OSMANLI DEVLETİNDE YER ALAN KADINLARIN ADLARI NELERDIR? Zeynep Hatun: Fatih sürecini Mihrî Hatunla beraber temsil eden Zeynep Ha...
OSMANLI DEVLETİNDE YER ALAN KADINLARIN ADLARI NELERDIR?
Zeynep Hatun:
Fatih sürecini Mihrî Hatunla beraber temsil eden Zeynep Hatun, adı malum ilk Türk hanım şairi olup, larda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir. Divan edebiyatının şekillenme döneminde Fatih çevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya hasredilen teşvik bu iki hanım şairin varlık göstermesinde de etkili olmuş olmalıdır. Aslolan adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kız evladıdır. Bir kadı olan ve şiir çalışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evliliğe ilk adımını atmıştır. Kültürlü bir muhitte yetişmiş, Arapça, ve şiirler söyleyecek olgunlukta Farsça öğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek seviyede musıki emekleri da olan Zeynep Hatun 1563'de Amasya'da ölmüştür.
Fatih adına düzen edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa açık ve mütevazi bir söyleyişin sahibidir. Bir kıt'asının, Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir, beyti ünlüdür.
Mihrî Hatun:
Fatih periyodu şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla beraber adı malum ilk Türk hanım şairlerindendir. Amasyalıdır. Aslolan adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 senesinde dünyaya gelmiştir. Mihrî mahlasını kendisi de bir ozan olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)'dan almıştır.
Dillere destan bir güzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kültür ve birikimin sahibi olmasına karşın kendisine yöneltilen tüm evlilik tekliflerini geri çevirerek ömrü süresince bekâr kalmıştır. Dönemine nazaran özgür bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihçi Hammer tarafınca “Osmanlılar'ın Sapho'su†olarak isimlendirilmiştir. Çevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî'nin, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi'ye duyduğu aşka dair ipuçlarına şiirlerinde de rastlamak mümkündür. Evinde düzenlemiş olduğu edebî meclisler şeklinde, samimi hanım duygularını çekinmeksizin şiirinde terennüm etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonrasında yetişenler içinde en fazla XIX. yüzyıl şairi Nigâr binti Osman'a benzetilebilir. Ona erken bir Nigâr Hanım olarak bakmak mümkündür.
Kolay söyleniyormuş izlenimi veren mütevazi bir şiiri vardır ve bunlar içinde en başarıya ulaşmış bulunanları nazireleridir. Dönem şairlerinden Necati'nin tesirinde kalan Mihrî'nin, şiirlerini Necati'ye gönderilmiş olduğu ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir.
Necati'nin meşhur Döne Döne redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve;
Âteş-i gamda kebâb oldu ciğer döne döne
Göklere çıktı duhânımla şerer döne döne
matlalı gazeli bunlardan biridir.
1506 senesinde Amasya'da ölen Mihrî Hatun'dan geriye yaratı olarak Divan'ı kalmıştır.
Hubbî Hatun:
Hubbî Hatun bir XVI. yüzyıl şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni sürecini hanım ozan olarak temsil etmektedir. (Aynı asırda, Kalımlı'nin hanımı Tutî Hanım'ın da şiir yazdığı söylenmektedir). Aslolan adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep şeklinde Amasyalıdır. Kanuni'nin süt kardeşi Şemsi Çelebi'nin Hanımıdır. Bu yakınlık Hubbî Ayşe'nin saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II. Selim'in, sonrasında da III. Murad'ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri için lüzumlu kültür atmosferini bulmuş, dönemin hocalarından dersler almış ve Arapça'yı çok iyi öğrenmiştir. Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki hanım şairlerden daha güçlü olduğu ifade edilirse de, hanım duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî'nin önüne geçemediği fark edilir. Erkeksi bir duyuşu vardır. Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 senesinde İstanbul'da ölmüştür.
Sıtkî Hatun:
XVII. asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın aslolan adı ümmetullah olup, bir kazasker kız evladıdır. Kardeşi Faize Hanım da şairdir sadece Sıtkî kadar tanınmış değildir. Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilâhiler yazmıştır. Divan'ı ile Genc-i Envâr ve Mecmuaü'l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır. 1703 senesinde ölmüştür.
Ani Hatun:
Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Akıllı, bilgili ve eğitimli bir karı olup, “Hace-i Zenan (Bayanların Hocası)†lâkabıyla anılmıştır. Arapça bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını öğrenmiş bulunan Ani Hatun'un bir Divan teşkil etmiş olduğu söylenmekteyse de bu yaratı ele geçmiş değildir. Ani Hatun bir hattat olarak da ün yapmıştır. Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir. 1710 senesinde ölmüştür.
Fıtnat Hanım:
Aslolan adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bizlere kadar gelen hanım şairler içinde en dikkat çekicilerden birisidir. Aydın ve şairi bolca bir çevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip çıkmıştır. Şiirleri kadar nükteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve ozan Haşmet çevresinde teşekkül eden latifelerle de tanınmıştır. Sadece bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı larda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır. Fıtnat Hanım kendisini anlamış olmayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zât olan Derviş Mehmet Efendi ile yapmış olduğu evlilikte asla mutlu olamamıştır. Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde hanım kalbinin samimiyetini bulmak zor olsa gerek. 1780 senesinde ölmüştür.
Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce, mısrası ile süregelen şarkısı çok ünlüdür.
Leylâ Hanım:
Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla'nın yeğenidir. Çocuk denecek yaşta evlendiyse de yedi gün üstüne, daha ilk geceden kabalıklarına şahit olduğu eşinden ayrılmıştır. Saray hanımlarıyla yakın ilişkisi olduğu malum, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir. Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır. Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da hanım duygularını birazcık olsun terennüm etmesiyle ve zamanına nazaran bir karı için özgür sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan asla uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir. Bir Divan'ı vardır. 1847 senesinde ölmüştür.
Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr mısraıyla süregelen Zâlim beni söyletme derûnumda neler var nakaratlı şarkısı çok ünlüdür.
Onur Hanım:
Onur Hanım şairi bolca ve kültürlü bir ailenin kızı olarak 1809 senesinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Kadirî ve Mevlevî tarikatlerine mensubiyeti bilinmekte olup, sıkıntılı bir yaşam geçirdiği II. Mahmud'a ve Valide Sultan'a yazdığı şiirlerden anlaşılmaktadır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirlerinde mütevazi ve muntazam bir ifade vardır. Divan sahibidir. 1861 senesinde ölmüştür.
