler fark edilemeyecek kadar zayıf olduğundan kişiye ölü görünümü verir.)
* ünl. Yok olması istenen bir hiç kimseye, bir topluluğa ya da bir şeye yönelik olarak söylenen söz: Zalimlere ölüm!
*ANSİKL. Biyol. Hücresel düzeyde, yaşamsal işlevlerin devam etmesi diye tanımlanan ölümsüzlüğün muhteşem bir tarafı yoktur: ikiye ayrılan bir bakteri ölmez, birleşen iki gametten yeni bir varlık meydana gelirken ölüm işe karışmaz ve daha geniş anlamda düşünülürse, yaşam olgusu yeryüzünde bir milyar seneden beri devam etmektedir. Laboratuvarda tertipli aralıklarla yeni besi ortamına aktarılan bir doku kültürü vakit sınırı olmaksızın üretilebilir (Harrison, Carrel, Gautheret). Çok hücreli canlılarda ölümün bir kaide olması birbirinden bağımsız iki nedene bağlıdır:
* Dış nedenlere bağlı ölüm: avcı bir hayvanın dişleri içinde ölüm, besleneceği avı bulamadığı için açlıktan ölüm, iklim değişikliği sebebiyle ölüm, bir kaza, hastalık, vb. nedenlerle ölüm. Doğada en sık rastlanan ölüm tipi budur.
• İç nedenlere bağlı ölüm: yaşlılık yüzünden ölüm, kimi zaman genetik programa bağlı ölüm (beslenmeyen kelebek, ananın ölümü ile sonuçlanan yumurtlama, cesedi yavruları korumuş olan koşnil, vb.), daha sık olarak da kırılganlığın gittikçe artması (kemik, damar çeperleri) ve bunun kaza olasılığını devamlı çoğaltması sonucu meydana gelen ölüm. (UZUN ÖMüRLüLüK.)
* Biryıllık türlerin durumu. “Kötü mevsim"i (kış donu ya da kurak mevsim) olan iklimlerde yaşayan biryıllık hayvan ya da nebat türleri, bu mevsim adım atar başlamaz arkalarında yavaşlamış bir yaşam devam eden döller (tohum, yumurta) bırakarak ölürler. Laboratuvarda, elverişsiz şartlar ortadan kaldırılınca bu varlıklar çoğu zaman, sanki yaşlılıkları mevsimlerin bir senelik ritmine uyum sağlarmışçasına, birazcık daha uzun (fakat çok değil) yaşarlar. Yıldan başka hiçbir bi- yoritim yaşamın uzunluğunu belirleyemez.
* Yarı ölüm, organizmanın yalnız bir bölümünü ilgilendiren ölümdür: yaprak döken ağaçların yaprakları, kriptofit çokyıllık otların toprak haricinde kalan kısmı, yılan ve böceklerin deri değiştirmesi, meşe mântarı ye özodunu, vb. Genel olarak insanda ve hayvanlarda canlı maddenin günlük olarak yenilenmesi her gün birçok hücrenin ölmesiyle gerçekleşir.
*Tohumlarda, ufak anhidrobiyoz hayvanlarda vb. yaşam yavaşlaması temelde, kimi zaman uzun fakat daima sınırı olan bir süre sonunda, koşullar elverişli olur olmaz etkin yaşamın (çimlenme, yumurtanın açılması, canlanma) yine kazanılmasıyla ölümden ayrılır. Kış uykusu için de durum aynıdır.
Ölümün yararı apaçık meydandadır: yalnız ölüm yardımıyla biyosfer, genişlemeyen bir gezegende kendine yer bulabilir; biyolojik evrim sadece ölüm kanalıyla sağlanabilir.
*Cez. huk.
*Ölüm cezası. Kimi ülkelerin yasalarından çıkarılan, kimi ülkelerin yasalarında bulunmakla beraber uygulanmayan bu ceza kimi ülkelerde sıkça uygulanmaktadır. Ölüm cezasının lüzumlu olup olmadığı senelerce tartışıldı. Bu cezanın hukuk tekniğini aşan bir yönü vardır. Bu tür bir cezanın benimsenmesi, yalnızca ceza hukuku ve kriminolojinin kapsamını aşar. Ölüm cezası, giderilmesi olanaksız zarara yol açmış olduğu için bilhassa adli hataların bulunmuş olduğu durumlarda eleştiri mevzusu yapılmaktadır. Türk ceza k. ölüm cezasına yer veren yasalardandır. Türk hukukunda mahkemelerce verilen ve kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar verme yetkisi TBMM'nindir (Anayasa md. 87). Meclis'in onayından geçmeyen ölüm cezası kararları yerine getirilemez. Türkiye'de ölüm cezası hükümlünün asılmasıyla yerine getirilir. Cezanın yerine getirilmesi esnasında sonucu veren mahkeme üyelerinden biri, C. savcısı, tabip, zabıt kâtibi ve cezaevi müdürü hazır bulunur. Hükümlünün bağlı olduğu dinin temsilcisi, müdafa avukatı ya da ailesinden bir şahıs de cezanın yerine getirilmesi esnasında hazır bulunabilir.
*Folk. Anadolu'da ölüme ilişkin birçok anane ve inanış vardır. Bunlar ölümü düşündüren ön emareler ve kaçınmalar, ölüm esnasında yapılması gerekenler ve ölümden sonraki uygulamalar olarak gruplandırılır.
Anadolu'nun birçok yerinde baykuş ötmesi, köpek uluması, ayna kırılması, .düşte ölmüş bir yakınını görme ya da hemen hemen evlenmemiş kızlar için kendini gelinlikle görme vb. bir çok mühim ya da önemsiz vaka, ölümü düşündüren ön emareler olarak değerlendirilir. Kaçınmalar yerine getirilmediği ya da yapıldığı vakit ölümle sonuçlanacağına inanılan davranışları kapsar. Değişik yörelerde bugün de yaşayan, evden ölü çıktığında o mahalledeki su dolu kapları, “azraıl parmağını batırmıştır ya da bıçağını yıkamıştır†diye dökme; ölü yıkanırken ya da cenaze geçerken “üstüne ölüm uykusu çökmesin†diye uyuyanları uyandırma; ölü evinden çıkanın “ölümün ağırlığı taşa geçsin" diye bir taşa oturması; gömüt kazan ya da toprak örtenlerin kazma, kürek vb.'yi art arda ölüm olur diye elden ele vermeyip toprağa koyduktan sonrasında ötekine iletmesi; ölü yıkayıcılarının davranışlarını yinelememek için sabunu el üstünde başkasına verme vb. bu tür kaçınmalar niteliğindedir.
Ölüm ve ölüm sonrasındaki uygulamaların çoğunluğu dinsel gerekleri yerine getirme amacı taşır. Yörelere bakılırsa bazı farklılıklar görülmekle beraber genel anlamda temel din kuralları, belirleyici etkendir.
Ölüm anından gömülme işlemi bitinceye değin gözetilen bazı töreler de vardır. Mesela; bazı yörelerde ölünün gömülmesi mevzusunda telaşlı davranılır. Bunun sebebi ölünün kokmasını önlemek, acıyı bir an ilkin unutturmak, ölünün sorgucu meleklere iyi çözüm verebilmesi için beyninin soğumamasını sağlamak vb. olarak açıklanır. Bu törelerin bir bölüğünde ise büyülük öğeler görülür. Ölünün ağzı ve burnunun pamukla tıkanması şeytanın girmeşjni önlemek için alınmış bir önlem olarak değerlendirilir; bazı yörelerde ölünün yıkanmasından artan su kaçınılması lüzumlu bir madde olarak dökülür; bazı yörelerdeyse tam tersine bu su şifa niyetine kırklı küçüklere, hastalara dökülür. Bu suyla, diğeri dünyada ölenle buluşma ya da acıyı soğutma amacıyla el yüz yıkama geleneği de vardır.
Anadolu'da ölüm vakasıyla ilgili oldukça yaygın geleneklerden biri de ağıt yakmadır. Bunu başsağlığı dileme töresi izler. Kimi vakit bu iki töre iç içedir. Başsağlığı dilemeye gelenler üzüntülerini ifade eder ve ölü çıkan evdekileri yalnız bırakmamaya çalışır ve ölü evine yiyecek götürürler.
Ölünün eşyalarıyla ilgili en yaygın anane, bu tarz şeyleri yoksullara dağıtmaktır. Kimi zaman bunların su serpme, ayazlama vb. simgesel arındırma işlemlerinden geçirildiği de olur. Bu anane, ölünün dönerek gelmiş olarak eşyalarını kullanana zarar vermesini önleme amacını taşır.
Ölünün anıldığı, ruhuna adanarak Kuran, mevlit okutulmuş olduğu, aş verildiği belli günler, daha çok ölümün kırkıncı, elli ikinci günüyle yıldönümü; daha seyrek olarak da üçüncü ve yedinci günüdür. Bu tür geleneklerin bir kısmı, bilhassa yiyecek verme eski türk inanışlarının izleri olarak değerlendirilmektedir.
