Yaşam, ihanet edenler için bir güldürü; ihanete uğrayanlar içinse bir trajedidir. İhanet edenler, hiçbir yere ait olmamakla temellendirirler...
Yaşam, ihanet edenler için bir güldürü; ihanete uğrayanlar içinse bir trajedidir. İhanet edenler, hiçbir yere ait olmamakla temellendirirler ihanetlerini. İhanete uğrayanların tesellisi ise hain özneyi cezalandırmaktır.
Kimilerinin cezası katliam olarak eylemleşir, kimilerinki de ihanet edeni kendi varlığından yoksun etmek şeklinde ucuz cezalardır. Hiçbir ihanetin cezasız kalmayacağı sözü de, ihanete uğrayanların uydurmuş olduğu koca bir yalandır. Çünkü her ceza, intikam duygusundan beslenir ve hiçbir intikam 'ihanet'i ortadan kaldırmaya yetmez.
İhanet diyince akla gelen ilk adlardan birisi ünlü İngiliz casus yöneticisi Kim Philby'dir. Hindistan doğumlu Philby, Cambridge'de eğitim görmüş ve 'double' (çift taraflı) ezberlemek suretiyle 1940 senesinde MI6'e (İngiliz Dış İstihbarat Servisi) alınmıştı.
Philby 1963 yılına kadar asla sezdirmeden Ruslara çalıştı. Soğuk Harp'ın en sıcak yıllarında Moskova'ya devamlı belge ve bilgi aktardı. Ve seneler sonrasında, bir traitor (hain) olduğu ortaya çıkınca Moskova'ya firar etti. Ruslar; pullarının üstüne Kim Philby fotoğrafları basarak onore ettiler onu.
Tüm zamanların en büyük hainlerinden birisi olan Philby, yaşamının son dönemlerinde; "İhanet etmek için..." demişti. "İnsanın bir yere ait olması gerekir. Oysa ben hiçbir yere ait değilim."
Ne keskin, ne kaskatı bir söz değildir mi? Ne kadar gerçek... İhanet edenin, her koşulda kendince haklı bulunduğunu gösteren bir manzum sanki. Müzikal kalitesi yüksek ama bununla birlikte kulak tırmalayıcı bir armoninin lyrics'i şeklinde...
Ne süre yakın dünya geçmişine bir göz atsam, ne süre casusluk öyküleri okusam zamanı 'hain'lerin yazdığına bir kez daha inandırırım kendimi. Pek çoğumuzun, kimi zaman içindeki kötücül unsurların denetimine girip hain olmayı dilediği zamanlar olmuştur. Kim bilir zamanı onların yazdığını düşündüğümüz için...
Eğer hainseniz idam sehpasına giderken dahi güçlüsünüzdür. Gerçeğin katışıksız acımasızlığı içinizdeki merhamet ve utangaç olma duygusunu köreltmiştir. Yüzsüzleşmişsinizdir hatta. Her insanın kendini iyi sandığı bir bütün ülkelerde iyi olmanın anlam ifade etmeyen bulunduğunu belirler ve kendinde şey olarak 'ihanet'e sürüklenirsiniz.
Ve sonrasında... En sonrasında biri size hain söylediğinde 'İhanet aitlik gerektirir' diye karşıcılık edebilir, bir başka herhangi birisi, 'Bana ihanet ettin' söylediğinde de 'Ben sana ait değilim ki' kabul edebilirsiniz.
İsrail Gizli saklı Servisi Mossad, insandaki 'ait olmama eğilimi'nin gizil güçlerini sezmiş ve bu sezgiyle binlerce kişiyi kullanmıştır. Kullanılanlar içinde 'sözde intifada savaşçısı' Filistinli gençler dahi vardır.
Türkiye'nin yakın zamanı de, dillendirilemeyen ihanetlerin tarihidir. Yüzlerce ve hatta binlerce isimsiz hain öykümüze yön vermiştir. Politik güçleriyle ihanet etmiştir bu tür şeyler. Paralarıyla ya da kalemleriyle ihanet edenleri de vardır. İhanet ederler ama bunun tespitini yapmaktan korkarlar. Hain olduklarını ve bundan ötürü hiçbir yere ait olmadıklarını edinmek cehennem azabından farksızdır onlar için.
Bağlılık yeminleri ederler. Kendilerine yalanlar söylerler. Bir bayrak, bir ideal, bir ideoloji tarafınca sahiplenilmek isterler. Bundan ötürü başkalarına ait yazdığı rolleri oynamaya dahi razı olurlar. Kendi iradeleriyle hain olmaktansa, başkalarına ait iradeleriyle masum özne rolünü oynamayı seçerler. Ama aslen seçim yapma şansları olmadığını bilmezler. Onlar doğuştan haindirler. Hain olmamak şeklinde bir seçim şansları olmamıştır hiçbir süre.
