WİTTEGEİNSTEİN' ın birinci periyodunun özellikleri ve 20.yy tesiri nedir? WİTTGENSTEİN BİRİNCİ DÖNEMİ Wittgenstein 20. yüzyıl...
WİTTEGEİNSTEİN' ın birinci periyodunun özellikleri ve 20.yy tesiri nedir?
WİTTGENSTEİN BİRİNCİ DÖNEMİ
Wittgenstein 20. yüzyılda felsefeyi kendisinden bir sonraki adıma taşıyan filozoftur. Kargaşa ve bunalımlı bir yaşamı olan ve babasından edinmiş olduğu tüm varlığını geride bırakıp mütevazı bir yaşam devam eden felsefeci, mühendislik eğitimi alırken Russell ve analitik geometriden etkilenmiş ve bunun sonucunda felsefi bir sistem yapmaya adım atmıştır. Felsefeyi değişik bir boyuta taşıyan felsefeci bilhassa Russell'dan etkilenmesinin sonucu olarak analitik felsefe ve matematiğin dilini okumaya ve anlamlandırmaya çalışmıştır. Filozofun emekleri hakkaten bir çığır olma özelliği taşımış ve sonraki döneme ışık tutmuştur. Wittgenstein'in çifte devrim olarak nitelenen felsefesini birbirinden keskince ayırabileceğimiz iki dönem olarak ele almak mümkün gözüküyor: ilk dönemde yapmış olduğu mantıksal çözümlemeler ve bununla ilintili olarak ortaya koymuş olduğu eseri tractatus logico -philosophicus (mantısal felsefi risale) periyodu, ikinci olarak dil çözümsel felsefesini ortaya koyduğu ve philosophische untersuchungen(felsefi araştırmalar) periyodu.
Filozofun yapıtlarını iki dönem olarak ayırma mevzusu bazı filozoflarca münakaşa mevzusu olabilmiştir. Örneğin Stegmügler birinci periyodu “dilin mozaik kuramı†ikinci periyodu ise “dilin satranç dönemi†olarak ayırıyorken Russell Wittgenstein'in ikinci sürecini pek dikkate alınmaya kıymet bulmaz. Ek olarak bu iki periyodu Wittgenstein'in dil felsefesinde ilgilenilmiş olduğu mevzu bakımından da ikiye ayırmak mümkün olacaktır. Birinci dönemde karşımıza ideal dil ve bu dilin dünya ile olan ilişkisi olarak çıkarken ikinci dönem öğretmenlik yıllarında dikkatini çeken ve üstünde durulması gerektiğine kanaat getirmiş olduğu günlük dil irdelenen sorun olacaktır. Ona bakılırsa dil cümlelerden oluşmakta ve dünya şey durumlarından oluşan bir yapı olma hususi durumunu taşımaktadır. Burada dilin temel yapıtaşlarını sorgulaması hasebiyle doğa ötesi bir atomculuk anlayışından söz etmek mümkün olacaktır. Wittgenstein'e bakılırsa nesne dünyanın yapıtaşıdır şu demek oluyor ki dünya obje dediğimiz yapıtaşlarından ibarettir. Bu nesneye yalın olarak karşılık gelen ise isimdir. Burada dil çözümlemesi meydana getiren felsefeci bilhassa solipsist bir yaklaşım sergileyerek yalnız ‘benim anlayacağım bir dil'den bahsetmiş ve bu bağlamda dünyanın sınırlarını da dilimin sınırları eşittir dünyamın sınırları olarak tanımlamıştır. Buradan hareketle dünya kişinin kendi dilinin sınırları içinde kalmıştır.
Ek olarak felsefeyi tanımlarken onu her iki döneminde de şeyleri açıklayıcı ve aydınlatıcı bir disiplin olarak tanımlamıştır. Felsefeyi birinci dönemde mantıksal bir çözümlemeye doğal olarak tutarken ikinci dönemde dilbilgisel bir açıklamaya doğal olarak tutmuştur.
Felsefeyi izah etme çabaları içinde Wittgenstein, karşımıza metafiziği de irdeleyen bir felsefeci olarak çıkacaktır. Doğa ötesi ona bakılırsa susulması ihtiyaç duyulan yerde konuşmak dünyanın sınırlarını aşmak çabası olarak ele alınır. Ona bakılırsa doğa ötesi dilin sınırlarının üzerine üzerine giden boş bir çabadır.
