Toplumsallaşma nedir? Toplumsallaşma (Sosyalizasyon) kuramları nedir? Toplumsallaşma, bir başka kullanılan ismi ile sosyalizasyon, ...
Toplumsallaşma nedir?
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon) kuramları nedir?
Toplumsallaşma, bir başka kullanılan ismi ile sosyalizasyon, toplumun mevcut kıymet ve normlarının bireylere öğretilmesi süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç içinde fert ferdi olduğu cemiyet içinde iyi mi davranacağını öğrenir. Bununla beraber, ferdin haiz olduğu ya da cemiyet tarafınca verilen rollerin ve haiz olunan statülerin gerektirdiği davranış biçimlerini, toplumun kendilerinden beklentilerini öğrenir. Toplumsallaşma sürecinde fert kendi toplumunun bir üyesi olmayı, toplumu tarafınca kabul gören davranış örüntülerini, insanoğlunun davranışlarına yön veren, bu tarz şeyleri belirleyip şekillendiren temel toplumsal ve kültürel değerleri (normları) öğrenir. Öğrenmekle de kalmayıp bu tarz şeyleri içselleştirip kendisine mal eder ve bu kıymet ve normlar ışığında davranmaya başlar. Daha öz bir anlatımla, fert toplumu ile bütünleşir ve toplumunun bir parçası haline gelir.
Bu süreç bireylerin varlığı kadar toplumların da varlığı açısından oldukça önemlidir. Toplumun sıhhatli bir biçimde büyümesi ve yaşamını devam ettirebilmesi toplumsallaşma sisteminin sıhhatli bir biçimde sürmesi ile mümkündür. Bir başka şekli ile toplumsallaşma yeni nesile toplumun haiz olduğu kültürel mirasın aktarılması da denilebilir. Bu açıdan bakılacak olursa ulusal ve evrensel kültür mirası toplumsallaşma süreci yardımıyla yeni nesillere aktarılmaktadır.
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon)
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon, Latince “sociareâ€, “bağlamakâ€), toplumsal normların içselleştirilmesi kanalıyla toplumsal fikir ve his kalıplarına uyum sağlamaktır.
Toplumsal bilimsel bir kavram olan toplumsallaşma, bir taraftan ferdin başka bireyler ya da toplumsal ve fizyolojik çevre ile iletişimiyle oluşan şahsi gelişimi, diğer yandan da ferdin sosyalleşmesi esnasında oluşan bağlarını tanımlamaktadır. Ferdin kişiliği üstündeki kasıtlı ve sistematik önlemlerin (eğitim) yanı sıra istenmeyen tesirleri de kapsamaktadır. Bundan dolayı toplumsallaşma süreci, ferdin ortak yaşamdaki eylemleri (kolektifleştirme) ve fiil yönelimlerini (toplumsal kimlik) oluşturan, toplumsal faaliyetlerini şekillendiren normları da etkisinde bırakır. Bununla birlikte bireylerin toplumda geçerli normlar, değerler ve kıymet yargılarına bakılırsa şekillenen eğilimlerinden oluşur.
Eğer toplumsallaşma bulunmuş olduğu çevrede başarı göstermiş bir biçimde gerçekleşirse; fert, toplumsal normları, kıymet tanımlamalarını, davranış biçimlerini ve doğal ki toplumsal ve kültürel çevresinde kabul gören rolleri benimseyecektir. Bunun aksine; kendini tanımayan bir ferdin, özelliklerini keşfettiği sürece ise “bireyselleşme†denir. Bundan dolayı toplumsallaşma süreçleri içeriksel özelliklerine, doğrusu; ferdin toplumsal bağlılık ve bir gruba uyum sağlama şekillerine bakılırsa birbirlerinden çok değişik işleyebilmektedir;
“Başarılı bir toplumsallaşmanın†koşulu büyük seviyede; nesnel ve öznel gerçeklik (buna doğal ki kimlik de dâhildir) arasındaki simetride görülmektedir. Buna bağlı olarak; “başarısız bir toplumsallaşmanın†ise nesnel ve öznel gerçeklik arasındaki asimetriden landığı düşünülmektedir (Berger/Luckmann: Die gesellschaftliche Konstruktion der Wirklichkeit (1969), S. 175) Buna rağmen; bilimsel ve toplumsal söylemde “sosyalizasyon†ve “sosyal†kavramları, “doğuştan, kalıtımsal ve genetiksel†kavramları ile açıklanmaktadır.
Toplumsallaşmanın (Sosyalizasyon) tanımı
Toplumsallaşma çoğu zaman, ferdin belli başlı bir toplumda (geleneklerin devam ettirilmesi vb.) yer almasını ve o toplumun kültürünü benimsemesi, doğrusu; toplumsal yaşamında yer edinen ve gelişmesini etkileyen, cemiyet vesilesiyle gerçekleşen öğrenme sürecinin (davranış şekilleri de dâhil) bütününü tanımlamaktadır. Bundan dolayı; toplumsallaşma yaşamın tüm evrelerini kapsayan bir süreçtir.
Ferdin öğrenme sürecini yöneten ve etkileyen gruplar, bireyler ve kurumlar “Toplumsallaşma Araçları†olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlama toplumsallaşmanın, bireylerin bir arada yaşamasından oluştuğunu (dönem ilişkileri) ve kendini karakterlerin hususi kabiliyetleri ile haberleşme-iletişim becerilerinde gösterdiğini ifade etmektedir. Bunun bir sonucu olarak, toplumsallaşma teriminin sık sık belirsiz bir anlamla kullanılması söz mevzusu olmaktadır. Daha somut bir söylemle, toplumsallaşma teriminin içinde ne olduğu, daha net tanımlanamayan â€toplumsal aktarma süreçleri“ yerine geçip mana yitirilmesine uğratılmaktadır.
“Sosyalizasyon toplumsal, kültürel ve fizyolojik çevreyle ilişki kurma çabalarında, bilhassa de bireylerle karşılıklı etkileşimde ortaya çıkan kişilik gelişimidir.†D. GEULEN
Hurrelmann'a bakılırsa toplumsallaşmanın en yeni tanımlaması şöyledir. “… Ferdin benliğinin; bir toplumun tarihsel gelişiminin belirgin bir hemen gerçekleşen, toplumsal, maddi ve fizyolojik yaşam koşullarından bağımsız ve bu koşullarla çatışan, oluşum ve gelişme sürecidir.†Sosyalizasyon ferdin, biyolojik insan organizmasından toplumsal davranış yetisine haiz bir kişilik kazanma ve yaşam süresince yaşam koşulları ile çatışarak kendini geliştirme sürecini tanımlamaktadır. (Hurrelmann)
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon) kuramları
Toplumsallaşma kuramları, toplumsallaşma fikrinin temelini oluşturmaktadır. Toplumsallaşma anlayışında, günümüzde daha popüler ve gelişmiş iki anane birbirlerinden ayrılmaktadır: Ama, her şeyden ilkin taraflı olmaları sebebiyle bilimsel olarak reddedilmektedirler. Ekranda görülen pencereden ilki “organizmanın insani gelişimini açıklayan ve doğayı az ölçekte önemseyen†gelenektir (Nestvogel). Buna “olgunlaşma odaklı kuramsal, tabii, seviye odaklı, mühim ve biyolojik ırkçılık içeren†yaklaşımlar da dâhildir. (Nestvogel)
İkinci anane ise; toplumsallaşmayı, toplumun kendisi tarafınca düzenlenen öncelikli standartlaşma süreci, doğrusu; “uyum aracı†olarak görmektedir. Bu durumda söz mevzusu olan “toplum olmayı gerektiren, yapısal işlevsellik gösteren, mekanik ve teorikte etkili†yaklaşımlardır. Burada temel olan; bir biçime sokulmamış “çiğ†insan doğasına bakılırsa fert portrelerinin söz mevzusu toplumların gereksinimlerini karşılamak zorunda olmasıdır. Hobbes burada, Spencer ve Darvin'in de aynı fikirde olduğu “uysallaştırma†kavramından söz ederken, Durkheim “yeni ortaya çıkan, toplumsal olmayan ve egoist bu şartları, toplumsal ve ahlaki bir yaşam sürmek için; başka bir duruma sokmaktan†bahseder. Parson'ın toplumsallaşma anlayışında ise; “grupların davranış standartları ve ideallerini içine alan ve toplumun yapısına hususi bir rol karakteri yerleştirmeye hazır†bir süreçten bahsedilmektedir.
