tapınak -ğı isim çinde ibadet edilen, tapınılan yapı, mabet, ibadethane, ibadetgâh: "Somakiden saraylar, mozaikten tapınakla...
tapınak -ğı
isim
Birleşik Sözler:Yahudi tapınağı
TAPINAK a. Bir tanrı adına inşa edilmiş yapı; tapınmak için toplanılan yer; mabet, ibadethane. (Bk. ansikl. böl.)
*Esk. Rom. Göğün ya da yerin kâhinlerce kutsal sayılan bölgesi. Kâhinler oraya bakarak kehanette bulunabilmek için lituus kullanarak onun yerini, yönünü belirler ve bölümlere ayırırlardı.
*Mim. in antis tapmak (templum in antis), cephesinde iki anta bulunan bir pronaosu (kimi zaman da bir opisthodomosu) olan, revaksız, dikdörtgen planlı yunan tapınağı, (iki anta arasında iki sütun sapaklığı taşır.)
*lar. Kudüs'te yapılmış olan ve İsrail tanrısı Yehova'ya adanmış olan tapınma yeri. (Geleneksel inanca göre ilk Tapınak, Süleyman tarafından yaptırıldı ve İ.Ö.587' de tahrip oldu ve ikinci Tapınak İ.Ö. 520 * 515'e doğru, Sürgün'den dönüşte yeniden yapıldı, İ.S. 70'te Tapınak, Büyük Herodes tarafından güzelleştirildi.
*ANSİKL.
*Yakındoğu. Eski Yakındoğu' da, kutsal yerlerin sürekliliği kadar kullanılan mimari formüllerin çeşitliliği de dikkati çeker. Müminlerin toplanma yeri değil Tanrı'nın evi olan doğu tapınağının büyük boyutta olması hiç gerekmez; hatta, kimi zaman, tapınaklar sivil yapılardan güçlükle ayırt edilir. Bu nedenle, kazı sonucu gün ışığına çıkarılan kalıntılar yorumlanırken çok dikkatli olmak gerekir. Özellikle erken dönemler için, biraz özel görünümlü ya da örtülü her binaya, daha geç dönemde de dinsel bir nitelik taşıyan yapılara tapınak adı verilegelmiştir. Örneğin, Mezopotamya'nın güneyinde, Eridu' da VI. binyıl ortasından IV. binyıl sonuna kadar art arda yapıldığı düşünülen "tapınaklarâ€, belki de yalnız gösterişli evlerdi. Uruk tapınaklarının planları örnek alınarak kurulmuş çok sayıda yapı Suriye'de, Habuba Kebire'de bulunmuştur (IV. bin- yıl sonu). Bunlar, büyük bir olasılıkla varlıklı kent sakinlerinin kabul salonlarıdır.
Buna karşıklık, daha III. binyıl'ın ilk yarısında Mezopotamya'da, ayin amacıyla kullanılan dinsel yapılar yapılmıştır. Bu yapılar arasında, uzunlamasına dikdörtgen biçiminde bir cellası bulunan ve girişi uzun kenar üzerinde olan Sümer tipi tapınaklar ya da eksenel girişli babil tipi tapınaklar ayırt edilir. Gerçek anlamda cella çoğu kez küçük boyutlarda olsa da, avlular, girişler ve sofalar geniş alanlarda gelişebilir. Çeşitli öğeleri 300 m'yi aşkın bir uzunluk boyunca tek bir eksen üzerinde sıralanan Larsa'daki Güneş tanrısı tapınağı bu türdendir. III. binyıl'ın son yıllarından başlayarak mezopotamyalı mimarlar ziggurat adı verilen katlı kuleler yaptılar. Bu özel yapı biçiminin en tanınmış örnekleri, bugün de Ur Uruk Nippur ya da Susiane'de Çogazanbil gibi yerleşmelerde görülmektedir.
Suriye topraklarındaki tapınaklar, eksenel girişli uzun salonlar biçimindedir. Bu biçim daha III. binyıl'ın ilk yarısında ortaya çıkmış (tel Huera) ve II. binyıl boyunca varlığını sürdürmüştür (Ebla, Emar). Kudüs tapınağı'nın (I. binyıl başı) planı da, hiç kuşkusuz bu formüle dayanmaktadır. Kutsal metinlere ve Antakya yakınlarındaki tel Taynat gibi eşzamanlı bazı anıtlara bakılırsa, kral Süleyman döneminde fenikeli sanatçılarca gerçekleştirilmiş olsa da Kudüs tapınağı, doğrudan doğruya Suriye' nin iç kesimlerinde uygulanan kutsal mimarlık formüllerinden esinlenmiştir.
*Mısır. Mısır tapınağı, dindışı kişilerin yapıya girmesini engelleyen bir beden duvarıyla çevrili kutsal bir alandır. Bu nedenle, halkın ve müminlerin serbestçe girebildiği bir cami ya da bir kiliseyle hiçbir biçim^ karşılaştırılamaz. Tapınak, Mısırlılarda yaratıcı enerji ve dünyalara çekidüzen veren ana güç olarak kabul edilen tanrısallığı barındıran yerdir. Böyle bir güçle, ancak uzmanlar, en başta da firavun temas kurabilir. Bu nedenle, her dönemde, tapınağın ana yapısını, dışardan, görünür ışıktan başlayan ve gizli ışığı, tanrısal varlığı barındıran kutsal mekâna kadar uzanan bir eksen belirler. Çoğu kez, zemin yavaş yavaş yükselirken tavan alçalır. Toprak tanrıya doğru yükselmekte, tanrı firavunun bedeninde cisimleşmekte ve bu iki çizgi, firavunla tanrının yüz yüze geldiği merkezi bir mekânda birbirine kavuşmaktadır.. Büyük ya da küçük olsun tüm Mısır tapınakları binlerce yıl boyunca hiçbir değişikliğe uğramadan sürüp giden bu ölçüte karşılık verir.
Tapınaklar için hep yinelenen planda, bir cephe (Yeni imparatorluk döneminde bir pilon), açık bir avlu, bir ya da birkaç hypostylos salon, bir pronaos, dua odalarıyla çevrili bir naos yer alır. Çok sayıda değişik uygulama bulunsa da, ana fikir hep aynıdır: dindışıyla kutsal arasında, yapının üstü açık ilk bölümüyle örtülü tapınağı oluşturan ikinci bölümü arasında bir sınır yaratmak. Kutsal metinler, tapınağın tıpkı evren gibi tasarlandığını açıklamaktadır: naosa adımını atan firavun, "gökyüzünün kapıları" aşmaktadır Tanrı kendi evinde mutluluk içinde yaşasın ve Mısır'a muhtaç olduğu yaşam enerjisini versin diye, firavun onu besler giydirir ve yaşatır. Geniş anlamda tapınak, hem dinsel, hem de ekonomik bir bütünlüktür, kentin tam kalbidir. Ana yapı çevresinde "Yaşam eviâ€, kutsal göl, mammisi, atölyeler, depolar, rahipler için evler gibi başka birçok öğe yer alır.