Sırrî Hanım:
Aslolan adı Rahile olup Diyarbakırlıdır. 1814 senesinde kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Divan kültürüyle yetişmiş, bir süre Bağdad'da yaşadıktan sonrasında İstanbul'a gelmiş, Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katılmış sonrasında Kâmil paşa ile evliliğe ilk adımını atmıştır. Kızının ölümü üstüne yazdığı içli bir Mersiye ile tanınan Sırrî Hanımın bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır. Kadirî olan Sırrî Hanım 1877'de ölmüştür.
Âdile Sultan:
Periyodu, hanım şairler bakımından öteki dönemlere nazaran daha varlıklı bir görüntü veren II. Mahmud'un kızı olan Âdile Sultan, 1825 senesinde dünyaya gelmiştir. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha azca başarıya ulaşmış bir şairdir. Saray çevresinde iyi bir eğitim almış olmasına karşın, dil, vezin ve kafiye bakımından çözük bir dili vardır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır. Fuzulî, Şeyh Galib ve Muhıbbî (Kanuni Sultan Süleyman) etkisindedir. Kızını ve kocasını yitirmiş, bu acılar şiirini etkilemiştir. Nakşıbendî tarikatine girmiş, hikemî şiirler de yazmıştır. Kendi Divan'ı basılmamışsa da Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı'nın basılmasını elde etmiştir. 1898 senesinde ölmüştür.
Nakıye Hanım:
Onur Hanımın yeğeni olan Hatice Nakıye Hanım 1845 senesinde dünyaya gelmiştir. Daha ziyade bir eğitimci olarak tanınır. Eğitimli ve kültürlü bir karı olarak döneminde bir fazlaca hizmet vermiş, II. Abdülhamid tarafınca bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Türkçe ve Farsça şiirler yazmışsa da şairliği eğitimciliğinin gölgesinde kalmış, dergilerde dağınık halde kalan şiirleri bir araya getirilmemiştir. Sadece bunların bir kısmı kardeşi Nebil Bey'in Divan'ının sonunda bir bölüm halinde, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafınca yayımlanmıştır. Asla evlenmemiş bulunan Nakıye Hanım 1879 senesinde ölmüştür.
Münire Hanım:
Bir sadrazam kızı olan Münire Hanım 1825 senesinde dünyaya gelen ve iyi bir eğitim almıştır. Mevlevî tarikatine mensup olup bir çok tasavvufî şiirler yazmıştır. 1903 senesinde ölmüştür.
Feride Hanım:
Kültürlü bir aileden gelmekte olan Feride Hanım 1837 senesinde dünyaya gelmiştir. İlk derslerini, Arapça ve Farsça bilgisini babasından almıştır. Hattatlığı da olan Feride Hanım nesih bir Kur'an yazmıştır. Ilkin eşinin, sonrasında babasının ölümü üstüne içe kapanık bir yaşam sürmüş, 1903 senesinde ölmüştür.
Saniye Hanım:
1836'da Trabzon'da doğan Saniye Hanım şiir zevkini de almış olduğu babası tarafınca eğitilmiştir. Divan seçimi kadar halk tarzında da şiirler yazmış, aruz kadar hece ölçüsünü de kullanmıştır. Bir Divan teşkil edecek hacimde şiiri olması durumunda bu tarz şeyleri düzen etmemiş olan Saniye Hanımın birçok şiiri de bir yangında yok olmuştur. Birlikteliği sebebiyle bir süre Rize'de yaşayan Saniye Hanım 1905 senesinde Trabzon'da ölmüştür.
Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde):
Tanzimat yıllarında yaşamış olduğu halde geleneksel çizgide şiirler yazan ve kendisinden ortalama 1,5 yüzyıl evvel yaşamış adaşı Zübeyde Fıtnat'la karıştırılmaması için imzasını “Yeni Fıtnat†olarak atan Hazinedarzâde Fıtnat Hanım 1842 senesinde Trabzon'da dünyaya gelmiştir. Devrin Trabzon valisi Hazinedarzâde Abdullah Paşa'nın kız evladıdır.
Dört yaşlarında iken ailece İstanbul'a gelen Fıtnat Hanımın eğitimine ailesi tarafınca ehemmiyet verilmiş, çok iyi derecede Farsça öğrenmesi ve tahsiline evliliğinden sonrasında da devam etmesi sağlanmıştır. Sadece şiir ve edebiyatla uğraşmasından hoşlanmayan bir insanla yapmış olduğu ilk evliliğinde mutlu olamadığı, larda adı geçmeyen ilk eşinin, uzun ve güzel olduğundan Fıtnat Hanımın kirpiklerini kestirmeye kaykıştığı bilinmektedir. Kocasının şiir ve edebiyatı men etmesi üstüne hattatlığa yönelen Fıtnat Hanım devrinde, bir güzellik şöhretine de haizdir. Ahmed Midhat Efendi'nin kuzeni olduğu söylenen Fıtnat Hanım, Hakkı Tarık Us'un derleyerek yayımladığı mektuplara bakılırsa “Hâce-i evvel†ile bir muaşaka da yaşamıştır. Düzenleme edilmiş fakat basılmamış bir Divan'ı vardır. Divan geleneği içinde yaratı veren hanım şairlerin en önemlilerinden olup çağdaşı Leylâ (Saz) Hanımla beraber Tanzimat döneminde dergilerde açık imzası görünen ilk hanım şairlerden biridir. 1911 senesinde İstanbul'da ölmüştür.
Leylâ Hanım (Saz):
1845 senesinde İstanbul'da doğan Leylâ Hanım hekimbaşı İsmail Paşa'nın kız evladıdır. Babasının görevi münasebetiyle çocukluk çağlarında yedi yıl kadar sarayda bulunmuş, bunun neticesinde iyi bir eğitim almıştır. Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınan Leylâ Hanım, Fıtnat Hanımla beraber dergilerde açık imzasını gördüğümüz ilk hanım şairlerdendir. Sadece onun da şiirinde yenilik çeşnisi yoktur. Divan geleneğinin bir seyircisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında kitaplaştırmıştır. Leylâ Hanım saray çevresini ve âdetlerini özetleyen anılarıyla da ünlüdür. Sadece ilki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kalmış, bunlar 1920 senesinde Zaman gazetesinde yayımlandığı süre çok ilgi çekmiş, Fransızca olarak da kitap haline getirilmiştir. Leylâ Hanım 1936 senesinde ölmüştür.