Wittgenstein ek olarak Russell ile diyalogu sonucu matematik üstüne de irdelemelerde bulunmuştur. Ona bakılırsa matematik mantığın yöntemidir. Russelin'de söylediği benzer biçimde Wittgenstein tüm salt matematiğin salt mantıksal öncüllerden çıkarıldığını ve kullanılan kavramların sadece mantıksal terimlerle tanımlanabilir bulunduğunu söyleyerek matematiği mantığa indirgemiştir.
“Dünyaâ€, “durumâ€, şey durumuâ€, “olgu†benzer biçimde öğeler birleşiktir ve bunların en yalın öğesi “şeyâ€dir, “objeâ€dir. Bu şeyler tek başına bulunamazlar, şey durumu içinde yer alırlar. Biz şey durumlarını bilebiliriz ve bilgimizde onların resimleridir. Cümlenin anlamı ise bu resimdir.
Wittgenstein, ek olarak doğru üstüne de bazı yorumlarıyla karşımıza çıkacaktır. Doğru bilgi ona bakılırsa doğru şey durumu iken yanlış bilgi yanlış resimdir. Doğru resimlerin toplamı ise bizlere dünyayı verir. Ve “Bende bu dünyanın içindeyim†der felsefeci, “tıpkı öteki nesneler benzer biçimde bir nesneyimâ€, bu nesnelerden farksızım. Dünya ile yaşam birdir. Ve benim dünyam yalnızca benim anladığım dille çevrilidir. [/COLOR][COLOR=Black]
Doğa ötesi özne şu demek oluyor ki “ben†dünyanın içinde değil dünyanın sınırıdır. Bunun için ben dile getirilebilir bir şey değildir. Bir şeyin iyi mi bulunduğunu söylemek onu dile getirmektir. Bir şeyden söz etmek onu dile getirmek değildir. Bir şeyin ne işe yaradığını söylemekte onu dile getirmektir. Resmi yapılmayan hiçbir şey dünyanın içinde değildir. Bunun için etik ve güzel duyu bilgi değildir. Dünyanın anlamı derken de biz dünyanın bir resmini çiziyor değiliz, fakat ona bir anlam, bir kıymet yüklüyoruz. Dünyanın anlamı dünyanın haricinde olmalıdır. Dünya resmi çizilebilen bir şey ise ve onun bir anlamı var ise bu fotoğraf ve bu anlam tanrı için olan Tanrı'nın dışından yapmış olduğu bir fotoğraf olurdu.
Dünya şey-durumlarından oluştuğuna, önermelerde şey durumlarının resmi olduğuna bakılırsa, bilimlerin bütünü dünyanın tüm olarak bir resmini vermeyecek mi? Wittgenstein bu soruya “evet†yanıtını verir. Doğru cümlelerin toplamı tüm tabiat bilimidir. Doğru düşüncelerin toplamı, dünyanın bir resmidir. O halde niçin dünyanın anlamını dünyanın bir resmi olarak göremiyoruz? “hayır†görüyoruz fakat bizim için değil tanrı için bir fotoğraf. Bilim her şeyi bilse tanrıya inanmamıza gerek kalmazdı. “ Bir Tanrı'ya inanmak dünya olguları hakkında hemen hemen son sözün söylenmediğini görmektir. Son söz, dünyanın resmidir. Dünyanın anlamı da Tanrıdır. Dünyanın içinde hiçbir kıymet olmadığı için Tanrı da dünyanın dışına çıkarılır. Önermeler aşkın olan hiçbir şeyi dile getiremez.
Mantık dünyanın dışındaki bir ayna gibidir. Ve dünyaya aşkındır. Mantık dünyayı kapsar. Dünya durağan(durgun), donmuş, durağan ve tıkızdır. Şey durumlarından, olgulardan oluşan bu dünyada normal olarak olgular içinde bir ilişki vardır. Olgular dünyanın aslolan yapıcı öğeleridir. Olguları oluşturan yalın öğeler olan objeler, tek başlarına bulunmazlar. Objeler, şey-durumlarının var oluşları ile beraber kabul edilmelidir. Objeler dünyanın tözüdür ve tüm şey durumlarının olanağını ihtiva ederler.
Dünya tüm olguların toplamı anlama gelir. Fakat tek tek olguları biriktirerek dünyayı elde ediyor değiliz. Biz dünyanın yapısından bütünden hareket etmeliyiz. Bir olgunun var olmayışından anlatmak mümkündür. Negatif olgu olgunun var olmayışıdır.