Toplumsallaşma günümüzde yeni ve bilimsel açıdan mühim bir takım anane çevrelerinde “bağlamdaki gelişme†olarak görülmektedir
Toplumsallaşma kuramları işlevlerine bakılırsa kendi aralarında pozitif yönde ya da açıklayıcı ve eleştirel ya da yapı-bozumcu teoriler olarak ayrılmaktadır. Pozitif teoriler hangi tip toplumsallaşmanın icap ettiğini sorgularken; açıklayıcı teoriler belli başlı bir toplumun, hangi tür toplumsallaşmayı ürettiğini araştırır ve yapı-bozumcu teorilerin aksine “Güç, Eşitsizlik, Hâkimiyet ve Şiddet†şeklinde mevzuları içermez.
Teoriler, yansız ya da objektif ilim olasılığını reddetmekte ve bu yüzden; araştırılmış nazar açılarını eleştirel bir tutumla ele alır.
Bireyler için toplumsal bir çevrenin önemi
Bitkisel ve hayvansal organizmalar, kendi tabii çevrelerine muhteşem bir şekilde uyum sağlamışlardır. Buna rağmen; insan, tabii bir çevrede rekabet edebilmek için çok yetersiz bir görüntü sergilemektedir. Morfo-genetik olarak olgunlaşmamış, organik olarak özelliksiz, büyük seviyede işlevsiz içgüdüleri olan ve yaşama elverişli bir hareket seçimi; insanoğlunun hayatta kalabilmesi için hususi koşullara haiz olması gerekmektedir.
Toplumsal çevre, bu koşulların içinde, insanoğlunun hayatta kalmayı öğrenebilmesi ve bu konuyu geliştirebilmesi açısından büyük ehemmiyet taşımaktadır. Yeni doğan bir insan için toplumsal çevre ilk başlangıçta onun yaşamsal koşullarıyla ilgilenecek bir grup insandan oluşmaktadır. Çevresinde kümeleşen insanoğlu, beraber -ilk bakışta ondan tamamen bağımsız- dengeli bir yaşam görünümü ve denenmiş görgü kurallarıyla şekillenen karmaşık bir ilişki ağı oluşturmaktadır. Bu ağ örgüsü, daha geniş toplumsal ağların içine girmektedir.
Aslen her fert hayatına tıpkı bu yeni doğan şeklinde; bu şekilde bir toplumsal çevreden başlamaktadır. Bu toplumsal ağlar ise içinde bulunmuş olduğu yaşam koşulları tarafınca ayrıştırılmamaktadır. Aksine, başka tüm canlılarda olduğu şeklinde, tabii koşullarında oluşurlar ve büyük genellikle bireylerin kendi yaşamsal koşulları ve devamlı çatışmalarla nesiller boyu araştırmış olduğu, gelenekselleştirdiği ve geliştirdiği, yaşamla başa çıkmanın teknikleri ve yönelimlerinden oluşur. Bir taraftan devamlı bireylerin yaşamları ve toplumsal ilişkilerini şekillendirirken; diğer yandan insani gelişme ve değişimin mevzusu olarak bırakılırlar.
İnsan yaşamının kurumsallaşması
Bireylerin çevreleri ile süregelen çatışmaları, hususi yaşam ve inançların alışkanlık kanalıyla kurumsal olarak dengelemektedir. Sık sık tekrarlanan her fiil, hususi ruhsal gerilim ve fizyolojik güç tasarrufu ismi altında azaltılabilen ve bununla birlikte fert tarafınca düzgüsel fiil modeli olarak algılanan bir örneğe dönüşmektedir.
Bu süreçte eşzamanlı olarak dünyanın geçişsiz akışı içinden belli başlı oluşumlar filizlenerek; eylemin odaklandığı birer nesne ve vakalar olarak biçim ve mana kazanmaya başlar.
Seçici idrak ve alışkanlık haline gelmiş eylemlerin pozitif yanları; toplumsal düzendeki bir takım -ya da yalnız bir tane- güvenilirliği kanıtlanmış, yaşamsal yararı olan davranış şekillerinde ihtimaller içinde sayısız görüş ve tepki şekilleri sınırlamasında yatmaktadır. Alışkanlıklar bu yüzden yönelim ve uzmanlaşma sağlanması için ferdin biyolojik donanımlarının haricinde yaşamı anlamayı ve doğru tepkileri vermeyi gerektirmektedir. Kişi, bu konuyu her şartları tekrardan kademe kademe çözümleme ederek, kararlar vesilesiyle tespit ederek ve bu kararları, insan davranışlarının belirginleştiği temel olarak görüp kendi yönelimlerini belirleyici kararlar gerektiren durumlar için düşünmeyi sağlamaktadır.
Alışkanlıklar kanalıyla netleşen görüş açılarından ve saf eylemlerinden insan yaşamının kurumsallaşmasına geçiş, insanların eylemlerini karşılıklı olarak birbirlerine uyumlu hale getirebildiğinde gerçekleşmektedir. Bununla birlikte anlaşmanın temelinde işaretler mevzusunda uzlaşılar ve nihayet dile giren, tüm kullanıcıları tarafınca aynı şekilde kullanılan ve anlaşılan göstergeler mevcuttur.
"Bir ferdin tek bir hareketi, başka bireyler için hiçbir şekilde merak ya da acil çekince membaı oluşturmamaktadır. Pek çok fert bunun yerine, neyin olup bittiğini, kendileri için değersiz olanın ne olduğu alımlar ki bu onların günlük yaşamını şekillendirendir. (...) Yalnız alakaları olmayan ya da içinde bulundukları dış eylemleri için değildir; bununla beraber tüm ruhsal ekonomileri için de vakit ve güç tasarrufu yapmaktadırlar. Bu bireylerin ortak yaşamı, bundan sonra alışılmışlık bilincinin devamlı genişleyen dünyasında biçimlenecektir."
Bu vaziyet tek bir fert ya da grup içinde olduğu şeklinde gruplar ya da büyük insan toplulukları içinde da aynı şekilde kendini gösterir. Bundan sonrasında mühim olan; bu insan topluluklarının, gruba hususi kati nazar açıları ve davranışlarda rutinleşmeler geliştireceğidir ve bu görüş ile davranış biçimlerinin temelinde yatan şekillendirme her grubun kendi malıdır. İlgililerin belli başlı bir süreçte oluşturulmuş ortak görüş ve rutinleri, kendilerini doğrular şekilde ortaya çıkmakta; süreklilik ve kalıcılık eğilimi göstermektedir. Böylelikle daha fazla birey-üstü, bireyden lı öznellikten uzak nesnelliğe ulaşmaktadırlar. Bu vaziyet her şeyden ilkin eski nesiller tarafınca kullanılmış, bundan sonra tabii karşılanan ve böylelikle esasen uzun süredir kurumsal karakterler ve tarihsel, nesnel gerçekliğe haiz görüş ve rutinler için geçerlidir. Bunun karşısında duran görüşler ve bir nesil ya da fert tarafınca geliştirilmiş rutinler ise onları şekillendiren bireyler için kolayca değiştirebilir olacaktır. Bu olasılık da ama; kendisi, bu rutinlerin oluşumunu yaşantılamamış ve onları şekillendirmemiş yeni nesiller ortaya çıktığında yok olacaktır. Onlar için başta anane anlamı taşımayan bu rutinler aslen, kendilerine karşı duran nesnel gerçekliğin bir parçasıdır. Bu vaziyet bununla beraber ebeveyn nesline geri dönüş olarak kendini göstermektedir: Kurumlara mal olmuş görüş ve fiil rutinleri, dünyanın “doğal†düzeninin -ayrıca başka canlıların türlerine, hususi çevrelerinin yerindeki- gerçekliğine “sosyal†ve “toplumsal†hakikat olarak yansımaktadır. Bununla birlikte kurumsallaşmış görüş ve fiil rutinleri, insanoğlunun tabii ortamı ile çevrelerinin tutumlarında yoğunlaşmaktadır. Tüm başka canlıların kendi çevrelerine uyumlu, büyük seviyede noksan içgüdülerin yerini tutarlar ve fert için, kendisine yabancı olan çevreyi uyumlu hale getirmesini elde eden araçlar niteliği taşırlar.