Ölü için yas tutma süresi Anadolu'nun çeşitli yörelerinde farklılıklar gösterir. En yaygını kırk gündür. Bu süre içinde süslü giyinilmez, eğlencelere katılınmaz, bazı yörelerde yıkanılmaz ve iş tutulmaz. Yas rengi karadır. Bir yakını ölen başına kara yazma bağlayarak bunu belli eder. Bazı yörelerde giysilerini ters giyme, saçlarını kesme, beliklerini çözme vb. uygulamalara da rastlanır.
Yasın sona erdirilmesi birçok yerde bazı kurallara bağlıdır Bazı yörelerde bunun için ölümden sonraki ilk bayramın geçmesi gerektiğine inanılır, ilk bayramda bayram gezmesine çıkılmaz, gelen konuklara şeker yerine acı kahve ikram edilir. Bayanların kara yazmalarını çıkarıp renkli yazma bağlamaları, adamların sakallarını tıraş etmeleri vb. bazı davranışlar da çeşitli yörelerde yas sürecinin bittiğini belirtir. Birçok yörede de yas hamamı ya da ölü hamamı denen uygulamayla yas sona erdirilir.
Gelenekselliğini korumuş olan yörelerde ölüme ilişkin inanışlar ve gelenekler bugün de varlığını sürdürmekle beraber bilhassa kentlerde bunların yerini daha uygar uygulamalar almıştır.
*Huk. Ölüm, kişiliğe son veren bir vakadır Ölümle beraber, ölenin kişilik haRları da biter Buna karşılık ölüm kişinin mal, varlığı haklarını ortadan kaldırmaz, bunlar ölenin mirasçılarına geçer. Ölen şahıs adına dava açılamayacağı benzer biçimde, ona karşı da dava açılamaz. Ölen şahıs gerçek sahibi olamayacağı benzer biçimde, borç altına da giremez. Ölüm vakası, kaide olarak, nüfus kayıtlarıyla kanıtlanır. Sadece bu kayıtların yanlış bulunduğunu ileri devam eden şahıs bunu her tür kanıtla kanıtlayabilir.
*Ölüm tazminatı. Ölüm sebebiyle ödenen tazminat, maddi, ve manevi olabilir. Haksız eylem sebebiyle ölüm sonucunda ödenecek tazminat, bilhassa cenaze giderlerini de kapsar. Ölüm, haksız fiilin derhal peşinden olmamışsa tazminat tedavi giderlerini ve emek verme gücünden yoksun kalmaktan doğan zararları da ihtiva eder. Ölüm sonucunda başka kimseler, ölenin yardımından yoksun kalmışlarsa onların bu zararının da ödenmesi gerekir (Borçlar k. md. 45). Yargıç, hususi durumları göz önüne alarak ölünün yakınlarına manevi zarar karşılığı olarak adalete uygun bir tazminat verilmesine karar verebilir (Borçlar k. md. 47).
* Ölüm raporu, köylerde muhtar, il ve ilçelerle sıhhat örgütü bulunan diğeri yerlerde gömme izni verenler tarafınca düzenlenir ve nüfus memurluklarına gönderilir. Ölüm genel bir taşıt aracında olmuşsa tutanak bu taşıtın sorumlusu tarafınca düzenlenir. Sel, yangın, yer sarsıntısı, trafik kazası vb. nedenlerle meydana gelen toplu ölüm vakalarında ölüm tutanakları vali ve kaymakamlarca görevlendirilen memurlar tarafınca düzenlenir. Kıtalarında ölen asker kişilere ilişik ölüm tutanakları kıta doktoru ya da onun yerine bakan görevlilerce hazırlanmış olur.
* Ölüm yardımı, ölenin gerçek sahibi yakınlarına (karı, koca, çocuk, ana ve baba) aylık bağlanması, toptan ödeme yapılması ve cenaze masraflarının verilmesi yardımlarını kapsar. Emekli sandığı'na bağlı olarak çalışanlardan emekli, malullük aylığı alanların ya da buna hak kazananların, hizmet süreleri on yıl ve daha çok olanların ve görevi sebebiyle ölenlerin hak sahiplerine aylık bağlanır. Emekli ve malullük aylığı alanların ölümü halinde bir aylık tutarında ölüm yardımı yapılır. Gerçek sahibi kişilere ölüm aylığı bağlanması olanaksız olan durumlarda, Emekli sandığı'nda biriken para karşılığında toptan ödeme yapılır. Toplumsal sigortalar kanunu' na bakılırsa sigortalının ölümü iş kazası ya da meslek hastalığından başka bir nedenle meydana gelmiş olmalıdır, iş tehlikesi sebebiyle ölüm olması sonucu meydana getirilen yardımlar ek olarak düzenlenmiştir. Sigortalının ölümünde gerçek sahibi kişilere yasada belirlenen oranlarda ölüm aylığı bağlanır. Bunun için sigortalının malullük, yaşlılık aylığı almaktayken ya da bu aylıkların bağlanmasına hak kazandıktan sonrasında ya da minimum beş yıldan beri sigortalı olarak toplam bin sekiz yüz gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olması gerekir. Ölüm aylığına hak kazanmadan ölen sigortalının kendisinin ve işverenin ödediği primler hak sahiplerine toptan ödenir. Ölen sigortalının ailesine cenaze harcaması yardımı da yapılır.
*ikonogr. Ortaçağ'ın sonlarına doğru ölüm, hıristiyan ikonografisinin başlıca temalarından biri durumuna geldi. O dönemlerde ölüm, yaşamın doyurduğu tüm kişilerin peşine düşerek öç alan tanrısal bir varlık olarak görülüyordu; çürümekte olan bir ceset (Jeanne de Bourbon'un mezarındaki figür, Louvre; Strasbourg müzesi'ndeki Memling'in sunakarkalığı) ya da daha genel olarak, elinde bir orak taşıyan (ya da taşımayan) bir iskelet biçiminde canlandırıldı. Ölümün etik ve yergici (Ölüler dansı) bir anlayışla bu şekilde ifade edilmesi, gömüt sanatına egemen olan mariz gerçekçilikle bir arada yürüdü (kardinal Lagrange'ın, Renö de Chalon'un, kardinal Birague'ın gömüt heykelleri; gömüt anıtlarında ilk iskelet figürlerinin XIV. yy.'da görülmeye başlanması).
Ölümün zaferi teması Mahşer atlısından esinlenir; Subiaco freskleri (XIV. yy.) ve Palermo'da Sclafani sarayı fresklerinde, Pisa campo santo'sunda adı bilinmeyen bir ressam, Floransa'da S. Croce'de Orcagna tarafınca, Yaşlı Bruegel (Madrid), hemen sonra B. West (Solgun atın üstündeki ölüm, Philadelphia) tarafınca ele alındı. J. Colombe'un Ölüm ve askerler konusunu işleyen bir minyatürü (Tres Riches Heures du duc de Berry) ve Magnasco'nun bir tablosu da (Campomorte Exvoto'su) anılabilir. Sadece, ölüm tasvirlerine bilhassa germen kökenli sanatçıların yapıtlarında sıkça rastlanır: Dürer (Atlı, ölüm ve şeytan). H. Baldung (Ölüm ve genç kız ve Ölüm ve hanım, Basel; Vanitas, Viyana), Holbein (Ölüm görüntüleri adlı gravür dizisi), Rethel (Ölüler dansı temalı ağaç üstüne oyma baskı), Böcklin (Ölüleradası), M. Klinger (Ölüm üstüne, iki gravür dizisi). İspanyol ressamlar arasındaysa bu tema, Valdâs Leal (Finiş gloriae mundi ya da İki ceset; Ölüm, Sevilla) ve Goya (gravürler) tarafınca ele alındı. F. Rops'un Baloda ölüm ve Ensor'un gravürü insanoğlu sürüsünü kovalayan ölüm de sayılabilir. Heykelcilik alanında, flaman kiliselerindeki kürsüleri taşıyan iskeletler, Thorvaldsen tarafınca meydana getirilen ve Ölüm ve ölümsüzlük temasının işlendiği Prens Eugen anıtı (Münih) ya da Picasso'nun Ölü başları (1943) sayılabilir. ( HİÇLİK.) Beyaz perde alanında meydana gelen ikonografik bir buluş da kayda kıymet: Cocteau' nun Orphöe filmindeki ölüm motosikletçileri.
Tanınmış bir kişinin ölümüne ilişkin kompozisyonların da sayısı çoktur. Mantegna' nın Ölü İsa (Milano), Ghirlandaio' nun Aziz Francesco'nun ölümü (Floransa), Van Dyck'ın Âdem'in ölümü (Leningrad), il Tin- toretto'nun Habil'in ölümü (Venedik) adlı yapıtları.
*İsi. İslam inancına bakılırsa, her canlının yaşam süresi Tanrı tarafınca kati olarak saptanmıştır. Kuran'da şöyleki denir: "Onların ecelleri (ölecekleri vakit) ulaştığında ne bir saat sonraya ne de öne alabilirler" (VII, 34). “Her canlı ölümü tadacaktır†(III, 185). “Hayat benzer biçimde ölüm de insanoğlu için bir sınavdır" (LXVII, 2).
Hz. Muhammet, müslümanlara koşullar ne olursa olsun, ölümü istemeyi kati bir üslupla yasaklarken, "Tanrım, yaşamam hayırlıysa yaşamamı, ölümüm hayırlıysa ölmemi sağla†denilmesine izin verir.