Uzun yıllar boyunca tanrısal tapınaklarla mezar tapınakları arasında bir ayrım yapılmıştır. Tanrısal tapınaklar tanrıların barındığı yerlerdir ve Mısır uygarlığının doğduğu günlerden başlayarak yapılmışlardır. Ne var ki, taş bloklarını devşirme yoluyla sonraki inşaatlarda kullanma geleneği nedeniyle. Eski ve Orta imparatorluk döneminden pek az anıt ayakta kalabilmiştir. Başlıca tanrısal tapınaklar arasında, Karnak, Luksor, Abydos, Ebu Simbei topluluğu ve Denderah ya da Ebu gibi büyük yapılar anılmalıdır.
Mezar tapınakları, kuramsal olarak, bir kralın anısını yaşatmak amacıyla yapılmıştır. Metinlere göre bunlar, firavunun ruhunun sonsuza dek yaşadığı "milyonlarca yıllıkşatolardır. Bunlara örnek olarak, kraliçe Hatşepsut'un mezar tapınağı Deyr ül -Bahri, Ramesseum (Ramses II) ya da Medinet Habu (Ramses III) sayılabilir. Gerçekte, insan-firavuna tapınmanın, tanrılar ve tanrılaştırılmış firavun kültüyle kaynaştığı görülür ki, bu da, sonuç olarak, bizi tanrısal tapınak kavramına götürür.
Bir başka grubu oluşturan güneş tapınaklarıysa, kutsal sayılan varlığın ışık ilkesi olduğu bir çeşitlemeden başka bir şey değildir. Güneş-yaz kültü açık havada kutlanır ve Tel El-Amarnadaki Aton tapınağında ya da Ebû Gurâb'da (V. hanedan) olduğu gibi, naosun yerini bir piramit almıştır
*Eski Yunan. Tapınak, İ.Ö. 1250-1200 dolaylarında giritmykenai monarşisine son veren siyasal ve dinsel bir devrimin sonunda ortaya çıkmıştır. Girit ve Akhaia hükümdarlarının saray capellalartnın yerini almıştır ve eski yunan toplumunun yeni birimlerinin (aileler, fratriler, siteler, koine vb.) ibadet ettiği mekândır.
ister Atina'da olduğu gibi, doğrudan doğruya akhaia sarayından türeyen ve kentin siyasal merkezine daha yakın olan bir akropolis tapınağı (Hephaisteion), ister Aighina, Bassai, Sunion Argos taki Heraion, Sisam, Didyma, Dodone örneklerindeki gibi büyük merkezlerin uzağında kurulmuş bir tapınak, isterse kutsal bir yerin tapınağı (Olympia, Epidauros, Delphoi) olsun, hepsinin ortak özelliği, temenos adı verilen kutsal, kapalı bir hacimlerinin bulunmasıdır. Temenos bizzat tanrıya aittir ve açık hava sunağı burada yer alır. Sunak basit bir toprak ya da çayır tümseği olabileceği gibi, en eksiksiz örneğine büyük Bergama sunağında rastlanan anıtsal bir yapı biçiminde de ortaya çıkabilir. Balla birlikte birkaç damla süt ya da şaraptan, kurban edilen onlarca hayvana kadar çeşitli sungular sunak üzerinden tanrıya gönderilir. Sunağın karşısında, özel bir yapı olan naosta, tanrının sureti saklanır Mimarlıkta çok belirgin bir değişim söz konusudur: Ege'nin saray içine yerleştirilmiş düz çatılı dua odaları, yerlerini çift eğimli bir çatıyla örtülen, kütlesi ve konumuyla insan konutlarından ayrılan naosa bırakmıştır. Tanrmın sureti, artık girit ya da akhaia heykelciği değildir; insan oranlarında ya da çok daha büyük heykellerdir. Bu heykelleri korumak için, D.'da bir kapıyla giriş sofasına ya da pronaos'a açılan uzun bir cellaya gerek duyulmuş, bakışım kaygısıyla bu sofa, cellanın gerisinde de yinelenmiştir. Cellayla bağlantılı olmayan bu bölüm opisthodomos'tur. Bu iç dikdörtgenin önünde önceleri bir revak (prostasis) bulunur, bunun altı sütunu, üzerinde oymalı bezemelerin yer aldığı saçaklık ve alınlığı taşırdı; mimarlığın gelişmesiyle birlikte, revak, naosu dört bir yandan kuşatmaya başladı (peristasis); kimi zaman da, iki ya da üç kenarlı.bir iç revakla cella genişletilerek tapınma iöolü- nün daha iyi sergilenmesi sağlandı. Karşından bakıldığında, özenle tesviye edilmiş bir örgü sırasıyla sona eren kütlesel TAPINAKLAR temel üzerinde, dor düzeninde üç basamaklı, büyük ion tapınaklarında daha yüksek olan ve revakla iç naosu taşıyan krepis görülür. Parthenon'da saptanan optik düzeltmeler, yatay çizgilerin hafifçe eğrileştirildiğini, sütunların eğik, şişkin ya da kalın yapıldığını, duvarların dış yüzlerine hafif bir şev verildiğini göstermektedir. Sütun başlıkları ve silmeli örgü sıraları dışında, özellikle heykellerle süslenmiş alınlıklarda (Olympia, Aighina, Atina Parthenonu vb) ve sapaklıkta yoğunlaşan oymalı bezemeler (friz) dikkati çeker Alınlık ak- roterlerinde (bitkisel bezemeler ya da heykeller, hatta hareket halinde betimlenmiş grüplar) ve çörten işlevi gören aslan başlarıyla süslenmiş derelerde de heykel ve oymalar vardır. Arkaik tapınaklarda bu bezeme, canlı renklere boyanmış pişmiş topraktandır.
Çok çeşitli nedenlerle birçok tapınak genel bir tiplemenin dışında kalır ve gerçekte, model sayılabilecek tek bir yunan tapınağı yoktur; bunu anlamak için, bütün gariplikleri eski oluşuna bağlanamayacak Olympia Heraiontapınağfnı, Sicilya tapınaklarının o şaşırtıcı çeşitliliğini (Selinus, Agrigento; Agrigento'daki Zeus tapınağı, gerçek bir naos olmaktan çok, büyük, kapalı bir femenos'tur), dev lonia tapınaklarını (Efes, Sardeis, Didyma, Sisam), Atina Erekhteionu'nu, özel bir planla kuzeye doğru yönelen ve üç düzeni ilk olarak bir araya getiren Bassae'yi gözler önüne getirmek yetecektir. Dor düzeni kıta Yunanistan'ı ile Batı'nın, ion, Anadolu ile adaların düzenidir. Çeşitli türlerin birbirine karıştığı Atina ve Delos, Delphoi, Olympia'daki uluslararası tapınaklar bu genellemenin dışına çıkar. Korinthos düzeni Hellenistik ve Roma dönemlerinde gelişmiştir.