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon) Süreci
Toplumsallaşma asla bitmeyen bir süreçtir ve temelinde ferdin şahsi gelişimi - mesela bir ferdin toplumsal ilişkileri- vardır. Kişilik, bir taraftan bireyi başka bireylerden farklı kılan özlüğü anlatırken; diğer yandan da bir cemiyet ya da topluluğa ait bireylerin paylaştıkları ortak özellikleri tanımlamaktadır (mesela; değerler, kurallar ve toplumsal kimlikler). Olgunlaşmamış bir fert, toplumsal çevresinde onunla da onsuz da yaşayabileceği bir dünyaya uyum elde etmiştir. Bu dünya, insanların ilgili çevrelerinin tabii koşullarıyla çoktan belirlenmiş görüş, yönelim ve yaşam şekilleri yapılarıdır. Bireyler, o anki çevrelerini anlamlandırdıkları ve kendilerine uyumlu hale getirmek için kullandıkları araçlar buluş ederler. Yeni doğan bir insan, hayatta kalabilmek için gereksinim duyan bu araçlarla iyi geçinmeyi öğrenmek durumundadır.
Hemen hemen olgunlaşmamış bir ferdin bu yeryüzündeki uyumu, ona çevresindeki insanoğlu kanalıyla sunulan ve ilk başlangıçta hemen hemen çok çaresiz bir mahluk olan bu ferdin etrafını direkt saran nazar açılarının ve hayatla başa çıkma yollarının özümsemesi sürecinde gerçekleşir. Burada özümsemek; ferdin çevresindekileri, etrafındaki insanoğlu tarafınca algılandığı, yorumlandığı ve ele alındığı şekilde kademe kademe yakalaması, anlamlandırması ve içine girmesi anlamına gelir.
Genç bir fert, dünyaya çevresindekilerin gözüyle bakmayı, onların kavramlarıyla düzenlemeyi ve tanımlamayı, yaşadıklarına onların duyguları ve kıymet yargılarıyla yaklaşmayı ve bu dünyanın gerçeklerine ilişkin kendi tekniklerini geliştirmeyi öğrenecektir.
Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse; fert yavaş yavaş etrafındaki insanlarla tabii olarak beraber yaşamış olduğu bir dünya kurgulamaya başlar. Kişi ilk başlangıçta; bu dünyanın, aslen başka sayısız insanoğlunun dünyasından oluştuğunu bilmiyordur. Belli başlı bir toplumsal çevre içine girmiştir ve o an yalnız bunun farkındadır. Bu, çevresinde dünyanın geri kalanın, fert için gelişen ve bireyi de geliştirecek bir çevredir. Kişi için dünya genel olarak budur.
Bir süre sonra, bir başka yaşam döneminde ise; çok değişik dünyaların bulunduğunu, kendi dünyasının yalnız bir takım tesadüften lı netice bulunduğunu ve çevresinde -aynı zamanda geriye dönüşümlü, alın yazısıyla gelen çıkış noktalarından ladığında da- kendi yaşam şekli için de değişik düşünceler olabileceğini idrak edecektir.
Birincil Toplumsallaşma
Birincil toplumsallaşma ile içinde ya da haricinde yaşama hakkına haiz olduğu bu dünyaya bireyi hala devam eden uyumunun temelleri atılmaktadır. Böylelikle, ferdin çevresine uyum sağlamak için gereksinim duyan yaşam ve dünya bilgisinin de temelleri atılmış olur. Birincil toplumsallaşma ile sağlanacak olan; yeni ferdin kendi toplumsal çevresine ait nazar açılarında, yaşam şekillerindeki kademeli özümseme, başlangıçta çok az insanoğlunun yerine getirebildiği bir takım koşullara bağlıdır.
Birinci ve en mühim şart; yeni doğan çocuğun dünyaya gelişinden itibaren çevresinde olan insanlarla güvenli bağları (temel itimat duygusu) olmasıdır. Bu bağ, yeni doğan çocuğun duygusal gelişimini, neredeyse tamamen iç refah üstüne kurmuştur. Bu mealde da, en kolay erişilen, ona duygusal mealde hamilelikten bu yana en yakın insan olan anası ile yeni doğan çocuk içinde gelişir. Kendisini içsel olarak, bununla birlikte çevresinde de en fazla güvende hissetmesi, ısı, beslenme, sevgi ve bakım şeklinde yaşamsal gereksinimleri karşıladığı takdirde gerçekleşecektir. Bu bağlamda, başka insanlarla bağının ne denli iyi olacağı, onların yeni doğan çocuğun refahına katkıları ile doğru orantılıdır.
Özümseme süreci için bir başka mühim şart ise; bağın süresi ve kalıcılığıdır; çünkü yeni doğan ferdin ilk başlangıçta, çevresinde gelişen vakaları kendisi için düzenleyebileceği ve ayrıntılaştırabileceği soyut kavramları yoktur, onun için açıkça anlamlı olan ise ilk olarak, bağı olan başka ferdin çevresindeki vakalarla, yavaş yavaş oluşur. Bu anlayış vakit alır ve yalnız bağ kurulan insanların aynı vakalara karşı benzer tepkiler verdiğinde geçerlidir. Kurumsallaşmış nazar açıları ve yaşam şekillerini özümsemek için içsel hazırlık, yeni doğan çocuğun bağ kurduğu sonraki insanlarla özdeşleşmesi sonucu gelişir.
Bu vaziyet ferdin, dünyayı tıpkı ilgili kişisinin usulünde algılamasını, anlamlandırmasını ve sonunda onun şeklinde yönetmesini sağlamış olduğu şeklinde, onu bu yönde etkilemektedir. Bu vaziyet bir süre sonra, çocuğun temel sosyalizasyonunda bir başka mühim sonucu da bununla beraber getirmektedir. Çocuğun, ilgili kişisinin dünya görüşlerini ve inanç biçimlerini alması, onun yaşamış olduğu dünyaya uyum sağlayamamasının yanı sıra kendi özelliklerini de tamamlayamamasına yol açacaktır. Oysa çocuk dünyayı kendi gözleriyle görmeyi öğrendiğinde; nesneleri, kendi duygusal ve etken yaklaşımları yardımıyla algılayacaktır.
Bununla birlikte, yalnız kendi içinde hissettiği izlenimleri, duyguları ve gereksinimlerini tıpkı etrafındaki insanların onda görmüş olduğu şeklinde deneyimler ve fert tüm bu tarz şeyleri özümsediği sırada başka tesirleri de bilincinde olmadan içine alır. Netice olarak bu tanımlamalara bakılırsa çocuk, temel (birincil) sosyalizasyonu gerçekleşirken ilgili kişisinden net bir yer ve toplumsal çevrede, dünyayı tanımlamasını elde eden hususi bir rol edinir. Bunların yanı sıra; toplumsal çevresindeki başka insanlarla iletişimi olan ve toplumdaki rol beklentilerini yerine getiren başka bir bireyle tanışır (kendi benliğinin gelişimi).
İkincil Toplumsallaşma
Birincil Toplumsallaşma ile ferdin yaşamına uyumunun esasları ortaya konmuş, yaşamını doğru şekilde sürdürebilmesi için yerine getirmesi ihtiyaç duyulan vazife üstünde durulmuştur. Bu vazife, birincil toplumsallaşmanın haricinde bir dünya ile ilişkilendirilmelidir ve bu ilişkilendirme süreci “İkincil Toplumsallaşma†olarak tanımlanmaktadır. Karmaşık ve emekçi toplumlarda dünya bireylerin tek tek kendileriyle çatıştıkları, içinde birbiriyle iletişimde olan pek çok grup barındıran, her birisi pek çok hususi bilgi ve beceriyle karakterize edilmiş, iç içe geçmiş alt grupların yaygın olduğu bir yerdir. Öyleki ki; öğretmenler eğitimle, hekim ve hemşireler sağlıkla, çiftçiler ve alt endüstri kolları besin ürünlerinin üretimi, sanayiciler bu ürünlerin dağıtımı, zanaatkârlar evlerin yapımı ve su tesisatlarının tamiri, askerler ülkenin huzuru, yargıçlar davaları uzlaştırma, çöpçüler günlük atıkları toplama vb. işler ile meşguldürler.
İkincil toplumsallaşma bu yüzden; söz konusu işle ya da vazife dağılımı ile belirlenen kurumsal alt dünyaların özümsenmesine de denmektedir. Toplumsal rollere özgü bilgi ve becerilerin edinilmesiyle gerçekleşmesinin yanı sıra; her role özgü kelime dağarcığının “kendisine ait olma durumunu†da desteklemektedir. İkincil toplumsallaşma ile özümsenmiş alt dünyalar, birincil toplumsallaşmada kaydedilen “Temel Dünyaâ€nın aksine kısmi gerçekliklerdir.