İhanetten en fazla uzak duranlarsa; ideal ve ideoloji şeklinde dışsal etkenleri değildir, içsel ahlakı önceleyenler olmuştur. Onlar Immanuel Kant'ın deyişiyle, kendilerine hayrete düşüren iki şeyden -başlarının üstündeki yıldızlı sema ile içlerinde ahlak yasasından- ikincisini tercih etmişlerdir. İşte bunların tercih şansı vardır.
Seçim yapabilenler ikinci gruptakilerdir ama zamanı birinci gruptakiler yazarlar.
Ne anti-diyalektik bir denge değildir mi? Bir grup zamanı yaşar, bir grup da zamanı yazar özdeyişiyle... Kurnazca yazmayı mı istersiniz, budalaca yaşamayı mı? Seçim size kalmış ve eğer en minik bir seçim yapmış olursanız, daha şimdiden ikinci gruba dahil olacaksınız. Budalaca yaşayanlar sınıfına şu demek oluyor ki... Sakın bu tuzağa düşmeyin!
3 Kasım 1996'da Susurluk'ta bir Mercedes'in kamyona çarpmasıyla kopan gürültü, zamanı hainlerin yazdığını bir kez daha göstermiştir.
Bilgi ve çarpıcı söz bombardımanı içinde Susurluk'un kara gözlüklü esas oğulları; kendilerini korumayı ve hatta gizlemeyi başarmış, belli başlı adları piyasaya sürmüşlerdir. Ve kendi ihanetlerini gizlemek için, piyasaya sürdükleri adların 'fearless' (korkusuz) olmasına itina göstermişlerdir.
Örneğin Korkut Eken şeklinde madalya sahibi olanlar tercih mevzusu olmuştur. Onlarca; Korkut Eken, bir korkusuz kahramandır ve bu özelliğiyle perde gerisindeki hainlerin, sırtını en fazla sıvazlayabileceği yegane adlardan biridir.
Kara gözlüklü esas oğlanların, 'hain'liklerini gizleyebilmek için Eken'e gönül rahatlığıyla kahraman diyebilmeleri gerekmektedir. Bu gerekliliği yerine getirirler, ona (onlara) 'kahraman' derler ve 'kahraman' dedikleri adamları beyinlerine döşedikleri merdivenle göklere çıkarırlar.
O güne kadar asla olmadıkları seviyede 'kahraman' yaparlar onları.
Böylelikle akşama kadar kilisede bekareti bozuk kızların günahlarını çıkartıp, akşam da -kendisini 50. doğum yıldönümünde tekrardan, tekrardan vaftiz eden- bir papaz şeklinde günah çıkarmış olurlar.
Hain bulunduğunu bilen hainlerin, ihanetten uzak duran ahlaklılar üstünden aklandığı bir hamamdır bu dünya. Senelerce böğürerek kusar, sonrasında altın tabaklar içinde servis yaparlar önümüze. Haindirler ama salak değillerdir. En gereksiz ritüellerin dahi törensiz sağlam inanışlara galip geldiğini bilirler.
Törenler düzenlerler işte tam da bu nedenle. Kahramanlarını -günah keçilerini- cezaevine uğurlarken dahi çarpıcı söz atar, mağdur hükümlünün sırtını sıvazlarlar. Tıpkı neredeyse yaşamının iki yılını askerlik zorunluluğuna -gönülsüzce- teslim etmiş olduğu halde gülen genç adamların sırtını yalancıktan sıvazladıkları şeklinde... Ya uğurlanan kahramanlar ne yaparlar biliyor musunuz? Kendilerini uğurlayan kalabalığa korkusuzca bakıp merhaba dururlar. Kafalarında 'lunatic'lerin (deli) taktığı papatyadan taçlar vardır, bir üfürükle kopup dağılabilecek....
Hainlerse, korkusuz ahmakların alınları üstünde yürürler.
Tarihin akışı içinde insanoğlu kendilerini irkiten bu kavramla ilgili bir çok ağlatısal hadiselerle karşılaşılmıştır.
Bir mistik düşünür, eserinde bu olguyu, “Güvendiğiniz şeyler, kızgın güneşin altında eriyen karlar şeklinde erir gider de sizin bundan haberiniz dahi olmaz †diyerek mevzuyu tasvir etmiş..