Birçok örnekte çokrenklilik ortadan kalkmıştır, ancak Atina Akropolisi müzesi'ndeki kalıntılar bu konuda fikir verecek niteliktedir. Renk yalnız dekorla sınırlı kalmamakta, gereç seçiminde (mermer, kireçtaşı, tüf, yığışımlar, boyalı pişmiş toprak), kafes, tavan ve kapılarda (bronz, fildişi ve altın) ve daha geç dönemlerde zemin mozaiklerinde çokrenklilik aranmaktadır. Zenginlikleri ve olağanüstü boyutlarıyla normalin dışına çıksalar da, Athena Parthenos ve Olympia Zeus tapınakları, kült heykeli konusunda klasik örneklerdir; yazık ki, günümüze pek az özgün parça ulaşmıştır.
• Roma. Bilinen en eski Roma tapınakları krallık döneminin sonuna uzanır: Ro- ma'da Servius Tullius'un kurduğu ve kalıntıları S. Omobono kilisesi altında bulunmuş olan Fortuna ve Mater Matuta tapınakları. 509'da kurulan ilk Capitolium'dan günümüze yalnızca temeller kalmıştır (bunlar Museo Nuovo Capitolino'da görülebilir). Roma'da, bilinen cumhuriyet dönemi tapınaklarının en önemlileri Largo Argentina (Minucia'Vetus revakı) kutsal alanı içinde yer alır; bu dört tapınak birçok onarım görmüş olsalar da, büyük fetihler döneminde, zafer kazanmış generallerin yaptırdığı çok sayıda bina hakkında bilgi vermededir. Cumhuriyet döneminin daha ileri yıllarında yapılmış iki başka tapınak Tevere ırmağı kıyısında bugün de ayaktadır: ion düzeninde, dikdörtgen planlı tetrastylos Portunus tapınağı ve korinthos düzeninde yuvarlak bir yapı olan Hercules Olivarius tapınağı.
Roma dinsel mimarlığı, Cumhuriyet döneminden başlayarak, önce etrüsk, ardından yunan etkilerinde kalmakla birlikte, kimi özgün yönleriyle ayırt edilir: örneğin, pseudo peripteros tapınaklarda, cellanın sütunları, tıpkı uzunlamasına dikdörtgen planlı (Forum'da Concordia ve Capitolium üzerinde Veiovis tapınakları) ve yuvarlak tapınaklarda olduğu gibi cella duvarına gömülmüştür.
Augustus döneminde bir devrim yaşanır: imparator bir yandan Roma tapınaklarının birçoğunu yeniden yaptırırken, bir yandan da Palatium tepesi üzerindeki Apollon gibi, günümüze yalnız podiumu ulaşan yeni tapınaklar yaptırır. Roma korinthos düzeni bu dönemde biçimlenir Hadrianus, Agrippa'nın uzunlamasına dikdörtgen bir plana göre yaptırdığı Pant- heon'u geniş bir kubbeyle örtülü yuvarlak bir cella ekleyerek yeniden yaptırdığında, önemli bir başka yenilik boy gösterir: önceki dönemlerde yapılmış yuvarlak planlı tapınakların çatısı düz ve ahşaptır. Pantheon kubbeli tüm yapıların atasıdır. Roma tapınakları İtalya'da ve eyaletlerde taklit edilmiştir: Augustus'un torunlarına bağışlanan Nîmes'deki Kare ev, Augustus döneminin korinthos düzenindeki peripteros tapınaklarının en iyi korunmuş örneğidir.
*Hindistan ve etkisi altındaki yerler. Vedacılık, yalnızca, kurbanlar için kutsal bir alan ve bir sunak yapılmasını zorunlu kılarsa da caityalara gösterilen saygıya bağlı olarak kurulan en eski tapınma yerleri, bu alanı ve sunakları parmaklıklarla çevirmiştir. Buddha ve cayna tapınakları, din adamları için konutlar ekleyerek bu ilkel formülü geliştirecektir. Hıristiyanlık döneminin başlarına doğru, putlara tapınma olayının gelişmesiyle, tanrılarla özdeşleştirilen ve onların evi sayılan tapınaklar yapılmıştır. Önceleri iddiasız, küçük bir celladan oluşan (Bhopal, Sanci, IV.-V. yy.) bu tapınaklar, zamanla, dünyanın ekseni sayılan Meru tepesini ya da brahman tanrıların barındığı dağları çağrıştıran yapı-lara dönüştü. Günümüze kadar koruna- bilmiş en eski cayna tapınakları (İ.Ö..III. yy.) tayalara oyulmuştur. Bunlar çök küçük boyutlarda olsalar da, güzel görülür bir biçimde, daha kısa ömürlü gereçlerle yapılmış yapıları taklit ederler (Bihar'da, Barabar tepelerinde: Sudama, İ.Ö. 250, Lomas Risi vb.). Gereçleri bir araya getirerek oluşturulmuş mimarlığı kopya etme isteği tüm kaya tapınakları için geçerli bir kuraldır (yaklş. İ.Ö. II. yy. - İ.S. VIII. yy.). Caynacılık ve özellikle de buddhacılık, din adamları için konutları (serbest bir alan çevresinde düzenlenmiş hücreler olan vi- hara) ve tapınma yerini (absidal planlı, beşik tonozlu caityagriha) geliştirmiş, Andhra Pradeş (Nagarcunakonda: kazılarla gün ışığına çıkarılmıştır) ya da Gandhara'nın (Tahti Behi kalıntıları) manastırlarından esinlenen topluluklarda bunları bir araya getirmişlerdir. Bu iki din ve ardından brahmancılık, kayalara oyulmuş ve tektaş yapıları birleştirerek, gittikçe karmaşıklaşan tapınaklar gerçekleştirmişlerdir (yaklş. VIII. yy.: Ucayn'ın K.'inde buddha tapınağı Dhamnar; Ellora'da brahman yapısı Kai- lasa). Çok geçmeden de, tapınakları kalıcı gereçlerle inşa etme uygulaması yaygınlaşmıştır. Buddhacılığın gerileme içinde olduğu Ortaçağ boyunca, bir yandan simgeciliğin gelişmesine, bir yandan da yerel mimarlığın gösterdiği atılıma bağlı olarak brahman tapınağı gerçek bir evrim yaşamıştır. İki anlayış karşı karşıyadır. Biri, Tanrı'nın evi olan dağla benzerliğini vurgulayarak tapınağı olabildiğince gözler önüne serme (şikhara adı verilen eğrisel yapılar: Bhubanesvar; vimana denilen piramidal yapılar: Tancavur), özellikle Güney'de benimsenen öteki anlayışsa, küçük boyutlarda yaparak ve dışa doğru genişleyen gopurailarla eşmerkezli duvarlar içine alarak tapınağı gizleme (Şrirangam) eğilimindedir. Caynacılık ise, “tapınak-kent" formülüne yönelmiştir (Abu, Girnar vb.).
