Dil, edebiyatın temel taşı olduğu şeklinde kültürün de taşıyıcısıdır.Bir milletin yarattığı edebiyat, o milletin kültür birikiminin bir yans...
Dil, edebiyatın temel taşı olduğu şeklinde kültürün de taşıyıcısıdır.Bir milletin
yarattığı edebiyat, o milletin kültür birikiminin bir yansımasıdır. Bir dil sanatı olan edebiyat da kültürün içinde yer alır.
Türk edebiyatı en eski çağlardan bugüne dek, tüm safhaları, devirleri ve toplumsal tabakaları ile Türk milletinin yaşamını, zevkini, dünya görüşünü, yaşama enerjisini gösteren bir his, fikir ve hayal dünyasıdır. Halk edebiyatı halkın yaşayışının, inanç ve kıymet hükümlerinin bir hazinesidir. Bu edebiyat, beşikten başlayarak insan yaşamının tüm safhalarını içine alır. Türk halk edebiyatı sevgi, ölüm, özlem, doğa sevgisi, gurbet, hatıra, din duygusu, alay, kahramanlık, ahlak şeklinde tüm duyguları işler. Bunların hepsi de kültürümüze ait unsurlardır ve edebiyat vasıtasıyla taşınmaktadır. Edebiyatın temel malzemesi ise dildir. Bir ozan his ve fikirlerini kendi milletinin fertlerine fakat dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir ilim adamı, bir devlet adamı, bir felsefeci görüşlerini topluma dil yolu ile yayabilir.
Dil, nerede ise tüm kültür tariflerinde, onu teşkil eden değerler manzumesinin başlangıcında yer alır. Bu vaziyet, dil-millet ve dil-kültür ilişkisini açıkça ortaya koyduğu şeklinde, bununla birlikte dilin kültürün varlığı, bütünlüğü, gelişmesi ve devamlılığındaki önemini de sezdirir. O vakit şöyleki bir sual sorulabilir: Dil ile kültür içinde nasıl bir ilişkisi vardır? Dil, kültür bütünlüğü içinde nerede yer alır ve bu bütünlükteki önemi nedir?
Ilk olarak şu gerçek bilinmelidir ki, her âmilletâ ismini taşıyan toplumun kendine mahsus bir dili vardır. Başka bir deyişle, millet olmanın en temel şartlarından birisi ve kim bilir birincisi, o milleti oluşturan insanların ortak bir dile haiz olmalarıdır. Nitekim nerede ise tüm sosyologlar, milleti tanım ederlerken dil birliğini zikretme ihtiyacı hissederler. Meselâ Ziya Gökalp gore millet; âlisanca, dince, ahlâkça ve bediiyatça ortaklaşa olan, doğrusu ayni terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümreâdir. Hatta Gökalp, bu tarifi belli bir miktar daha basitleştirerek milleti, -Türk köylüsünün ifadesiyle-; âDili dilime uyan, dini dinime uyanâ şekline getirir.
Dil birliği, insanların bir arada, cemiyet ya da millet hâlinde yaşayabilmelerinin en mühim, kim bilir birinci şartıdır. Dilleri değişik olan; bu sebeple birbirlerini anlama imkânları bulunmayan insanları bir arada yaşatmak ne kadar mümkün olabilir? Birbirlerini en kolay seviyede de olsa anlayamayan milyonlarca insan içinde nasıl kültürel bir birlik sağlanabilir? En basitinden bir aile düşünün. Ailenin çekirdeği ve temeli olan anne ve babanın dilleri değişik olsun. Bunlardan biride dünyaya gelen evlatların dili de başka bir dil. Bu insanların aynı çatı altında rahatlık ve uyum içinde yaşamaları mümkün mü?
Konfüçyus’a, âBir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş olarak ne olurdu?â diye sorulduğunda şu cevabı verir: âİşe ilkin dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozuk olursa, kelimeler düşünceyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması ihtiyaç duyulan işler doğru yapılamaz. Görevler gereği şeklinde yapılmazsa, töre ve seviye bozulur. Töre ve seviye bozulursa, hak yanlış yola sapar. Hak yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmesi imkansız. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar mühim değildir.â
YORUMLAR