Wittgenstein tözle ilgili bir ekip açıklamaları da ele almış ve “Kaç töz vardır†sorusunun “Kaç tane 3 vardır†sorusu benzer biçimde saçma bir sual bulunduğunu söylemiştir. Bunun için “Olguları yalnızca anlamlandırabilirim, fakat ne olduklarını söyleyemem†demiştir.
Wittgenstein matematikle ilgili açıklamalarını yaparken matematiğin mantıksal bir dil bulunduğunu söylemiştir.
Wittgenstein her iki dönemde de, felsefeyle ilgili açıklamalarında felsefeyi dilsel bir etkinlik olarak görmüş, bu fikrini yalnız birinci dönemde değil ikinci dönemde de savunmuştur. Ona bakılırsa olgular hepsi birden dünyadır, cümleler hepsi birden dildir. Kısaca dünya olguların bir toplamı iken, dil cümlelerin bir toplamı olma hususi durumunu taşımaktadır. Bu yüzden dnyayı çözümlemeye olgudan, dili çözümlemeye de cümleden başlayacağız ve böylece dil dünya bağıntısını kurmaya çalışacağız. Buradan hareketle cümle şey-durumunu betimler. Betimleme bir resimdir ve fotoğraf cümlenin anlamıdır. Cümlenin bir anlamı vardır ve bu anlam cümlenin bütünündedir. Kısaca parçalara bölünmeden anlaşılır. Resmi meydana getirilen şeyde, resimde birer olgudur. Şey-durumuna resmin uygunluğu doğruluk terimini ortaya çıkarır. Resmin doğru olup olmadığını gerçeğe bakarak anlarız. Cümlenin yanı başlangıcında olan kavram deyimdir. Deyim tek başına bir cümledir. Ve kendi içinde anlamlıdır. Kısaca iç içe geçmiş cümleler vardır. Fakat bir olgunun varlığından başka bir olgu çıkamayacağı benzer biçimde bir cümlenin varlığından da başka bir cümle çıkmaz.
Ne deyimin ne temel cümlenin dünyada karşılığı yoktur. Deyim daha çok cümlenin bir sınıfında görülmesine karşın temel cümle cümlenin öğesi olarak bir cümlede yer alır. Temel cümle dilin tözü durumunda olan ad ile cümle içinde adeta, destek, oluşturucu, koşullayıcı bir öğedir.
Temel cümle doğru ise bir şey-durumu vardır. Temel cümle yanlış ise bir şey durumu yoktur. Cümle temel cümleler yöntemiyle tanıtlanır. Temel cümle bir şey durumu resmi olmadığına bakılırsa onun bir resmi olan cümlenin doğruluğunu tanıtlaması derken kastedilen doğruluk mantıksal doğruluk şu demek oluyor ki cümlenin kendi içindeki tutarlılıktır. Temel cümle adlardan oluşur, ad objeyi gösterir, obje onun gösterimidir. Cümlenin anlamını kavramak için cümlenin resmettiği şey durumuna gerek kalmamıştır. Bunun için yalnızca cümleye bakmak yeterlidir.
Wittgenstein tractatusta felsefeyle ilgili bir ekip devrimci yorumlar yapmayı da dikkatsizlik etmemiştir. Ona bakılırsa felsefe bir öğreti değil bir etkinliktir. Felsefenin amacı, düşüncelerin, bilgilerin mantısal aydınlanmasıdır. Fakat bu bilginin de bir şey-durumu resmi olması gerekir. Bu şekilde bir fotoğraf olmayan bir cümle hiçbir bilgi vermez. Bilgi debilim kitaplarında bulunur, felsefe kitaplarında değil. “Bir felsefe yapıtı esasen açıklamalardan oluşur. Felsefenin sonucu, ‘felsefi cümleler' değil, fakat cümlelerin anlaşılır hale gelmesidir. Felsefe, başka türlü sanki bulanık ve karanlık olan düşünceleri açık kılmalı kati olarak sınırlamalıdır.†Bilgi edinme uğraşını tamamen bilime veren Wittgenstein'ın felsefeyi herhangi bir türden de olsa bilgi veren, bir şey öğreten bir çaba olarak görmesi saçma olurdu. Felsefe ne bir tabiat bilimi ne psikoloji ne de herhangi bir bilimdir. Felsefenin bilimler karşısındaki yeri, onların her biri için aynıdır: izah etme etkinliği. Böylece felsefe bir anlamda varlık sebebi bilimde bulur. Şundan dolayı felsefenin var olmasından ilkin onun aydınlatacağı bilimin var olması gerekir. Bir taraftan da felsefe üstünde bulunmuş olduğu bu kaynağa, şu demek oluyor ki bilime yararlı olur. Şundan dolayı o, olmasaydı, bilimin düşünceleri “bulanık ve karanlık†olacaktı.