Hindistan dışında, Ortaçağda bu ülkede görülenle karşılaştırılabilecek yerel bir çeşitlenme dikkati çeker. Özellikle buddhacılığın önemini koruduğu yörelerde (Sri Lanka, Birmanya, Tayland) bu çeşitlilik günümüzde de sürmektedir. Birmanya, kısmen pala sanatından devraldığı formülleri ustaca geliştirmiş (Pagan, XI. yy. ve sonrası), Endonezya ve Cava, ama özellikle de Kampuçya, çok daha özgün tapınaklar yaratmışlardır. Şaşırtıcı bir mekân örgütleme duygusunu yansıtan, basamaklı piramit biçimindeki khmer tapınağı ("dağ-tapınak" denir) çok ileri bir simgeciliğin ürünüdür ve Bakong'dan (881) Angkor Vat'a (XII. yy.'ın ilk yarısı) tam anlamıyla klasik bir güzelliğe ulaşır. Benzer bir tasarıma, daha ileri bir tarihte yalnız Nepal'de rastlanır (Bhadgaun'da Bhagavati tapınağı, XVII. yy. sonu).
* Çin. Genellikle en güzel doğal alanlar üzerinde kurulan tapınaklar, çevre duvarı içinde bir eksen boyunca düzenlenmiş ve çoğu kez aynı etek üzerinde birleştirilmiş birçok yapıdan (genellikle sağında ve solunda iki kule bulunan, dikdörtgen planlı büyük bir pavyon) oluşur. Bunlar çoğu kez ahşap yapılardır; sütunlar üzerinde taşınan kavisli ve taşkın çatılar (kimi zaman birkaç çatı üst üste getirilir) sınırlı kiremitlerle kaplıdır. Sütunların canlı kırmızısı, teras ve parmaklıkların beyaz mermeri ile kiremitler arasında büyük bir uyum vardır. Bu tapınakların önünde çoğu kez taş ya da ahşap revaklar bulunur. Bu tapınak türü Vietnam ve Japonya' da da uygulanmıştır. Çok basit bazı japon tapınakları (örneğin kare planlı, orta dikmeli İzumo tapınağı) V. ve VI. yy.'ların mimari biçimlerini sürdürmektedir.
* Anadolu'da Doğu Çatalhöyükün G. -B. kesiminde rastlanan ve duvar süslemeleriyle öteki yapılardan ayrılan kalıntıları^ tapınak olduğu sanılmaktadır. Yeni taş'döneminin en önemli merkezlerinden olan bu yerleşmede (İ.Ö. 6300-5700), evlerin yuvarları kırmızı boyalı iken, bu yapılarını duvarları çokrenkli geometrik motifler; doğal ve simgesel resimler, av sahneleri, ana tanrıça ve çeşitli hayvan kabartmalarıyla süslüdür. Hacılar II katmanında Bakırtaş döneminden bir tapınak yapısı ortaya çıkarılmıştır, ilk Tunç çağda, konutlardan ayrı bir kült yapısı bulunamamıştır. Bu dönemde doğal kutsal alanlarının yanı sıra evlerde kült odaları vardı.
Anadolu'da özgün tapınak yapıları İ.Ö. II. binyılin ikinci yarısında Hititler'le birlikte ortaya çıkmıştır. Ele geçen kil tabletlerde, Hitit krallık döneminde “tanrı evi'nden söz edilmektedir. Hitit tapınakları halka açık tapınma yerleri olarak tasarlanmamıştı, tanrı heykelinin bulunduğu kutsal odaya (adyton), yalnızca rahipler; kral ve kraliçe girebiliyordu. Kutsal odanın yanındaki odadaysa tanrı yatağı bulunuyordu. Boğazköy (Hattuşaş) kazılarında ortaya çıkarılan beş büyük tapınak, bu yapıların mimariterinin aydınlatılmasında önemli ölçüde etkili olmuştur. Büyüklükleri ve gösterişli mimarileriyle dikkati çeken Boğazköy tapınakları, avlu, ön avlu, cella (naos), cella ön odası ve yan odalarından oluşuyordu. Mekânların düzenlenmesinde bakışık bir plan gözetilmemiş, yalnızca kült odasının belirginleştirilmesine özen gösterilmiştir. 160x135 m'lik bir alanı kaplayan Tapınak I bu yapıların işlevselliğini de belgeleyen önemli bir örnektir: dikdörtgen planlı ana kutsal yapının çevresinde, dar, uzun odalardan meydana gelen depolar ve işlikler vardır. Tanrı heykelinin bulunduğu odanın yan ve arka pencerelerle, doğal ışıkla aydınlatılması, hitit tapınaklarını öteki Onasya tapınaklarından ayıran önemli bir özelliktir. Yazılıkaya, hitit tanrılarının tümünü kapsayan büyük bir açık hava tapınağıydı; burada da kayaların oluşturduğu doğal mekânlara yapılan kimi eklemelerle, hitit tapınak şemasına bağlı kalınmıştır.
Geç hitit tapınaklarının bir bölümü Suriye'nin etkisindeyken (Kargamış), kimileri de ön avlu, cella ve adyton bölümleriyle ege mimarlığının megaronlarını andırır (tel Teynet).
Urartu kralları tanrıları için pek çok tapınak yaptırmıştır; Anadolu'da ve Anadolu dışında gerçekleştirilen kazılarda bu yapı türünün çeşitli örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Çoğunlukla belirli bir şemaya göre yapılan bu tapınaklar, galerili bir avlu, tanrı heykelinin bulunduğu kare planlı, köşeleri çıkıntılı kutsal odadan meydana geliyordu; avluda üç ayaklı kazanlar; kurban masası, ortası delikli sunaklar vardı. Aznavur tepe'de Menuas'ın yaptırdığı kare planlı tapınak bu türün ilk örneğini oluşturur, Altıntepe, Çavuştepe (Sardurihinili) velloprakkale (Rusahiriili) Haleli tapınakları da aynı plandadır; yalnızca ibrebuni tapınakları dikdörtgen planlıdır. Bu tapınakların yanı sıra açık hava kült merkezleri de vardı (Çavuştepe Yukarı kale, Tuşpa).