Mahşah Hanım:
1864 senesinde Trabzon'da doğan Mahşah Hanım hususi hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişmiştir. Aruz ile Divan tarzında yazdığı şiirlerin yanı sıra, mensubu bulunmuş olduğu Nakşî, Kadirî ve Mevlevî tarikatlerinin tesiri altında hece ölçüsüyle tasavvufî şiirler de kaleme almıştır. Musıki ile de uğraşan Mahşah Hanımın güftesi ve bestesi kendisine ilişkin şarkıları vardır. Mün'im Şah ya da Zafer adlı bir tiyatro oyunu da bulunan Mahşah Hanım 1933'de İstanbul'da ölmüştür.
Buraya kadar saydığımız adların haricinde, daha azca tanınmakla beraber, Hatice İffet, Hasibe Maide, Feride, Habibe, Şerife Ziba, Fatma Kâmile şeklinde şairler de XIX. yüzyıl içinde Divan geleneğini sürdürerek şiir yazmaya devam etmektedirler.
Nigâr Hanım:
Tanzimat döneminde yaşamış olmakla beraber şiirlerinde yenileşmenin tesirini taşımayan Leylâ ve Fıtnat Hanım şeklinde hanım şairlerden sonrasında yeniliğin ilk temsilcisi olarak Nigâr Hanımdan[2] söz etmek gerekir. 1862 senesinde İstanbul'da doğan Nigâr Hanım, Macar Osman Paşanın kız evladıdır. Örtünme çağına kadar mahalle okulunda ve bir Rum okulunda okumuş, sonrasında hususi hocalardan ders alarak, Doğu ve Batı bilgilerini içeren güçlü bir eğitim görmüştür. Çok iyi derecede piyano çalan, sekiz lisan bilen Nigâr Hanım bir mühtedi olan babasının ikliminde Batılı bir sanat zevki ve yaşam çeşnisine açık olarak yetişmiştir. Erken yaşta evlenmiş, fakat mutlu olamayarak eşinden ayrılmıştır. İlk zamanlar geleneksel çizgide değerlendirilebilirse de, önceleri Ekrem'in sonraları Servet-i Fünuncuların tesiri altında ve Fransız edebiyatını orijinalinden takip edebilmiş olmasının da avantajıyla, yenilik özelliği taşıyan şiirler vermeye adım atmıştır.
Nigâr Hanım, döneminde toplumsal dünyadaki değişimin hanım ölçeğindeki en mühim temsilcisidir. Bir tek şiiri değil; giyim-kuşamı, hitabı, davranışları, tesis etmiş olduğu edebî salonu ile de etik ve güzel duyu bir mitin sahibesidir. Şiirleri ve yaşantısıyla hanım şairler üstünde etkili olmuş, onlara yazma ve yazdıklarını yayımlama cesareti vermiştir. Dahası, bayanlar kadar adam şairler üstünde de tesir yaratmış, hissî bir edebiyatın sirayetine katkıda bulunmuştur. II. Abdülhamid tarafınca bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilen Nigâr Hanım bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete'nin baş yazarıdır.Ferdiyetçi bir muhteva taşıyan şiirinde Balkan Harbi ve I. Cihan Harbinden sonrasında ulusal duyguların ağırlık kazanılmış olduğu fark edilir. Dil ve vezin bakımından ara sıra çözük, fakat hakim vasfı samimiyeti olan bir şiiri vardır. Sağlığında Efsus (I-I; 1887, 1890), Nîran (1896), Aks-i Sedâ (1899), Safahât-ı Kalb (1901), Elhân-ı Vatan (1916) adlı eserleri piyasaya sürülen Nigâr Hanımın ölümünden sonrasında Etki-i Aşk (1978) adlı tiyatro eseri basılmış olup döneminde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da mevcuttur. Yirmi cilt kadar olduğu malum günlüklerinin on üçü Aşiyan müzesinde muhafaza edilmektedir. Bu çok önemli yaratı bizde Batı tarzında günlük edebiyatının da ilk örneğidir. Yaşantısı, eserleri, hissedişi ile ilklere imzasını atan fakat birinci derslik bir ozan olamayan Nigâr Hanım Meşrutiyet sonrasında değişen edebî beğeniye ayak uyduramayarak geri planda kalmış, 1918 senesinde İstanbul'da ölmüştür.
Nigâr Hanıma gelinceye kadar hanım şairlerde azca ya da çok seviyede fakat daima hissedilen adam söylemi Nigâr Hanım ile tesirini yitirmiştir. O, samimi hanım duygularını terennüm eden ilk şairimizdir. Türk “kadın†şiirinin Nigâr Hanımla başladığından söz etmek abartı değildir.
Makbule Leman:
şme periyodunun Nigâr Hanımla beraber burç isimlerinden kabul edilen Makbule Leman[3] 1865 senesinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. V. Murad sarayında Kahvecibaşı İbrahim Efendinin kız evladıdır. Bir görüşe nazaran Rüşdiyede okumuş, sonrasında hususi dersler alarak yetişmiştir. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete'nin baş yazarı olan Makbule Leman, II. Abdülhamid tarafınca Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir. Kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler, hikâyeler de sığdıran Makbule Leman'ın sağlığında piyasaya sürülen şiirlerinin sayısı on ikidir. Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirilmiş, ölümünden (1898) sonrasında bu yaratı, eşi tarafınca, Makbule Leman hakkında yazılanlarla bir arada ikinci kez bastırılmıştır.
Abdülhak Mihrünnisa:
Abdülhak Hamid Tarhan'ın en minik kardeşi olan Abdülhak Mihrünnisa 1864 senesinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Evlilik hayatında mutlu olamayarak boşanmıştır. Dağınık halde çeşitli dergilerde ve mecmualarda kalan şiirlerinde kuvvetle ağabeyi Hamid tesirinde kalmış olduğu görülmektedir. 1943 senesinde ölmüştür.
Meşrutiyet Yılları
II. Meşrutiyete öncellik eden yıllarda şöhretinin zirvesinde bulunan Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye şeklinde öncü bayanlar Meşrutiyetin getirmiş olduğu yeni yaşamın ve değişen edebî beğeninin gereklerine ayak uydurmakta güçlük çekerler ve unutuluşun kucağına zirveden düşerler. Bununla beraber Meşrutiyet döneminde şiir ve düzyazı sahasında yaratı verecek hanım ediplerimiz, arkalarında kısık sesli ve azca sayıda da olsa hemcinsleri tarafınca açılmış bir yol bulurlar. Meşrutiyet periyodu aydınının üstünde düşünce birliği etmiş olduğu alanlardan birisi de “kadın†meselesidir. İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Osmanlıcılık başta olmak suretiyle devrin belli başlı düşünce akımları programlarında ne olursa olsun “kadın†meselesine yer verirler. Çözüm önerileri ve programlar azca ya da çok farklılık gösterse de ortada “kadına dair†bir sorun ve “kadının durumunun iyileştirilmesi†şeklinde bir gereklilik olduğu Meşrutiyet aydını tarafınca emsalsiz olarak kabul görmektedir. İyileştirme çarelerinin eğitimle iç içe durduğunun fark edilmesi (hem kadının hem adamın eğitimiyle) neticesinde, Meşrutiyet döneminde kadının eğitim seviyesinde önceki yıllara nazaran nisbî de olsa bir iyileşme fark edilir. Hanım mecmualarının sayısı şeklinde eli kalem tutan hanım sayısında da ani bir artış fark edilir. Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar olan dönem, kendini ifade hususunda imkânları daha elverişli, lügatini nisbeten sadeleştirmiş, hece ölçüsü ve toplumsal gerçeklerle tanışık, Divan edebiyatı etkisinden uzaklaşmış bir karı ozan tipiyle karşılaşmamıza imkân hazırlamışsa da, bu şairin olgunluk noktasını yakaladığından söz etmek hemen hemen mümkün değildir.