*Nörobiyol. Beyin ölümü. Klinik olarak beyni ölmüş durumda olan hasta, kendiliğinden hiçbir etkinlik gösteremez, nefes almaz, gözbebekleri midriyaz halindedir, ağrı verici uyarılara karşı hiçbir tepki göstermez; buna aşılmış koma durumu denir; bu durumda organizma suni olarak ısıtılmalı ve havalandırılmalıdır. Elektroan- sefalogramda çizgi dümdüzdür. Ölümün varlığını gösteren bu durumda da, solunum suni olarak sağlanabildiğine bakılırsa bunun bir gerileme, bir iyileşme olanağı bulunan bazı barbütirik zehirlenmesi komalarından ayırt edilmesi gereklidir. Beyin ölümü hallerinde bir organ nakli (kalp, böbrekler) sözkonusu ise içorganların yaşaması sürdürülür.
*ANSİKL. Nüfbil. Nüfusbilim çözümlemesinde, genel ölüm oranının incelenmesini iki gösterge sağlar. Kaba ölüm oranı, senelik ölümlerin sayısının toplam nüfus sayısına oranını belirtir; bununla beraber, sözkonusu oranın değerinin bir seviyede nüfusun yaş yapısına bağlı olması internasyonal karşılaştırmalarda yanlışlıklara neden olur; hakkaten ölüm oranı düşük yaşlı bir ülkenin kaba ölüm oranı, ölüm oranı yüksek genç bir ülkeninkinden daha çok olabilir. Bu durumda, doğuştaki yaşama umudu ya da ortalama yaşam daha geçerli bir göstergedir: belirli bir toplulukta, belirli bir dönem ya da bir dönem için ölüm koşullarının daha iyi gösterilmesini sağlar. Yaşam* tablosu çizelgeleri vesilesiyle elde edilir.
Bireyler ve fert grupları içinde gözlenmiş ölüm oranı farklılıkları içinde şu ya da bu etmenin kati rolünü belirlemek günümüzde hâlâ güçtür. Ölüm sebepleri içinde iç etkenler ve dış etkenler ayrımının yapılması, bilhassa bebek ölüm oranının çözümlenmesini sağlar (iç etkenlere bağlı bebek ölüm oranı, bir ülkeden ötekine çok azca değişmiş olur; oysa, ülkenin toplumsal açıdan sağlığı koruma ve hastalıkları önleme donanımını yansıtan dış etkenli ölüm oranı için durum bunun tam tersidir). Bu, dış etkenli ölümlerin toptan yok oluşuna karşılık düşen yaşama umudunu ölçen limit biyolojik ölüm oranı kavramınım tanımlama olanağını da verir. Fakat çoğunlukla, toplumsal çevreye bakılırsa ölüm karşısında eşitsizlik örneğinin de gösterdiği benzer biçimde, iç ve dış etkenler birbirine karışır, karşılıklı etkilenerek ortak etkilerini artırırlar. Azca elverişli koşullarda yaşayanların ortalama ömrü ile çok elverişli koşullarda yaşayanların ortalama ömrü arasındaki fark çok büyüktür. Ek olarak elverişli ve elverişsiz koşullarda yaşayan gruplar içinde de kırsal kesimde ve kentsel alanlarda yaşamaya bakılırsa büyük farklılıklar gözlenir.
Türkiye'de, 1931'de derlenmeye başlanan ölüm istatistikleri 1949 yılı sonuna kadar yalnızca 25 il merkezini, 1950 başından 1 mart 1957'e değin tüm il merkezlerini, bu tarihten sonrasında da tüm il ve ilçe merkezlerini kapsamı içine almıştır. Bu istatistikler, il ve ilçe merkezlerindeki ölüm vakalarında, yasa gereği olarak, “ölü gömme kâğıdı izni" vermekle görevli olan kişilerce doldurularak, illerde sıhhat müdürlükleri, ilçelerde sıhhat ocakları kanalıyla Devlet istatistik enstıtüsü'ne (DİE) gönderilen “ölüm istatistik formlarıâ€na dayanılarak hazırlanmaktadır. Türkiye'de, ölüm düzeyine ilişkin kapsamlı verilerin bulunmayışı bilhassa 1960 öncesi için- bu mevzuda meydana getirilen saptamaların, hususi araştırmacılarla Birleşmiş milletler'in yapmış olduğu tahminlere dayandırılması zorunluluğunu doğurmuştur. Buna bakılırsa, 1930'lardaki kaba ölüm oranına ilişkin tahminler °/oo 20 ile %. 30 içinde değişmektedir. Ölüm vakalarındaki bu yüksek oran, Cumhuriyetin kurum aşamasında gelir ve refah düzeyinin düşüklüğü; sıtma, frengi, tifüs, vb. salgın hastalıkların yaygın oluşu ve buna karşılık o yıllarda sunulabilen sıhhat hizmetlerinin yetersizliğinden lanıyordu. Hükümetlerin, nüfus artışını özendirici bir politikayı benimsedikleri bu zamanda, bilhassa ölümlerin azaltılmasına öncelik ve ağırlık verilmiştir. Sadece, 1940-45 yıllarında, harp koşulları altında en mühim ilaçların bulunamayışı, salgın hastalıklar, şiddetli geçen kışlar yüzünden ölümlerin -özellikle bebek ölümlerinin- artması kaba ölüm oranlarında da %. 10 ile %. 40 içinde artışlara yol açmıştır. 1945'te, savaşın bitimiyle, ölüm düzeylerinde de mühim gerilemeler görüldü. Bir araştırmaya bakılırsa (Gürtan), 1945-50 içinde %. 17.6 olan kaba ölüm oranı, 1950-55 içinde %. 14,1'e, 1955-60 yıllarında %. 12,6'ya düştü. Bir başka tahmine bakılırsa (Shorter) ise, kaba ölüm oranları, sözkonusu dönemlerde sırasıyla %. 24,6, %. 21,8 ve %. 19,5 oldu. Bu durumda, kaba ölüm oranlarının 1945-50 döneminde %. 20, 1950-60 döneminde ise %. 15-20 olduğu söylenebilir. Bu pozitif gelişmede, 1950'ler Türkiye'sinde, tarımda modernleşme ve sanayinin gelişmesiyle yükselen refah ve gelir düzeyinin etkisiyle bulaşıcı hastalıklara karşı kullanılan ilaçların yaygınlaşması, DDT kullanımı, sıtma ve veremle savaşımda elde edilmiş başarı göstermiş sonuçlar, çocuk sağlığındaki iyileştirmeler mühim katkılar sağlamış oldu. Ölüm düzeyindeki gerileme 1960'tan sonrasında da sürerek 1960-65 içinde %. 17,3, 1965-70 içinde %. 11.5, 1970-75 içinde da %. 8.6 olarak hesaplandı (Shorter). Birleşmiş milletler'in tahmini ise aynı dönemler için sırasıyla, %. 15 ve % 11,7 ve 1975- 80 süreci için de %. 10'dur, DİE'nin 1989 Türkiye nüfus araştırmasına bakılırsa, aynı yıl kaba ölüm hızı % 7,79 olarak gerçekleşmiştir. Öte taraftan, ölüm oranlarına koşut bir gelişme gösteren ortalama yaşam süresi (doğuştaki yaşama umudu), Türkiye'de, 1940 öncesi 45 yıl dolayında iken, 1940-45 döneminde 35 yıla geriledikten sonrasında, 1945-50 içinde 45 yıla, 19501i yıllarda ise 50 yıl dolaylarına terfi etmiştir. Birleşmiş milletler'in hesaplamalarına bakılırsa, ortalama yaşam süresi 1950-55 yılları aralığında hanımlarda 48,3, erkeklerde 45,8, 1955-60 içinde hanımlarda 61,6, erkeklerde 60,3 yıl olarak saptanmıştır. Hacettepe üniversitesinde meydana getirilen bir araştırmaya bakılırsa ise, 1965'te hanımefendiler için 55 yıl olan ortalama yaşam süresi erkekler için 52 yıl; 1985'te hanımefendiler 67 yıl, erkekler için 62 yıl olarak saptanmıştır. 1989'daysa bu sayı, hanımefendiler için 69 yıl, erkekler için 64 yıl, ortalama 67 yıla ulaşmış dürümdadır. Böylece 1990'larda Türkiye, ortalama yaşam süresinde gelişmekte olan ülkeler averajının (61 yıl) ve dünya genelinin oldukça üstüne çıkmış ve gelişmiş ülkeler grubuna (75 yıl) yaklaşmıştır.
Türkiye'de tarihsel süreç içinde, kaba ölüm oranlarındaki gerileme, bebek ölümlerinde de görülmekle beraber, bebek ölüm oranlarındaki düşüş daha yavaş bir ritmde gerçekleşmiştir. Nitekim, 1945-1950 yılları aralığında 260 olan bebek ölüm oranı, 1950-55 döneminde % 233'e, 1955-1960 döneminde % 203'e, 1960-1965 yıllarında 176'ya, 1965-1970 yıllarında da % 151'e kadar düşmüştür. 1963 nüfus araştırması sonuçlarına bakılırsa, kırsal alanda % 190 olan bebek ölüm oranı, ilçelerde % 153'e, kentlerde % 143'e, metropoliten alanlarda % 101'e kadar düşmektedir. Bebek ölüm oranlarındaki gerileme 1970'ten sonrasında da sürerek, 1983 ve 1985'te % 83, 1987'de % 65, 1991'de ise % 57 olarak gerçekleşmiştir (DPT). Çok kısa bir sürede görülen bu süratli gerileme, büyük bir olasılıkla, 1985'te başlatılan ve 5 milyon evladı kapsayan aşı kampanyasının pozitif neticelerinden lanmaktadır. Sadece, bebek ölüm oranlarında kır ve şehir kesimleri arasındaki farklılıklar hâlâ sürmekte, bu oranlardaki gerileme kentsel alanlarda kırsal alanlara bakılırsa daha süratli olmaktadır. 1989'da, kentlerdeki bebek ölüm aranı % 53'e inerken, kırsal kesimde % 93 olarak saptanmıştır.
