Gülhane hattındaki prensibleri yeniledikten başka onlara yenilerini de ekleyen ıslahat fermanı şu yirmi maddeden kurulmuştur: 1-Tebaanın can...
Gülhane hattındaki prensibleri yeniledikten başka onlara yenilerini de ekleyen ıslahat fermanı şu yirmi maddeden kurulmuştur:
1-Tebaanın can ve mal, ırz ve namus masunluğu,
2-Kanun önünde eşitlik,
3-Şahsın ve topluluğun tutum hukuklarına saygı,
4-Devlet hizmetlerine ve askerlik ödevine tüm tebaanın kabulü,
5-Bir takım sınırlar içinde mezhep ve eğitim hareketi,
6-Vergiler hususunda eşitlik,
7-İltizam usulünün kaldırılarak verginin direkt doğruya alınması,
8-Mahkemelerde şahitlik hususunda eşitlik,
9-Tebaanın mahkemeler huzurunda yargı giymesinden sonrasında idam ya da af hususunun padişahın hakları cümlesinden olduğu,
10-Mahkemelerin açık olması ve ilânların yayınlanması,
11-Suçlu mülklerinin müsaderesi usulünün kaldırılması,
12-İşkencenin kaldırılması,
13-Hapisane usul ve nizamlarının insanlık kaidelerine daha uygun bir biçimde tutulması,
14-Karma tecim, ceza ve katliam dâvaları için karma mahkemeler kurulması, bu mahkemelerde yürütülecek haklar ve 15-Ceza kanunlariyle mahkeme usullerinin düzenlenmesi,
16-Müslüman olmayan toplulukların din yönünden olan imtiyazları muhafaza edilerek başka imtiyazlarının incelenmesi ve değiştirilmesi.
17-Patrikhanelerin ya da Müslüman olmayan meclislerin bir takım hallerde hukuk davalarında haiz olacakları selâhiyetlerin teyidi.
18-Ismi geçen, meclisler tarafınca vilâyet ve nahiye meclisleriyle Ahkâm-ı Adalet sarayı meclisinde âza bulundurulması,
19-Resmî yazılarda Hıristiyanlar için hakaret manası taşıyan tabirlerin kullanılmaması,
20-Rüşvetin kaldırılması, irtikâb ve ihtilasın kaldırılması için kanunun şiddetle yürütülmesi."
Islahat fermanının bu maddeleri Gülhane hattına bakılırsa daha lüzumlu ve daha geniş idi. Gülhane hattında da olduğu şeklinde ıslahat fermanında da başlıca fikir, tebaayı ırk ve din farkı gözetmeksizin kaynaştırmak ve imparatorluğun mukadderatı ile ilgili bir Osmanlı topluluğu yaratmaktı. Islahat fermanı, bu amaca varılması için Müslümanlar ile Hıristiyanları ayrıştıran hususların kaldırılmasını gözönünde tutuyordu. Müslümanlarla Hıristiyanlar içinde mevcut farklar, din, vergi, askerlik ve devlet memurluklarına geçme, eğitim kendi alanında göze çarpmakta idi. Hıristiyanlar, din bakımından hürlüğe sahiptiler. Fakat inanç sistemleri Müslümanlar nazarında küfürdü. Bu itibarla Hıristiyanlar da kâfir sayılırlardı. İmparatorluğun temeli islâmiyet olduğundan Hıristiyan umumî efkârını üzer bir takım kanunlar da çıkarılmıştı. Bu tür şeyler içinde ikisi İslâm umumî efkârı nazarında güçlü birer yargı halini de almış bulunuyordu. İslâmlığı kendi isteğiyle kabul eden bir Hıristiyan ya da Yahudi yeniden kendi dinine döndüğü takdirde ölüm cezasına çarptırılması kanundu. Keza Müslüman bir hanımla münasebette bulunan bir Hıristiyanın, islâmlığı kabul etmediği takdirde, ölüme mahkûm edilmesi de kanundu. Bu şekilde kanunlar mevcut oldukça, Hıristiyan cemiyeti ile Müslüman cemiyeti içinde bir kaynaşma sağlanamayacağı belirgin idi. Islahat Fermanı içine almış olduğu maddelerle kişiler içinde eşitliği temin etmek istediği kadar din sistemleri içinde mevcut eşitsizliği de biçim bakımından olsun kaldırmak istiyordu.
İslâmlarla Hıristiyanlar içinde vergi ve askerlik hizmeti bakımından olan eşitsizlik de oldukça mühim idi. Tanzimata kadar Hıristiyan tebaa askere alınmazdı. Bu muafiyetine karşılık olarak devlete haraç adını taşıyan bir vergi verirdi. Bu vaziyet tebaanın kanun önünde eşitliği prensibini çok zayıflatmakta idi. Tanzimatta haraç kaldırılarak askerlik ödevi Hıristiyanlar için de mecburî olmuştu. 1847 de ilk kez olarak Rum gemicileri Osmanlı bahriyesine alınmıştı. 1850 de devlet şûrasının kabul etmiş olduğu bir kanun projesiyle tüm hıristiyan tebaanın askerliği problemi ele alındı. Fakat bir taraftan Hıristiyanların orduda ilerlemeleri kararlaştırılamadığından, diğer yandan Hıristiyanlar askerliği benimsiyemediklerinden kanun projesi yürütülemedi. Bu örneğe karşın Islahat fermanında Hıristiyanların askerliği tekrardan ilke olarak ortaya kondu. Askerlik ödevini yapmak istiyen İslâm ve Hıristiyan tebaa için "bedel-i nakdî" formülü kabul edildi. Bu, bir aşama, haraç vergisinin devamı demekti. Fakat Müslümanların da bedel-i nakdi vermek hakkına haiz olmaları ile Hıristiyan ve Müslüman tebaa içinde askerlik kendi alanında eşitlik sağlanmış oldu. İslâmla Hıristiyan tebaa içinde bir eşitsizlik de devlet memurluklarına geçmede göze çarpmakta idi. Hıristiyanların bir takım hallerde, Rumlar müstesna, devlet memurluklarına geçmeye hakları yoktu. Hıristiyanların politika haklarından mahrumluğunu gösteren bu vaziyet Hiristiyan devletlerin gözüne çarpmakta idi. Devlet memurluğu eğitim ile yakından ilgili olduğundan Islahat fermanında Hıristiyanların hem Osmanlı eğitiminden faydalanabilmeleri hem de devlet memurluklarına geçebilmeleri prensibi konulmuştu.
Islahat fermanında, tebaayı kaynaştırmayı gaye tutan maddelerin yanında türlü alanda devlet idaresini denkleştirmek için de bazı maddeler vardı. Tüm bu maddelerin yürütülmesi Tanzimatın ikinci merhalesi olan ve 1856'dan 1875'e kadar uzanan devirde olmuştur.
YORUMLAR