İhsan Raif:
1877 senesinde Beyrut'ta doğan İhsan Raif[4] bir mutasarrıf kız evladıdır. Babasının görevi sebebiyle bir çok yer görmek imkânını bulmuş fakat aynı nedenden dolayı tertipli bir eğitim alamamış, daha ziyade hususi hocalar elinde yetiştirilmiştir. Meşrutiyet devrinde parlayan en mühim hanım şairlerden birisi ve hece ölçüsüyle yazan ilk hanım şairdir. O da Nigâr Hanım şeklinde edebî salon tesis etmiş, şiiri süre içinde toplumsal bir muhteva kazanmıştır. Mütevazı bir dili, yalın bir anlatımı vardır. 1926 senesinde Paris'te ölmüştür.
Yaşar Nezihe:
1880 senesinde İstanbul'da doğan Yaşar Nezihe yoksul bir ailenin çocuğudur. Annesinin ölümünden sonrasında baş başa kalmış olduğu babası okuması yazması olmayan bir müstahdem olup, kızının okumasına ortam sağlayamamıştır. Yoksulluğu ve eğitimsizliği ile, toplumsal statüsü ve yaşam standardı yüksek ailelere mensup öteki hanım şairlerden ayrılan Yaşar Nezihe kendi kendisini yetiştirmiştir. Yoksulluk ve sıkıntılar ömrü süresince arkasını bırakmamış, yapmış olduğu üç evlilikte de mutlu olamamış, geçimini sağlamak için evde ve dışarıda çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmıştır. Edebiyat, sıkıntılı yaşamının yegâne saadetidir. Şiirlerini Bir Deste Menekşe (1915) ve Feryatlarım (1924) adlarıyla kitaplaştıran Yaşar Nezihe'nin yaşantısına âyinedarlık eden karamsar bir şiiri vardır. Batı tesiri taşıyan şiiri yer yer toplumsal ve siyasî değiniler de taşır. Kuvvetli ve dirençli bir mizaca haiz olan Yaşar Nezihe (Bükülmez soyadını almıştır), 1935 senesinde İstanbul'da ölmüştür.
Şükûfe Nihal:
1896'da İstanbul'da doğan Şükûfe Nihal, hususi hocalardan eğitim almış, Edebiyat fakültesini tamamlamıştır. Başlangıçta Tevfik Fikret'in tesirinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken süre içinde Ulusal edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya adım atmıştır. Aruzla yazdığı şiirleri Yıldızlar ve Gölgeler (1919) adı altında kitaplaştırmıştır. 1928 öncesinde heceyle yazdıkları ise Hazan Rüzgârları (1927) adlı kitabında bir araya getirilmiştir. Hikâye ve roman sahasında da isim yapmış olan Şükûfe Nihal, edebî kimliğinin yanı sıra yaşantısı ve faaliyetleri ile de dikkat çeker. Fatih mitinginde etkisi altına alan bir konuşma yapmış, Türk Hanımefendiler Birliği'nin kurucuları içinde yer almıştır. 1973'de ölmüştür.
Alıntı
Veda Hutbesi'nde yer edinen evrensel mesajlar nedir?
Osmanlı Devleti'nde mühim insanların adları nedir?
Osmanlı Devleti'nde eyalet yönetimi çeşitleri nedir?
Bu bildiri 'en iyi yanıt' seçilmiştir.
Zeynep Hatun:
Fatih sürecini Mihrî Hatunla beraber temsil eden Zeynep Hatun, adı malum ilk Türk hanım şairi olup, larda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir. Divan edebiyatının şekillenme döneminde Fatih çevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya hasredilen teşvik bu iki hanım şairin varlık göstermesinde de etkili olmuş olmalıdır. Aslolan adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kız evladıdır. Bir kadı olan ve şiir çalışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evliliğe ilk adımını atmıştır. Kültürlü bir muhitte yetişmiş, Arapça, ve şiirler söyleyecek olgunlukta Farsça öğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek seviyede musıki emekleri da olan Zeynep Hatun 1563'de Amasya'da ölmüştür.
Fatih adına düzen edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa açık ve mütevazi bir söyleyişin sahibidir. Bir kıt'asının, Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir, beyti ünlüdür.
Mihrî Hatun:
Fatih periyodu şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla beraber adı malum ilk Türk hanım şairlerindendir. Amasyalıdır. Aslolan adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 senesinde dünyaya gelmiştir. Mihrî mahlasını kendisi de bir ozan olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)'dan almıştır.
Dillere destan bir güzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kültür ve birikimin sahibi olmasına karşın kendisine yöneltilen tüm evlilik tekliflerini geri çevirerek ömrü süresince bekâr kalmıştır. Dönemine nazaran özgür bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihçi Hammer tarafınca “Osmanlılar'ın Sapho'su†olarak isimlendirilmiştir. Çevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî'nin, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi'ye duyduğu aşka dair ipuçlarına şiirlerinde de rastlamak mümkündür. Evinde düzenlemiş olduğu edebî meclisler şeklinde, samimi hanım duygularını çekinmeksizin şiirinde terennüm etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonrasında yetişenler içinde en fazla XIX. yüzyıl şairi Nigâr binti Osman'a benzetilebilir. Ona erken bir Nigâr Hanım olarak bakmak mümkündür.
Kolay söyleniyormuş izlenimi veren mütevazi bir şiiri vardır ve bunlar içinde en başarıya ulaşmış bulunanları nazireleridir. Dönem şairlerinden Necati'nin tesirinde kalan Mihrî'nin, şiirlerini Necati'ye gönderilmiş olduğu ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir.