Toplumda hala büyük oranda uyum problemi olan bir fert, birincil ve ikincil toplumsallaşma ile dünya görüşlerinin, kıymet yargılarının ve bununla beraber davranış biçimlerinin gittikçe artan rutinlerin farkındalığını sağlamlaştırmaktadır. Gene de başka canlıların durağan içgüdüsel, uyumlulaştırılabilir mekanizmalarının aksine; rutin algısı değiştirilebilir kalır. Bundan dolayı bu vaziyet, birincil toplumsallaşma ile edinilen, bilhassa duygusal açıdan yer edinmiş ve entelektüel yansıması daha az erişilebilir olan rutin algısı ile çok bağdaşık değildir; çünkü çoğu zaman alternatifsiz özümsenir. Bundan dolayı fert, bu tabakanın altından çok zor çıkar. Bu vaziyet daha çok ikincil toplumsallaşma kanalıyla, bilhassa de başka yaşam olanaklarının da olduğu bilgisi ile edinilmiş görüş, değerlendirme ve davranış şekilleri ile bireyler için kesinlikle ulaşılmaz olmadıklarında ya da tam aksine değerlendirmeye alınmadıklarında gerçekleşir. İnsanlar dünyaya karşı tavırları değiştirebilirler: aynı mekânda kalabilir, yeni roller edinebilir ve şimdiye dek haiz olduklarının haricinde, değişik nazar, değerlendirme ve davranış şekilleri edinebilirler.
Kişi bir topluma ne kadar uzun süre bağlı kalırsa ve o toplumda edindiği, kendini devamlı yine eden deneyimleri ne denli kalıcı olursa, dünya görüşünü belirleyen bu özellikler de kendilerini o denli kuvvetli ve sorgusuzca kabul ettirebilir. Bu kütleleşme, insanların ileri yaşlarda görüş, değerlendirme ve davranış şekillerinde niçin bu kadar sert ve başka görüşlere karşı da hassasiyetten de bu kadar uzak bulunduğunu açıklamaktadır.
İlişki Şekli Olarak Toplumsallaşma
Toplumsallaşma kendini iki ifade şeklinde (şahsi olarak ve ortak yaşamda) gösterir:
Toplumsallaşma araştırmalarının odak noktası 1960'lı yıllardan bu yana bireylerin tek tek gelişim potansiyelleri ve davranış biçimlerine dayanmaktadır.
Ama mevzu üstündeki yoğun odaklanma, beraber yaşamayla kendiliğinden gerçekleşen toplumsal şekillenme şekillerinde sınırlandırmayı da bununla beraber getiren bir daralma ile sonuçlanır. Toplumsallaşma araştırmasının beraber yaşam süreçlerini ikinci bir boyut olarak içermesi bağlamındaki görevi, yalnız kişiliği geliştirmenin merkezi yönlerine odaklanmak değildir, bununla beraber gerçek kişilerarası ilişkiler oluşumunun analizi üstüne vurgu yapmaktır. Bu vaziyet kendini, bireysel fiil bilgisi ve genel bir fiil yöneliminin oluşum süreçlerinde gösterir. Toplumsallaşmanın bu nazar açısının benimsenmesi için dikkate alınması ihtiyaç duyulan temel gerçeklik, toplumsallaşmanın etkileşim gerektirdiği ve bireylerin bu antropolojik, bio- psiko-sosyal oluşumlarını yansıtılmaları, koordine edilmeleri ve anlaşılmalarını yapılandırdığı yönündeki durumdur.
Toplumsallaşma; burada bahsi geçen, tutumların genel uygulama boyutuyla genişleme ve bu yeni bilginin oluşumu ile ilgili olarak, bireylerin beraber yaşadıkları ve bu sırada deneyimlerini, bilgi ve becerilerini geliştirdikleri, paylaştıkları toplumsal bir sürecin belirlenmesidir.
İnsancıllaştırma
Toplumsal antropolog Dieter Claessen “Aile ve Kıymet Sistemi†adlı eserinde “başarılı†bir toplumsallaşma sürecinin evvelinde başarılmış, yeni doğan ferdin ilk senesinde temel itimatı kazanacağı (ya da tam tersi, kazanamayacağı), toplumsal öğretileri kabulleneceği bir insancıllaştırma gerektirdiğini savunmaktadır (bkz. doğum). Bununla birlikte güncel antropolojik ve gelişimsel genetik emekler toplumsallaşmayı, yaşamla başa çıkma yollarının dikkate alınması ihtiyaç duyulan bir tür hususi formu olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte, bu vaziyet kendini “İnsancıllaştırma†eyleminin aksine; mesela; idrak ve karşılıklı fiil planlarının yorumlarının oluşumunda olduğu şeklinde temel bilgi kapasitesinde sınırlandırmaktadır..
Toplumsallaşma ve Eğitim
Toplumsallaşma, sosyalleşme etkileşimleri içinde ya da vesilesiyle, aktörlerin karşılıklı davranış biçimlerinden oluşmaktadır; fakat bu vaziyet aynı koşullardaki bireyler içinde değildir, bilhassa dönem ilişkilerinde, doğrusu genç ve yaşlı içinde gerçekleşmektedir.
İlgili kişilerin, grupların ya da son olarak bir toplumun hegemonik (hegemonialen) kıymet ve normları bilinçsiz kabulü (Pierre Bourdieu), toplumsallaşma etkileşimlerinin karşılıklı fiil uyumunun istenmeyen bir etkisidir. Bununla birlikte eğitim, Siegfried Bernfeld'e bakılırsa “gelişme gerçekliğine toplumsal bir tepki†olarak da anlaşılabilmektedir. Bundan dolayı eğitim bu bağlamda; evlatların toplumun yetkin üyeleri olmalarını sağlayacak becerileri kısmen kazanması anlamına gelmektedir. Toplumsallaşmanın gayesi ise; genç ve yaşlı, doğrusu nesiller arasındaki yetkinlik boşluklarını ortadan kaldırmaktır.
Émile Durkheim (Toplumsallaşma terimini bilimsel bir terim olarak kullanan ilk insanlardan birisi) ile bağlantılı olarak; eğitim bu yüzden kendini sosyolojik mealde “sosyalleşme metodu†doğrusu; planlı ve maksatlı toplumsallaşma olarak tanımlamıştır. Bu tarif şu şekilde devam eder: eğitim toplumsallaşma süreçlerinde bireylerin, bilhassa de çocuk ve gençlerin, değişiklik sürecini etkilemeyi gaye edinmiş bir alt kümesidir. Bundan dolayı de ilgili kişilerin güdümlenmesinden oluşan her bir toplumsallaşma sürecini tanımlamaktadır.
1968 Hareketi esnasında, toplumsallaşmanın ferdin ve yeni doğan bebeğin gelişiminde (Genetik özelliklerin aynı olması koşul değildir.)ne kadar büyük oranı olduğuna dair çok yakıcı bir münakaşa ortaya çıkmıştır. Bu sıralar ise (2006) her şeyden ilkin toplumsallaşmanın bireylerin genetik sistemlerinin oluşmasında hangi nitel ve nicel tesirleri bulunduğunu belirlemeye dayalı bir münakaşa söz mevzusudur. Bununla beraber, ferdin gelişiminin yeni doğan ya da toplumsal; bu sebeple toplumsal miras ya da toplumsal çevreleri kanalıyla seçici edinilmiş fiil şekillerinden ne denli etkilendiği sorgulanmaktadır. Bu münakaşa, gelişme, toplumsallaşma ve seçim (Bir süre sonra bu tür durumlar arasına eğitim de eklenmiştir.) terimlerinin değişmeyen kullanımı ile karakterize edilmiştir.
Toplumsallaşmanın Sorgulanan Tarafları
Toplumsallaşma eğitim bilimleri bağlamında tartışmalı bir kavram olarak görülmektedir. Pedagojinin klasik dönem temsilcileri pozitif yönde olmayan doğrusu; toplumsal normlara uyumu sağlamaktan yana olmayan bir eğitimden bahsetmişlerdir. Başarı göstermiş bir toplumsallaşma bireyi bir taraftan mevcut değerleri ve normları tanıma ve kabul etme noktasına getirirken; başka taraftan da aynı ölçü ve kuralları sorgulamaya yöneltmektedir.