* Aşırı~ölum oranı, Cıç türlüdür. Birincisi, bir ülkenin ekonomik ve toplumsal gelişme koşulları bakımından benzerlik gösterdiği ya da göstermediği başka ülkelere bakılırsa genel aşırı ölüm oranı; İkincisi nerede ise evrensel bir kalite taşıyan, tüm yaşlarda saptanan ve erkeklerle bayanların ortalama yaşam sürelerinde 2-9 senelik bir sapmayla ortaya çıkan adam aşırı ölüm oranı; üçüncüsû ise, diğeri toplumsal kategorilere bakılırsa bazı toplumsal kategorilerin göreli aşın ölüm oranı; bu son oran, incelenen grupların yaşları ya da yaş grupları bakımından ölüm oranlarının karşılaştırılmasıyla saptanır.
*Psikan. Ölüm dürtüsü. Bilinçdışında ölüm yoktur; eğer var ise, yaşam da ölüm de olmayan, fakat salt etkinlik oluşturan talep ya da dürtüler biçiminde vardır. Bu durumda yapılması ihtiyaç duyulan şey, bilinçdışı- nın öznesinin ölüm mevzusunda ne bilebileceğini saptamaktır. Asla şüphe yok ki yas işi haricinde ya da edime geçişler ve çöküntü haricinde, bilinçdışının öznesi hiçbir şey bilmemektedir; sadece birinci durumda ötekinin ölümü, ikinci durumda öznenin bir yitirme ya da reddetme işlevini tekrardan yaratmak sözkonusudur. ölüm isteği, ölüm boğuntusu, hadımlık maskelerinden başka şey değildirler.
*Tanrıbil. Tanrının ölümü tanrıbilimi. XIX. yy.'da Hegel ve Nietzsche tarafınca geliştirilen Tanrı'nın ölümü teması, çağımızda tekrardan ele alındı. Gabriel Vahanian, VVİlliam Hamilton, Paul Van Buren ve Thomas Altizer benzer biçimde, yapıtları 1960-1970 içinde belli bir başarı kazanan bazı tanrı- bilimciler, Tanrı fikrinin yokluğunun toplumbilimsel açıdan saptanmış olması üstünde durdular. Bu kurama bakılırsa hıristiyanlığın aslı, Tanrı değil, insandır; daha açıkçası, insanoğlunun, insanlığını belli bir şekilde yaşayabilmesidir. Böylece, Albert Camus'nün Veba'daki sorusuna ulaşılıyordu: Tanrısız bir aziz olunabilir mi? Hakkaten de, her türlü doğa ötesi ve dogmatik münakaşanın ötesinde Tanrının ölümü tanrıbilimleri, aslında Mukaddes kitaplar'ın yaşayan TanrısTnın çarpıtılmış bir görüntüsü olan "yaradancılığın renksiz ve belli belirsiz tanrısT'nın reddedilmesi değil miydi?
*Tip. Ölümün emareleri. Bugünkü canlandırma şekilleri yardımıyla ölümün geleneksel emareleri (solunumun ve kalbin durması) eski önemini yitirdi. Şundan dolayı kalbin durmasına yol açan oksijen yokluğu suni solünüm aygıtlarıyla giderilmektedir. Içorganlardan işlevlerini hâlâ korumuş olan olsa dahi, ölüm ilmühaberini yazmak için beynin öldüğünü saptamak (bk. Nörobiyol.) zorunluğu vardır.
• Adli tıp açısından ölüm. Ölümün sebebi ne olursa olsun, resmi makamlar ölenin bir doktor tarafınca muayenesini isterler. Adli tıp yönünden muayenenin ilk evresi ölümün kati ve devamlı bulunduğunun ve canlandırma manevralarının uygulanabileceği bir yalancı ölüm olmadığının saptanmasıdır. Yalancı ölüme yalnız havasızlıktan ya da suda boğulmuş ya da vücut sıcaklığı oldukça fazla düşmüş (soğukta kalıp komaya giren) kişilerde rastlanır. Cesede yapılacak herhangi bir müdahaleden (otopsi, organ alma) ilkin, beyin ölümü haricinde, kalbin durduğunun saptanmasından başka dolaşımın durduğunun da kati olarak saptanması gerekir
Ölüm halinde, dolaşımın durmasından başka, vücut sıcaklığının ortamın ısı derecesine kadar yavaş yavaş düşmüş olduğu saptanır. Ölü sertliği, ölümün nedenine ve çevre sıcaklığına bağlı olarak değişik sürelerde yerleşir; sonrasında, damarlardan kanın dışarı sızması yüzünden altta kalan bölgelerde, morumsu kırmızı plaklar halinde nefes ölü morlukları belirir. Adli doktor, ölümün kati olduğu kanısına v^jdık- tan sonrasında ölüm saatini saptamaya çahşmalıdır; ondan sonrasında da ölümün organik ya da şüpheli olup olmadığını araştırmalıdır.
1. Biyol. Canlı bir yapının (organ, fert, doku ya da hücre) yaşama özgü niteliklerini kati olarak yitirmesi ve yıkıma sürüklenmesi: Kaza üç kişinin ölümüne niçin oldu. Bir arkadaşının ölümünü ailesine bildirmek. (Bk. ansikl böl.)
2. Bir yaşamın, zamanda belli bir an, bir tarih olarak ele alınan sonu: Bir yapıtı yazarının ölümünden sonrasında yayımlamak. Onun ölümünden sonrasında tamamımız büyük bir boşluk hissettik.
3. Ölme şekli, bir ölüme ilişkin ayrıntılar: Organik bir ölüm. Kaza sonucu ölüm. Şerefli bir ölüm. Kuşkulu bir ölüm.
4. Ölümü haber veren şey ya da ölümün dış emareleri, kişileştirilmesi: Yüzüne bakılınca ölüme çok yakın olduğu anlaşılıyordu.
5. Etkinliğin tümüyle durması: Süpermarketlerin gelişimi ufak dükkânların ölümüne niçin oldu.
6. Ölüm cezası; idam: Ölüme mahkûm edilmek.
7. Ruhsal ya da bedensel bakımdan, katlanılmaz çok güç bir durum: Bu sıcakta yola çıkmak bir ölüm.
8. Ölüm Tanrı'ın emri, “er ya da geç hepimiz ölecektir; bu işi yapmak için ölümü bile göze alıyorum†anlamında kati kararlılık belirtmek amacıyla söylenir. || Ölüm değil ya, bir şeyin fazla çekinilecek, korkulacak bir yönü bulunmadığını belirtir. || Ölüm döşeğinde, ölmek üzereyken: Baban ölüm döşeğinde, sen nelerle uğraşıyorsun. || Ölüm fermanı, birinin kati olarak ölmesi mevzusunda verilmiş karar ya da meydana getirilen iş ve hareket. || Hayatta kalma, ölüm dirim, her türlü tehlikeyi düşünerek göze alma. || hayatta kalma meselesi, savaşı, yaşamda kalabilmek ya da varlığını sürdürebilmek için verilen savaşım. || Ölüm sessizliği, derin ve iç karartıcı sessizlik. || ölüm, ecel terleri dökmek, çok güç, sıkıntılı, heyecanlı anlamış olur yaşamak: Sen gelinceye değin ölüm terleri döktüm. || ölüm var, dirim var, "insan yaşayabileceği benzer biçimde her an ölebilir düşüncesiyle davranarak önlemli bulunmalı" anlamında kullanılır: Ölüm var, dirim var, insanoğlunun kenarda birikmiş birkaç kuruşu olmalı. || Ölümle burun buruna gelmek, ölüm tehlikesiyle çok yakından karşılaşıp ondan kurtulmak. || Ölümü göze almak, yaşamını hiçe sayarak ya da ölümden korkmayarak tehlikeli bir işe girişmek: ölümü göze aldıktan sonrasında insan her şeyi yapar. || Ölümün ötesi kolay, “asıl güçlükler yaşarken vardır" anlamında söylenir. || Ölümün soluğu, ölümü haber veren işaretler. || Ölümüne susamak, koşmak, ölümüne yol açabilecek ya da ölümle sonuçlanabilecek tehlikeli işlere girişmek: Ölümüne mi susadın, elektrik direğine çıkılır mı?
*Cez. huk. Ölüm cezası, hükümlünün yaşamına son verilmesiyle yerine getirilen ceza. (Bk. ansikl. böl.)