Phrygia döneminde tapınaklar yüksek yerlere yapılıyordu (Gordion'da bir rampayla çıkılan yapının tapınak olduğu sanılmaktadır). Beşik çatılı bir tapınağın ön yüzünü simgeleyen, Kybele'ye adanmış kaya anıtlarının, bu tanrıçanın tapınaklarıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir.
*Esk. Rom. Göğün ya da yerin kâhinlerce kutsal sayılan bölgesi. Kâhinler oraya bakarak kehanette bulunabilmek için lituus kullanarak onun yerini, yönünü belirler ve bölümlere ayırırlardı.
*Mim. in antis tapmak (templum in antis), cephesinde iki anta bulunan bir pronaosu (kimi zaman da bir opisthodomosu) olan, revaksız, dikdörtgen planlı yunan tapınağı, (iki anta arasında iki sütun sapaklığı taşır.)
*lar. Kudüs'te yapılmış olan ve İsrail tanrısı Yehova'ya adanmış olan tapınma yeri. (Geleneksel inanca göre ilk Tapınak, Süleyman tarafından yaptırıldı ve İ.Ö.587' de tahrip oldu ve ikinci Tapınak İ.Ö. 520 * 515'e doğru, Sürgün'den dönüşte yeniden yapıldı, İ.S. 70'te Tapınak, Büyük Herodes tarafından güzelleştirildi.
*ANSİKL.
*Yakındoğu. Eski Yakındoğu' da, kutsal yerlerin sürekliliği kadar kullanılan mimari formüllerin çeşitliliği de dikkati çeker. Müminlerin toplanma yeri değil Tanrı'nın evi olan doğu tapınağının büyük boyutta olması hiç gerekmez; hatta, kimi zaman, tapınaklar sivil yapılardan güçlükle ayırt edilir. Bu nedenle, kazı sonucu gün ışığına çıkarılan kalıntılar yorumlanırken çok dikkatli olmak gerekir. Özellikle erken dönemler için, biraz özel görünümlü ya da örtülü her binaya, daha geç dönemde de dinsel bir nitelik taşıyan yapılara tapınak adı verilegelmiştir. Örneğin, Mezopotamya'nın güneyinde, Eridu' da VI. binyıl ortasından IV. binyıl sonuna kadar art arda yapıldığı düşünülen "tapınaklarâ€, belki de yalnız gösterişli evlerdi. Uruk tapınaklarının planları örnek alınarak kurulmuş çok sayıda yapı Suriye'de, Habuba Kebire'de bulunmuştur (IV. bin- yıl sonu). Bunlar, büyük bir olasılıkla varlıklı kent sakinlerinin kabul salonlarıdır.
Buna karşıklık, daha III. binyıl'ın ilk yarısında Mezopotamya'da, ayin amacıyla kullanılan dinsel yapılar yapılmıştır. Bu yapılar arasında, uzunlamasına dikdörtgen biçiminde bir cellası bulunan ve girişi uzun kenar üzerinde olan Sümer tipi tapınaklar ya da eksenel girişli babil tipi tapınaklar ayırt edilir. Gerçek anlamda cella çoğu kez küçük boyutlarda olsa da, avlular, girişler ve sofalar geniş alanlarda gelişebilir. Çeşitli öğeleri 300 m'yi aşkın bir uzunluk boyunca tek bir eksen üzerinde sıralanan Larsa'daki Güneş tanrısı tapınağı bu türdendir. III. binyıl'ın son yıllarından başlayarak mezopotamyalı mimarlar ziggurat adı verilen katlı kuleler yaptılar. Bu özel yapı biçiminin en tanınmış örnekleri, bugün de Ur Uruk Nippur ya da Susiane'de Çogazanbil gibi yerleşmelerde görülmektedir.
Suriye topraklarındaki tapınaklar, eksenel girişli uzun salonlar biçimindedir. Bu biçim daha III. binyıl'ın ilk yarısında ortaya çıkmış (tel Huera) ve II. binyıl boyunca varlığını sürdürmüştür (Ebla, Emar). Kudüs tapınağı'nın (I. binyıl başı) planı da, hiç kuşkusuz bu formüle dayanmaktadır. Kutsal metinlere ve Antakya yakınlarındaki tel Taynat gibi eşzamanlı bazı anıtlara bakılırsa, kral Süleyman döneminde fenikeli sanatçılarca gerçekleştirilmiş olsa da Kudüs tapınağı, doğrudan doğruya Suriye' nin iç kesimlerinde uygulanan kutsal mimarlık formüllerinden esinlenmiştir.
*Mısır. Mısır tapınağı, dindışı kişilerin yapıya girmesini engelleyen bir beden duvarıyla çevrili kutsal bir alandır. Bu nedenle, halkın ve müminlerin serbestçe girebildiği bir cami ya da bir kiliseyle hiçbir biçim^ karşılaştırılamaz. Tapınak, Mısırlılarda yaratıcı enerji ve dünyalara çekidüzen veren ana güç olarak kabul edilen tanrısallığı barındıran yerdir. Böyle bir güçle, ancak uzmanlar, en başta da firavun temas kurabilir. Bu nedenle, her dönemde, tapınağın ana yapısını, dışardan, görünür ışıktan başlayan ve gizli ışığı, tanrısal varlığı barındıran kutsal mekâna kadar uzanan bir eksen belirler. Çoğu kez, zemin yavaş yavaş yükselirken tavan alçalır. Toprak tanrıya doğru yükselmekte, tanrı firavunun bedeninde cisimleşmekte ve bu iki çizgi, firavunla tanrının yüz yüze geldiği merkezi bir mekânda birbirine kavuşmaktadır.. Büyük ya da küçük olsun tüm Mısır tapınakları binlerce yıl boyunca hiçbir değişikliğe uğramadan sürüp giden bu ölçüte karşılık verir.
Tapınaklar için hep yinelenen planda, bir cephe (Yeni imparatorluk döneminde bir pilon), açık bir avlu, bir ya da birkaç hypostylos salon, bir pronaos, dua odalarıyla çevrili bir naos yer alır. Çok sayıda değişik uygulama bulunsa da, ana fikir hep aynıdır: dindışıyla kutsal arasında, yapının üstü açık ilk bölümüyle örtülü tapınağı oluşturan ikinci bölümü arasında bir sınır yaratmak. Kutsal metinler, tapınağın tıpkı evren gibi tasarlandığını açıklamaktadır: naosa adımını atan firavun, "gökyüzünün kapıları" aşmaktadır Tanrı kendi evinde mutluluk içinde yaşasın ve Mısır'a muhtaç olduğu yaşam enerjisini versin diye, firavun onu besler giydirir ve yaşatır. Geniş anlamda tapınak, hem dinsel, hem de ekonomik bir bütünlüktür, kentin tam kalbidir. Ana yapı çevresinde "Yaşam eviâ€, kutsal göl, mammisi, atölyeler, depolar, rahipler için evler gibi başka birçok öğe yer alır.