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon) kuramları nedir?
Toplumsallaşma, bir başka kullanılan ismi ile sosyalizasyon, toplumun mevcut kıymet ve normlarının bireylere öğretilmesi süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç içinde fert ferdi olduğu cemiyet içinde iyi mi davranacağını öğrenir. Bununla beraber, ferdin haiz olduğu ya da cemiyet tarafınca verilen rollerin ve haiz olunan statülerin gerektirdiği davranış biçimlerini, toplumun kendilerinden beklentilerini öğrenir. Toplumsallaşma sürecinde fert kendi toplumunun bir üyesi olmayı, toplumu tarafınca kabul gören davranış örüntülerini, insanoğlunun davranışlarına yön veren, bu tarz şeyleri belirleyip şekillendiren temel toplumsal ve kültürel değerleri (normları) öğrenir. Öğrenmekle de kalmayıp bu tarz şeyleri içselleştirip kendisine mal eder ve bu kıymet ve normlar ışığında davranmaya başlar. Daha öz bir anlatımla, fert toplumu ile bütünleşir ve toplumunun bir parçası haline gelir.
Bu süreç bireylerin varlığı kadar toplumların da varlığı açısından oldukça önemlidir. Toplumun sıhhatli bir biçimde büyümesi ve yaşamını devam ettirebilmesi toplumsallaşma sisteminin sıhhatli bir biçimde sürmesi ile mümkündür. Bir başka şekli ile toplumsallaşma yeni nesile toplumun haiz olduğu kültürel mirasın aktarılması da denilebilir. Bu açıdan bakılacak olursa ulusal ve evrensel kültür mirası toplumsallaşma süreci yardımıyla yeni nesillere aktarılmaktadır.
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon)
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon, Latince “sociareâ€, “bağlamakâ€), toplumsal normların içselleştirilmesi kanalıyla toplumsal fikir ve his kalıplarına uyum sağlamaktır.
Toplumsal bilimsel bir kavram olan toplumsallaşma, bir taraftan ferdin başka bireyler ya da toplumsal ve fizyolojik çevre ile iletişimiyle oluşan şahsi gelişimi, diğer yandan da ferdin sosyalleşmesi esnasında oluşan bağlarını tanımlamaktadır. Ferdin kişiliği üstündeki kasıtlı ve sistematik önlemlerin (eğitim) yanı sıra istenmeyen tesirleri de kapsamaktadır. Bundan dolayı toplumsallaşma süreci, ferdin ortak yaşamdaki eylemleri (kolektifleştirme) ve fiil yönelimlerini (toplumsal kimlik) oluşturan, toplumsal faaliyetlerini şekillendiren normları da etkisinde bırakır. Bununla birlikte bireylerin toplumda geçerli normlar, değerler ve kıymet yargılarına bakılırsa şekillenen eğilimlerinden oluşur.
Eğer toplumsallaşma bulunmuş olduğu çevrede başarı göstermiş bir biçimde gerçekleşirse; fert, toplumsal normları, kıymet tanımlamalarını, davranış biçimlerini ve doğal ki toplumsal ve kültürel çevresinde kabul gören rolleri benimseyecektir. Bunun aksine; kendini tanımayan bir ferdin, özelliklerini keşfettiği sürece ise “bireyselleşme†denir. Bundan dolayı toplumsallaşma süreçleri içeriksel özelliklerine, doğrusu; ferdin toplumsal bağlılık ve bir gruba uyum sağlama şekillerine bakılırsa birbirlerinden çok değişik işleyebilmektedir;
“Başarılı bir toplumsallaşmanın†koşulu büyük seviyede; nesnel ve öznel gerçeklik (buna doğal ki kimlik de dâhildir) arasındaki simetride görülmektedir. Buna bağlı olarak; “başarısız bir toplumsallaşmanın†ise nesnel ve öznel gerçeklik arasındaki asimetriden landığı düşünülmektedir (Berger/Luckmann: Die gesellschaftliche Konstruktion der Wirklichkeit (1969), S. 175) Buna rağmen; bilimsel ve toplumsal söylemde “sosyalizasyon†ve “sosyal†kavramları, “doğuştan, kalıtımsal ve genetiksel†kavramları ile açıklanmaktadır.
Toplumsallaşmanın (Sosyalizasyon) tanımı
Toplumsallaşma çoğu zaman, ferdin belli başlı bir toplumda (geleneklerin devam ettirilmesi vb.) yer almasını ve o toplumun kültürünü benimsemesi, doğrusu; toplumsal yaşamında yer edinen ve gelişmesini etkileyen, cemiyet vesilesiyle gerçekleşen öğrenme sürecinin (davranış şekilleri de dâhil) bütününü tanımlamaktadır. Bundan dolayı; toplumsallaşma yaşamın tüm evrelerini kapsayan bir süreçtir.
Ferdin öğrenme sürecini yöneten ve etkileyen gruplar, bireyler ve kurumlar “Toplumsallaşma Araçları†olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlama toplumsallaşmanın, bireylerin bir arada yaşamasından oluştuğunu (dönem ilişkileri) ve kendini karakterlerin hususi kabiliyetleri ile haberleşme-iletişim becerilerinde gösterdiğini ifade etmektedir. Bunun bir sonucu olarak, toplumsallaşma teriminin sık sık belirsiz bir anlamla kullanılması söz mevzusu olmaktadır. Daha somut bir söylemle, toplumsallaşma teriminin içinde ne olduğu, daha net tanımlanamayan â€toplumsal aktarma süreçleri“ yerine geçip mana yitirilmesine uğratılmaktadır.
“Sosyalizasyon toplumsal, kültürel ve fizyolojik çevreyle ilişki kurma çabalarında, bilhassa de bireylerle karşılıklı etkileşimde ortaya çıkan kişilik gelişimidir.†D. GEULEN
Hurrelmann'a bakılırsa toplumsallaşmanın en yeni tanımlaması şöyledir. “… Ferdin benliğinin; bir toplumun tarihsel gelişiminin belirgin bir hemen gerçekleşen, toplumsal, maddi ve fizyolojik yaşam koşullarından bağımsız ve bu koşullarla çatışan, oluşum ve gelişme sürecidir.†Sosyalizasyon ferdin, biyolojik insan organizmasından toplumsal davranış yetisine haiz bir kişilik kazanma ve yaşam süresince yaşam koşulları ile çatışarak kendini geliştirme sürecini tanımlamaktadır. (Hurrelmann)
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon) kuramları
Toplumsallaşma kuramları, toplumsallaşma fikrinin temelini oluşturmaktadır. Toplumsallaşma anlayışında, günümüzde daha popüler ve gelişmiş iki anane birbirlerinden ayrılmaktadır: Ama, her şeyden ilkin taraflı olmaları sebebiyle bilimsel olarak reddedilmektedirler. Ekranda görülen pencereden ilki “organizmanın insani gelişimini açıklayan ve doğayı az ölçekte önemseyen†gelenektir (Nestvogel). Buna “olgunlaşma odaklı kuramsal, tabii, seviye odaklı, mühim ve biyolojik ırkçılık içeren†yaklaşımlar da dâhildir. (Nestvogel)
İkinci anane ise; toplumsallaşmayı, toplumun kendisi tarafınca düzenlenen öncelikli standartlaşma süreci, doğrusu; “uyum aracı†olarak görmektedir. Bu durumda söz mevzusu olan “toplum olmayı gerektiren, yapısal işlevsellik gösteren, mekanik ve teorikte etkili†yaklaşımlardır. Burada temel olan; bir biçime sokulmamış “çiğ†insan doğasına bakılırsa fert portrelerinin söz mevzusu toplumların gereksinimlerini karşılamak zorunda olmasıdır. Hobbes burada, Spencer ve Darvin'in de aynı fikirde olduğu “uysallaştırma†kavramından söz ederken, Durkheim “yeni ortaya çıkan, toplumsal olmayan ve egoist bu şartları, toplumsal ve ahlaki bir yaşam sürmek için; başka bir duruma sokmaktan†bahseder. Parson'ın toplumsallaşma anlayışında ise; “grupların davranış standartları ve ideallerini içine alan ve toplumun yapısına hususi bir rol karakteri yerleştirmeye hazır†bir süreçten bahsedilmektedir.
