SALLAMAK g. f. 1. Bir şeyi, bedenin bir yerini, bir kimseyi sallamak, onu (durağan(durgun) bir noktadan, bir eksenden) tertipli, de...
SALLAMAK g. f.
1. Bir şeyi, bedenin bir yerini, bir kimseyi sallamak, onu (durağan(durgun) bir noktadan, bir eksenden) tertipli, devamlı ve sıralı olarak aynı doğrultuda hareket ettirmek; onu sağa sola oynatmak; sarsmak: Çantayı sakın sallama, içinde dökülecek şeyler var. Bir kimseyi uğurlarken mendilini sallamak. Koilannı sallaya sallaya yürümek. Zelzele kenti günlerce salladı. Bir evladı salıncakta sallamak.
2. Tkz. Bir işi sallamak, onu devamlı olarak ileri bir tarihe ertelemek; gerçekleşmesini geciktirmek; savsaklamak: Bu işi bu kadar sallamamaiıydın.
3. Tkz. Direksiyon, kürek vb. sallamak, onu devamlı olarak kullanmak: On saattir direksiyon sallıyorum.
4. Tkz. Bir hiç kimseye tokat, tekme vb. sallamak, ona şiddetle vurmak.
5. Bir şeyi sallamak, onu bir yerden sarkıtmak: Sepeti sallayın da ekmekleri içine koyalım.
6. Arg Bir kimseyi, bir şeyi sallamamak, ona, o şeye ehemmiyet vermemek, aldırış etmemek, aldırmamak: O kimseyi sallamaz. Yönetmelikleri, kuralları vb. sallamamak.
*Oy. Tavla oyununda pulu, üstünde minimum iki pul bulunan başka bir haneye (kapı) haneye oynamak. (Bilhassa pul toplama esnasında hanede rakibin pulu var ise ya da rakibin pulu kırıksa, oyunu tehlikeye sokmamak için atılan zara nazaran pullar sallanır; tehlikeli durum ortadan kalktıktan sonrasında toplanır.) || Zar sallamak, zarla oynanan oyunlarda zarları avuç içine ya da fincan vb. bir kaba koyarak hareket ettirmek; çalkalamak.
* sallanmak dönşl. t.
1. Salıncak, hamak vb. bir şeyde kendini sallamak: Sa- lıncakta sallanırken başı döndü.
2. Bir kimse sözkonusuysa, yararlı hiçbir iş yapmayarak zamanını boşa harcamak, yavaş hareket etmek, oyalanmak: Ne sallanıyorsun, meydana getirecek çok işimiz var.
3. Bir kimse, bir topluluk sözkonusuysa, bir yerdeki, bir makamdaki, bir görevdeki konumu sarsılmak; görevi bırakması ya da görevden, makamından uzaklaştırılması yakın olmak: Hükümet sallanıyor.
4. Sallana saltana, sallanarak, yavaş yavaş.
*sallanmak edilg. f.
1. Sağa sola hareket ettirilmek: Bir kimseyi yolcularken sallanan mendiller.
2. Durağan(durgun) bir noktadan sağa sola, devamlı olarak gidip gelmek, sarsılmak, titremek: Doğu Anadolu dün de tüm gün sallandı.
3. Durağan(durgun) olarak bulunmuş olduğu yerden oynamak: Sallanan bir dişini çektirmek.
*Mobc. Sallanan koltuk, kavisli ayaklar üstüne monte edilmiş, öne ve arkaya doğru sallanabilen koltuk.
* sallandırmak ettirg. f.
1. Bir şeyi sallandırmak, onu bir yerden sarkıtmak.
2. Bir kimseyi sallandırmak, onu asmak, idam etmek.
1. Bir şeyi, bedenin bir yerini, bir kimseyi sallamak, onu (durağan(durgun) bir noktadan, bir eksenden) tertipli, devamlı ve sıralı olarak aynı doğrultuda hareket ettirmek; onu sağa sola oynatmak; sarsmak: Çantayı sakın sallama, içinde dökülecek şeyler var. Bir kimseyi uğurlarken mendilini sallamak. Koilannı sallaya sallaya yürümek. Zelzele kenti günlerce salladı. Bir evladı salıncakta sallamak.
2. Tkz. Bir işi sallamak, onu devamlı olarak ileri bir tarihe ertelemek; gerçekleşmesini geciktirmek; savsaklamak: Bu işi bu kadar sallamamaiıydın.
3. Tkz. Direksiyon, kürek vb. sallamak, onu devamlı olarak kullanmak: On saattir direksiyon sallıyorum.
4. Tkz. Bir hiç kimseye tokat, tekme vb. sallamak, ona şiddetle vurmak.
5. Bir şeyi sallamak, onu bir yerden sarkıtmak: Sepeti sallayın da ekmekleri içine koyalım.
6. Arg Bir kimseyi, bir şeyi sallamamak, ona, o şeye ehemmiyet vermemek, aldırış etmemek, aldırmamak: O kimseyi sallamaz. Yönetmelikleri, kuralları vb. sallamamak.
*Oy. Tavla oyununda pulu, üstünde minimum iki pul bulunan başka bir haneye (kapı) haneye oynamak. (Bilhassa pul toplama esnasında hanede rakibin pulu var ise ya da rakibin pulu kırıksa, oyunu tehlikeye sokmamak için atılan zara nazaran pullar sallanır; tehlikeli durum ortadan kalktıktan sonrasında toplanır.) || Zar sallamak, zarla oynanan oyunlarda zarları avuç içine ya da fincan vb. bir kaba koyarak hareket ettirmek; çalkalamak.
* sallanmak dönşl. t.
1. Salıncak, hamak vb. bir şeyde kendini sallamak: Sa- lıncakta sallanırken başı döndü.
2. Bir kimse sözkonusuysa, yararlı hiçbir iş yapmayarak zamanını boşa harcamak, yavaş hareket etmek, oyalanmak: Ne sallanıyorsun, meydana getirecek çok işimiz var.
3. Bir kimse, bir topluluk sözkonusuysa, bir yerdeki, bir makamdaki, bir görevdeki konumu sarsılmak; görevi bırakması ya da görevden, makamından uzaklaştırılması yakın olmak: Hükümet sallanıyor.
4. Sallana saltana, sallanarak, yavaş yavaş.
*sallanmak edilg. f.
1. Sağa sola hareket ettirilmek: Bir kimseyi yolcularken sallanan mendiller.
2. Durağan(durgun) bir noktadan sağa sola, devamlı olarak gidip gelmek, sarsılmak, titremek: Doğu Anadolu dün de tüm gün sallandı.
3. Durağan(durgun) olarak bulunmuş olduğu yerden oynamak: Sallanan bir dişini çektirmek.
*Mobc. Sallanan koltuk, kavisli ayaklar üstüne monte edilmiş, öne ve arkaya doğru sallanabilen koltuk.
* sallandırmak ettirg. f.
1. Bir şeyi sallandırmak, onu bir yerden sarkıtmak.
2. Bir kimseyi sallandırmak, onu asmak, idam etmek.
Kaynak: Büyük Larousse
Ahfeş'in Keçisi Şeklinde Baş Sallamak Nedir?
YORUMLAR