Felsefenin işinin bilgi vermek, fikir üretmek olmayıp, verilmiş düşünceleri çözümleyerek izah etmek olarak belirlenmesi, felsefen alanını daraltmış olmaz mı? Bu durum, felsefenin bir şeyden el çekmesi demek olduğuna bakılırsa, etkinliğinden bir şey yitirmiş olmuyor mu? Wittgenstein'le birilikte “çözümleyici felsefeden†yana olanlar, buna “hayır†diyor: tersine, böylece felsefe, tüm bilgi fikir alanlarında iş gören bir üst etkinlik olur, alanı daralmak bir yana genişler. Bizlere bakılırsa, burada felsefeye tüm bilgi alanlarına uzanma olanağı sağlamakla bir ihtimal bir “alan daralması†değil, fakat bilgi tanımından lanan bir “alan atlaması†olduğu açıktır. Bilhassa bu anlatılan, yitirilen ülke, felsefenin, philio-sophia'nın öz yurdu ise: terbiye ve güzel duyu, ergonomik felsefe. Wittgenstein'den sonrasında onun izinden yürüyenler, bu eksikliği görmüş ve onu ahlaksal kavram ve yargılar üzerine izah etme etkinliği anlamında bir meta-ethik(üst-ahlak) ile kapatmak istemişlerdir. Sadece bu çabaların geleneksel anlamda etik'in (ve estetiğin) yerini almış olduğu söylenemez.
Bilgi, bizim dışımızdaki, doğadaki nesnelerin yada nesne durumlarının betimlenmesi olarak anlaşılırsa, normal olarak bu işi felsefe her biri kendi alanında çeşitli alt-dallara ayrılmış, kendilerine özgü yöntem, teknik ve araçlara haiz uzman bilimlerden daha iyi yapabilecek değildir. Onların yapamadığını felsefe mi meydana getirecek ki burada felsefeye bir yer bulunsun! Unutulmamalıdır ki, analitik felsefeyi haklı benzer biçimde gösteren bu durum, onun bilgi tanımından lanmaktadır. Ve bu bilgi anlayışı, Locke'a, Hume'a kadar gider. Wittgenstein bilgiyi şey-durumlarının resmi olarak tanımlarken, Hume nesnelerin zihindeki birebir kopyaları olarak görüyordu. Ve buna bakılırsa o, mesela doğada olmayan “zorunlu bağıntı†benzer biçimde bir şeyin zihinde de bir yansımasının bulunmadığını öne sürüyor ve bu benzer biçimde bir şeyin zihinde de bir yansısının bulunmadığını öne sürüyor ve bu benzer biçimde kavramların zihnin bir uydurması bulunduğunu söylüyordu. Gerçi Wittgenstein, bu münakaşaya girmez. Fakat bilgi, ister onunki benzer biçimde bir fotoğraf, ister Hume'un ki benzer biçimde zihindeki bir kopya ile sınırlansın varılacak netice aynıdır: fotoğraf olmayanı bilginin dışına çıkmak. Fakat eğer “zorunlu bağlantı†benzer biçimde kavramlar, Kant'ın söylediği benzer biçimde zihnin uydurmaları değil, tersine bilgiyi, deneyi olanaklı kılan zihindeki a priori formlar ise, onların bilgisini kim verecek? Normal olarak tek tek uzman bilimler değil! Öte taraftan eylemlerimiz ve sanatla alakalı yaratmalarımızla ilgili kavram ve yargılarımızda kendi koyduğumuz değerler var diye onları bilmeyi niçin kendimize yasaklayalım? üstelik bu kavram ve yargılar, yalnızca değerlerden oluşmaz, onlarda nesnel ölçütler olarak normlarda vardır.
Felsefeci metafizikle ilgili yorumlarını yapmış ve ne üzerine konuşulmuyorsa, o mevzuda susmalı demiştir. Doğa ötesi öznelerin felsefeden çıkarılması gerektiğin düşüne Wittgenstein doğa ötesi özneyi de tanımlamaya çalışmış ve onun var olmasına karşın dile getirilemez bulunduğunu ve mistik bulunduğunu söylemiştir.