Toplumsallaşma günümüzde yeni ve bilimsel açıdan mühim bir takım anane çevrelerinde “bağlamdaki gelişme†olarak görülmektedir
Toplumsallaşma kuramları işlevlerine bakılırsa kendi aralarında pozitif yönde ya da açıklayıcı ve eleştirel ya da yapı-bozumcu teoriler olarak ayrılmaktadır. Pozitif teoriler hangi tip toplumsallaşmanın icap ettiğini sorgularken; açıklayıcı teoriler belli başlı bir toplumun, hangi tür toplumsallaşmayı ürettiğini araştırır ve yapı-bozumcu teorilerin aksine “Güç, Eşitsizlik, Hâkimiyet ve Şiddet†şeklinde mevzuları içermez.
Teoriler, yansız ya da objektif ilim olasılığını reddetmekte ve bu yüzden; araştırılmış nazar açılarını eleştirel bir tutumla ele alır.
Bireyler için toplumsal bir çevrenin önemi
Bitkisel ve hayvansal organizmalar, kendi tabii çevrelerine muhteşem bir şekilde uyum sağlamışlardır. Buna rağmen; insan, tabii bir çevrede rekabet edebilmek için çok yetersiz bir görüntü sergilemektedir. Morfo-genetik olarak olgunlaşmamış, organik olarak özelliksiz, büyük seviyede işlevsiz içgüdüleri olan ve yaşama elverişli bir hareket seçimi; insanoğlunun hayatta kalabilmesi için hususi koşullara haiz olması gerekmektedir.
Toplumsal çevre, bu koşulların içinde, insanoğlunun hayatta kalmayı öğrenebilmesi ve bu konuyu geliştirebilmesi açısından büyük ehemmiyet taşımaktadır. Yeni doğan bir insan için toplumsal çevre ilk başlangıçta onun yaşamsal koşullarıyla ilgilenecek bir grup insandan oluşmaktadır. Çevresinde kümeleşen insanoğlu, beraber -ilk bakışta ondan tamamen bağımsız- dengeli bir yaşam görünümü ve denenmiş görgü kurallarıyla şekillenen karmaşık bir ilişki ağı oluşturmaktadır. Bu ağ örgüsü, daha geniş toplumsal ağların içine girmektedir.
Aslen her fert hayatına tıpkı bu yeni doğan şeklinde; bu şekilde bir toplumsal çevreden başlamaktadır. Bu toplumsal ağlar ise içinde bulunmuş olduğu yaşam koşulları tarafınca ayrıştırılmamaktadır. Aksine, başka tüm canlılarda olduğu şeklinde, tabii koşullarında oluşurlar ve büyük genellikle bireylerin kendi yaşamsal koşulları ve devamlı çatışmalarla nesiller boyu araştırmış olduğu, gelenekselleştirdiği ve geliştirdiği, yaşamla başa çıkmanın teknikleri ve yönelimlerinden oluşur. Bir taraftan devamlı bireylerin yaşamları ve toplumsal ilişkilerini şekillendirirken; diğer yandan insani gelişme ve değişimin mevzusu olarak bırakılırlar.
İnsan yaşamının kurumsallaşması
Bireylerin çevreleri ile süregelen çatışmaları, hususi yaşam ve inançların alışkanlık kanalıyla kurumsal olarak dengelemektedir. Sık sık tekrarlanan her fiil, hususi ruhsal gerilim ve fizyolojik güç tasarrufu ismi altında azaltılabilen ve bununla birlikte fert tarafınca düzgüsel fiil modeli olarak algılanan bir örneğe dönüşmektedir.
Bu süreçte eşzamanlı olarak dünyanın geçişsiz akışı içinden belli başlı oluşumlar filizlenerek; eylemin odaklandığı birer nesne ve vakalar olarak biçim ve mana kazanmaya başlar.
Seçici idrak ve alışkanlık haline gelmiş eylemlerin pozitif yanları; toplumsal düzendeki bir takım -ya da yalnız bir tane- güvenilirliği kanıtlanmış, yaşamsal yararı olan davranış şekillerinde ihtimaller içinde sayısız görüş ve tepki şekilleri sınırlamasında yatmaktadır. Alışkanlıklar bu yüzden yönelim ve uzmanlaşma sağlanması için ferdin biyolojik donanımlarının haricinde yaşamı anlamayı ve doğru tepkileri vermeyi gerektirmektedir. Kişi, bu konuyu her şartları tekrardan kademe kademe çözümleme ederek, kararlar vesilesiyle tespit ederek ve bu kararları, insan davranışlarının belirginleştiği temel olarak görüp kendi yönelimlerini belirleyici kararlar gerektiren durumlar için düşünmeyi sağlamaktadır.
Alışkanlıklar kanalıyla netleşen görüş açılarından ve saf eylemlerinden insan yaşamının kurumsallaşmasına geçiş, insanların eylemlerini karşılıklı olarak birbirlerine uyumlu hale getirebildiğinde gerçekleşmektedir. Bununla birlikte anlaşmanın temelinde işaretler mevzusunda uzlaşılar ve nihayet dile giren, tüm kullanıcıları tarafınca aynı şekilde kullanılan ve anlaşılan göstergeler mevcuttur.
"Bir ferdin tek bir hareketi, başka bireyler için hiçbir şekilde merak ya da acil çekince membaı oluşturmamaktadır. Pek çok fert bunun yerine, neyin olup bittiğini, kendileri için değersiz olanın ne olduğu alımlar ki bu onların günlük yaşamını şekillendirendir. (...) Yalnız alakaları olmayan ya da içinde bulundukları dış eylemleri için değildir; bununla beraber tüm ruhsal ekonomileri için de vakit ve güç tasarrufu yapmaktadırlar. Bu bireylerin ortak yaşamı, bundan sonra alışılmışlık bilincinin devamlı genişleyen dünyasında biçimlenecektir."
Bu vaziyet tek bir fert ya da grup içinde olduğu şeklinde gruplar ya da büyük insan toplulukları içinde da aynı şekilde kendini gösterir. Bundan sonrasında mühim olan; bu insan topluluklarının, gruba hususi kati nazar açıları ve davranışlarda rutinleşmeler geliştireceğidir ve bu görüş ile davranış biçimlerinin temelinde yatan şekillendirme her grubun kendi malıdır. İlgililerin belli başlı bir süreçte oluşturulmuş ortak görüş ve rutinleri, kendilerini doğrular şekilde ortaya çıkmakta; süreklilik ve kalıcılık eğilimi göstermektedir. Böylelikle daha fazla birey-üstü, bireyden lı öznellikten uzak nesnelliğe ulaşmaktadırlar. Bu vaziyet her şeyden ilkin eski nesiller tarafınca kullanılmış, bundan sonra tabii karşılanan ve böylelikle esasen uzun süredir kurumsal karakterler ve tarihsel, nesnel gerçekliğe haiz görüş ve rutinler için geçerlidir. Bunun karşısında duran görüşler ve bir nesil ya da fert tarafınca geliştirilmiş rutinler ise onları şekillendiren bireyler için kolayca değiştirebilir olacaktır. Bu olasılık da ama; kendisi, bu rutinlerin oluşumunu yaşantılamamış ve onları şekillendirmemiş yeni nesiller ortaya çıktığında yok olacaktır. Onlar için başta anane anlamı taşımayan bu rutinler aslen, kendilerine karşı duran nesnel gerçekliğin bir parçasıdır. Bu vaziyet bununla beraber ebeveyn nesline geri dönüş olarak kendini göstermektedir: Kurumlara mal olmuş görüş ve fiil rutinleri, dünyanın “doğal†düzeninin -ayrıca başka canlıların türlerine, hususi çevrelerinin yerindeki- gerçekliğine “sosyal†ve “toplumsal†hakikat olarak yansımaktadır. Bununla birlikte kurumsallaşmış görüş ve fiil rutinleri, insanoğlunun tabii ortamı ile çevrelerinin tutumlarında yoğunlaşmaktadır. Tüm başka canlıların kendi çevrelerine uyumlu, büyük seviyede noksan içgüdülerin yerini tutarlar ve fert için, kendisine yabancı olan çevreyi uyumlu hale getirmesini elde eden araçlar niteliği taşırlar.