Necati'nin meşhur Döne Döne redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve;
Âteş-i gamda kebâb oldu ciğer döne döne
Göklere çıktı duhânımla şerer döne döne
matlalı gazeli bunlardan biridir.
1506 senesinde Amasya'da ölen Mihrî Hatun'dan geriye yaratı olarak Divan'ı kalmıştır.
Hubbî Hatun:
Hubbî Hatun bir XVI. yüzyıl şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni sürecini hanım ozan olarak temsil etmektedir. (Aynı asırda, Kalımlı'nin hanımı Tutî Hanım'ın da şiir yazdığı söylenmektedir). Aslolan adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep şeklinde Amasyalıdır. Kanuni'nin süt kardeşi Şemsi Çelebi'nin Hanımıdır. Bu yakınlık Hubbî Ayşe'nin saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II. Selim'in, sonrasında da III. Murad'ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri için lüzumlu kültür atmosferini bulmuş, dönemin hocalarından dersler almış ve Arapça'yı çok iyi öğrenmiştir. Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki hanım şairlerden daha güçlü olduğu ifade edilirse de, hanım duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî'nin önüne geçemediği fark edilir. Erkeksi bir duyuşu vardır. Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 senesinde İstanbul'da ölmüştür.
Sıtkî Hatun:
XVII. asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın aslolan adı ümmetullah olup, bir kazasker kız evladıdır. Kardeşi Faize Hanım da şairdir sadece Sıtkî kadar tanınmış değildir. Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilâhiler yazmıştır. Divan'ı ile Genc-i Envâr ve Mecmuaü'l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır. 1703 senesinde ölmüştür.
Ani Hatun:
Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Akıllı, bilgili ve eğitimli bir karı olup, “Hace-i Zenan (Bayanların Hocası)†lâkabıyla anılmıştır. Arapça bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını öğrenmiş bulunan Ani Hatun'un bir Divan teşkil etmiş olduğu söylenmekteyse de bu yaratı ele geçmiş değildir. Ani Hatun bir hattat olarak da ün yapmıştır. Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir. 1710 senesinde ölmüştür.
Fıtnat Hanım:
Aslolan adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bizlere kadar gelen hanım şairler içinde en dikkat çekicilerden birisidir. Aydın ve şairi bolca bir çevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip çıkmıştır. Şiirleri kadar nükteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve ozan Haşmet çevresinde teşekkül eden latifelerle de tanınmıştır. Sadece bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı larda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır. Fıtnat Hanım kendisini anlamış olmayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zât olan Derviş Mehmet Efendi ile yapmış olduğu evlilikte asla mutlu olamamıştır. Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde hanım kalbinin samimiyetini bulmak zor olsa gerek. 1780 senesinde ölmüştür.
Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce, mısrası ile süregelen şarkısı çok ünlüdür.
Leylâ Hanım:
Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla'nın yeğenidir. Çocuk denecek yaşta evlendiyse de yedi gün üstüne, daha ilk geceden kabalıklarına şahit olduğu eşinden ayrılmıştır. Saray hanımlarıyla yakın ilişkisi olduğu malum, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir. Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır. Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da hanım duygularını birazcık olsun terennüm etmesiyle ve zamanına nazaran bir karı için özgür sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan asla uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir. Bir Divan'ı vardır. 1847 senesinde ölmüştür.
Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr mısraıyla süregelen Zâlim beni söyletme derûnumda neler var nakaratlı şarkısı çok ünlüdür.
Onur Hanım:
Onur Hanım şairi bolca ve kültürlü bir ailenin kızı olarak 1809 senesinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Kadirî ve Mevlevî tarikatlerine mensubiyeti bilinmekte olup, sıkıntılı bir yaşam geçirdiği II. Mahmud'a ve Valide Sultan'a yazdığı şiirlerden anlaşılmaktadır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirlerinde mütevazi ve muntazam bir ifade vardır. Divan sahibidir. 1861 senesinde ölmüştür.
Sırrî Hanım:
Aslolan adı Rahile olup Diyarbakırlıdır. 1814 senesinde kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Divan kültürüyle yetişmiş, bir süre Bağdad'da yaşadıktan sonrasında İstanbul'a gelmiş, Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katılmış sonrasında Kâmil paşa ile evliliğe ilk adımını atmıştır. Kızının ölümü üstüne yazdığı içli bir Mersiye ile tanınan Sırrî Hanımın bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır. Kadirî olan Sırrî Hanım 1877'de ölmüştür.
Âdile Sultan:
Periyodu, hanım şairler bakımından öteki dönemlere nazaran daha varlıklı bir görüntü veren II. Mahmud'un kızı olan Âdile Sultan, 1825 senesinde dünyaya gelmiştir. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha azca başarıya ulaşmış bir şairdir. Saray çevresinde iyi bir eğitim almış olmasına karşın, dil, vezin ve kafiye bakımından çözük bir dili vardır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır. Fuzulî, Şeyh Galib ve Muhıbbî (Kanuni Sultan Süleyman) etkisindedir. Kızını ve kocasını yitirmiş, bu acılar şiirini etkilemiştir. Nakşıbendî tarikatine girmiş, hikemî şiirler de yazmıştır. Kendi Divan'ı basılmamışsa da Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı'nın basılmasını elde etmiştir. 1898 senesinde ölmüştür.
Nakıye Hanım:
Onur Hanımın yeğeni olan Hatice Nakıye Hanım 1845 senesinde dünyaya gelmiştir. Daha ziyade bir eğitimci olarak tanınır. Eğitimli ve kültürlü bir karı olarak döneminde bir fazlaca hizmet vermiş, II. Abdülhamid tarafınca bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Türkçe ve Farsça şiirler yazmışsa da şairliği eğitimciliğinin gölgesinde kalmış, dergilerde dağınık halde kalan şiirleri bir araya getirilmemiştir. Sadece bunların bir kısmı kardeşi Nebil Bey'in Divan'ının sonunda bir bölüm halinde, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafınca yayımlanmıştır. Asla evlenmemiş bulunan Nakıye Hanım 1879 senesinde ölmüştür.
Münire Hanım:
Bir sadrazam kızı olan Münire Hanım 1825 senesinde dünyaya gelen ve iyi bir eğitim almıştır. Mevlevî tarikatine mensup olup bir çok tasavvufî şiirler yazmıştır. 1903 senesinde ölmüştür.
Feride Hanım:
Kültürlü bir aileden gelmekte olan Feride Hanım 1837 senesinde dünyaya gelmiştir. İlk derslerini, Arapça ve Farsça bilgisini babasından almıştır. Hattatlığı da olan Feride Hanım nesih bir Kur'an yazmıştır. Ilkin eşinin, sonrasında babasının ölümü üstüne içe kapanık bir yaşam sürmüş, 1903 senesinde ölmüştür.