*Huk. Ölüm karinesi, ölümüne kati olarak bakılmasını gerektirecek durumlarda kaybolan ve cesedi bulunmayan kişinin hakkaten ölmüş sayılması (Türk med. k. md. 30). || Ölüm tazminatı, haksız eylem sonucu birini öldüren kişinin, ölenin yakınlarına ödediği tazminat. (Bk. ansikl. böl.) || Ölüm raporu, bir ölüm vakası üstüne yetkililerce tutulan tutanak. (Bk. ansikl. böl.) || ölüm yardımı, emekli sandıklarıyla toplumsal sigorta kurumlarının ölenin yakınlarına yaptıkları parasal yardım. (Bk. ansikl. böl.) || Ölüme bağlı tutum, kişilerin, ölümlerinden sonrasında netice doğurmak suretiyle yaptıkları hukuksal işlem. (VASİYET, MİRAS SÖZLEŞMESİ.) || Beraber ölüm karinesi * BİRLİKTE.
*isl. Azrail adlı ölüm meleğinin ruhu bedenden ayırması. (Bk. ansikl. böl.)
*Kad. doğ. Yenidoğanın yalancı ölümü, doğumda cansız benzer biçimde görünen ve nefes almayan, fakat kalbi azca ya da çok hızla çarpmakta olan yenidoğanın durumu. (Bu durum bugün Apgar göstergesinin saptanması ile daha iyi belirlenmekte ve entübasyon, oksijenleme ve kalp masajları ile kurtarma odasında acil olarak tedavi edilmektedir.)
*Nörobiyol. Beyin ölümü, beynin hiçbir düzgüsel işlev göremediği bir organizmanın patolojik durumu. (Bk. ansikl. böl.)
*Nüfbil. Ölüm noktası, Lexis diyagramında bir ölümü belirten nokta. || Ölüm oranı, belli bir dönemde bir nüfus içindeki ölümlerin o nüfusa oranı (hayvanlar için de kullanılır). [ÖLüM HIZI ya da KABA ÖLüM ORANI da denir.] (Bk. ansikl. böl.) || Ölüm oranı katsayısı, iki yaş içinde bulunan bir insan grubundaki ölüm sayısının, bu yaşların ilkinde olan insan sayısını gösteren sayı. (Grup için, bu iki yaş arasındaki ölüm olasılığını belirtir) || Aşırı ölüm oranı, karşılaştırma için ele alınan bir ölüm oranına bakılırsa fazla ölüm sayısı. (Bk. ansikl. böl.) || Bebek ölüm oranı, birinci yaş gününe hemen hemen ulaşmamış bebekler içinde bir takvim yılı içindeki ölümlerin, o takvim yılı içindeki doğumlara oranı.
*Psikan. Ölüm dürtüsü, Freud'un ikinci topiğinde, insan varlığında bulunan, fakat ona yabancı olan ve onu yaşamdan uzaklara iten bir gücü belirtir. (Bk. ansikl. böl.)
*Sig. Ölüm sigortası, sigortalının ölmesi durumunda, onun gerçek sahibi yakınlarına bir anaparanın ya da bir iradın ödenmesini güvence eden sigorta.
*Tanrıbil. Tanrı'nın ölümü tanrıbilimi, uygar düşüncede Tanrı fikrinin artık hiçbir rol oynamadığı mevzusundaki toplumbilimsel saptamadan doğan amerikan kökenli tanrıbilimsel fikir akımı. (Bk. ansikl. böl.)
*Tip. Ölümün emareleri, komanın aşıldığını ve adli tıp incelemesi için organların alınabileceğini gösteren veriler (Bk, ansikl. böl.) || Yalancı ölüm, kalp ve solunum işlevlerinin kısa bir süre için durması ya da ileri derecede yavaşlamasıyla belirgin durum. (işlevler fark edilemeyecek kadar zayıf olduğundan kişiye ölü görünümü verir.)
* ünl. Yok olması istenen bir hiç kimseye, bir topluluğa ya da bir şeye yönelik olarak söylenen söz: Zalimlere ölüm!
*ANSİKL. Biyol. Hücresel düzeyde, yaşamsal işlevlerin devam etmesi diye tanımlanan ölümsüzlüğün muhteşem bir tarafı yoktur: ikiye ayrılan bir bakteri ölmez, birleşen iki gametten yeni bir varlık meydana gelirken ölüm işe karışmaz ve daha geniş anlamda düşünülürse, yaşam olgusu yeryüzünde bir milyar seneden beri devam etmektedir. Laboratuvarda tertipli aralıklarla yeni besi ortamına aktarılan bir doku kültürü vakit sınırı olmaksızın üretilebilir (Harrison, Carrel, Gautheret). Çok hücreli canlılarda ölümün bir kaide olması birbirinden bağımsız iki nedene bağlıdır:
* Dış nedenlere bağlı ölüm: avcı bir hayvanın dişleri içinde ölüm, besleneceği avı bulamadığı için açlıktan ölüm, iklim değişikliği sebebiyle ölüm, bir kaza, hastalık, vb. nedenlerle ölüm. Doğada en sık rastlanan ölüm tipi budur.
• İç nedenlere bağlı ölüm: yaşlılık yüzünden ölüm, kimi zaman genetik programa bağlı ölüm (beslenmeyen kelebek, ananın ölümü ile sonuçlanan yumurtlama, cesedi yavruları korumuş olan koşnil, vb.), daha sık olarak da kırılganlığın gittikçe artması (kemik, damar çeperleri) ve bunun kaza olasılığını devamlı çoğaltması sonucu meydana gelen ölüm. (UZUN ÖMüRLüLüK.)
* Biryıllık türlerin durumu. “Kötü mevsim"i (kış donu ya da kurak mevsim) olan iklimlerde yaşayan biryıllık hayvan ya da nebat türleri, bu mevsim adım atar başlamaz arkalarında yavaşlamış bir yaşam devam eden döller (tohum, yumurta) bırakarak ölürler. Laboratuvarda, elverişsiz şartlar ortadan kaldırılınca bu varlıklar çoğu zaman, sanki yaşlılıkları mevsimlerin bir senelik ritmine uyum sağlarmışçasına, birazcık daha uzun (fakat çok değil) yaşarlar. Yıldan başka hiçbir bi- yoritim yaşamın uzunluğunu belirleyemez.
* Yarı ölüm, organizmanın yalnız bir bölümünü ilgilendiren ölümdür: yaprak döken ağaçların yaprakları, kriptofit çokyıllık otların toprak haricinde kalan kısmı, yılan ve böceklerin deri değiştirmesi, meşe mântarı ye özodunu, vb. Genel olarak insanda ve hayvanlarda canlı maddenin günlük olarak yenilenmesi her gün birçok hücrenin ölmesiyle gerçekleşir.
*Tohumlarda, ufak anhidrobiyoz hayvanlarda vb. yaşam yavaşlaması temelde, kimi zaman uzun fakat daima sınırı olan bir süre sonunda, koşullar elverişli olur olmaz etkin yaşamın (çimlenme, yumurtanın açılması, canlanma) yine kazanılmasıyla ölümden ayrılır. Kış uykusu için de durum aynıdır.
Ölümün yararı apaçık meydandadır: yalnız ölüm yardımıyla biyosfer, genişlemeyen bir gezegende kendine yer bulabilir; biyolojik evrim sadece ölüm kanalıyla sağlanabilir.
*Cez. huk.
*Ölüm cezası. Kimi ülkelerin yasalarından çıkarılan, kimi ülkelerin yasalarında bulunmakla beraber uygulanmayan bu ceza kimi ülkelerde sıkça uygulanmaktadır. Ölüm cezasının lüzumlu olup olmadığı senelerce tartışıldı. Bu cezanın hukuk tekniğini aşan bir yönü vardır. Bu tür bir cezanın benimsenmesi, yalnızca ceza hukuku ve kriminolojinin kapsamını aşar. Ölüm cezası, giderilmesi olanaksız zarara yol açmış olduğu için bilhassa adli hataların bulunmuş olduğu durumlarda eleştiri mevzusu yapılmaktadır. Türk ceza k. ölüm cezasına yer veren yasalardandır. Türk hukukunda mahkemelerce verilen ve kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar verme yetkisi TBMM'nindir (Anayasa md. 87). Meclis'in onayından geçmeyen ölüm cezası kararları yerine getirilemez. Türkiye'de ölüm cezası hükümlünün asılmasıyla yerine getirilir. Cezanın yerine getirilmesi esnasında sonucu veren mahkeme üyelerinden biri, C. savcısı, tabip, zabıt kâtibi ve cezaevi müdürü hazır bulunur. Hükümlünün bağlı olduğu dinin temsilcisi, müdafa avukatı ya da ailesinden bir şahıs de cezanın yerine getirilmesi esnasında hazır bulunabilir.
*Folk. Anadolu'da ölüme ilişkin birçok anane ve inanış vardır. Bunlar ölümü düşündüren ön emareler ve kaçınmalar, ölüm esnasında yapılması gerekenler ve ölümden sonraki uygulamalar olarak gruplandırılır.