HAFSA ÖMEROĞLU
Aydınlanma periyodunun özellikleri nedir?
Ludwig Josef Johann Wittgenstein
Birinci Kanal Harekâtı (Birinci Süveyş Savaşı)
Bu ileti 'en iyi çözüm' seçilmiştir.
WİTTGENSTEİN BİRİNCİ DÖNEMİ
Wittgenstein 20. yüzyılda felsefeyi kendisinden bir sonraki adıma taşıyan filozoftur. Kargaşa ve bunalımlı bir yaşamı olan ve babasından edinmiş olduğu tüm varlığını geride bırakıp mütevazı bir yaşam devam eden felsefeci, mühendislik eğitimi alırken Russell ve analitik geometriden etkilenmiş ve bunun sonucunda felsefi bir sistem yapmaya adım atmıştır. Felsefeyi değişik bir boyuta taşıyan felsefeci bilhassa Russell'dan etkilenmesinin sonucu olarak analitik felsefe ve matematiğin dilini okumaya ve anlamlandırmaya çalışmıştır. Filozofun emekleri hakkaten bir çığır olma özelliği taşımış ve sonraki döneme ışık tutmuştur. Wittgenstein'in çifte devrim olarak nitelenen felsefesini birbirinden keskince ayırabileceğimiz iki dönem olarak ele almak mümkün gözüküyor: ilk dönemde yapmış olduğu mantıksal çözümlemeler ve bununla ilintili olarak ortaya koymuş olduğu eseri tractatus logico -philosophicus (mantısal felsefi risale) periyodu, ikinci olarak dil çözümsel felsefesini ortaya koyduğu ve philosophische untersuchungen(felsefi araştırmalar) periyodu.
Filozofun yapıtlarını iki dönem olarak ayırma mevzusu bazı filozoflarca münakaşa mevzusu olabilmiştir. Örneğin Stegmügler birinci periyodu “dilin mozaik kuramı†ikinci periyodu ise “dilin satranç dönemi†olarak ayırıyorken Russell Wittgenstein'in ikinci sürecini pek dikkate alınmaya kıymet bulmaz. Ek olarak bu iki periyodu Wittgenstein'in dil felsefesinde ilgilenilmiş olduğu mevzu bakımından da ikiye ayırmak mümkün olacaktır. Birinci dönemde karşımıza ideal dil ve bu dilin dünya ile olan ilişkisi olarak çıkarken ikinci dönem öğretmenlik yıllarında dikkatini çeken ve üstünde durulması gerektiğine kanaat getirmiş olduğu günlük dil irdelenen sorun olacaktır. Ona bakılırsa dil cümlelerden oluşmakta ve dünya şey durumlarından oluşan bir yapı olma hususi durumunu taşımaktadır. Burada dilin temel yapıtaşlarını sorgulaması hasebiyle doğa ötesi bir atomculuk anlayışından söz etmek mümkün olacaktır. Wittgenstein'e bakılırsa nesne dünyanın yapıtaşıdır şu demek oluyor ki dünya obje dediğimiz yapıtaşlarından ibarettir. Bu nesneye yalın olarak karşılık gelen ise isimdir. Burada dil çözümlemesi meydana getiren felsefeci bilhassa solipsist bir yaklaşım sergileyerek yalnız ‘benim anlayacağım bir dil'den bahsetmiş ve bu bağlamda dünyanın sınırlarını da dilimin sınırları eşittir dünyamın sınırları olarak tanımlamıştır. Buradan hareketle dünya kişinin kendi dilinin sınırları içinde kalmıştır.
Ek olarak felsefeyi tanımlarken onu her iki döneminde de şeyleri açıklayıcı ve aydınlatıcı bir disiplin olarak tanımlamıştır. Felsefeyi birinci dönemde mantıksal bir çözümlemeye doğal olarak tutarken ikinci dönemde dilbilgisel bir açıklamaya doğal olarak tutmuştur.
Felsefeyi izah etme çabaları içinde Wittgenstein, karşımıza metafiziği de irdeleyen bir felsefeci olarak çıkacaktır. Doğa ötesi ona bakılırsa susulması ihtiyaç duyulan yerde konuşmak dünyanın sınırlarını aşmak çabası olarak ele alınır. Ona bakılırsa doğa ötesi dilin sınırlarının üzerine üzerine giden boş bir çabadır.