Uzun yıllar boyunca tanrısal tapınaklarla mezar tapınakları arasında bir ayrım yapılmıştır. Tanrısal tapınaklar tanrıların barındığı yerlerdir ve Mısır uygarlığının doğduğu günlerden başlayarak yapılmışlardır. Ne var ki, taş bloklarını devşirme yoluyla sonraki inşaatlarda kullanma geleneği nedeniyle. Eski ve Orta imparatorluk döneminden pek az anıt ayakta kalabilmiştir. Başlıca tanrısal tapınaklar arasında, Karnak, Luksor, Abydos, Ebu Simbei topluluğu ve Denderah ya da Ebu gibi büyük yapılar anılmalıdır.
Mezar tapınakları, kuramsal olarak, bir kralın anısını yaşatmak amacıyla yapılmıştır. Metinlere göre bunlar, firavunun ruhunun sonsuza dek yaşadığı "milyonlarca yıllıkşatolardır. Bunlara örnek olarak, kraliçe Hatşepsut'un mezar tapınağı Deyr ül -Bahri, Ramesseum (Ramses II) ya da Medinet Habu (Ramses III) sayılabilir. Gerçekte, insan-firavuna tapınmanın, tanrılar ve tanrılaştırılmış firavun kültüyle kaynaştığı görülür ki, bu da, sonuç olarak, bizi tanrısal tapınak kavramına götürür.
Bir başka grubu oluşturan güneş tapınaklarıysa, kutsal sayılan varlığın ışık ilkesi olduğu bir çeşitlemeden başka bir şey değildir. Güneş-yaz kültü açık havada kutlanır ve Tel El-Amarnadaki Aton tapınağında ya da Ebû Gurâb'da (V. hanedan) olduğu gibi, naosun yerini bir piramit almıştır
*Eski Yunan. Tapınak, İ.Ö. 1250-1200 dolaylarında giritmykenai monarşisine son veren siyasal ve dinsel bir devrimin sonunda ortaya çıkmıştır. Girit ve Akhaia hükümdarlarının saray capellalartnın yerini almıştır ve eski yunan toplumunun yeni birimlerinin (aileler, fratriler, siteler, koine vb.) ibadet ettiği mekândır.
ister Atina'da olduğu gibi, doğrudan doğruya akhaia sarayından türeyen ve kentin siyasal merkezine daha yakın olan bir akropolis tapınağı (Hephaisteion), ister Aighina, Bassai, Sunion Argos taki Heraion, Sisam, Didyma, Dodone örneklerindeki gibi büyük merkezlerin uzağında kurulmuş bir tapınak, isterse kutsal bir yerin tapınağı (Olympia, Epidauros, Delphoi) olsun, hepsinin ortak özelliği, temenos adı verilen kutsal, kapalı bir hacimlerinin bulunmasıdır. Temenos bizzat tanrıya aittir ve açık hava sunağı burada yer alır. Sunak basit bir toprak ya da çayır tümseği olabileceği gibi, en eksiksiz örneğine büyük Bergama sunağında rastlanan anıtsal bir yapı biçiminde de ortaya çıkabilir. Balla birlikte birkaç damla süt ya da şaraptan, kurban edilen onlarca hayvana kadar çeşitli sungular sunak üzerinden tanrıya gönderilir. Sunağın karşısında, özel bir yapı olan naosta, tanrının sureti saklanır Mimarlıkta çok belirgin bir değişim söz konusudur: Ege'nin saray içine yerleştirilmiş düz çatılı dua odaları, yerlerini çift eğimli bir çatıyla örtülen, kütlesi ve konumuyla insan konutlarından ayrılan naosa bırakmıştır. Tanrmın sureti, artık girit ya da akhaia heykelciği değildir; insan oranlarında ya da çok daha büyük heykellerdir. Bu heykelleri korumak için, D.'da bir kapıyla giriş sofasına ya da pronaos'a açılan uzun bir cellaya gerek duyulmuş, bakışım kaygısıyla bu sofa, cellanın gerisinde de yinelenmiştir. Cellayla bağlantılı olmayan bu bölüm opisthodomos'tur. Bu iç dikdörtgenin önünde önceleri bir revak (prostasis) bulunur, bunun altı sütunu, üzerinde oymalı bezemelerin yer aldığı saçaklık ve alınlığı taşırdı; mimarlığın gelişmesiyle birlikte, revak, naosu dört bir yandan kuşatmaya başladı (peristasis); kimi zaman da, iki ya da üç kenarlı.bir iç revakla cella genişletilerek tapınma iöolü- nün daha iyi sergilenmesi sağlandı. Karşından bakıldığında, özenle tesviye edilmiş bir örgü sırasıyla sona eren kütlesel TAPINAKLAR temel üzerinde, dor düzeninde üç basamaklı, büyük ion tapınaklarında daha yüksek olan ve revakla iç naosu taşıyan krepis görülür. Parthenon'da saptanan optik düzeltmeler, yatay çizgilerin hafifçe eğrileştirildiğini, sütunların eğik, şişkin ya da kalın yapıldığını, duvarların dış yüzlerine hafif bir şev verildiğini göstermektedir. Sütun başlıkları ve silmeli örgü sıraları dışında, özellikle heykellerle süslenmiş alınlıklarda (Olympia, Aighina, Atina Parthenonu vb) ve sapaklıkta yoğunlaşan oymalı bezemeler (friz) dikkati çeker Alınlık ak- roterlerinde (bitkisel bezemeler ya da heykeller, hatta hareket halinde betimlenmiş grüplar) ve çörten işlevi gören aslan başlarıyla süslenmiş derelerde de heykel ve oymalar vardır. Arkaik tapınaklarda bu bezeme, canlı renklere boyanmış pişmiş topraktandır.
Çok çeşitli nedenlerle birçok tapınak genel bir tiplemenin dışında kalır ve gerçekte, model sayılabilecek tek bir yunan tapınağı yoktur; bunu anlamak için, bütün gariplikleri eski oluşuna bağlanamayacak Olympia Heraiontapınağfnı, Sicilya tapınaklarının o şaşırtıcı çeşitliliğini (Selinus, Agrigento; Agrigento'daki Zeus tapınağı, gerçek bir naos olmaktan çok, büyük, kapalı bir femenos'tur), dev lonia tapınaklarını (Efes, Sardeis, Didyma, Sisam), Atina Erekhteionu'nu, özel bir planla kuzeye doğru yönelen ve üç düzeni ilk olarak bir araya getiren Bassae'yi gözler önüne getirmek yetecektir. Dor düzeni kıta Yunanistan'ı ile Batı'nın, ion, Anadolu ile adaların düzenidir. Çeşitli türlerin birbirine karıştığı Atina ve Delos, Delphoi, Olympia'daki uluslararası tapınaklar bu genellemenin dışına çıkar. Korinthos düzeni Hellenistik ve Roma dönemlerinde gelişmiştir.