Saniye Hanım:
1836'da Trabzon'da doğan Saniye Hanım şiir zevkini de almış olduğu babası tarafınca eğitilmiştir. Divan seçimi kadar halk tarzında da şiirler yazmış, aruz kadar hece ölçüsünü de kullanmıştır. Bir Divan teşkil edecek hacimde şiiri olması durumunda bu tarz şeyleri düzen etmemiş olan Saniye Hanımın birçok şiiri de bir yangında yok olmuştur. Birlikteliği sebebiyle bir süre Rize'de yaşayan Saniye Hanım 1905 senesinde Trabzon'da ölmüştür.
Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde):
Tanzimat yıllarında yaşamış olduğu halde geleneksel çizgide şiirler yazan ve kendisinden ortalama 1,5 yüzyıl evvel yaşamış adaşı Zübeyde Fıtnat'la karıştırılmaması için imzasını “Yeni Fıtnat†olarak atan Hazinedarzâde Fıtnat Hanım 1842 senesinde Trabzon'da dünyaya gelmiştir. Devrin Trabzon valisi Hazinedarzâde Abdullah Paşa'nın kız evladıdır.
Dört yaşlarında iken ailece İstanbul'a gelen Fıtnat Hanımın eğitimine ailesi tarafınca ehemmiyet verilmiş, çok iyi derecede Farsça öğrenmesi ve tahsiline evliliğinden sonrasında da devam etmesi sağlanmıştır. Sadece şiir ve edebiyatla uğraşmasından hoşlanmayan bir insanla yapmış olduğu ilk evliliğinde mutlu olamadığı, larda adı geçmeyen ilk eşinin, uzun ve güzel olduğundan Fıtnat Hanımın kirpiklerini kestirmeye kaykıştığı bilinmektedir. Kocasının şiir ve edebiyatı men etmesi üstüne hattatlığa yönelen Fıtnat Hanım devrinde, bir güzellik şöhretine de haizdir. Ahmed Midhat Efendi'nin kuzeni olduğu söylenen Fıtnat Hanım, Hakkı Tarık Us'un derleyerek yayımladığı mektuplara bakılırsa “Hâce-i evvel†ile bir muaşaka da yaşamıştır. Düzenleme edilmiş fakat basılmamış bir Divan'ı vardır. Divan geleneği içinde yaratı veren hanım şairlerin en önemlilerinden olup çağdaşı Leylâ (Saz) Hanımla beraber Tanzimat döneminde dergilerde açık imzası görünen ilk hanım şairlerden biridir. 1911 senesinde İstanbul'da ölmüştür.
Leylâ Hanım (Saz):
1845 senesinde İstanbul'da doğan Leylâ Hanım hekimbaşı İsmail Paşa'nın kız evladıdır. Babasının görevi münasebetiyle çocukluk çağlarında yedi yıl kadar sarayda bulunmuş, bunun neticesinde iyi bir eğitim almıştır. Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınan Leylâ Hanım, Fıtnat Hanımla beraber dergilerde açık imzasını gördüğümüz ilk hanım şairlerdendir. Sadece onun da şiirinde yenilik çeşnisi yoktur. Divan geleneğinin bir seyircisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında kitaplaştırmıştır. Leylâ Hanım saray çevresini ve âdetlerini özetleyen anılarıyla da ünlüdür. Sadece ilki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kalmış, bunlar 1920 senesinde Zaman gazetesinde yayımlandığı süre çok ilgi çekmiş, Fransızca olarak da kitap haline getirilmiştir. Leylâ Hanım 1936 senesinde ölmüştür.
Mahşah Hanım:
1864 senesinde Trabzon'da doğan Mahşah Hanım hususi hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişmiştir. Aruz ile Divan tarzında yazdığı şiirlerin yanı sıra, mensubu bulunmuş olduğu Nakşî, Kadirî ve Mevlevî tarikatlerinin tesiri altında hece ölçüsüyle tasavvufî şiirler de kaleme almıştır. Musıki ile de uğraşan Mahşah Hanımın güftesi ve bestesi kendisine ilişkin şarkıları vardır. Mün'im Şah ya da Zafer adlı bir tiyatro oyunu da bulunan Mahşah Hanım 1933'de İstanbul'da ölmüştür.
Buraya kadar saydığımız adların haricinde, daha azca tanınmakla beraber, Hatice İffet, Hasibe Maide, Feride, Habibe, Şerife Ziba, Fatma Kâmile şeklinde şairler de XIX. yüzyıl içinde Divan geleneğini sürdürerek şiir yazmaya devam etmektedirler.
Nigâr Hanım:
Tanzimat döneminde yaşamış olmakla beraber şiirlerinde yenileşmenin tesirini taşımayan Leylâ ve Fıtnat Hanım şeklinde hanım şairlerden sonrasında yeniliğin ilk temsilcisi olarak Nigâr Hanımdan[2] söz etmek gerekir. 1862 senesinde İstanbul'da doğan Nigâr Hanım, Macar Osman Paşanın kız evladıdır. Örtünme çağına kadar mahalle okulunda ve bir Rum okulunda okumuş, sonrasında hususi hocalardan ders alarak, Doğu ve Batı bilgilerini içeren güçlü bir eğitim görmüştür. Çok iyi derecede piyano çalan, sekiz lisan bilen Nigâr Hanım bir mühtedi olan babasının ikliminde Batılı bir sanat zevki ve yaşam çeşnisine açık olarak yetişmiştir. Erken yaşta evlenmiş, fakat mutlu olamayarak eşinden ayrılmıştır. İlk zamanlar geleneksel çizgide değerlendirilebilirse de, önceleri Ekrem'in sonraları Servet-i Fünuncuların tesiri altında ve Fransız edebiyatını orijinalinden takip edebilmiş olmasının da avantajıyla, yenilik özelliği taşıyan şiirler vermeye adım atmıştır.