Wittgenstein ek olarak Russell ile diyalogu sonucu matematik üstüne de irdelemelerde bulunmuştur. Ona bakılırsa matematik mantığın yöntemidir. Russelin'de söylediği benzer biçimde Wittgenstein tüm salt matematiğin salt mantıksal öncüllerden çıkarıldığını ve kullanılan kavramların sadece mantıksal terimlerle tanımlanabilir bulunduğunu söyleyerek matematiği mantığa indirgemiştir.
“Dünyaâ€, “durumâ€, şey durumuâ€, “olgu†benzer biçimde öğeler birleşiktir ve bunların en yalın öğesi “şeyâ€dir, “objeâ€dir. Bu şeyler tek başına bulunamazlar, şey durumu içinde yer alırlar. Biz şey durumlarını bilebiliriz ve bilgimizde onların resimleridir. Cümlenin anlamı ise bu resimdir.
Wittgenstein, ek olarak doğru üstüne de bazı yorumlarıyla karşımıza çıkacaktır. Doğru bilgi ona bakılırsa doğru şey durumu iken yanlış bilgi yanlış resimdir. Doğru resimlerin toplamı ise bizlere dünyayı verir. Ve “Bende bu dünyanın içindeyim†der felsefeci, “tıpkı öteki nesneler benzer biçimde bir nesneyimâ€, bu nesnelerden farksızım. Dünya ile yaşam birdir. Ve benim dünyam yalnızca benim anladığım dille çevrilidir. [/COLOR][COLOR=Black]
Doğa ötesi özne şu demek oluyor ki “ben†dünyanın içinde değil dünyanın sınırıdır. Bunun için ben dile getirilebilir bir şey değildir. Bir şeyin iyi mi bulunduğunu söylemek onu dile getirmektir. Bir şeyden söz etmek onu dile getirmek değildir. Bir şeyin ne işe yaradığını söylemekte onu dile getirmektir. Resmi yapılmayan hiçbir şey dünyanın içinde değildir. Bunun için etik ve güzel duyu bilgi değildir. Dünyanın anlamı derken de biz dünyanın bir resmini çiziyor değiliz, fakat ona bir anlam, bir kıymet yüklüyoruz. Dünyanın anlamı dünyanın haricinde olmalıdır. Dünya resmi çizilebilen bir şey ise ve onun bir anlamı var ise bu fotoğraf ve bu anlam tanrı için olan Tanrı'nın dışından yapmış olduğu bir fotoğraf olurdu.
Dünya şey-durumlarından oluştuğuna, önermelerde şey durumlarının resmi olduğuna bakılırsa, bilimlerin bütünü dünyanın tüm olarak bir resmini vermeyecek mi? Wittgenstein bu soruya “evet†yanıtını verir. Doğru cümlelerin toplamı tüm tabiat bilimidir. Doğru düşüncelerin toplamı, dünyanın bir resmidir. O halde niçin dünyanın anlamını dünyanın bir resmi olarak göremiyoruz? “hayır†görüyoruz fakat bizim için değil tanrı için bir fotoğraf. Bilim her şeyi bilse tanrıya inanmamıza gerek kalmazdı. “ Bir Tanrı'ya inanmak dünya olguları hakkında hemen hemen son sözün söylenmediğini görmektir. Son söz, dünyanın resmidir. Dünyanın anlamı da Tanrıdır. Dünyanın içinde hiçbir kıymet olmadığı için Tanrı da dünyanın dışına çıkarılır. Önermeler aşkın olan hiçbir şeyi dile getiremez.
Mantık dünyanın dışındaki bir ayna gibidir. Ve dünyaya aşkındır. Mantık dünyayı kapsar. Dünya durağan(durgun), donmuş, durağan ve tıkızdır. Şey durumlarından, olgulardan oluşan bu dünyada normal olarak olgular içinde bir ilişki vardır. Olgular dünyanın aslolan yapıcı öğeleridir. Olguları oluşturan yalın öğeler olan objeler, tek başlarına bulunmazlar. Objeler, şey-durumlarının var oluşları ile beraber kabul edilmelidir. Objeler dünyanın tözüdür ve tüm şey durumlarının olanağını ihtiva ederler.
Dünya tüm olguların toplamı anlama gelir. Fakat tek tek olguları biriktirerek dünyayı elde ediyor değiliz. Biz dünyanın yapısından bütünden hareket etmeliyiz. Bir olgunun var olmayışından anlatmak mümkündür. Negatif olgu olgunun var olmayışıdır.