Toplumsallaşma (Sosyalizasyon) Süreci
Toplumsallaşma asla bitmeyen bir süreçtir ve temelinde ferdin şahsi gelişimi - mesela bir ferdin toplumsal ilişkileri- vardır. Kişilik, bir taraftan bireyi başka bireylerden farklı kılan özlüğü anlatırken; diğer yandan da bir cemiyet ya da topluluğa ait bireylerin paylaştıkları ortak özellikleri tanımlamaktadır (mesela; değerler, kurallar ve toplumsal kimlikler). Olgunlaşmamış bir fert, toplumsal çevresinde onunla da onsuz da yaşayabileceği bir dünyaya uyum elde etmiştir. Bu dünya, insanların ilgili çevrelerinin tabii koşullarıyla çoktan belirlenmiş görüş, yönelim ve yaşam şekilleri yapılarıdır. Bireyler, o anki çevrelerini anlamlandırdıkları ve kendilerine uyumlu hale getirmek için kullandıkları araçlar buluş ederler. Yeni doğan bir insan, hayatta kalabilmek için gereksinim duyan bu araçlarla iyi geçinmeyi öğrenmek durumundadır.
Hemen hemen olgunlaşmamış bir ferdin bu yeryüzündeki uyumu, ona çevresindeki insanoğlu kanalıyla sunulan ve ilk başlangıçta hemen hemen çok çaresiz bir mahluk olan bu ferdin etrafını direkt saran nazar açılarının ve hayatla başa çıkma yollarının özümsemesi sürecinde gerçekleşir. Burada özümsemek; ferdin çevresindekileri, etrafındaki insanoğlu tarafınca algılandığı, yorumlandığı ve ele alındığı şekilde kademe kademe yakalaması, anlamlandırması ve içine girmesi anlamına gelir.
Genç bir fert, dünyaya çevresindekilerin gözüyle bakmayı, onların kavramlarıyla düzenlemeyi ve tanımlamayı, yaşadıklarına onların duyguları ve kıymet yargılarıyla yaklaşmayı ve bu dünyanın gerçeklerine ilişkin kendi tekniklerini geliştirmeyi öğrenecektir.
Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse; fert yavaş yavaş etrafındaki insanlarla tabii olarak beraber yaşamış olduğu bir dünya kurgulamaya başlar. Kişi ilk başlangıçta; bu dünyanın, aslen başka sayısız insanoğlunun dünyasından oluştuğunu bilmiyordur. Belli başlı bir toplumsal çevre içine girmiştir ve o an yalnız bunun farkındadır. Bu, çevresinde dünyanın geri kalanın, fert için gelişen ve bireyi de geliştirecek bir çevredir. Kişi için dünya genel olarak budur.
Bir süre sonra, bir başka yaşam döneminde ise; çok değişik dünyaların bulunduğunu, kendi dünyasının yalnız bir takım tesadüften lı netice bulunduğunu ve çevresinde -aynı zamanda geriye dönüşümlü, alın yazısıyla gelen çıkış noktalarından ladığında da- kendi yaşam şekli için de değişik düşünceler olabileceğini idrak edecektir.
Birincil Toplumsallaşma
Birincil toplumsallaşma ile içinde ya da haricinde yaşama hakkına haiz olduğu bu dünyaya bireyi hala devam eden uyumunun temelleri atılmaktadır. Böylelikle, ferdin çevresine uyum sağlamak için gereksinim duyan yaşam ve dünya bilgisinin de temelleri atılmış olur. Birincil toplumsallaşma ile sağlanacak olan; yeni ferdin kendi toplumsal çevresine ait nazar açılarında, yaşam şekillerindeki kademeli özümseme, başlangıçta çok az insanoğlunun yerine getirebildiği bir takım koşullara bağlıdır.
Birinci ve en mühim şart; yeni doğan çocuğun dünyaya gelişinden itibaren çevresinde olan insanlarla güvenli bağları (temel itimat duygusu) olmasıdır. Bu bağ, yeni doğan çocuğun duygusal gelişimini, neredeyse tamamen iç refah üstüne kurmuştur. Bu mealde da, en kolay erişilen, ona duygusal mealde hamilelikten bu yana en yakın insan olan anası ile yeni doğan çocuk içinde gelişir. Kendisini içsel olarak, bununla birlikte çevresinde de en fazla güvende hissetmesi, ısı, beslenme, sevgi ve bakım şeklinde yaşamsal gereksinimleri karşıladığı takdirde gerçekleşecektir. Bu bağlamda, başka insanlarla bağının ne denli iyi olacağı, onların yeni doğan çocuğun refahına katkıları ile doğru orantılıdır.
Özümseme süreci için bir başka mühim şart ise; bağın süresi ve kalıcılığıdır; çünkü yeni doğan ferdin ilk başlangıçta, çevresinde gelişen vakaları kendisi için düzenleyebileceği ve ayrıntılaştırabileceği soyut kavramları yoktur, onun için açıkça anlamlı olan ise ilk olarak, bağı olan başka ferdin çevresindeki vakalarla, yavaş yavaş oluşur. Bu anlayış vakit alır ve yalnız bağ kurulan insanların aynı vakalara karşı benzer tepkiler verdiğinde geçerlidir. Kurumsallaşmış nazar açıları ve yaşam şekillerini özümsemek için içsel hazırlık, yeni doğan çocuğun bağ kurduğu sonraki insanlarla özdeşleşmesi sonucu gelişir.
Bu vaziyet ferdin, dünyayı tıpkı ilgili kişisinin usulünde algılamasını, anlamlandırmasını ve sonunda onun şeklinde yönetmesini sağlamış olduğu şeklinde, onu bu yönde etkilemektedir. Bu vaziyet bir süre sonra, çocuğun temel sosyalizasyonunda bir başka mühim sonucu da bununla beraber getirmektedir. Çocuğun, ilgili kişisinin dünya görüşlerini ve inanç biçimlerini alması, onun yaşamış olduğu dünyaya uyum sağlayamamasının yanı sıra kendi özelliklerini de tamamlayamamasına yol açacaktır. Oysa çocuk dünyayı kendi gözleriyle görmeyi öğrendiğinde; nesneleri, kendi duygusal ve etken yaklaşımları yardımıyla algılayacaktır.
Bununla birlikte, yalnız kendi içinde hissettiği izlenimleri, duyguları ve gereksinimlerini tıpkı etrafındaki insanların onda görmüş olduğu şeklinde deneyimler ve fert tüm bu tarz şeyleri özümsediği sırada başka tesirleri de bilincinde olmadan içine alır. Netice olarak bu tanımlamalara bakılırsa çocuk, temel (birincil) sosyalizasyonu gerçekleşirken ilgili kişisinden net bir yer ve toplumsal çevrede, dünyayı tanımlamasını elde eden hususi bir rol edinir. Bunların yanı sıra; toplumsal çevresindeki başka insanlarla iletişimi olan ve toplumdaki rol beklentilerini yerine getiren başka bir bireyle tanışır (kendi benliğinin gelişimi).
İkincil Toplumsallaşma
Birincil Toplumsallaşma ile ferdin yaşamına uyumunun esasları ortaya konmuş, yaşamını doğru şekilde sürdürebilmesi için yerine getirmesi ihtiyaç duyulan vazife üstünde durulmuştur. Bu vazife, birincil toplumsallaşmanın haricinde bir dünya ile ilişkilendirilmelidir ve bu ilişkilendirme süreci “İkincil Toplumsallaşma†olarak tanımlanmaktadır. Karmaşık ve emekçi toplumlarda dünya bireylerin tek tek kendileriyle çatıştıkları, içinde birbiriyle iletişimde olan pek çok grup barındıran, her birisi pek çok hususi bilgi ve beceriyle karakterize edilmiş, iç içe geçmiş alt grupların yaygın olduğu bir yerdir. Öyleki ki; öğretmenler eğitimle, hekim ve hemşireler sağlıkla, çiftçiler ve alt endüstri kolları besin ürünlerinin üretimi, sanayiciler bu ürünlerin dağıtımı, zanaatkârlar evlerin yapımı ve su tesisatlarının tamiri, askerler ülkenin huzuru, yargıçlar davaları uzlaştırma, çöpçüler günlük atıkları toplama vb. işler ile meşguldürler.
İkincil toplumsallaşma bu yüzden; söz konusu işle ya da vazife dağılımı ile belirlenen kurumsal alt dünyaların özümsenmesine de denmektedir. Toplumsal rollere özgü bilgi ve becerilerin edinilmesiyle gerçekleşmesinin yanı sıra; her role özgü kelime dağarcığının “kendisine ait olma durumunu†da desteklemektedir. İkincil toplumsallaşma ile özümsenmiş alt dünyalar, birincil toplumsallaşmada kaydedilen “Temel Dünyaâ€nın aksine kısmi gerçekliklerdir.