Anadolu'nun birçok yerinde baykuş ötmesi, köpek uluması, ayna kırılması, .düşte ölmüş bir yakınını görme ya da hemen hemen evlenmemiş kızlar için kendini gelinlikle görme vb. bir çok mühim ya da önemsiz vaka, ölümü düşündüren ön emareler olarak değerlendirilir. Kaçınmalar yerine getirilmediği ya da yapıldığı vakit ölümle sonuçlanacağına inanılan davranışları kapsar. Değişik yörelerde bugün de yaşayan, evden ölü çıktığında o mahalledeki su dolu kapları, “azraıl parmağını batırmıştır ya da bıçağını yıkamıştır†diye dökme; ölü yıkanırken ya da cenaze geçerken “üstüne ölüm uykusu çökmesin†diye uyuyanları uyandırma; ölü evinden çıkanın “ölümün ağırlığı taşa geçsin" diye bir taşa oturması; gömüt kazan ya da toprak örtenlerin kazma, kürek vb.'yi art arda ölüm olur diye elden ele vermeyip toprağa koyduktan sonrasında ötekine iletmesi; ölü yıkayıcılarının davranışlarını yinelememek için sabunu el üstünde başkasına verme vb. bu tür kaçınmalar niteliğindedir.
Ölüm ve ölüm sonrasındaki uygulamaların çoğunluğu dinsel gerekleri yerine getirme amacı taşır. Yörelere bakılırsa bazı farklılıklar görülmekle beraber genel anlamda temel din kuralları, belirleyici etkendir.
Ölüm anından gömülme işlemi bitinceye değin gözetilen bazı töreler de vardır. Mesela; bazı yörelerde ölünün gömülmesi mevzusunda telaşlı davranılır. Bunun sebebi ölünün kokmasını önlemek, acıyı bir an ilkin unutturmak, ölünün sorgucu meleklere iyi çözüm verebilmesi için beyninin soğumamasını sağlamak vb. olarak açıklanır. Bu törelerin bir bölüğünde ise büyülük öğeler görülür. Ölünün ağzı ve burnunun pamukla tıkanması şeytanın girmeşjni önlemek için alınmış bir önlem olarak değerlendirilir; bazı yörelerde ölünün yıkanmasından artan su kaçınılması lüzumlu bir madde olarak dökülür; bazı yörelerdeyse tam tersine bu su şifa niyetine kırklı küçüklere, hastalara dökülür. Bu suyla, diğeri dünyada ölenle buluşma ya da acıyı soğutma amacıyla el yüz yıkama geleneği de vardır.
Anadolu'da ölüm vakasıyla ilgili oldukça yaygın geleneklerden biri de ağıt yakmadır. Bunu başsağlığı dileme töresi izler. Kimi vakit bu iki töre iç içedir. Başsağlığı dilemeye gelenler üzüntülerini ifade eder ve ölü çıkan evdekileri yalnız bırakmamaya çalışır ve ölü evine yiyecek götürürler.
Ölünün eşyalarıyla ilgili en yaygın anane, bu tarz şeyleri yoksullara dağıtmaktır. Kimi zaman bunların su serpme, ayazlama vb. simgesel arındırma işlemlerinden geçirildiği de olur. Bu anane, ölünün dönerek gelmiş olarak eşyalarını kullanana zarar vermesini önleme amacını taşır.
Ölünün anıldığı, ruhuna adanarak Kuran, mevlit okutulmuş olduğu, aş verildiği belli günler, daha çok ölümün kırkıncı, elli ikinci günüyle yıldönümü; daha seyrek olarak da üçüncü ve yedinci günüdür. Bu tür geleneklerin bir kısmı, bilhassa yiyecek verme eski türk inanışlarının izleri olarak değerlendirilmektedir.
Ölü için yas tutma süresi Anadolu'nun çeşitli yörelerinde farklılıklar gösterir. En yaygını kırk gündür. Bu süre içinde süslü giyinilmez, eğlencelere katılınmaz, bazı yörelerde yıkanılmaz ve iş tutulmaz. Yas rengi karadır. Bir yakını ölen başına kara yazma bağlayarak bunu belli eder. Bazı yörelerde giysilerini ters giyme, saçlarını kesme, beliklerini çözme vb. uygulamalara da rastlanır.
Yasın sona erdirilmesi birçok yerde bazı kurallara bağlıdır Bazı yörelerde bunun için ölümden sonraki ilk bayramın geçmesi gerektiğine inanılır, ilk bayramda bayram gezmesine çıkılmaz, gelen konuklara şeker yerine acı kahve ikram edilir. Bayanların kara yazmalarını çıkarıp renkli yazma bağlamaları, adamların sakallarını tıraş etmeleri vb. bazı davranışlar da çeşitli yörelerde yas sürecinin bittiğini belirtir. Birçok yörede de yas hamamı ya da ölü hamamı denen uygulamayla yas sona erdirilir.
Gelenekselliğini korumuş olan yörelerde ölüme ilişkin inanışlar ve gelenekler bugün de varlığını sürdürmekle beraber bilhassa kentlerde bunların yerini daha uygar uygulamalar almıştır.
*Huk. Ölüm, kişiliğe son veren bir vakadır Ölümle beraber, ölenin kişilik haRları da biter Buna karşılık ölüm kişinin mal, varlığı haklarını ortadan kaldırmaz, bunlar ölenin mirasçılarına geçer. Ölen şahıs adına dava açılamayacağı benzer biçimde, ona karşı da dava açılamaz. Ölen şahıs gerçek sahibi olamayacağı benzer biçimde, borç altına da giremez. Ölüm vakası, kaide olarak, nüfus kayıtlarıyla kanıtlanır. Sadece bu kayıtların yanlış bulunduğunu ileri devam eden şahıs bunu her tür kanıtla kanıtlayabilir.
*Ölüm tazminatı. Ölüm sebebiyle ödenen tazminat, maddi, ve manevi olabilir. Haksız eylem sebebiyle ölüm sonucunda ödenecek tazminat, bilhassa cenaze giderlerini de kapsar. Ölüm, haksız fiilin derhal peşinden olmamışsa tazminat tedavi giderlerini ve emek verme gücünden yoksun kalmaktan doğan zararları da ihtiva eder. Ölüm sonucunda başka kimseler, ölenin yardımından yoksun kalmışlarsa onların bu zararının da ödenmesi gerekir (Borçlar k. md. 45). Yargıç, hususi durumları göz önüne alarak ölünün yakınlarına manevi zarar karşılığı olarak adalete uygun bir tazminat verilmesine karar verebilir (Borçlar k. md. 47).
* Ölüm raporu, köylerde muhtar, il ve ilçelerle sıhhat örgütü bulunan diğeri yerlerde gömme izni verenler tarafınca düzenlenir ve nüfus memurluklarına gönderilir. Ölüm genel bir taşıt aracında olmuşsa tutanak bu taşıtın sorumlusu tarafınca düzenlenir. Sel, yangın, yer sarsıntısı, trafik kazası vb. nedenlerle meydana gelen toplu ölüm vakalarında ölüm tutanakları vali ve kaymakamlarca görevlendirilen memurlar tarafınca düzenlenir. Kıtalarında ölen asker kişilere ilişik ölüm tutanakları kıta doktoru ya da onun yerine bakan görevlilerce hazırlanmış olur.
* Ölüm yardımı, ölenin gerçek sahibi yakınlarına (karı, koca, çocuk, ana ve baba) aylık bağlanması, toptan ödeme yapılması ve cenaze masraflarının verilmesi yardımlarını kapsar. Emekli sandığı'na bağlı olarak çalışanlardan emekli, malullük aylığı alanların ya da buna hak kazananların, hizmet süreleri on yıl ve daha çok olanların ve görevi sebebiyle ölenlerin hak sahiplerine aylık bağlanır. Emekli ve malullük aylığı alanların ölümü halinde bir aylık tutarında ölüm yardımı yapılır. Gerçek sahibi kişilere ölüm aylığı bağlanması olanaksız olan durumlarda, Emekli sandığı'nda biriken para karşılığında toptan ödeme yapılır. Toplumsal sigortalar kanunu' na bakılırsa sigortalının ölümü iş kazası ya da meslek hastalığından başka bir nedenle meydana gelmiş olmalıdır, iş tehlikesi sebebiyle ölüm olması sonucu meydana getirilen yardımlar ek olarak düzenlenmiştir. Sigortalının ölümünde gerçek sahibi kişilere yasada belirlenen oranlarda ölüm aylığı bağlanır. Bunun için sigortalının malullük, yaşlılık aylığı almaktayken ya da bu aylıkların bağlanmasına hak kazandıktan sonrasında ya da minimum beş yıldan beri sigortalı olarak toplam bin sekiz yüz gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olması gerekir. Ölüm aylığına hak kazanmadan ölen sigortalının kendisinin ve işverenin ödediği primler hak sahiplerine toptan ödenir. Ölen sigortalının ailesine cenaze harcaması yardımı da yapılır.
*ikonogr. Ortaçağ'ın sonlarına doğru ölüm, hıristiyan ikonografisinin başlıca temalarından biri durumuna geldi. O dönemlerde ölüm, yaşamın doyurduğu tüm kişilerin peşine düşerek öç alan tanrısal bir varlık olarak görülüyordu; çürümekte olan bir ceset (Jeanne de Bourbon'un mezarındaki figür, Louvre; Strasbourg müzesi'ndeki Memling'in sunakarkalığı) ya da daha genel olarak, elinde bir orak taşıyan (ya da taşımayan) bir iskelet biçiminde canlandırıldı. Ölümün etik ve yergici (Ölüler dansı) bir anlayışla bu şekilde ifade edilmesi, gömüt sanatına egemen olan mariz gerçekçilikle bir arada yürüdü (kardinal Lagrange'ın, Renö de Chalon'un, kardinal Birague'ın gömüt heykelleri; gömüt anıtlarında ilk iskelet figürlerinin XIV. yy.'da görülmeye başlanması).