Wittgenstein tözle ilgili bir ekip açıklamaları da ele almış ve “Kaç töz vardır†sorusunun “Kaç tane 3 vardır†sorusu benzer biçimde saçma bir sual bulunduğunu söylemiştir. Bunun için “Olguları yalnızca anlamlandırabilirim, fakat ne olduklarını söyleyemem†demiştir.
Wittgenstein matematikle ilgili açıklamalarını yaparken matematiğin mantıksal bir dil bulunduğunu söylemiştir.
Wittgenstein her iki dönemde de, felsefeyle ilgili açıklamalarında felsefeyi dilsel bir etkinlik olarak görmüş, bu fikrini yalnız birinci dönemde değil ikinci dönemde de savunmuştur. Ona bakılırsa olgular hepsi birden dünyadır, cümleler hepsi birden dildir. Kısaca dünya olguların bir toplamı iken, dil cümlelerin bir toplamı olma hususi durumunu taşımaktadır. Bu yüzden dnyayı çözümlemeye olgudan, dili çözümlemeye de cümleden başlayacağız ve böylece dil dünya bağıntısını kurmaya çalışacağız. Buradan hareketle cümle şey-durumunu betimler. Betimleme bir resimdir ve fotoğraf cümlenin anlamıdır. Cümlenin bir anlamı vardır ve bu anlam cümlenin bütünündedir. Kısaca parçalara bölünmeden anlaşılır. Resmi meydana getirilen şeyde, resimde birer olgudur. Şey-durumuna resmin uygunluğu doğruluk terimini ortaya çıkarır. Resmin doğru olup olmadığını gerçeğe bakarak anlarız. Cümlenin yanı başlangıcında olan kavram deyimdir. Deyim tek başına bir cümledir. Ve kendi içinde anlamlıdır. Kısaca iç içe geçmiş cümleler vardır. Fakat bir olgunun varlığından başka bir olgu çıkamayacağı benzer biçimde bir cümlenin varlığından da başka bir cümle çıkmaz.
Ne deyimin ne temel cümlenin dünyada karşılığı yoktur. Deyim daha çok cümlenin bir sınıfında görülmesine karşın temel cümle cümlenin öğesi olarak bir cümlede yer alır. Temel cümle dilin tözü durumunda olan ad ile cümle içinde adeta, destek, oluşturucu, koşullayıcı bir öğedir.
Temel cümle doğru ise bir şey-durumu vardır. Temel cümle yanlış ise bir şey durumu yoktur. Cümle temel cümleler yöntemiyle tanıtlanır. Temel cümle bir şey durumu resmi olmadığına bakılırsa onun bir resmi olan cümlenin doğruluğunu tanıtlaması derken kastedilen doğruluk mantıksal doğruluk şu demek oluyor ki cümlenin kendi içindeki tutarlılıktır. Temel cümle adlardan oluşur, ad objeyi gösterir, obje onun gösterimidir. Cümlenin anlamını kavramak için cümlenin resmettiği şey durumuna gerek kalmamıştır. Bunun için yalnızca cümleye bakmak yeterlidir.
Wittgenstein tractatusta felsefeyle ilgili bir ekip devrimci yorumlar yapmayı da dikkatsizlik etmemiştir. Ona bakılırsa felsefe bir öğreti değil bir etkinliktir. Felsefenin amacı, düşüncelerin, bilgilerin mantısal aydınlanmasıdır. Fakat bu bilginin de bir şey-durumu resmi olması gerekir. Bu şekilde bir fotoğraf olmayan bir cümle hiçbir bilgi vermez. Bilgi debilim kitaplarında bulunur, felsefe kitaplarında değil. “Bir felsefe yapıtı esasen açıklamalardan oluşur. Felsefenin sonucu, ‘felsefi cümleler' değil, fakat cümlelerin anlaşılır hale gelmesidir. Felsefe, başka türlü sanki bulanık ve karanlık olan düşünceleri açık kılmalı kati olarak sınırlamalıdır.†Bilgi edinme uğraşını tamamen bilime veren Wittgenstein'ın felsefeyi herhangi bir türden de olsa bilgi veren, bir şey öğreten bir çaba olarak görmesi saçma olurdu. Felsefe ne bir tabiat bilimi ne psikoloji ne de herhangi bir bilimdir. Felsefenin bilimler karşısındaki yeri, onların her biri için aynıdır: izah etme etkinliği. Böylece felsefe bir anlamda varlık sebebi bilimde bulur. Şundan dolayı felsefenin var olmasından ilkin onun aydınlatacağı bilimin var olması gerekir. Bir taraftan da felsefe üstünde bulunmuş olduğu bu kaynağa, şu demek oluyor ki bilime yararlı olur. Şundan dolayı o, olmasaydı, bilimin düşünceleri “bulanık ve karanlık†olacaktı.