Birçok örnekte çokrenklilik ortadan kalkmıştır, ancak Atina Akropolisi müzesi'ndeki kalıntılar bu konuda fikir verecek niteliktedir. Renk yalnız dekorla sınırlı kalmamakta, gereç seçiminde (mermer, kireçtaşı, tüf, yığışımlar, boyalı pişmiş toprak), kafes, tavan ve kapılarda (bronz, fildişi ve altın) ve daha geç dönemlerde zemin mozaiklerinde çokrenklilik aranmaktadır. Zenginlikleri ve olağanüstü boyutlarıyla normalin dışına çıksalar da, Athena Parthenos ve Olympia Zeus tapınakları, kült heykeli konusunda klasik örneklerdir; yazık ki, günümüze pek az özgün parça ulaşmıştır.
• Roma. Bilinen en eski Roma tapınakları krallık döneminin sonuna uzanır: Ro- ma'da Servius Tullius'un kurduğu ve kalıntıları S. Omobono kilisesi altında bulunmuş olan Fortuna ve Mater Matuta tapınakları. 509'da kurulan ilk Capitolium'dan günümüze yalnızca temeller kalmıştır (bunlar Museo Nuovo Capitolino'da görülebilir). Roma'da, bilinen cumhuriyet dönemi tapınaklarının en önemlileri Largo Argentina (Minucia'Vetus revakı) kutsal alanı içinde yer alır; bu dört tapınak birçok onarım görmüş olsalar da, büyük fetihler döneminde, zafer kazanmış generallerin yaptırdığı çok sayıda bina hakkında bilgi vermededir. Cumhuriyet döneminin daha ileri yıllarında yapılmış iki başka tapınak Tevere ırmağı kıyısında bugün de ayaktadır: ion düzeninde, dikdörtgen planlı tetrastylos Portunus tapınağı ve korinthos düzeninde yuvarlak bir yapı olan Hercules Olivarius tapınağı.
Roma dinsel mimarlığı, Cumhuriyet döneminden başlayarak, önce etrüsk, ardından yunan etkilerinde kalmakla birlikte, kimi özgün yönleriyle ayırt edilir: örneğin, pseudo peripteros tapınaklarda, cellanın sütunları, tıpkı uzunlamasına dikdörtgen planlı (Forum'da Concordia ve Capitolium üzerinde Veiovis tapınakları) ve yuvarlak tapınaklarda olduğu gibi cella duvarına gömülmüştür.
Augustus döneminde bir devrim yaşanır: imparator bir yandan Roma tapınaklarının birçoğunu yeniden yaptırırken, bir yandan da Palatium tepesi üzerindeki Apollon gibi, günümüze yalnız podiumu ulaşan yeni tapınaklar yaptırır. Roma korinthos düzeni bu dönemde biçimlenir Hadrianus, Agrippa'nın uzunlamasına dikdörtgen bir plana göre yaptırdığı Pant- heon'u geniş bir kubbeyle örtülü yuvarlak bir cella ekleyerek yeniden yaptırdığında, önemli bir başka yenilik boy gösterir: önceki dönemlerde yapılmış yuvarlak planlı tapınakların çatısı düz ve ahşaptır. Pantheon kubbeli tüm yapıların atasıdır. Roma tapınakları İtalya'da ve eyaletlerde taklit edilmiştir: Augustus'un torunlarına bağışlanan Nîmes'deki Kare ev, Augustus döneminin korinthos düzenindeki peripteros tapınaklarının en iyi korunmuş örneğidir.
*Hindistan ve etkisi altındaki yerler. Vedacılık, yalnızca, kurbanlar için kutsal bir alan ve bir sunak yapılmasını zorunlu kılarsa da caityalara gösterilen saygıya bağlı olarak kurulan en eski tapınma yerleri, bu alanı ve sunakları parmaklıklarla çevirmiştir. Buddha ve cayna tapınakları, din adamları için konutlar ekleyerek bu ilkel formülü geliştirecektir. Hıristiyanlık döneminin başlarına doğru, putlara tapınma olayının gelişmesiyle, tanrılarla özdeşleştirilen ve onların evi sayılan tapınaklar yapılmıştır. Önceleri iddiasız, küçük bir celladan oluşan (Bhopal, Sanci, IV.-V. yy.) bu tapınaklar, zamanla, dünyanın ekseni sayılan Meru tepesini ya da brahman tanrıların barındığı dağları çağrıştıran yapı-lara dönüştü. Günümüze kadar koruna- bilmiş en eski cayna tapınakları (İ.Ö..III. yy.) tayalara oyulmuştur. Bunlar çök küçük boyutlarda olsalar da, güzel görülür bir biçimde, daha kısa ömürlü gereçlerle yapılmış yapıları taklit ederler (Bihar'da, Barabar tepelerinde: Sudama, İ.Ö. 250, Lomas Risi vb.). Gereçleri bir araya getirerek oluşturulmuş mimarlığı kopya etme isteği tüm kaya tapınakları için geçerli bir kuraldır (yaklş. İ.Ö. II. yy. - İ.S. VIII. yy.). Caynacılık ve özellikle de buddhacılık, din adamları için konutları (serbest bir alan çevresinde düzenlenmiş hücreler olan vi- hara) ve tapınma yerini (absidal planlı, beşik tonozlu caityagriha) geliştirmiş, Andhra Pradeş (Nagarcunakonda: kazılarla gün ışığına çıkarılmıştır) ya da Gandhara'nın (Tahti Behi kalıntıları) manastırlarından esinlenen topluluklarda bunları bir araya getirmişlerdir. Bu iki din ve ardından brahmancılık, kayalara oyulmuş ve tektaş yapıları birleştirerek, gittikçe karmaşıklaşan tapınaklar gerçekleştirmişlerdir (yaklş. VIII. yy.: Ucayn'ın K.'inde buddha tapınağı Dhamnar; Ellora'da brahman yapısı Kai- lasa). Çok geçmeden de, tapınakları kalıcı gereçlerle inşa etme uygulaması yaygınlaşmıştır. Buddhacılığın gerileme içinde olduğu Ortaçağ boyunca, bir yandan simgeciliğin gelişmesine, bir yandan da yerel mimarlığın gösterdiği atılıma bağlı olarak brahman tapınağı gerçek bir evrim yaşamıştır. İki anlayış karşı karşıyadır. Biri, Tanrı'nın evi olan dağla benzerliğini vurgulayarak tapınağı olabildiğince gözler önüne serme (şikhara adı verilen eğrisel yapılar: Bhubanesvar; vimana denilen piramidal yapılar: Tancavur), özellikle Güney'de benimsenen öteki anlayışsa, küçük boyutlarda yaparak ve dışa doğru genişleyen gopurailarla eşmerkezli duvarlar içine alarak tapınağı gizleme (Şrirangam) eğilimindedir. Caynacılık ise, “tapınak-kent" formülüne yönelmiştir (Abu, Girnar vb.).