Ölümün zaferi teması Mahşer atlısından esinlenir; Subiaco freskleri (XIV. yy.) ve Palermo'da Sclafani sarayı fresklerinde, Pisa campo santo'sunda adı bilinmeyen bir ressam, Floransa'da S. Croce'de Orcagna tarafınca, Yaşlı Bruegel (Madrid), hemen sonra B. West (Solgun atın üstündeki ölüm, Philadelphia) tarafınca ele alındı. J. Colombe'un Ölüm ve askerler konusunu işleyen bir minyatürü (Tres Riches Heures du duc de Berry) ve Magnasco'nun bir tablosu da (Campomorte Exvoto'su) anılabilir. Sadece, ölüm tasvirlerine bilhassa germen kökenli sanatçıların yapıtlarında sıkça rastlanır: Dürer (Atlı, ölüm ve şeytan). H. Baldung (Ölüm ve genç kız ve Ölüm ve hanım, Basel; Vanitas, Viyana), Holbein (Ölüm görüntüleri adlı gravür dizisi), Rethel (Ölüler dansı temalı ağaç üstüne oyma baskı), Böcklin (Ölüleradası), M. Klinger (Ölüm üstüne, iki gravür dizisi). İspanyol ressamlar arasındaysa bu tema, Valdâs Leal (Finiş gloriae mundi ya da İki ceset; Ölüm, Sevilla) ve Goya (gravürler) tarafınca ele alındı. F. Rops'un Baloda ölüm ve Ensor'un gravürü insanoğlu sürüsünü kovalayan ölüm de sayılabilir. Heykelcilik alanında, flaman kiliselerindeki kürsüleri taşıyan iskeletler, Thorvaldsen tarafınca meydana getirilen ve Ölüm ve ölümsüzlük temasının işlendiği Prens Eugen anıtı (Münih) ya da Picasso'nun Ölü başları (1943) sayılabilir. ( HİÇLİK.) Beyaz perde alanında meydana gelen ikonografik bir buluş da kayda kıymet: Cocteau' nun Orphöe filmindeki ölüm motosikletçileri.
Tanınmış bir kişinin ölümüne ilişkin kompozisyonların da sayısı çoktur. Mantegna' nın Ölü İsa (Milano), Ghirlandaio' nun Aziz Francesco'nun ölümü (Floransa), Van Dyck'ın Âdem'in ölümü (Leningrad), il Tin- toretto'nun Habil'in ölümü (Venedik) adlı yapıtları.
*İsi. İslam inancına bakılırsa, her canlının yaşam süresi Tanrı tarafınca kati olarak saptanmıştır. Kuran'da şöyleki denir: "Onların ecelleri (ölecekleri vakit) ulaştığında ne bir saat sonraya ne de öne alabilirler" (VII, 34). “Her canlı ölümü tadacaktır†(III, 185). “Hayat benzer biçimde ölüm de insanoğlu için bir sınavdır" (LXVII, 2).
Hz. Muhammet, müslümanlara koşullar ne olursa olsun, ölümü istemeyi kati bir üslupla yasaklarken, "Tanrım, yaşamam hayırlıysa yaşamamı, ölümüm hayırlıysa ölmemi sağla†denilmesine izin verir.
*Nörobiyol. Beyin ölümü. Klinik olarak beyni ölmüş durumda olan hasta, kendiliğinden hiçbir etkinlik gösteremez, nefes almaz, gözbebekleri midriyaz halindedir, ağrı verici uyarılara karşı hiçbir tepki göstermez; buna aşılmış koma durumu denir; bu durumda organizma suni olarak ısıtılmalı ve havalandırılmalıdır. Elektroan- sefalogramda çizgi dümdüzdür. Ölümün varlığını gösteren bu durumda da, solunum suni olarak sağlanabildiğine bakılırsa bunun bir gerileme, bir iyileşme olanağı bulunan bazı barbütirik zehirlenmesi komalarından ayırt edilmesi gereklidir. Beyin ölümü hallerinde bir organ nakli (kalp, böbrekler) sözkonusu ise içorganların yaşaması sürdürülür.
*ANSİKL. Nüfbil. Nüfusbilim çözümlemesinde, genel ölüm oranının incelenmesini iki gösterge sağlar. Kaba ölüm oranı, senelik ölümlerin sayısının toplam nüfus sayısına oranını belirtir; bununla beraber, sözkonusu oranın değerinin bir seviyede nüfusun yaş yapısına bağlı olması internasyonal karşılaştırmalarda yanlışlıklara neden olur; hakkaten ölüm oranı düşük yaşlı bir ülkenin kaba ölüm oranı, ölüm oranı yüksek genç bir ülkeninkinden daha çok olabilir. Bu durumda, doğuştaki yaşama umudu ya da ortalama yaşam daha geçerli bir göstergedir: belirli bir toplulukta, belirli bir dönem ya da bir dönem için ölüm koşullarının daha iyi gösterilmesini sağlar. Yaşam* tablosu çizelgeleri vesilesiyle elde edilir.
Bireyler ve fert grupları içinde gözlenmiş ölüm oranı farklılıkları içinde şu ya da bu etmenin kati rolünü belirlemek günümüzde hâlâ güçtür. Ölüm sebepleri içinde iç etkenler ve dış etkenler ayrımının yapılması, bilhassa bebek ölüm oranının çözümlenmesini sağlar (iç etkenlere bağlı bebek ölüm oranı, bir ülkeden ötekine çok azca değişmiş olur; oysa, ülkenin toplumsal açıdan sağlığı koruma ve hastalıkları önleme donanımını yansıtan dış etkenli ölüm oranı için durum bunun tam tersidir). Bu, dış etkenli ölümlerin toptan yok oluşuna karşılık düşen yaşama umudunu ölçen limit biyolojik ölüm oranı kavramınım tanımlama olanağını da verir. Fakat çoğunlukla, toplumsal çevreye bakılırsa ölüm karşısında eşitsizlik örneğinin de gösterdiği benzer biçimde, iç ve dış etkenler birbirine karışır, karşılıklı etkilenerek ortak etkilerini artırırlar. Azca elverişli koşullarda yaşayanların ortalama ömrü ile çok elverişli koşullarda yaşayanların ortalama ömrü arasındaki fark çok büyüktür. Ek olarak elverişli ve elverişsiz koşullarda yaşayan gruplar içinde de kırsal kesimde ve kentsel alanlarda yaşamaya bakılırsa büyük farklılıklar gözlenir.