Nigâr Hanım, döneminde toplumsal dünyadaki değişimin hanım ölçeğindeki en mühim temsilcisidir. Bir tek şiiri değil; giyim-kuşamı, hitabı, davranışları, tesis etmiş olduğu edebî salonu ile de etik ve güzel duyu bir mitin sahibesidir. Şiirleri ve yaşantısıyla hanım şairler üstünde etkili olmuş, onlara yazma ve yazdıklarını yayımlama cesareti vermiştir. Dahası, bayanlar kadar adam şairler üstünde de tesir yaratmış, hissî bir edebiyatın sirayetine katkıda bulunmuştur. II. Abdülhamid tarafınca bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilen Nigâr Hanım bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete'nin baş yazarıdır.Ferdiyetçi bir muhteva taşıyan şiirinde Balkan Harbi ve I. Cihan Harbinden sonrasında ulusal duyguların ağırlık kazanılmış olduğu fark edilir. Dil ve vezin bakımından ara sıra çözük, fakat hakim vasfı samimiyeti olan bir şiiri vardır. Sağlığında Efsus (I-I; 1887, 1890), Nîran (1896), Aks-i Sedâ (1899), Safahât-ı Kalb (1901), Elhân-ı Vatan (1916) adlı eserleri piyasaya sürülen Nigâr Hanımın ölümünden sonrasında Etki-i Aşk (1978) adlı tiyatro eseri basılmış olup döneminde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da mevcuttur. Yirmi cilt kadar olduğu malum günlüklerinin on üçü Aşiyan müzesinde muhafaza edilmektedir. Bu çok önemli yaratı bizde Batı tarzında günlük edebiyatının da ilk örneğidir. Yaşantısı, eserleri, hissedişi ile ilklere imzasını atan fakat birinci derslik bir ozan olamayan Nigâr Hanım Meşrutiyet sonrasında değişen edebî beğeniye ayak uyduramayarak geri planda kalmış, 1918 senesinde İstanbul'da ölmüştür.
Nigâr Hanıma gelinceye kadar hanım şairlerde azca ya da çok seviyede fakat daima hissedilen adam söylemi Nigâr Hanım ile tesirini yitirmiştir. O, samimi hanım duygularını terennüm eden ilk şairimizdir. Türk “kadın†şiirinin Nigâr Hanımla başladığından söz etmek abartı değildir.
Makbule Leman:
şme periyodunun Nigâr Hanımla beraber burç isimlerinden kabul edilen Makbule Leman[3] 1865 senesinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. V. Murad sarayında Kahvecibaşı İbrahim Efendinin kız evladıdır. Bir görüşe nazaran Rüşdiyede okumuş, sonrasında hususi dersler alarak yetişmiştir. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete'nin baş yazarı olan Makbule Leman, II. Abdülhamid tarafınca Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir. Kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler, hikâyeler de sığdıran Makbule Leman'ın sağlığında piyasaya sürülen şiirlerinin sayısı on ikidir. Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirilmiş, ölümünden (1898) sonrasında bu yaratı, eşi tarafınca, Makbule Leman hakkında yazılanlarla bir arada ikinci kez bastırılmıştır.
Abdülhak Mihrünnisa:
Abdülhak Hamid Tarhan'ın en minik kardeşi olan Abdülhak Mihrünnisa 1864 senesinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Evlilik hayatında mutlu olamayarak boşanmıştır. Dağınık halde çeşitli dergilerde ve mecmualarda kalan şiirlerinde kuvvetle ağabeyi Hamid tesirinde kalmış olduğu görülmektedir. 1943 senesinde ölmüştür.
Meşrutiyet Yılları
II. Meşrutiyete öncellik eden yıllarda şöhretinin zirvesinde bulunan Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye şeklinde öncü bayanlar Meşrutiyetin getirmiş olduğu yeni yaşamın ve değişen edebî beğeninin gereklerine ayak uydurmakta güçlük çekerler ve unutuluşun kucağına zirveden düşerler. Bununla beraber Meşrutiyet döneminde şiir ve düzyazı sahasında yaratı verecek hanım ediplerimiz, arkalarında kısık sesli ve azca sayıda da olsa hemcinsleri tarafınca açılmış bir yol bulurlar. Meşrutiyet periyodu aydınının üstünde düşünce birliği etmiş olduğu alanlardan birisi de “kadın†meselesidir. İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Osmanlıcılık başta olmak suretiyle devrin belli başlı düşünce akımları programlarında ne olursa olsun “kadın†meselesine yer verirler. Çözüm önerileri ve programlar azca ya da çok farklılık gösterse de ortada “kadına dair†bir sorun ve “kadının durumunun iyileştirilmesi†şeklinde bir gereklilik olduğu Meşrutiyet aydını tarafınca emsalsiz olarak kabul görmektedir. İyileştirme çarelerinin eğitimle iç içe durduğunun fark edilmesi (hem kadının hem adamın eğitimiyle) neticesinde, Meşrutiyet döneminde kadının eğitim seviyesinde önceki yıllara nazaran nisbî de olsa bir iyileşme fark edilir. Hanım mecmualarının sayısı şeklinde eli kalem tutan hanım sayısında da ani bir artış fark edilir. Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar olan dönem, kendini ifade hususunda imkânları daha elverişli, lügatini nisbeten sadeleştirmiş, hece ölçüsü ve toplumsal gerçeklerle tanışık, Divan edebiyatı etkisinden uzaklaşmış bir karı ozan tipiyle karşılaşmamıza imkân hazırlamışsa da, bu şairin olgunluk noktasını yakaladığından söz etmek hemen hemen mümkün değildir.
İhsan Raif:
1877 senesinde Beyrut'ta doğan İhsan Raif[4] bir mutasarrıf kız evladıdır. Babasının görevi sebebiyle bir çok yer görmek imkânını bulmuş fakat aynı nedenden dolayı tertipli bir eğitim alamamış, daha ziyade hususi hocalar elinde yetiştirilmiştir. Meşrutiyet devrinde parlayan en mühim hanım şairlerden birisi ve hece ölçüsüyle yazan ilk hanım şairdir. O da Nigâr Hanım şeklinde edebî salon tesis etmiş, şiiri süre içinde toplumsal bir muhteva kazanmıştır. Mütevazı bir dili, yalın bir anlatımı vardır. 1926 senesinde Paris'te ölmüştür.
Yaşar Nezihe:
1880 senesinde İstanbul'da doğan Yaşar Nezihe yoksul bir ailenin çocuğudur. Annesinin ölümünden sonrasında baş başa kalmış olduğu babası okuması yazması olmayan bir müstahdem olup, kızının okumasına ortam sağlayamamıştır. Yoksulluğu ve eğitimsizliği ile, toplumsal statüsü ve yaşam standardı yüksek ailelere mensup öteki hanım şairlerden ayrılan Yaşar Nezihe kendi kendisini yetiştirmiştir. Yoksulluk ve sıkıntılar ömrü süresince arkasını bırakmamış, yapmış olduğu üç evlilikte de mutlu olamamış, geçimini sağlamak için evde ve dışarıda çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmıştır. Edebiyat, sıkıntılı yaşamının yegâne saadetidir. Şiirlerini Bir Deste Menekşe (1915) ve Feryatlarım (1924) adlarıyla kitaplaştıran Yaşar Nezihe'nin yaşantısına âyinedarlık eden karamsar bir şiiri vardır. Batı tesiri taşıyan şiiri yer yer toplumsal ve siyasî değiniler de taşır. Kuvvetli ve dirençli bir mizaca haiz olan Yaşar Nezihe (Bükülmez soyadını almıştır), 1935 senesinde İstanbul'da ölmüştür.