Hindistan dışında, Ortaçağda bu ülkede görülenle karşılaştırılabilecek yerel bir çeşitlenme dikkati çeker. Özellikle buddhacılığın önemini koruduğu yörelerde (Sri Lanka, Birmanya, Tayland) bu çeşitlilik günümüzde de sürmektedir. Birmanya, kısmen pala sanatından devraldığı formülleri ustaca geliştirmiş (Pagan, XI. yy. ve sonrası), Endonezya ve Cava, ama özellikle de Kampuçya, çok daha özgün tapınaklar yaratmışlardır. Şaşırtıcı bir mekân örgütleme duygusunu yansıtan, basamaklı piramit biçimindeki khmer tapınağı ("dağ-tapınak" denir) çok ileri bir simgeciliğin ürünüdür ve Bakong'dan (881) Angkor Vat'a (XII. yy.'ın ilk yarısı) tam anlamıyla klasik bir güzelliğe ulaşır. Benzer bir tasarıma, daha ileri bir tarihte yalnız Nepal'de rastlanır (Bhadgaun'da Bhagavati tapınağı, XVII. yy. sonu).
* Çin. Genellikle en güzel doğal alanlar üzerinde kurulan tapınaklar, çevre duvarı içinde bir eksen boyunca düzenlenmiş ve çoğu kez aynı etek üzerinde birleştirilmiş birçok yapıdan (genellikle sağında ve solunda iki kule bulunan, dikdörtgen planlı büyük bir pavyon) oluşur. Bunlar çoğu kez ahşap yapılardır; sütunlar üzerinde taşınan kavisli ve taşkın çatılar (kimi zaman birkaç çatı üst üste getirilir) sınırlı kiremitlerle kaplıdır. Sütunların canlı kırmızısı, teras ve parmaklıkların beyaz mermeri ile kiremitler arasında büyük bir uyum vardır. Bu tapınakların önünde çoğu kez taş ya da ahşap revaklar bulunur. Bu tapınak türü Vietnam ve Japonya' da da uygulanmıştır. Çok basit bazı japon tapınakları (örneğin kare planlı, orta dikmeli İzumo tapınağı) V. ve VI. yy.'ların mimari biçimlerini sürdürmektedir.
* Anadolu'da Doğu Çatalhöyükün G. -B. kesiminde rastlanan ve duvar süslemeleriyle öteki yapılardan ayrılan kalıntıları^ tapınak olduğu sanılmaktadır. Yeni taş'döneminin en önemli merkezlerinden olan bu yerleşmede (İ.Ö. 6300-5700), evlerin yuvarları kırmızı boyalı iken, bu yapılarını duvarları çokrenkli geometrik motifler; doğal ve simgesel resimler, av sahneleri, ana tanrıça ve çeşitli hayvan kabartmalarıyla süslüdür. Hacılar II katmanında Bakırtaş döneminden bir tapınak yapısı ortaya çıkarılmıştır, ilk Tunç çağda, konutlardan ayrı bir kült yapısı bulunamamıştır. Bu dönemde doğal kutsal alanlarının yanı sıra evlerde kült odaları vardı.
Anadolu'da özgün tapınak yapıları İ.Ö. II. binyılin ikinci yarısında Hititler'le birlikte ortaya çıkmıştır. Ele geçen kil tabletlerde, Hitit krallık döneminde “tanrı evi'nden söz edilmektedir. Hitit tapınakları halka açık tapınma yerleri olarak tasarlanmamıştı, tanrı heykelinin bulunduğu kutsal odaya (adyton), yalnızca rahipler; kral ve kraliçe girebiliyordu. Kutsal odanın yanındaki odadaysa tanrı yatağı bulunuyordu. Boğazköy (Hattuşaş) kazılarında ortaya çıkarılan beş büyük tapınak, bu yapıların mimariterinin aydınlatılmasında önemli ölçüde etkili olmuştur. Büyüklükleri ve gösterişli mimarileriyle dikkati çeken Boğazköy tapınakları, avlu, ön avlu, cella (naos), cella ön odası ve yan odalarından oluşuyordu. Mekânların düzenlenmesinde bakışık bir plan gözetilmemiş, yalnızca kült odasının belirginleştirilmesine özen gösterilmiştir. 160x135 m'lik bir alanı kaplayan Tapınak I bu yapıların işlevselliğini de belgeleyen önemli bir örnektir: dikdörtgen planlı ana kutsal yapının çevresinde, dar, uzun odalardan meydana gelen depolar ve işlikler vardır. Tanrı heykelinin bulunduğu odanın yan ve arka pencerelerle, doğal ışıkla aydınlatılması, hitit tapınaklarını öteki Onasya tapınaklarından ayıran önemli bir özelliktir. Yazılıkaya, hitit tanrılarının tümünü kapsayan büyük bir açık hava tapınağıydı; burada da kayaların oluşturduğu doğal mekânlara yapılan kimi eklemelerle, hitit tapınak şemasına bağlı kalınmıştır.
Geç hitit tapınaklarının bir bölümü Suriye'nin etkisindeyken (Kargamış), kimileri de ön avlu, cella ve adyton bölümleriyle ege mimarlığının megaronlarını andırır (tel Teynet).
Urartu kralları tanrıları için pek çok tapınak yaptırmıştır; Anadolu'da ve Anadolu dışında gerçekleştirilen kazılarda bu yapı türünün çeşitli örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Çoğunlukla belirli bir şemaya göre yapılan bu tapınaklar, galerili bir avlu, tanrı heykelinin bulunduğu kare planlı, köşeleri çıkıntılı kutsal odadan meydana geliyordu; avluda üç ayaklı kazanlar; kurban masası, ortası delikli sunaklar vardı. Aznavur tepe'de Menuas'ın yaptırdığı kare planlı tapınak bu türün ilk örneğini oluşturur, Altıntepe, Çavuştepe (Sardurihinili) velloprakkale (Rusahiriili) Haleli tapınakları da aynı plandadır; yalnızca ibrebuni tapınakları dikdörtgen planlıdır. Bu tapınakların yanı sıra açık hava kült merkezleri de vardı (Çavuştepe Yukarı kale, Tuşpa).
Phrygia döneminde tapınaklar yüksek yerlere yapılıyordu (Gordion'da bir rampayla çıkılan yapının tapınak olduğu sanılmaktadır). Beşik çatılı bir tapınağın ön yüzünü simgeleyen, Kybele'ye adanmış kaya anıtlarının, bu tanrıçanın tapınaklarıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Kaynak: Büyük Larousse
YORUMLAR