Türkiye'de, 1931'de derlenmeye başlanan ölüm istatistikleri 1949 yılı sonuna kadar yalnızca 25 il merkezini, 1950 başından 1 mart 1957'e değin tüm il merkezlerini, bu tarihten sonrasında da tüm il ve ilçe merkezlerini kapsamı içine almıştır. Bu istatistikler, il ve ilçe merkezlerindeki ölüm vakalarında, yasa gereği olarak, “ölü gömme kâğıdı izni" vermekle görevli olan kişilerce doldurularak, illerde sıhhat müdürlükleri, ilçelerde sıhhat ocakları kanalıyla Devlet istatistik enstıtüsü'ne (DİE) gönderilen “ölüm istatistik formlarıâ€na dayanılarak hazırlanmaktadır. Türkiye'de, ölüm düzeyine ilişkin kapsamlı verilerin bulunmayışı bilhassa 1960 öncesi için- bu mevzuda meydana getirilen saptamaların, hususi araştırmacılarla Birleşmiş milletler'in yapmış olduğu tahminlere dayandırılması zorunluluğunu doğurmuştur. Buna bakılırsa, 1930'lardaki kaba ölüm oranına ilişkin tahminler °/oo 20 ile %. 30 içinde değişmektedir. Ölüm vakalarındaki bu yüksek oran, Cumhuriyetin kurum aşamasında gelir ve refah düzeyinin düşüklüğü; sıtma, frengi, tifüs, vb. salgın hastalıkların yaygın oluşu ve buna karşılık o yıllarda sunulabilen sıhhat hizmetlerinin yetersizliğinden lanıyordu. Hükümetlerin, nüfus artışını özendirici bir politikayı benimsedikleri bu zamanda, bilhassa ölümlerin azaltılmasına öncelik ve ağırlık verilmiştir. Sadece, 1940-45 yıllarında, harp koşulları altında en mühim ilaçların bulunamayışı, salgın hastalıklar, şiddetli geçen kışlar yüzünden ölümlerin -özellikle bebek ölümlerinin- artması kaba ölüm oranlarında da %. 10 ile %. 40 içinde artışlara yol açmıştır. 1945'te, savaşın bitimiyle, ölüm düzeylerinde de mühim gerilemeler görüldü. Bir araştırmaya bakılırsa (Gürtan), 1945-50 içinde %. 17.6 olan kaba ölüm oranı, 1950-55 içinde %. 14,1'e, 1955-60 yıllarında %. 12,6'ya düştü. Bir başka tahmine bakılırsa (Shorter) ise, kaba ölüm oranları, sözkonusu dönemlerde sırasıyla %. 24,6, %. 21,8 ve %. 19,5 oldu. Bu durumda, kaba ölüm oranlarının 1945-50 döneminde %. 20, 1950-60 döneminde ise %. 15-20 olduğu söylenebilir. Bu pozitif gelişmede, 1950'ler Türkiye'sinde, tarımda modernleşme ve sanayinin gelişmesiyle yükselen refah ve gelir düzeyinin etkisiyle bulaşıcı hastalıklara karşı kullanılan ilaçların yaygınlaşması, DDT kullanımı, sıtma ve veremle savaşımda elde edilmiş başarı göstermiş sonuçlar, çocuk sağlığındaki iyileştirmeler mühim katkılar sağlamış oldu. Ölüm düzeyindeki gerileme 1960'tan sonrasında da sürerek 1960-65 içinde %. 17,3, 1965-70 içinde %. 11.5, 1970-75 içinde da %. 8.6 olarak hesaplandı (Shorter). Birleşmiş milletler'in tahmini ise aynı dönemler için sırasıyla, %. 15 ve % 11,7 ve 1975- 80 süreci için de %. 10'dur, DİE'nin 1989 Türkiye nüfus araştırmasına bakılırsa, aynı yıl kaba ölüm hızı % 7,79 olarak gerçekleşmiştir. Öte taraftan, ölüm oranlarına koşut bir gelişme gösteren ortalama yaşam süresi (doğuştaki yaşama umudu), Türkiye'de, 1940 öncesi 45 yıl dolayında iken, 1940-45 döneminde 35 yıla geriledikten sonrasında, 1945-50 içinde 45 yıla, 19501i yıllarda ise 50 yıl dolaylarına terfi etmiştir. Birleşmiş milletler'in hesaplamalarına bakılırsa, ortalama yaşam süresi 1950-55 yılları aralığında hanımlarda 48,3, erkeklerde 45,8, 1955-60 içinde hanımlarda 61,6, erkeklerde 60,3 yıl olarak saptanmıştır. Hacettepe üniversitesinde meydana getirilen bir araştırmaya bakılırsa ise, 1965'te hanımefendiler için 55 yıl olan ortalama yaşam süresi erkekler için 52 yıl; 1985'te hanımefendiler 67 yıl, erkekler için 62 yıl olarak saptanmıştır. 1989'daysa bu sayı, hanımefendiler için 69 yıl, erkekler için 64 yıl, ortalama 67 yıla ulaşmış dürümdadır. Böylece 1990'larda Türkiye, ortalama yaşam süresinde gelişmekte olan ülkeler averajının (61 yıl) ve dünya genelinin oldukça üstüne çıkmış ve gelişmiş ülkeler grubuna (75 yıl) yaklaşmıştır.
Türkiye'de tarihsel süreç içinde, kaba ölüm oranlarındaki gerileme, bebek ölümlerinde de görülmekle beraber, bebek ölüm oranlarındaki düşüş daha yavaş bir ritmde gerçekleşmiştir. Nitekim, 1945-1950 yılları aralığında 260 olan bebek ölüm oranı, 1950-55 döneminde % 233'e, 1955-1960 döneminde % 203'e, 1960-1965 yıllarında 176'ya, 1965-1970 yıllarında da % 151'e kadar düşmüştür. 1963 nüfus araştırması sonuçlarına bakılırsa, kırsal alanda % 190 olan bebek ölüm oranı, ilçelerde % 153'e, kentlerde % 143'e, metropoliten alanlarda % 101'e kadar düşmektedir. Bebek ölüm oranlarındaki gerileme 1970'ten sonrasında da sürerek, 1983 ve 1985'te % 83, 1987'de % 65, 1991'de ise % 57 olarak gerçekleşmiştir (DPT). Çok kısa bir sürede görülen bu süratli gerileme, büyük bir olasılıkla, 1985'te başlatılan ve 5 milyon evladı kapsayan aşı kampanyasının pozitif neticelerinden lanmaktadır. Sadece, bebek ölüm oranlarında kır ve şehir kesimleri arasındaki farklılıklar hâlâ sürmekte, bu oranlardaki gerileme kentsel alanlarda kırsal alanlara bakılırsa daha süratli olmaktadır. 1989'da, kentlerdeki bebek ölüm aranı % 53'e inerken, kırsal kesimde % 93 olarak saptanmıştır.
* Aşırı~ölum oranı, Cıç türlüdür. Birincisi, bir ülkenin ekonomik ve toplumsal gelişme koşulları bakımından benzerlik gösterdiği ya da göstermediği başka ülkelere bakılırsa genel aşırı ölüm oranı; İkincisi nerede ise evrensel bir kalite taşıyan, tüm yaşlarda saptanan ve erkeklerle bayanların ortalama yaşam sürelerinde 2-9 senelik bir sapmayla ortaya çıkan adam aşırı ölüm oranı; üçüncüsû ise, diğeri toplumsal kategorilere bakılırsa bazı toplumsal kategorilerin göreli aşın ölüm oranı; bu son oran, incelenen grupların yaşları ya da yaş grupları bakımından ölüm oranlarının karşılaştırılmasıyla saptanır.
*Psikan. Ölüm dürtüsü. Bilinçdışında ölüm yoktur; eğer var ise, yaşam da ölüm de olmayan, fakat salt etkinlik oluşturan talep ya da dürtüler biçiminde vardır. Bu durumda yapılması ihtiyaç duyulan şey, bilinçdışı- nın öznesinin ölüm mevzusunda ne bilebileceğini saptamaktır. Asla şüphe yok ki yas işi haricinde ya da edime geçişler ve çöküntü haricinde, bilinçdışının öznesi hiçbir şey bilmemektedir; sadece birinci durumda ötekinin ölümü, ikinci durumda öznenin bir yitirme ya da reddetme işlevini tekrardan yaratmak sözkonusudur. ölüm isteği, ölüm boğuntusu, hadımlık maskelerinden başka şey değildirler.
*Tanrıbil. Tanrının ölümü tanrıbilimi. XIX. yy.'da Hegel ve Nietzsche tarafınca geliştirilen Tanrı'nın ölümü teması, çağımızda tekrardan ele alındı. Gabriel Vahanian, VVİlliam Hamilton, Paul Van Buren ve Thomas Altizer benzer biçimde, yapıtları 1960-1970 içinde belli bir başarı kazanan bazı tanrı- bilimciler, Tanrı fikrinin yokluğunun toplumbilimsel açıdan saptanmış olması üstünde durdular. Bu kurama bakılırsa hıristiyanlığın aslı, Tanrı değil, insandır; daha açıkçası, insanoğlunun, insanlığını belli bir şekilde yaşayabilmesidir. Böylece, Albert Camus'nün Veba'daki sorusuna ulaşılıyordu: Tanrısız bir aziz olunabilir mi? Hakkaten de, her türlü doğa ötesi ve dogmatik münakaşanın ötesinde Tanrının ölümü tanrıbilimleri, aslında Mukaddes kitaplar'ın yaşayan TanrısTnın çarpıtılmış bir görüntüsü olan "yaradancılığın renksiz ve belli belirsiz tanrısT'nın reddedilmesi değil miydi?
*Tip. Ölümün emareleri. Bugünkü canlandırma şekilleri yardımıyla ölümün geleneksel emareleri (solunumun ve kalbin durması) eski önemini yitirdi. Şundan dolayı kalbin durmasına yol açan oksijen yokluğu suni solünüm aygıtlarıyla giderilmektedir. Içorganlardan işlevlerini hâlâ korumuş olan olsa dahi, ölüm ilmühaberini yazmak için beynin öldüğünü saptamak (bk. Nörobiyol.) zorunluğu vardır.
• Adli tıp açısından ölüm. Ölümün sebebi ne olursa olsun, resmi makamlar ölenin bir doktor tarafınca muayenesini isterler. Adli tıp yönünden muayenenin ilk evresi ölümün kati ve devamlı bulunduğunun ve canlandırma manevralarının uygulanabileceği bir yalancı ölüm olmadığının saptanmasıdır. Yalancı ölüme yalnız havasızlıktan ya da suda boğulmuş ya da vücut sıcaklığı oldukça fazla düşmüş (soğukta kalıp komaya giren) kişilerde rastlanır. Cesede yapılacak herhangi bir müdahaleden (otopsi, organ alma) ilkin, beyin ölümü haricinde, kalbin durduğunun saptanmasından başka dolaşımın durduğunun da kati olarak saptanması gerekir
Ölüm halinde, dolaşımın durmasından başka, vücut sıcaklığının ortamın ısı derecesine kadar yavaş yavaş düşmüş olduğu saptanır. Ölü sertliği, ölümün nedenine ve çevre sıcaklığına bağlı olarak değişik sürelerde yerleşir; sonrasında, damarlardan kanın dışarı sızması yüzünden altta kalan bölgelerde, morumsu kırmızı plaklar halinde nefes ölü morlukları belirir. Adli doktor, ölümün kati olduğu kanısına v^jdık- tan sonrasında ölüm saatini saptamaya çahşmalıdır; ondan sonrasında da ölümün organik ya da şüpheli olup olmadığını araştırmalıdır.
Kaynak: Büyük Larousse
YORUMLAR