Şükûfe Nihal:
1896'da İstanbul'da doğan Şükûfe Nihal, hususi hocalardan eğitim almış, Edebiyat fakültesini tamamlamıştır. Başlangıçta Tevfik Fikret'in tesirinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken süre içinde Ulusal edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya adım atmıştır. Aruzla yazdığı şiirleri Yıldızlar ve Gölgeler (1919) adı altında kitaplaştırmıştır. 1928 öncesinde heceyle yazdıkları ise Hazan Rüzgârları (1927) adlı kitabında bir araya getirilmiştir. Hikâye ve roman sahasında da isim yapmış olan Şükûfe Nihal, edebî kimliğinin yanı sıra yaşantısı ve faaliyetleri ile de dikkat çeker. Fatih mitinginde etkisi altına alan bir konuşma yapmış, Türk Hanımefendiler Birliği'nin kurucuları içinde yer almıştır. 1973'de ölmüştür.
Alıntı
Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Birkaç gündür, aklıma her nedense bundan 400 küsur yıl ilkin yaşamış Ester Kira adındaki Yahudi hanım takıldı: Ester saraya sızıp iktidara ortak olmuş ve devlet rüşvetle onun yardımıyla tanışmıştı. Günün birinde canına tak diyen askerler hanımı işkenceye alıp servetinin kaynağını ve yerini sordular. Ester ilkin ‘‘Anamdan, babamdan kaldı'' dediyse de sonunda milyonlarca altını bulunduğunu itiraf etti. Bayanı hançerleyip delik deşik ettiler, cesedi köpeklere yedirildi, kalan parçaları da ateşe atıldı...
Kimi zaman durup dururken hatırıma günlük hayatla asla alâkası olmayan mevzular, adlar ve vakalar takılır ve beni günlerce meşgul ederler. Düşünür, göç eder fakat ne münasebetle aklıma geldiklerini bir türlü çıkartamam...
Aynı garipliği bugünlerde de yaşadım: Bundan dört yüzyıl öncesinin bir adı, Ester Kira adındaki Yahudi bir karı kafama musallat oluverdi. Unutmaya çalıştım fakat bir türlü beceremedim, beceremeyince ‘‘İyisi mi, ondan bahseden kitapları tekrardan bir elden geçireyim'' diye düşündüm ve Selânik; Zamanı'nin Kira'yı özetleyen faslını tekrardan okudum. Sonrasında, diğeri eserlerdeki Kira bahislerini devrettim ve sizlere bu hafta Kira'yı yazayım dedim...
Osmanlı tarihlerinin hakkında çok şeyler anlattığı Ester Kira, 16. yüzyıl İstanbul'unda yaşadı. Kanuni Süleyman zamanında saraya kapılandı ve zaman içinde imparatorluğun en kuvvetli adı haline geldi. Gücünün zirvesine çıkmış olduğu devir üçüncü Mehmed'in iktidar seneleriydi. Hükümdarın anası Safiye Sultan'ı elde etmiş, ilkin İstanbul gümrüklerini kendisine bağlatmış, zaman içinde tüm tayinlerde bir tek onun sözü geçer olmuştu. Rüşveti devletin tüm müesseselerine o sokmuştu ve artık hiçbir iş Ester Kira'yla iki oğluna rüşvet vermeden yapılamıyordu. Gümrüklerden ve rüşvetten kazanılmış olduğu parayla sarayı da, askerleri de, iktidarı da besliyordu ve seneler bu şekilde geçti.
Bir tek tayinleri değil, aylıkların miktarını ve hesabını da yapıyordu Kira... Acayip bir de âdeti vardı: Altın paraların âyarı tam olanlarını kendisine saklayıp maaş ödemelerini düşük âyarlı parayla ödemeye meraklıydı. Fakat günün birinde askerlerin aylıklarını da âyarı düşük paralarla vermeye kalkışınca talihi tersine döndü. Sipahiler ayaklandılar, padişahı ve sarayı tehdit ettiler, üçüncü Mehmed de artık yetmişine merdiven dayamış olan Ester'i gözden çıkarıp isyancılara teslim etti.
Derhal ayaküstü de olsa resmen hesap sorma faslı başladı. O zamanlar CMUK falan yoktu, kanun zanlıların işkenceye konulmasını emrederdi. Emre uyuldu, Ester'e ve oğullarına işkencenin bin türlüsü yapılmış oldu, altınları nereye sakladıklarını söylemeler.i istendi. Çocuklar ‘‘Servet bizlere değil, anamıza aittir. Ona mesele!'' dediler. Kira ise ‘‘Devletin tek kuruşunu bile yemediğini'' söylemiş oldu, ‘‘Ben aileden zenginim. Birkaç altınım var ise annemden, babamdan kalmıştır'' diye dil döktü fakat canı birazcık fazla yanınca dili çözüldü. Bulunan iki milyon altına devlet el koydu.
Sipahiler, 1600 senesinin 1 Nisan'ında Ester Kira'yla büyük oğlu İlya'yı parça parça ettiler. Yaşlı kadının cesedi minik parçalara ayrıldı, bazı organları Kira'ya verdikleri rüşvetler yardımıyla makam sahibi olanların kapılarına çivilendi, etleri köpeklere yedirildi. Neticede devlet Kira'dan kurtulmuş fakat imparatorluğa Kira yardımıyla musallat olan rüşvet, çok kuvvetli bir kurum halini almıştı.
Ester Kira'nın hikâyesi, işte bu şekilde... Rüşvet ve yolsuzluklar kraliçesinin öyküsünün tamamını merak edenler, Prof. İpşirli'nin yayınladığı Selânikî Zamanı'nin 856. sayfasını okuyacak olurlarsa, hadiseyi ayrıntılarıyla öğreniler. Merak Fakat 400 küsur yıl ilkin saraya musallat olup devleti ve ekonomiyi böylesine berbad eden bu yaşlı kadının isminin durup dururken aklıma takılmasının sebebini bir türlü bulamıyorum.
Sebep: kırık bağlantı temizlendi sayfa düzeni
Veda Hutbesi'nde yer edinen evrensel mesajlar nedir?
Osmanlı Devleti'nde mühim insanların adları nedir?
Osmanlı Devleti'nde eyalet yönetimi çeşitleri nedir?
YORUMLAR