İhanet, yaşamın herhangi bir hemen ya da desteğe gereksinim duyulan çok mühim bir zamanda ortaya çıkabilir. Mesela: Pompeius heykelinin altında onlarca hançer darbesiyle sırtından yaralanan Sezar’ın, ölmeden önceki tarihe mal olmuş sözleri şeklinde “ Sen de mi, Brutüs?.. †Kendisini hançerleyenler içinde, Brutüs’ün de bulunduğunu gören ve en yakın dostundan asla beklemediği bu ihanete şaşkınlığını dile getiren haykırışı, tarih boyu bir öğrenek nişanesi olarak zihinlere nakşolmuştur...
Keza, havarilerinden birinin Hz. İsa’yı Havra hahamlarına teslim edişi de, asırlarca insanlık alemi içinde ve mistik boyutta daima anımsanacak bir ihanet belgesi olarak hatırlanmaktadır.
İşin garip yanı, Hz. İsa, kendini ele verecek havariyi teşhis ederken zorlanmamış, imalı bir biçimde onu tanımlamıştır.
“ Ekmeğini benimle beraber şaraba bulayan, beni satacak olandır !" Onun bu tesbiti, keşfi bir olguya dayanmaktadır, Allahın bir Rasulü oluşunun getirisidir.. Hıristiyanlık âlemi, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğini kabul ededursun, melekler havariyi ihanet çemberi içinde sıkıştırarak Hz.İsa’ya benzetmişler, bundan ötürü, aslolan çarmıha gerilen Yahuda olmuş, Hz. İsa, cismani şekilde ruhu bedeninden ayrılarak dünya hayatına veda etmiştir.
Kur’an-ı Kerim, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden ve düzgüsel bir ölümle dünyadan ayrıldığını ifade etmektedir.
Bir başka belirgin ihanet örneği İslâm halifesi Hz. Ömer ile ilgilidir. O da, tıpkı Hz İsa şeklinde başına gelecek vakası bigün öncesinden yanındakilere bildirmiş kölesinin ihanet ederek kendisini öldüreceğini söylemiştir..
İhanet şu ya da böyle süregiden yaşamı kesintiye uğratan, sanki şoklama görevini icra eden bir oluştur. Heyecanlı bir serüvenin aniden tıkanışı, bir süre önünün açılmaması şeklinde...
Zihinleri bulanıklaştıran bu kavram, dostluk terimi ile hiç bir zaman bağdaşmayacak bir harekettir. İhanete uğranılan zamanlarda, insanoğlunun üstündeki baskıyı atabilmesi için, süre faktörünün derinliğinde karar kılması, kendini kesinlikle denetim ederek bilinçsiz hareketlere yeltenmemesi gerekir.
Pek tabidir ki, bu anlarda pembe dizileri yaşayacak hali yoktur.Ama başka seçeneği de bulunmamaktadır. Yakınmaktan, sızlanmaktan, suçlamaktan uzak duran ve en zalim vakalara dahi hoşgörü içinde yaklaşabilen bireyler, her türlü hatayı affedebilirken, bir tek bir tek hareketi ihaneti kolay kolay bağışlayamazlar. Bu ince ayrıntının getirisi budur.
İhaneti bir tek malum hareketlerde vurgulamak oldukça yanlıştır. Kişinin uyguladığı başka yaptırımlar da, bu kapsamda .
Bedenine lüzumlu özeni göstermeyen, uyuşturucu ve alkol bağımlısı bir insanoğlunun davranışları bir bakıma kendine yapmış olduğu bir ihanet değildir de nedir ?Ya da bakmakla yükümlü olduğu kişilere itina göstermemesi ihanetin bir türü sayılmaz mı? Savurganlık da topluma karşı meydana getirilen bir ihanet değildir midir? İhanetin daha pek çok türü var.
Kimse bir ilişkiye aldatmak ya da aldatılmak için başlamaz fakat şu da bir gerçek ki pek çok ilişki aldatma teriminin fena tesiri altındadır.
Evli çiftlerin aldatma sebepleri incelendiğinde adamların fizyolojik, bayanların ise duygusal gerekçelerle eşlerini aldattığı ortaya geliyor. Adamların karşı cinsin fizyolojik albenisine kapılarak eşini aldatırken bayanların da çoğunun aldatma sebebi aşık olmallarıdır. Üstelik hanımlar evliliklerinde yaşadıkları umutsuzluk ve mutsuzluk sebebiyle aldatma yoluna gidiyor.