Toplumda hala büyük oranda uyum problemi olan bir fert, birincil ve ikincil toplumsallaşma ile dünya görüşlerinin, kıymet yargılarının ve bununla beraber davranış biçimlerinin gittikçe artan rutinlerin farkındalığını sağlamlaştırmaktadır. Gene de başka canlıların durağan içgüdüsel, uyumlulaştırılabilir mekanizmalarının aksine; rutin algısı değiştirilebilir kalır. Bundan dolayı bu vaziyet, birincil toplumsallaşma ile edinilen, bilhassa duygusal açıdan yer edinmiş ve entelektüel yansıması daha az erişilebilir olan rutin algısı ile çok bağdaşık değildir; çünkü çoğu zaman alternatifsiz özümsenir. Bundan dolayı fert, bu tabakanın altından çok zor çıkar. Bu vaziyet daha çok ikincil toplumsallaşma kanalıyla, bilhassa de başka yaşam olanaklarının da olduğu bilgisi ile edinilmiş görüş, değerlendirme ve davranış şekilleri ile bireyler için kesinlikle ulaşılmaz olmadıklarında ya da tam aksine değerlendirmeye alınmadıklarında gerçekleşir. İnsanlar dünyaya karşı tavırları değiştirebilirler: aynı mekânda kalabilir, yeni roller edinebilir ve şimdiye dek haiz olduklarının haricinde, değişik nazar, değerlendirme ve davranış şekilleri edinebilirler.
Kişi bir topluma ne kadar uzun süre bağlı kalırsa ve o toplumda edindiği, kendini devamlı yine eden deneyimleri ne denli kalıcı olursa, dünya görüşünü belirleyen bu özellikler de kendilerini o denli kuvvetli ve sorgusuzca kabul ettirebilir. Bu kütleleşme, insanların ileri yaşlarda görüş, değerlendirme ve davranış şekillerinde niçin bu kadar sert ve başka görüşlere karşı da hassasiyetten de bu kadar uzak bulunduğunu açıklamaktadır.
İlişki Şekli Olarak Toplumsallaşma
Toplumsallaşma kendini iki ifade şeklinde (şahsi olarak ve ortak yaşamda) gösterir:
Toplumsallaşma araştırmalarının odak noktası 1960'lı yıllardan bu yana bireylerin tek tek gelişim potansiyelleri ve davranış biçimlerine dayanmaktadır.
Ama mevzu üstündeki yoğun odaklanma, beraber yaşamayla kendiliğinden gerçekleşen toplumsal şekillenme şekillerinde sınırlandırmayı da bununla beraber getiren bir daralma ile sonuçlanır. Toplumsallaşma araştırmasının beraber yaşam süreçlerini ikinci bir boyut olarak içermesi bağlamındaki görevi, yalnız kişiliği geliştirmenin merkezi yönlerine odaklanmak değildir, bununla beraber gerçek kişilerarası ilişkiler oluşumunun analizi üstüne vurgu yapmaktır. Bu vaziyet kendini, bireysel fiil bilgisi ve genel bir fiil yöneliminin oluşum süreçlerinde gösterir. Toplumsallaşmanın bu nazar açısının benimsenmesi için dikkate alınması ihtiyaç duyulan temel gerçeklik, toplumsallaşmanın etkileşim gerektirdiği ve bireylerin bu antropolojik, bio- psiko-sosyal oluşumlarını yansıtılmaları, koordine edilmeleri ve anlaşılmalarını yapılandırdığı yönündeki durumdur.
Toplumsallaşma; burada bahsi geçen, tutumların genel uygulama boyutuyla genişleme ve bu yeni bilginin oluşumu ile ilgili olarak, bireylerin beraber yaşadıkları ve bu sırada deneyimlerini, bilgi ve becerilerini geliştirdikleri, paylaştıkları toplumsal bir sürecin belirlenmesidir.
İnsancıllaştırma
Toplumsal antropolog Dieter Claessen “Aile ve Kıymet Sistemi†adlı eserinde “başarılı†bir toplumsallaşma sürecinin evvelinde başarılmış, yeni doğan ferdin ilk senesinde temel itimatı kazanacağı (ya da tam tersi, kazanamayacağı), toplumsal öğretileri kabulleneceği bir insancıllaştırma gerektirdiğini savunmaktadır (bkz. doğum). Bununla birlikte güncel antropolojik ve gelişimsel genetik emekler toplumsallaşmayı, yaşamla başa çıkma yollarının dikkate alınması ihtiyaç duyulan bir tür hususi formu olarak tanımlamaktadır. Bununla birlikte, bu vaziyet kendini “İnsancıllaştırma†eyleminin aksine; mesela; idrak ve karşılıklı fiil planlarının yorumlarının oluşumunda olduğu şeklinde temel bilgi kapasitesinde sınırlandırmaktadır..
Toplumsallaşma ve Eğitim
Toplumsallaşma, sosyalleşme etkileşimleri içinde ya da vesilesiyle, aktörlerin karşılıklı davranış biçimlerinden oluşmaktadır; fakat bu vaziyet aynı koşullardaki bireyler içinde değildir, bilhassa dönem ilişkilerinde, doğrusu genç ve yaşlı içinde gerçekleşmektedir.
İlgili kişilerin, grupların ya da son olarak bir toplumun hegemonik (hegemonialen) kıymet ve normları bilinçsiz kabulü (Pierre Bourdieu), toplumsallaşma etkileşimlerinin karşılıklı fiil uyumunun istenmeyen bir etkisidir. Bununla birlikte eğitim, Siegfried Bernfeld'e bakılırsa “gelişme gerçekliğine toplumsal bir tepki†olarak da anlaşılabilmektedir. Bundan dolayı eğitim bu bağlamda; evlatların toplumun yetkin üyeleri olmalarını sağlayacak becerileri kısmen kazanması anlamına gelmektedir. Toplumsallaşmanın gayesi ise; genç ve yaşlı, doğrusu nesiller arasındaki yetkinlik boşluklarını ortadan kaldırmaktır.
Émile Durkheim (Toplumsallaşma terimini bilimsel bir terim olarak kullanan ilk insanlardan birisi) ile bağlantılı olarak; eğitim bu yüzden kendini sosyolojik mealde “sosyalleşme metodu†doğrusu; planlı ve maksatlı toplumsallaşma olarak tanımlamıştır. Bu tarif şu şekilde devam eder: eğitim toplumsallaşma süreçlerinde bireylerin, bilhassa de çocuk ve gençlerin, değişiklik sürecini etkilemeyi gaye edinmiş bir alt kümesidir. Bundan dolayı de ilgili kişilerin güdümlenmesinden oluşan her bir toplumsallaşma sürecini tanımlamaktadır.
1968 Hareketi esnasında, toplumsallaşmanın ferdin ve yeni doğan bebeğin gelişiminde (Genetik özelliklerin aynı olması koşul değildir.)ne kadar büyük oranı olduğuna dair çok yakıcı bir münakaşa ortaya çıkmıştır. Bu sıralar ise (2006) her şeyden ilkin toplumsallaşmanın bireylerin genetik sistemlerinin oluşmasında hangi nitel ve nicel tesirleri bulunduğunu belirlemeye dayalı bir münakaşa söz mevzusudur. Bununla beraber, ferdin gelişiminin yeni doğan ya da toplumsal; bu sebeple toplumsal miras ya da toplumsal çevreleri kanalıyla seçici edinilmiş fiil şekillerinden ne denli etkilendiği sorgulanmaktadır. Bu münakaşa, gelişme, toplumsallaşma ve seçim (Bir süre sonra bu tür durumlar arasına eğitim de eklenmiştir.) terimlerinin değişmeyen kullanımı ile karakterize edilmiştir.
Toplumsallaşmanın Sorgulanan Tarafları
Toplumsallaşma eğitim bilimleri bağlamında tartışmalı bir kavram olarak görülmektedir. Pedagojinin klasik dönem temsilcileri pozitif yönde olmayan doğrusu; toplumsal normlara uyumu sağlamaktan yana olmayan bir eğitimden bahsetmişlerdir. Başarı göstermiş bir toplumsallaşma bireyi bir taraftan mevcut değerleri ve normları tanıma ve kabul etme noktasına getirirken; başka taraftan da aynı ölçü ve kuralları sorgulamaya yöneltmektedir.
Toplumsallaşma Nedir?
Kaynak:msxlabs.org
YORUMLAR