Felsefenin işinin bilgi vermek, fikir üretmek olmayıp, verilmiş düşünceleri çözümleyerek izah etmek olarak belirlenmesi, felsefen alanını daraltmış olmaz mı? Bu durum, felsefenin bir şeyden el çekmesi demek olduğuna bakılırsa, etkinliğinden bir şey yitirmiş olmuyor mu? Wittgenstein'le birilikte “çözümleyici felsefeden†yana olanlar, buna “hayır†diyor: tersine, böylece felsefe, tüm bilgi fikir alanlarında iş gören bir üst etkinlik olur, alanı daralmak bir yana genişler. Bizlere bakılırsa, burada felsefeye tüm bilgi alanlarına uzanma olanağı sağlamakla bir ihtimal bir “alan daralması†değil, fakat bilgi tanımından lanan bir “alan atlaması†olduğu açıktır. Bilhassa bu anlatılan, yitirilen ülke, felsefenin, philio-sophia'nın öz yurdu ise: terbiye ve güzel duyu, ergonomik felsefe. Wittgenstein'den sonrasında onun izinden yürüyenler, bu eksikliği görmüş ve onu ahlaksal kavram ve yargılar üzerine izah etme etkinliği anlamında bir meta-ethik(üst-ahlak) ile kapatmak istemişlerdir. Sadece bu çabaların geleneksel anlamda etik'in (ve estetiğin) yerini almış olduğu söylenemez.
Bilgi, bizim dışımızdaki, doğadaki nesnelerin yada nesne durumlarının betimlenmesi olarak anlaşılırsa, normal olarak bu işi felsefe her biri kendi alanında çeşitli alt-dallara ayrılmış, kendilerine özgü yöntem, teknik ve araçlara haiz uzman bilimlerden daha iyi yapabilecek değildir. Onların yapamadığını felsefe mi meydana getirecek ki burada felsefeye bir yer bulunsun! Unutulmamalıdır ki, analitik felsefeyi haklı benzer biçimde gösteren bu durum, onun bilgi tanımından lanmaktadır. Ve bu bilgi anlayışı, Locke'a, Hume'a kadar gider. Wittgenstein bilgiyi şey-durumlarının resmi olarak tanımlarken, Hume nesnelerin zihindeki birebir kopyaları olarak görüyordu. Ve buna bakılırsa o, mesela doğada olmayan “zorunlu bağıntı†benzer biçimde bir şeyin zihinde de bir yansımasının bulunmadığını öne sürüyor ve bu benzer biçimde bir şeyin zihinde de bir yansısının bulunmadığını öne sürüyor ve bu benzer biçimde kavramların zihnin bir uydurması bulunduğunu söylüyordu. Gerçi Wittgenstein, bu münakaşaya girmez. Fakat bilgi, ister onunki benzer biçimde bir fotoğraf, ister Hume'un ki benzer biçimde zihindeki bir kopya ile sınırlansın varılacak netice aynıdır: fotoğraf olmayanı bilginin dışına çıkmak. Fakat eğer “zorunlu bağlantı†benzer biçimde kavramlar, Kant'ın söylediği benzer biçimde zihnin uydurmaları değil, tersine bilgiyi, deneyi olanaklı kılan zihindeki a priori formlar ise, onların bilgisini kim verecek? Normal olarak tek tek uzman bilimler değil! Öte taraftan eylemlerimiz ve sanatla alakalı yaratmalarımızla ilgili kavram ve yargılarımızda kendi koyduğumuz değerler var diye onları bilmeyi niçin kendimize yasaklayalım? üstelik bu kavram ve yargılar, yalnızca değerlerden oluşmaz, onlarda nesnel ölçütler olarak normlarda vardır.
Felsefeci metafizikle ilgili yorumlarını yapmış ve ne üzerine konuşulmuyorsa, o mevzuda susmalı demiştir. Doğa ötesi öznelerin felsefeden çıkarılması gerektiğin düşüne Wittgenstein doğa ötesi özneyi de tanımlamaya çalışmış ve onun var olmasına karşın dile getirilemez bulunduğunu ve mistik bulunduğunu söylemiştir.
HAFSA ÖMEROĞLU
Sebep: başlik ve sayfa düzeni
YORUMLAR