Türkiye'de "adam aldatır ama hanım aldatmaz" şeklinde bir önyargı bulunmakta. Buna karşılık hanımlar da eşlerini, flörtlerini aldatıyor hatta eşini aldatan hanım oranında artış gözüküyor. Ama hanım ve adamın eşini aldatma sebepleri farklılık gösteriyor. Türkiye'de meydana getirilen bir araştırmada evli bayanlara, "Eşinizden başka bir erkekten hoşlandınız mı" sorusu yöneltildi. Birlikteliği iyi olan bayanların yüzde 13'ü, eşiyle olan evliliği orta derecede olan bayanların yüzde 9'u, eşiyle olan evliliği fena olan bayanların yüzde 100'ü "evet" yanıtını verdi. Bu araştırma, mutsuz olan kadının aldatma olasılığının yüksek bulunduğunu gösteriyor. Eşlerini aldatan erkekler ise üç grupta inceleniyor.
Bu tür şeyler şöyleki sıralanıyor:
İlişkisindeki mutsuzluk sebebiyle mutluluk eksikliğini tamamlamaya çalışanlar: Bu tür şeyler daha çok evliliğin ilk 10 yılı içinde görülüyor.
Devamlı aldatma eğiliminde olan erkekler: Evlilik öncesinde de sonrasında da çoğul ilişkileri olan ve ilişkilerinde başarıya ulaşmış olamayan insanoğlu. Çocukluktan gelen iç çatışmaları var. Bağlı, güvenli ilişkiyi uzun soluklu oluşturamıyorlar. Bu şekilde aldatma Türkiye'de daha çok yaşanıyor.
Bir birlikteliğin içine istemeden çekilen erkekler: Bu gruptakiler evli erkeklerle beraber olmayı yeğleyen hanımlar tarafınca birlikteliğin içine çekilebiliyorlar.
Öte taraftan aldatmanın sebepleri incelendiğinde %50 ile ilk sırayı duygusal mealde yalnız bırakılma oluşturuyor. İkinci sırayı %30 şeklinde bir oranla eş ile haberleşme-iletişim kuramama, üçüncü sırayı ise %20 ile eşiyle cinsel problemler yaşama izliyor.
Meydana getirilen araştırmalarda aldatan adam kendini bir takım ipuçlarıyla ele veriyor. Eşi tarafınca aldatılan hanım, bir takım belirsizlikler duyumsuyor. Ilk olarak bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ediyor. Peşinden eşinin söylediklerinin birbirini tutmadığına şahit oluyor. Bununla birlikte, aldatan adam, karısın gözünün içine "kabahat işlemiş çocuk şeklinde" bakıyor. Eve olan ilgisi ve eve ayırdığı süre, cinsellik azalıyor.
Aldatıldığının ayrımına varan bayanların % 50'ye yakınında itimat duygusu ortadan kalkıyor, %35'i ise, ailenin geleceğini düşünerek 'kocam bu durumu nasıl yapabildi" diyor. Öte taraftan aldatılan eşler ilk aşamada boşanmayı düşünse dahi bir tek %20'si boşanma mevzusunda adım atıyor. % 80'i ise problemi çözme yoluna gidiyor.
Aldatılan kadının yapması gerekenler
Aldatılan hanım problemi eşiyle paylaşsın. Doğrusu, 'bu şekilde hissediyorum, bu şekilde bir mesele var mı' şeklinde konuşsun. 'Evet' yanıtı alındığında yas süreci, sorun, uykusuzluk, tedirginlik süreci başlayabilir. Bu dönem bir kaç hafta ile bir kaç ay sürebilir. Aldatılan kişinin eşiyle biraraya gelmiş olarak bir tek karşı taraftan değildir kendinsinden de kaynaklanabilen sorunları çözmek için adım atması gerekiyor. Unutulmaması gerekir ki aldatılma çözülebilen bir sorundur. Çözüldüğü süre da evlilikte geçmişe yönelik sorunları tekrardan gözden geçirip çözebilmektedir.
Meydana getirilen bir ankette 20-25 yaşlarındaki bayanların % 87’si sadakata inanıyor. 40 yaşlarındaki bayanların %20’si sadakata inanıyor. Doğrusu yaşlar ilerledikçe bayanların mevzuya daha gerçekçi yaklaştıkları görülüyor. Aynı ankette adamların % 100’ü sadakati savunduğu sonucuna varılmış. Anlaşılan ankete yanıt verirken adamların yanında sevgilileri vardı, onun için pek dürüst davranamamışlar.
KAYNAKLAR
1.http://www.e-kolay.net/kadin/ana_detay.asp?PID=365&HaberID=180166&HID=8
2.http://www.gulizk.com/söyleşi/ihanet.html
3.http://www.dergibi.com/yazarlar/fu_004.asp
YORUMLAR